Amin Maalouf, Türkçe’de yayınlanan son romanı Doğu’dan Uzakta’da, Lübnan’ı söz konusu ederek, siyasî göç, yurt, inanç, dostluk, yüzleşme vb. temaları tartışıyor. Daha çok cinsel arzu düzleminde yeni yaşanan ancak kıvılcımı gençlikte çakılmış bir “aşk” da yer alıyor. İç savaş, bitmesine karşın demoklesin kılıcı gibi tepelerinde! Romanda bir üçüncü tekil anlatıcı var, bir de romanın başkişisinin tuttuğu notlar (dar ve italik dizilmiş) var. Bu başkişi ki adı Adam, adının imlediği anlam/anlamlar bir yana, biraz biraz yazarın kendisini çağrıştırıyor! Ama ne kadarıyla!
Adam mı Anlatıcı?
Anlatıcı ile Adam’ın notları, birbirini izliyor; dolayısıyla iki anlatıcı ya da iki anlatım düzlemi oluyor. Ancak bir yerde ilginç bir geçiş var ve üçüncü tekil anlatıcı, aslında tarih profesörü olan romanın başkişisi Adam’dır da diyebiliriz. Anlatıcı –Albert adlı bir başka roman kişisinin intihar niyetinden söz ederken– şöyle sürdüyor:
“… Ömrünü sonlandırma niyetini açıkça ifade ettiğine göre, bu davranışı bambaşka bir mana kazanıyor, cinayet çılgınlığına karşı bir başkaldırı anlamına bürünüyordu.” [Ve hemen Adam’ın notlarıyla devam ediyor.]
“Bunanla birlikte, biz arkadaşları, esas olarak başına ne geldiğini öğrenmeye, o tuhaf ilanda ima ettiği gibi gerçekten canına kıyıp kıymadığını anlamaya uğraşıyorduk.” (s. 80)
Kuşkusuz bu bir yorum. Ancak Adam’ın bir önceki notunun bitiş cümlesi hattâ içeriği ile “bununla birlikte” öbeği birbirini tutmuyor, devamlılık göstermiyor; yâni şöyle bitiyordu:
“Hemen yazmaya oturmalıydım, ama elimde değil. Ayaklarımı yeniden yere basmak için kuvvetli bir kahveye ihtiyacım var.” (s. 79)
Oysaki “bununla birlikte” diye başlayan notlar, sanki anlatıcının devamı. Böylesine bir geçiş romanın öteki geçişlerinde yok. Bir hata, gözden kaçma mı? Sanki yazar bile isteye yapmış.
Moran’in Saptaması
Benzer bir durumu, anlatıcı geçişini yıllarca önce Berna Moran’ın Huzur için saptadığını anımsatayım. Moran bunu, romanımızda yenilik olarak tanımlamış. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış’nın birinci cildindeki Huzur ile ilgili bölümde romandan bir parçayı alıntılayarak, şöyle yazıyor:
“Bu parçada vapur halkını anlatan, etrafı kaplayan sessizliği de bir ağaca ve Nuran’ı ‘bu sükût ağacının meyvası’na benzeten yazarın kendisi. Bildiğimiz çeşitten bir betimleme. Fakat arkasından Mümtaz’ın Nuran’a damdan düşer gibi ‘O kadar ki akşamın bahçesinden sarkmış gibisiniz’ diyebilmesi için, onu sessizlik ağacının meyvasına benzetenin Mümtaz olması gerekiyor. Hem de yalnızca aklından geçirmiş değil Nuran’a da söylemiş.” (s. 231)
Moran’ın romanda örneklediği parça şu:
“Bu ağacın kökü, orada, ufukta ince bir Herat cildinin tezhibleri arasında kıpkırmızı kavsi, bu altın oyunlarını gittikçe daha derin şekilde aydınlatan, her an eritip yeniden kendi fantezisine göre döken güneşteydi. Oradan dal dal etrafa yayılıyordu. Nuran bu aydınlıkta sertleşmiş yüzü, darılmaya hazır gibi duran küçük ve toplu çenesi, kısık gözleri, çantası üzerinde kilitlenen elleriyle, bu sükût ağacının meyvası olmuştu.
“– O kadar ki akşamın bahçesinden sarkmış gibisiniz… O söner sönmez, yere düşeceksiniz, sanıyorum.” (s.111/12)
Hastalıklı-Saçmalayan Akil Birey!
Selim İleri’nin son romanı Mel’unmüthiş bir roman. Sayru Usman romanın başkişisi. Kolay kolay unutulmayacak, edebiyat tarihinde iz bırakacak bir karakter. Sayru Usman yazmaya başlıyor, böylece roman da başlıyor; dolayısıyla Sayru aynı zamanda anlatıcımız. Romanı kısaca şöyle özteleyebilir miyiz: akıl ile delilik git-gelleri, (anlatıcının büyük aşkı) Cahide Sonku’dan Abdülhak Hamit’e uzanmalar, onlarla konuşmalar (!): geniş bir edebiyat okuması, dil sorunları, sanat ortamı, kültür tarihi, tiyatro, müzik bilgisi-konuları dolayısıyla modern toplumun oluşma süreciyle birlikte modern sanatın da oluşma süreci, tabii ki kırılma noktaları…
Selim ileri’nin son zamanlardaki romanlarını, hikâyelerini okurken bir edebiyat tarihi yazmalı, diye düşünüyorum. Hattâ kültür tarihi de. Belki yirminci yüzyıl ile sınırlamalı. Tabii ki yirminci yüzyıl çizgiyle çizilmiyor. On dokuzuncu yüzyıl sonundan başlayıp 2000’li yılların başlarına kadar gelmeli. Mel’un’un zamansal yelpazesi de zaten böyle değil mi?
Sayru Usman’ın dili de çok sivri. Eleştirel, sert bir dil. Haksızlığa, ucuzluğa prim vermiyor; öte yandan da çocukluğundaki kırılganlıklardan kurtulamıyor, kendi tarihinden kurtulamıyor, “tarihimiz”den kurtulamadığı gibi! Bütün bu yazma-iç dökme, giderek sayıklamaya-sabuklamaya dönüyor.
Sayru’nun anlamına “saçmalık” diyebiliriz, eski bir kullanım ama sanırım İleri yeniden gündeme getirdi. Öte yandan hastalık olarak da alabiliriz. Zaten romanın alt başlığı “bir us yarılması”, şizofreni karşılığı. Soyadına gelince bugünkü “akil” karşılığı sanki. İleri, öngörüp Sayru Usman mı demiş? Hastalıklı-Saçmalayan Akil Birey! Yoksa bu mesele bizde hep var mıydı?
Romanda dikkat edilmesi gereken özelliklerden (inceliklerden) biri de Sayru Usman’ın bu yazma-itiraf sürecinde hayku da yazması. Önce beceremiyor ama gittikçe yetkinleşiyor. Burada da başka metinle yine bir benzerlik var. Roland Barthes “Romanın Hazırlanışı” derslerini hayku’lar ile gerçekleştirmiş. Bilindiği gibi bu ders metinleri kitaplaştırıldı ve dilimize Mehmet Rifat ile Sema Rifat çevirdi. Birinci cildin önsözünde Mehmet Rifat konuya şöyle bir açıklık getiriyor:
“… Barthes, romanla ilgilenebilmek için öncelikle ‘şimdinin not edilmesi’nden ‘roman’a geçişi, bir başka deyişle kısa, parçalı anlatımdan (notlar) uzun, sürekli anlatıma geçişi gündeme getiriyor. Bu amaçla da not etmenin, kısa anlatımın örnek biçimi olan, bir ‘tümce atomu’ olan ‘hayku’yla (“ültra-kısa biçim”) ilgilenmenin gerektiğine inandığını belirtiyor.” (s.11)
Romanı okurken Selim İleri’nin Barthes’ın kitabını okumadığını, ondan esinlenmediğini hissetmiştim –sezgisel olarak diyelim. Bu konuyu kendisine sorduğumda, gerçekten de okumadığını, Sayru Usman’ın Orhan Veli ile uğraşacağı için hayku meselesine girdiğini; ancak Orhan Veli ile uğraşmamasına karşın hayku’dan vazgeçmediğini vb. söylemişti (henüz yayınlanmamış bir dergi için yaptığımız söyleşide) .
İki kadın Arasında
Bazen birbirinden ayrı yazı iklimlerinde ve zamanlarında, birbirinden farklı yazınsal metinlerde, benzerlik ortaya çıkıyor. Çıkıyor mu, yoksa bizim okuma edimimiz mi ortaya “çıkartıyor”? Bu konuda bir “rastlantı” sonucu şu iki metin dikkatimi çekti.
Italo Svevo’nun 1923’te yayınlanan ünlü romanı Zeno’nun Bilinci’nde anlatıcı ki romanın da başkişisidir, doktorunun isteği üzerine tedavi için kaleme aldığı yaşamöyküsündeki “Karım ve Metresim” başlıklı bölümde şöyle yazıyor (Zeno, Sayru kadar “hasta” olmasa da hasta, aynı zamanda da “hastalık hastası”) :
“… Belki de yanımda uyuyan kadının [Augusta-karısı] karnında sorumluluğu bana düşen bir yeni yaşam filizlenmişti bile. Kim bilir Carla metresim olduğunda neler isteyecekti benden? Bana öyle gelmişti ki o zamana değin kendinden esirgenen zevklerin peşindeydi, iki evi birden nasıl geçindirirdim ben? Augusta pek yararlı bulduğu çamaşırhaneyi istiyordu, öteki kalkıp bir başka şey isteyecekti, ama o da bir o kadar pahalıya patlayacaktı.” (s. 184)
Kuşkusuz karısı ile metresinin kendisine dönük masraflarını erkeğin düşünmesi, dert etmesi yeni bir şey değil, sanırım o tarihler için de, kurmaca metinler için de. Ne var ki Beşir Fuad’ın ünlü intihar mektubundaki şu bölüm ikisi arasında ilginç bir yazı ortaklığını ya da çağrışımı oluşturuyor. B. Fuad’ın mektubu kurmaca olmasa da!
“… Fakat garip bir tesadüftür ki, kadın Fransa’dan gönderdiği ilk mektupta bana gebe olduğunu yazdı. Ben tabii dönmesini yazdım. Kadın geldi. Kuzguncuk’da ev tuttuk, orada oturduk. Geçenlerde bir kız çocuğu dünyaya geldi.
“Ancak benim evden eksilmem önceleri bir dereceye kadar müsamaha edildi ise de sonraları hüzün ve keder yaratmaya başladı. Eve geldiğim vakit karım ‘niçin her akşam gelmiyorsun? ’ diye sersenişler eder ağlar. Evde birkaç gün kalıp da Kuzguncuk’a gittiğim vakit ‘artık sen benden bıktım’ diyerek metresim ağlar. Ben iki cami arasında binamaz gibi kaldım. Hiçbirine dert anlatmak mümkün değil.”
Mektupta, daha sonra Beşir Fuad para durumundan, yük gelen masraflarından söz eder, bilindiği gibi intiharını biraz da ona bağlar. Gerçi intihar nedenleri çok başkadır, belki bu meseleleri biraz da “alay” olsun diye yazmıştır ama her iki metinde iki özne’nin (kadın) arasında kalma, sanırım dikkat çekici; ya da benim için! Kuşkusuz başka metinlerde de bu tür çağrışımsal durum, benzerlik, ortalık vb. var.
İki Yıldız Kaydı
Geçtiğimiz aylarda edebiyatımızın iki değerini yitirdik. 1931 doğumlu Leylâ Erbil, özlü edebiyatı savunmuştu ve verimi de hep bu doğrultudaydı. Hikâye ve romanlarında, çok kabaca söylersek konunun, içeriğin yanı sıra biçim, estetik özeni de son derece dikkat çekiciydi. Kadının durumu, cinsellik gibi konuları sorgulayıcı, cesurca ve yenilikçi (dili de zorlayan) bir biçimde işlediğini belirtmek gerek. Ömrünün sonuna kadar da yazdı, ürün verdi; geçen yıl yâni 81 yaşındayken Tuhaf Bir Erkek romanını yayınlamıştı.
Zaten elli kuşağı bizde çok parıltılı, mucizevî bir kuşaktır; hemen hepsi özgün ve yenilikçidir; modern’dir. Kuşkusuz aralarında “kadın yazar” azdır. Leylâ Erbil de o “az”lardandır; gerçekten de edebiyatta nâdir rastlanan bir yazar özelliği vardır.
Ahmet Erhan erken ayrıldı aramızdan; gerçi her ölüm erkendir ama Ahmet 55 yaşındaydı. Bizim kuşağın şairidir, çok genç yaşta adını duyurmuş, şiirleri elden ele, ezberden ezbere dolaşmıştı. 1981 yılında yayınlanan ilk kitabı Alacakaranlıktaki Ülke, gecede yıldız gibi parlayan bir kitaptır; ve o karabasanlı günlerde, bizlere coşku veren yeni bir pınardı Ahmet’in şiirleri.
Daha sonra yayınlanan kitabı Akdeniz Lirikleri’nin (1982) ilk şiiri “Gitmek”tir:
Taşlara
ellerimi sürüyorum;
kuyruğunu bırakıp
kaçıyor
bir kertenkele.
Göğe doğru
yumruğumu kaldırıyorum;
havalanan bir güvercinin
kanadı düşüyor
önüme.
Gitmek istiyorum
artık bir yere.
Ama, hiçbir şey
bırakmadan geride.
Bkz. A. Maalouf, Doğu’dan Uzakta, çev: Ali Berktay, Yapı Kredi yay. 2012; B. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış (birinci cilt) , İletişim yay. 1983; A. H. Tanpınar, Huzur,
Yapı Kredi yay. 2000; S. İleri, Mel’un, Everest yay. 2013; R. Barthes, Romanın Hazırlanışı 1, Sel yay. 2005; I. Svevo, Zeno’nun Bilinci, çev: N. Gül Işık, Can yay. 2008; “Beşir Fuad’ın İntihar Mektubu”, sadeleştiren: Parkan Özturan, Kavram, sa: 3, 1989.
(Özgür Edebiyat, Eylül-Ekim, 2013)
Kayıt Tarihi : 19.4.2016 10:57:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Atilla Birkiye](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/04/19/romanlardaki-su-anlatici.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!