İlerde,
toprağın altındakiler,
kendileri için affedilmeyi beklerken,
toprağın üstündekiler için de ağlaşır dururlardı.
Lakin işittiremezlerdi kimseye,
olacakları,
sessiz ve karanlık dünyalarından.
Unutulmayanlar sadece kinler ve acılardı insanla gelen.
İnsan hepsini tek tek yazmıştı yeryüzüne.
Düşünce sıyırırken nefretini kemiklerimden,
her tarafımdan binlerce çığlık hep beraber bağırırdı.
Adem’den önce hiçbiri hissetmemişti yalnızlığı.
Sıkıntı salgın gibi yayıldı,
yeni dirilmiş insanın etten bedeninde.
İnsan ölümünü kendi kendine lanetledi.
Ne kısa ve ne çatallıydı yolu,
hür ama acıyla doluydu.
Bilinmezlikler ve kederle doluydu.
Çıra alevi kadardı,
tarihte insanın en atasının hükmü.
Yağmurda sağa sola kaçışan saşkın serçeler nasıldır?
Kimse umursamazdı yalnız ve yolda ölenleri,
gece daha hızlı soğuturdu onların bedenlerini.
Diğerlerine ise dualar okurduk,
boğazımız düğümlenerek.
Çığlıkları işitenler ise konuşmazlardı.
Toprağa inen ilk suyun çatlaklara doluşu gibiydi her bir
direnişin umudu.
Ama, harıklarında kurudu hepsi.
Yine unutuldu barış ve yine geldi tufan vakti.
Siyah,
beyaz,
kızıl
ve sarı,
hep aynı çıplaklık,
hep aynı açlık,
çaresizlik ve korkaklık.
Akşam sefası gibi kapandılar içlerine,
güpe-gündüzdü oysa,
sanki güneş tutuldu,
sanki kara bulutlar çöktü üstlerine.
Ağıtlar yükseldi yine,
kurumuş ovalardan göklere.
Açlık kötüydü.
Açlık kahkahalarla yükseldi,
ama gülenler çocuklar değildi.
Sevginin ateşi küllendi,
şaraba döndü umutsuzca nefret.
Suyun serin çığıltısı duyulmaz oldu hiçbir yerde.
Gökyüzü sustu,
dudaklar kıpırdadı,
kimsesizlerin duası okundu sadece.
Nicedir hasat kalkmaz,
böcekler ötmez oldu bu çorakta.
Duaya çıkanlar elleri boş dönenlerden oldular.
Ekenler, biçemez oldu.
Dikenler doğal dokusu oldu buraların,
Çiçekler ise sadece kız çocuklarının isimlerinde açar.
Ay çıktığında gece ayaz eser rüzgar,
toz kaldırırdı.
Gündüz taşların üstüne tünemiş kertenkeleler,
güneşe doğru başlarını kaldırırdı.
Sahipsiz otlarda,
sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen
bozkır tavşanları yuvalardı kimi zaman.
Yavruları dayanamaz;
gündüz sıcağa,
gece ayaza,
ölürlerdi genelde.
Yaşamaya çalışanları ise
bozkır örselerdi onları da, bizler gibi,
zorca yaşatmakla beraber.
Toprağım yağmur zamanının asla gelmeyecegini bilirdi.
Nicedir bu çorağın tam ortasında otururdum.
Karıncaları izlerdim uzun uzun,
çatlaklarda dolaşan.
Kuru otlardan düşen tohumlarını toplamaya çalışan karıncaları.
Bu çorağa düşen tek damla ise,
kurumaya yüz tutan gözlerimden..
Şaçlarımdı uzayan,
bodur otlara nispet.
Geceler açıktı hep,
yıldızlara bakardım,
yanıma ne zaman gelecek ölüm bilemezdim.
Uyandığımda,
kokusu kalmazdı üstümde gecenin.
Yerine aydınlık bir güneş çıkar.
Kuruturdu ıslak gözlerimi.
Kayıt Tarihi : 21.1.2012 12:11:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mahmut Utku Çakar](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/01/21/ruzgar-aglatisi-insan-ve-gunahlari.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!