17/07/2006
Rüzgar Ahmet
ve “Sen gençliğimin katilisin…”
Yer Gaziantep, Devlet Hastanesi karşısı, Hürriyet Büfe önü..
Büfeyi işleten kırk yıllık arkadaşım Rıfat; dükkanının kapısından içeri, “özel” olarak sınıflandırdığı kimselerin dışında kimseyi almayan bir deneyimli büfeci, eski İşçi Partisi gençlik kollarında faaliyet gösterip bu yüzden bir süre hapsedilmiş bir değişik insan… Görseniz Aziz Nesin ‘e benzetirsiniz.
O ‘nun dükkanının önündeki kaldırım ve kendisi kaldırıma, tezgahının hemen dibine bir oturak koyup oturmuş, bisiklet tekerlekli seyyar tezgahını caddeye park etmiş seyyar satıcı…
Lakabı: Rüzgar Ahmet…
Yıllar önce saat 22:00 gibi.
Bisiklet tekerlekli tezgahının fren görevi yapan, tezgahının bir tarafına zincirlerle sabitlenmiş takozu –tezgah kaymasın diye- devrede… Cepheden uzunlamasına caddeyi tarassut ederken arka tarafı da dikizleyebilmesi için, tezgah üzerinde yine uygun bir yere sabitlenmiş bisiklet dikiz aynalarından bir aynası da var…
Bitmedi;
Tezgahında lüks lamba ve de tezgah üzerine monte edilmiş bir direğe bağlı, arkasından yassı pillerle beslenmiş bir standart tip radyo.
Tezgah sahibi Rüzgar Ahmet (ki; 8-10 yaşlarında iki erkek oğlunun lakapları “Rambo” ve de yanlış anımsamıyorsam “Kemikkıran) arkadaşımın büfesinden birasını alıp tezgahına bitişik kaldırımdaki kürsüsüne oturarak cep telefonuyla mahalli radyolardan birisine o anda canının çektiği bir şarkı ya da türkünün isteğini yapar..
Tezgahındaki radyosundan takip ettiği yayında eğer isteği hemen yayınlanmazsa yeniden telefon edip radyodaki ilgilileri fırçalar…
Bu; adı üstünde Rüzgar Ahmet ‘tir. Öyle hello-cello adam değildir…
…
Bugün her nasılsa bir Rüzgar Ahmet ‘lik yaptım:
Yer: Evimin mutfak balkonu, saat 18:00 ‘den sonra… Balkonluk radyomu açıp net gelen bir istasyonu ayarladı, biraz dinleyince beğenmedim; radyoyu elime alıp ince ince ayarlayınca bir sanat müziği yayınlayan istasyona rastladım. “Radyo Zeugma” imiş…
Bu istasyonda sanat müziği ağırlıklı programı yapan arkadaşın adını bilmiyorum ama yıllar önce yerel televizyonlardan birinde ara-sıra seyretmişliğim vardı. Sesinden ve söylem şeklinden anımsadım.
Yine anımsadım ki; bu arkadaşla, bundan yaklaşık bir ay kadar önce, torunum Melis ‘e, istediği yardımcı tekerlekli bisikleti almak için birkaç apartman ötemizdeki bir apartmanın zemin katında faaliyet gösteren bir bisiklet satan mağazada karşılaşmıştık:
Kendisi patron koltuğunda oturuyordu ve o anda patron görünürlerde yoktu. Selam verip hanımla ve iki kız torunumla içeri girdiğimizde, kendisini bir yerden gözümün ısırdığını ifade etmiş ve kendisinden “Yıldızlı Semalar” karşılığını almıştım.
O anda tam hatırlayamasam da anlamış gibi davranmış, sonradan gelen dükkan sahibinin de dahil olduğu sohbetimizde arkadaşı hatırlamıştım…
Bugün mutfak balkonunda içkimi yudumlar ve bahse konu arkadaşın programında dinlettirdiği şarkıları dinlerken
telefon numarasını anons etti.
Bu arada, bu hikayeye şu notu da eklemeliyim:
Eşim; Ankara ‘da ikamet eden ve gençliğinde çocuklarımızda emeği büyük olan amcası kızının oğlunun nikahı için ayın 12 ‘sinde oraya gitti. Yarın Ankara ‘dan 14:45 uçağıyla Kahramanmaraş havaalanına inecek ve ben Gaziantep ‘den Kahramanmaraş ‘a kendisini alıp evimize getirmek için Kahramanmaraş ‘a gideceğim.
Edi-Büdü kalınca ve yaş ilerlemiş olunca hayat kavgalı-barışmalı geçiyor. Biz de öyle yaşıyoruz ama bizim temelimizde arı-duru sevgi olduğu için biribirimizden kopamıyoruz…
Emekli maaşına talim etmeme ve de maaşım ancak şahsi ihtiyaçlarımı karşılar durumda olmasına rağmen, bugün bir delilik yapıp, geldiğinde sürpriz olsun diye kuyumcunun birisinden –kredi kartımla ve de iki taksit olarak- bana pek de ucuz gelmeyen bir çift küpe alıp yatağının içine gömdüm.
Şimdi bizim hissiyatımız bu iken ve de şahsen yarını iple çekerken nasıl olduysa oldu; program sunucusunun telefonunu çevirdim. Niyetim, “Ömrümüzün son demi…” şarkısını istemekti. Telefon çalıyorken, radyoda Mustafa Keser ‘den o şarkıyı dinliyor durumdaydım. Telefona cevap verilince adımı sordu. Ben de “adımı söylesem bilemezsin de, hani şu bisikletçide karşılaşmıştık ya…” diye hatırlatmaya çalışrım. Biraz tereddütten sonra hatırladı. “İsteğiniz” dedi, “aslında Ömrümüzün son demi ‘ni isteyecektim ama ne tesadüf şu anda söyleniyor.” Dedim. “O zaman sıradakini size ithaf edelim” dedi. “Olur da eğer mümkünse “Sen nazla gezerken güzelim” i tercih ederdim” diye karşılık verdim.
Karşılıklı teşekkürlerle telefonları kapattık. Yaklaşık bir dakika sonraki anons ve söylenecek şarkı:
“Sayın İsmet BARLIOĞLU ve ailesi fertleri… falan filan için şimdi…”
“Sen gençliğimin katilisin, çok geç anladım…” şarkısı…
Üstelik; şarkı söylerken boğazı birisi tarafından sıkılıyormuş gibi algıladığım Hüner Coşkuner ‘den…
Nasıl yakıştı mı bu şarkı bu hikayeye?
Allah hepinizin iyiliğini versin e mi…
“Sen nazla gezerken güzelim, güller içinde,
Ben şiir okusam hüznünle bülbüller içinde…
Yaslan şu yetim kollara bir kerecik olsun,
Ben can vereyim aşkınla kaküller içinde…”
Kayıt Tarihi : 18.7.2006 23:37:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!