Merhaba bu yazıyı okuyan kişi
Bu defa bu mektubu sana değil ona yazıyorum. Ve sen ey bilinmeyen, o bilinmeyenin yerine geçip oku bu mektubu...
Merhaba,
adını hiç telaffuz edemediğim ama içimde binlerce kez fısıldadığım bilinmeyen, merhaba sana
Bugün yine seni düşündüm ama bu sefer bir sitem gibi değil, bir teşekkür gibi…
Seninle yaşanmayan her şey bana insan olmayı öğretti.
Seninle hiç yürümeyen bir yolun her taşına adımı bastım ben. Hiç bakmadığın gözlerime her gece seni çizdim. Sesini uzun zamandır hiç duymadım ama suskunluğunun tonunu ezberledim.
Ne tuhaf değil mi, senin olmadığın her an seni bu kadar yoğun hissedebilmek?
Seninle geçen kayıtlı bir anımız yok artık, silindi ama senden kalan binlerce ayrıntı var bende.
Bak mesela, bir saç telin bile yok elimde ama rüzgâr esince o hiç taramadığım saçlarının savruluşunu hayal ediyorum. Sen yürürken bastığın taşları ben hayalimde öpüyorum. Ayakkabının ucuyla itip geçtiğin bir çakıl taşı, benim içimde yıldız oluyor. Senin geçtiğin yerler benim kutsal alanlarım artık. Ben seni yaşamadım ama seni her yerde gördüm. Kaldırımlarda, tren camlarında, yabancı bir kadının dudağındaki bir gülümsemede, ve bazen sadece kendi kalbimin çırpınışında. İşte en çok da bunu anlatmak istiyorum sana:
Seni sevmek hiçbir şeyle ölçülür değildi. Hiçbir günaydının, hiçbir gece özleminin, hiçbir "nasılsın"ın olmadı ama her sabah seni düşünerek uyandım. Her gece içimde bir yer daha boş kalarak yattım. Çünkü sen, hiçbir kelimenin taşıyamayacağı kadar gerçek oldun içimde. Şimdi sana biraz seni anlatayım. Sana, seni anlatmak tuhaf biliyorum… Ama benim gördüğüm sendin o. O yüzden yazmalıyım: Sen yürürken başını hafif öne eğersin. Omuzların gururla değil ama dirençle dik durur. Gözlerin her zaman uzaklara bakar gibi... ama içindeki fırtınayı saklamaya çalışan bir deniz gibidir. Güçlü görünmeye çalışırken kırılmış yerlerini gözlerinde yakaladım. Ve biliyorum, kimse o çatlaklara bakmak istemedi... Ama ben, sadece orada kalmak istedim.
Ellerin… Ellerin sanki bir çocuğun hayalini taşır gibi narin, ama bir kadının yaşanmışlığını saklar gibi güçlü. Bir yere dokunduğunda onu sadece hissetmiyorsun, onu onarıyorsun. Senin dokunmadığın hiçbir şeye alışamadım ve en çok da dokunmadığın ben kaldım geriye.
Sana yazmak, bazen içimde bin yıldır konuşmayan bir kalbin ilk kelimesi gibi. Ben seni özlemiyorum artık. Çünkü özlemek bir gün kavuşmayı umut eder. Ben seni yaşıyorum, her sabah, yeni bir eksiklikle.
Sana ait olmayan şeylerle doluyorum bazen. Bir koku, bir cümle, bir melodi… Ama senin olmadığını bile bile seni çağıran her şeyi içime alıyorum.
Biliyor musun, bir kadının sadece varlığıyla bir erkeğin içini güzelleştirmesi mümkünmüş. Seninle öğrendim bunu.
Sen hiçbir şey vermezken, ben içimde seninle çoğaldım. Sen bana hiç “gel” demedin. Ben..., senden hiç gitmedim.
Aşk yaşanmadığında da güzeldir, bunu seninle anladım. Kırılmadığın için güzel. Saklanmadığın için güzel. Hayalimde kaldığın için güzel.
Seninle bir hayat kuramadım belki, ama sen bana bir kalp verdin. İçinde yalnızca senin yaşadığın bir oda var artık. Kilitli... Ama kapısı hep açık, dilediğinde ordan da gidebilirsin.
Sana son bir şey daha: Bir gün biri seni çok severse, lütfen onun da gözlerine dikkatlice bak. Ben oradayım. Hiç tanımadığın bir adamın gözlerinde belki senin bile unuttuğun bir cümleyi fısıldayacağım:
"Sana dokunmadan sevdim ve seni hiçbir temas kirletmesin.”
Ve belki o an bir rüzgâr geçer saçlarından ve sen içinden fısıldarsın: “O…"
Bu altıncı mektup, diğerlerinde senden hiç söz etmedim ama diğerleri gibi bu da...sana yazıldı... Ama sana hiç ulaşmayacak ve işte bu yüzden, en gerçeği bu.
Adı hâlâ eksik biri
Kaya SuKayıt Tarihi : 28.7.2025 12:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bilinmeyen bir kişi için rüzgâra emanet edilmiş, geçmişin yükünü taşıyan sayfalar...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!