Merhaba bu yazıyı okuyan kişi,
Bu kez gerçekten son defa yazıyorum.
Bunu daha önce de söyledim belki, ama bu defa kalemin sesi bile inanıyor bana. Yazının başında titreyen mürekkep, sanki her kelimenin veda ettiğini biliyor. Odam soğuk, kedi gelmiyor artık. Camın buğusu çözülmüş, rüzgâr sadece perdeyi değil, içimde kalan son sessizliği de hareket ettiriyor. Bir ıslık sesi duydum az önce… çok uzaklardan, belki biri eve dönüyordur. Ama ben gidemiyorum, artık hiçbir yere ait değilim.
Bir zamanlar rüzgârı bir dost sanmıştım. Sonra anladım, o sadece taşıyordu. Kimi zaman bir yaprağı, kimi zaman bir ismi, kimi zaman bir kalbi… Beni de taşıdı, ama hiçbir yere bırakmadı. Belki unuttu. Belki de beni düşürdü kurak bir vadinin ortasında. Bilmiyorum...
Gecenin içinde çok uzun zamandır yürüyorum. Ay bile dönüp yüzünü göstermiyor. Yıldızlar sanki benden utanıyor. Her şey bir eksiklik gibi üzerime kapanıyor. Sesim yok ama sustuğumu duyan olur mu..., bilmiyorum. Zaten bilmek de istemiyorum. Hem bildiğim her şey bir yara gibi içimde kalıyor. Bir zamanlar biri demişti: “Bazı boşluklar doldurulmaz, sadece sevilir.” Ben yıllarca o boşlukları sevmeye çalıştım. Şimdi… boşluk bile beni reddediyor. Ben artık hiçbir yere sığmıyorum.
Eğer bu mektubu okuyorsan bil ki, ben artık anlatmaktan vazgeçtim. Kelimeler eskidi, cümleler yoruldu. Artık hiçbir kelime beni taşımıyor, hiçbir nokta son olamıyor. Geçmişin gölgesiyle konuşuyorum bazen. Küçük bir çocuk hâlâ içimde “anne” diye fısıldıyor. Sesini kısmaya çalışıyorum, olmuyor. Her yankı, başka bir yalnızlık getiriyor. Sanki içimdeki her şey eksik doğmuş, hiçbiri tamamlanmak istemiyor.
Bir pencere kenarına oturmuşum. Camın dışındaki karanlık, içimdekiyle yarışıyor. Bir an için ellerimi cama koyuyorum. Soğuk, ama tanıdık. Birden aklıma geliyor; birini beklemeden beklemek, ne garip şeymiş. Sanki kimse gelmeyecek ama sen yine de kapıyı aralık bırakıyorsun.
Bir ara gökyüzüne baktım. Sanki bulutlar bile ağırlaşmıştı. Bir yıldız kaydı ama dilek tutmadım. Artık dilekler de bana küskün. Onlar bile biliyor: ben zaten hiçbir şeyi tam istemiyorum. İstemeye korkuyorum belki de. Her şeyin sonunda kaybetmek var. Kendimi hatırlamıyorum artık. Ne sesim, ne yüzüm, ne de adım bana ait. Ben, kendi hikayemde figüran olmuş bir sesim. Bir ara biri bana “yaşıyor musun hâlâ?” diye sordu. Bir süre sustum, sonra sadece “alışkanlıktan” dedim. Evet, bazen yaşam bile alışkanlık olur. Ben bu alışkanlıktan yoruldum.
Bu mektup da diğerleri gibi yarım kalacak biliyorum... Ama bu kez, yarım kalmak bile lüks gibi geliyor. Artık kelimeler eksik değil, ölü. Eğer bir gün rüzgâr eline bir sayfa bırakırsa, belki bu olur. Belki de başka birinin gözyaşıyla ıslanmış başka bir mektup. Okursan, bil ki ben hâlâ o rüzgârdayım. Dönmek için değil, kaybolmak için tutundum. Ve eğer bir gün bir ıslık sesi duyarsan dur. Belki de ben geçmişten sana sesleniyorumdur. Ya da belki sadece rüzgâr, seni benim yerime çağırıyordur. Ne fark eder ki artık? Bir gidiş, bir kalış aynı acıyı taşımıyor mu zaten?
Kelimeler bitiyor.
Kalem ağırlaşıyor.
Sessizlik büyüyor.
Ben küçülüyorum.
Sanırım bu sayfaya yeterince karanlık oldu.
Rüzgârın birinde görüşmek dileğiyle,
– Adı hâlâ eksik biri
Kaya SuKayıt Tarihi : 15.10.2025 07:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bilinmeyen bir kişi için rüzgâra emanet edilmiş, geçmişin yükünü taşıyan sayfalar...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!