İçimde sıkıntı, duramıyorum.
Sıkıntımı hayra yoramıyorum.
Yerimden kalkarak Boğaza vardım,
Kendimi bir büyük hayale verdim.
Düzlükler örtülü çayır çimenle,
Güneş tüllenmişti kızıl dumanla,
Akşamın karanlık yüzü göründü
Hava sıcak değil, biraz serindi.
Bağrımda yanmıştı sönmez bir ateş,
Aradım kendime dert ortağı bir eş.
Karardıkça hava ben garip oldum,
Dayanılmaz acı dert ile doldum.
Her taraf acayip şekiller aldı,
Yüreğim sızladı, gözlerim daldı.
Ortalık kapkara, göz gözü görmez;
Kimse gelip bana teselli vermez.
Deniz pıhtı pıhtı kan ile dolmuş.
Hürler şehidinin kanı ne bolmuş.
Oturup ağladım, açtım elimi,
Arzettim (Tanrı)ma garip halimi.
Dedim: Ulu Tanrım sığındım sana,
Acı da hürriyet ihsan et bana!
Etraf kararınca göz gözü görmez;
Zalimin zulmuüne hiç akıl ermez.
Zalim hançerini saplar mazluma,
Eder gövdesini hep lime lime.
Öksüz oluk gibi göz yaşı döker,
Nice suçsuz «Türk»ler boynunu büker.
Kiminin boynuna ipler dolanır,
Kimi öldürülür kana bulanır.
Söyledim, söyledim döktüm içimi,
Çırpındım, elimle yoldum saçımı.
Derken birdenbire koptu kıyamet,
Gözlerim açıldı, buldum selâmet.
Şimşekler gökleri yırtan bıçaktı;
Durmadan yüzlerle, binlerle çaktı.
Şarıl şarıl yağmur boşandı yere,
Sellerle yıkandı dağ, ova, dere.
Bu yer uçmağında bülbüller boldur.
Kevser ırmağından destiler doldur.
Suların göksünde kayıklar yüzer,
Ceylânlar bakışır gözlerin süzer.
Dehşetten yoruldum yatağa yattım,
Uykunun doyulmaz tadını tatdım.
Öyle bir uyku ki tarif olunmaz,
Ondan daha tatlı bir şey bulunmaz.
Pırlanta yakutlar dolmuş hep suya,
Canım kurban olsun böyle uykuya.
Meyvalar ağaçta yıldız göründü.
Her taraf bir güzel nûra büründü.
Irmak kıyıları zümrüt ot oldu,
Otlar arasına çiçekler doldu.
Tan söktü, gün doğdu ışıdı her yer,
Seher bulutları dağıldı yer yer.
Sihirli bir bahar sabahı idi,
Yağmur damlaları sanki kuş südü.
Yıldız gibi kanat açtı kelebek,
Çiçekten çiçeğe uçtu Kelebek.
Kuşlar bülbül gibi şakıyor orda,
Cennet kokuları kokuyor orda.
Kumrular çift olup kondu dallara,
Yasemenler selâm durdu güllere.
Baktım düz ovaya çok kalabalık,
Bakıyorlar göğe hep alık alık.
Boyunları zincir «Türk»ler dizildi.
Kimi ilerledi, kimi büzüldü.
Derken karşı ufuk birden allandı,
Ortası yarıldı yer, gök sallandı.
İçinde çok güzel bir kız göründü,
Gülümsedi al buluta büründü.
Sırma saçlı, gümüş tenli bir peri,
Gözlerinde saklı zekâ cevheri.
Ellerile sırma saçı tarıyor,
Saçları bir ağ ki gönül deriyor.
Öfke ile kaşı çatıldı kaldı,
Kükremiş bir arslan halini aldı.
Dedim: Bu peri mi yoksa melek mi?
Sarı sırma saçı taç mı, çelenk mi?
Dediler: «Hürriyet perisi» budur.
Hürriyettin piri velisi odur.
«Yargu Kağan» imiş onun babası,
Göklerde kurulmul tahtı obası.
«Kutadgu Hanım» da anası imiş,
«Tanrı» bu periye sen hürsün demiş.
Ben de bu periye aşık olmuştum,
İşte o sebepten böyle solmuştum.
Onu görmek için bin can verirdim.
Canımdan geçsem de gider görürdüm.
Anladım ki ona gönülden bendim,
Can evim sarsıldı şöyle söylendim;
(*) Ne can imişsin!?. Ne olur?!
Bizi baydın...
Ne büğüymüşsün?!. Hem baydın, hem aydın.
Ah! A, peri!
Zulümden yanmada Türkün ciğeri.
Hürriyet ver bu millete!
Bir çare bul bu illete!
Esirlikten Türkü kurtar! Bezdik çok.
Tek kurtar da, zararı yok,
Kendine et köle!
Ayrılma! Yaşasın Türk hep seninle...
Öfke ile deprendi ağzını açtı.
Haykırdı her yana bir dehşet saçtı.
Dedi:
Ey gaflet uykusuna dalan millet!...
Nedir bu esirlik, nedir bu zillet?
Nedir bu korkaklık, bu alçalış?
Utan! O zinciri kırmaya çalış.
Boynunda asılı köle lâlesi,
Taşır mı bunu hiç Türk sülâlesi?
Ölümden korkarsan geber ve kahrol!
İşte budur sana yakışan tek yol...
Bu yükü sırtında taşımaz deve,
Sense taşıyorsun hem seve seve.
Öküzler Katırlar bunu çekemez.
Senin gibi böyle boyun bükemez.
Asırlar boyunca uyuyan millet!...
Nedir bu rezâlet, nedir bu illet?
Bir kere gözünü dünyaya çevir,
Başında «Diktatör» bırakma devir!
Kirli çamaşırlar sırtında durur,
Seni benden başka acap kim korur?
Uyan, utan artık nedir bu gaflet?
Olmaz bundan daha büyük sefalet...
İsdipdat ilmeği geçmiş boynuna,
Bütün namussuzlar girmiş koynuna.
Zül bilirdi rahat ölmeyi atan!
Hürriyet aşkıyla kurtulur vatan.
Gayrete gelmezsen iş işten geçer,
Milletin yıkılır, hem birden göçer.
«Tanrı» buyruk verdi çalışın diye,
«Türk»lüğün «Tanrı»dan büyük hediye.
Tembelliğin sonu sürünmek olur,
Miskinler «Tanrı»dan cezayı bulur.
Kanaatı bırak durmadan çalış;
Medeni bir millet olmağa çalış.
Ey yalnız paraya tapan alçaklar!
Milletin hakkını kapan alçaklar;
Bunlar yanınıza kalır sanmayın,
Yiyin utanmayın! Yiyin kanmayın!...
Ey esirlik zincirine tapanlar!
Doğru yoldan yanlış yola sapanlar!
Boğar bir gün o zincirler sizleri,
Unutmayın söylediğim sözleri!...
Ey zillet içinde duran korkaklar!
Kendisine tuzak kuran korkaklar!
Hakikatı bilir saklı tutarsın;
Miskince yaşayıp uyur, yatarsın.
Hürriyet yolunda zindana girmek,
İşte budur bizde murada ermek.
Halbuki siz bunu yapamazsınız,
Sözümden bir hisse kapamazsınız.
Asıl zindan sizin kafanızda var,
Esirler fikrini hapseder, saklar.
Eğer bir millete hürriyet yoksa,
Her nimet onunçin olur bir ökse.
«Tanrı» yaratmıştır insanı yüksüz,
Boynunu zincirsiz, başını börksüz.
Anadan doğunda herkes efendi,
Artık söyliyeyim, sabrım tükendi:
Bir tek müstebide esir olunmaz,
Müstebitde fâziler de bulunmaz.
Eğer hürriyeti sevmiyorsanız,
Deyin hayvanız biz, şeklen insanız!
Sizi koyun gibi gezdiren çoban,
Kendi keyfi için edecek kurban.
İt bile herkese kuyruk sallamaz,
Kötüleri ısırır da kollamaz.
Müstebide hakkı kaptırmışsınız
Sırtı binek taşı yaptırmışsınız.
Cihan medeniyet yolunda koşar,
Sizin halinize şaşıyor beşer.
Halden şikâyettir herkesin derdi,
Çare bulur derde insanın merdi.
Susmak yaraşır mı hiç mert insana?
Bence ihanettir susmak vatana!...
Hani nerde hakkın, hani vazifen?
Vatanın sesini duymalısın sen.
Bunu yapamazsam insanım deme,
Geber bir tarafta, var canım deme.
Avrupanın fenni, tekniği, ilmi,
O dev ise sen de pire değil mi?
Ataların yiğit, şanlı idiler,
Milletler atandan dayak yediler,
Sen böyle durursan atan sızlanır,
Terakkiler çalışmakla hızlanır.
Tarihtir saadet yolunda pusla,
Tarihinden ders al da çalış namusla;
Sen de kendine yap şanlı bir tarih,
Yetiştir san'atkar, âlim, müverrih.
Dünyaya kör gibi bakıyorsunuz,
Garpten kötü şeyler kapıyorsunuz.
Aldınız durmadan dansla eğlence,
Bunlar terakki mi? Rezalet bence!...
Atan eğilirdi namuslulara,
Fedâi, kahraman ve uslulara.
Sense, müstebide boyun eğersin,
Ona kavuk sallar, ayak öpersin.
Sözlerim sert geldi, hoşlanmadınız,
Gâvurlardan hiç mi utanmadınız?...
Atan bağırdı hürriyet, millet,
Vatan ve vazife, namus fazilet.
Bunların yolunda ölür korkmazdı.
Sizin gibi müstebitten ürkmezdi.
Soğulcan misâli yerde sürünmek,
Etek öpüp şeker yalar görünmek,
Bunlar insanlığa yakışır şey mi?
Hepinizi köle de baştaki bey mi?
Zalimin zulmünü yapması kolay,
Vatan selâmeti önemli olay.
Size zulmedenin biri Türk değil,
Türk olanlar zulme göstermez meyil.
Sizi sizden olan idaret etsin,
Sizden olmayanlar çekilsin gitsin.
Zalim olan sizin ayakkabınız,
Onları hizmetkâr, uşak yapınız,
İnsan yabancıyabırakır mı ev?
Yabancıyı bırak, benliğini sev.
Bu devleti yıkan yabancılardır,
Milleti kandıran yalancılardır.
Aklını başına al ve aç gözünü,
Başa geçiriniz Türkün özünü!...
Oyuncak etmeyin hep kendinizi,
Kendiniz seçiniz efendinizi.
Bir şahsın keyfine ayak uyduran,
Hürriyeti eder o şahsa kurban,
Namussuzlar söyler bir sürü yalan,
Alçaktır milletten hürriyet alan.
Olmazsa millete fikr hürriyeti,
Sevemez o millet Cumhuriyeti!...
Müstebir hürriyet düşmanı olur,
Onlar istibdatla selâmet bulr.
Kendini millete iyi gösterir,
Erkânına sık, sık ziyafet verir.
Müstebide tapar alçak dalkavuk,
Sözünü alkışlar ve sallar kavuk.
Ona yaklaşmaz namuslu olan,
Çünkü orda almış meydanı yalan.
Tenkit edenlere fırsat verilmez,
Hakikat gizlenir göze görünmez.
Bir firenge tapış alıp yürümüş,
Gözünüzü sizin taklit bürümüş,
Onlardan Noel, dans, balo aldınız.
Teknik fen, sanatta geri kaldınız.
Sizde akıl, fikir ve mantık yoksa,
İçinizde eğer maymunlar çoksa,
Takınız boynunuza eski pabucu.
Yükleyin firenge, modaya suçu!
Yıkınız çeşmeleri cami, minare,
Bakmayınız güzel yurdu imare,
Öğren usûl, ilim, san'at, fabrika.
Yaratn durmayın siz de harşka,
Olursa çalışmak sizlere gaye,
Yaşar Türk milleti ilânihaye!
Diyerek çevirdi birden başını,
Elini kaldırdı çattı kaşını.
Dedi: Hamiyetli evlâdı Vatan!
Senin için verdi canını atan,
Cahillere ilim, fazilet verin.
Bu yurdun derdini çabuk giderin!
Yetiştir Feylesof, mühendis, mimar,
Alim, şair, hekim, kâşif, bestekâr.
Bütün illerine fabrikalar kur.
Sınırlara yaptır saf çelikten sur.
Her yerde mektep ve kütüphane yap,
Garpten kötü değil iyi şeyler kap.
Göster marifeti tiyatrolarla,
Seyretsin milletin hem iftiharla!
Şehirler, hastane, mekteple dolsun,
Güzel yurdun eşsiz bir cennet olsun.
Kafada aydınlık, ruhta hürriyet,
Görsün öz Türklerden millet mürrüvet
Verir millî birlik millete kudret,
Ya sözümü kabul, yahutda reddet!
Görsün refâh ile saadeti Türk,
Bulsun Hürriyette selâmeti Türk.
Diyerek bir anda kayboldu gitti,
Güzel beri beni çok mahçup etti...
Kayıt Tarihi : 27.2.2019 20:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yazan: Namık Kemâl - Rıza nur Manzum hale getiren: Yılanlıoğlu İsmail Hakkı Bu eser Türkbilik Revüsünün 8 inci sayısındaki (Namık Kemal - Rıza Nur) imzasile çıkan yazıdan fikirler aynen muhafaza edilmek suretile vücuda getirilmiştir. Yani o yazı manzume şekline sokulmuştur. (*) Bu paraça aynen alınmıştır.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!