“Sabahattin Ali Türk edebiyatının ilk inkılâpçı-gerçekçi hikâyecisi ve romancısıdır. (...)
“Sabahattin Türk nesrinde bir mektebin başıdır, başlangıcıdır. Sabahattin’in Türk nesri üzerindeki, bilhassa Türk hikâyeciliği üstündeki tesiri büyüktür, hayırlıdır. Türk edebiyatının halkçı, demokrat, emperyalizm düşmanı, toplumcu kolu, bir kelimeyle, Türk edebiyatının ilerici yazarları kendi aralarında Sabahattin Ali gibi bir yazarın bulunmasıyla onun sağlığında da övündüler, ölümünden sonra da övünüyorlar ve övünecekler...” (Nâzım Hikmet) .
Sabahattin Ali öldürüldüğü zaman henüz kırk bir yaşındaydı ve ardında önemli bir yapıt toplamı bırakmıştı. Bu, hem nicel hem de nitel olarak Türk düzyazısının ana bir damarıdır. Kuşkusuz bu damarın en önemli ve belki de onu o yapan, onun hikâyeciliğidir. Onun hikâyeciliği gerek Türk edebiyatında gerekse dünya edebiyatında yankı uyandırmış ve kürsü kazandırmıştır. Nitekim Nâzım Hikmet de o zamanlar bu gerçeği saptamıştır: “Bana öyle geliyor ki Türk hikâyeciliğinde Sabahattin Ali, sosyalist realizmin ilk habercisidir. Ve kendisinden sonra, edebiyatımızda sosyalist realizmin eserlerini yaratacak olanlar, ona çok borçlu olacaklardır.”
Ama yine de -bence- Kuyucaklı Yusuf’un yeri, onun “toplamı” içinde bambaşkadır. Bilindiği gibi bu yapıt onun 1937’de yayımlanan ilk romanıydı. Yine Nâzım Hikmet şöyle der: “... Kuyucaklı Yusuf romanı, bazı mânasız romantizm elemanları ihtiva etmesine rağmen, Türk romanı tarihinde yine bir merhale teşkil eder. Türk edebiyatında, bir kasabacığının ve kısmen köylülerin hayatı, bu kadar büyük bir kuvvetle ilk defa olarak tasvir ediliyordu. Hattâ mürteci münekkitler bile, eserin bediî kıymetini itiraf etmek mecburiyetinde kaldılar...”
Kuyucaklı Yusuf’ta Sabahattin Ali, yüzyıl başındaki Türkiye’nin genel görünümünü, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerini, bir köy-kasaba ortamında vermiş; ağalar, zenginler ve güçlüler karşısında esnaf, yoksul gibi, gerek paraca, gerekse de ‘mevki’ olarak güçsüzlerin çaresizliğini ve yenilişini; zengin sınıfların ahlaksal çöküşünü, tabii giderek Osmanlı düzeninin çöküşünü ve düzenbazlıklarını tarihsel bir bakış açısından anlatmıştır. Kuşkusuz daha önce de Yakup Kadri’ninYaban, Reşat Nuri’nin Yeşil Gece gibi köyü ve kasabayı anlatan romanlar vardır. Ama Sabahattin Ali, sosyalist gerçekçi bir çizgiye yaklaşmış, yaşamın diyalektiğini, çelişkileri kavramış ve bu bağlamda da roman gerçekliğine aktarmıştır. Yani, romanın içinde ele aldığı dönemin tipikliğini gerçekçi bir açıdan izlemiştir. Nitekim, romanın başkişisi Yusuf bunun en güzel örneğidir. Sabahattin Ali’nin Yusuf’u roman başkişisi olarak seçmesi ya da çizmesi, onu hapishanede tanımış, başına gelenleri dinlemiş olmasından değildir yalnızca. Yusuf köylüdür ve Sabahattin Ali Türk halkının tipikliği olan köylülüğü, gerçekçi bir romancı, yazar olarak özellikle tipikleştirmiştir. Evet, Sabahattin Ali’nin yaşadığı dönemde de ondan sonra da uzun dönem, köylülük Türk halkının tipik-olanıdır. Nitekim Sabahattin Ali’nin hikâyelerinin birçoğunun da köyde geçmesi, köyü ve köylüyü anlatması onun halkçı, ezilenin yanında olmasının yanı sıra, hiç kuşkusuz bu tipikliği kavramış oluşundadır.
Yusuf tipi, Türk romanının gerçekçi çizilmiş ilk ve en önemli kişiliklerinden biridir. Kanlı canlı, yaşayan, kaba çizgilerden kurtulmuş ve dünya klasiklerindeki tipik “kahraman” özelliklerini taşıyan bir başkişiliktir. Romanın en önemli yanı, yani Sabahattin Ali’nin ustalığı da buradadır.
Sabahattin Ali, romanı ve hikâyeyi hiç kuşkusuz çok iyi biliyordu. Onun roman kişiliklerine baktığımız zaman, hemen hepsinde başarılı olduğunu ve “tipik”liğe yöneldiğini görürüz. Aynı şekilde, hikâye kişilerinde ölçüyü çok iyi bilen Sabahattin Ali, onları tipikleştirmeye hiç yönelmemiştir. Belki “Yeni Dünya”da bu iş biraz tipikliğe doğru gitmişse de yazar bizi “Yeni Dünya”nın içine sokmaktan uzak tutmuştur. Yaşı geçmiş çengi “Yeni Dünya”nın iç dünyasını bize vermeye çalışır; ama hep, yukarıda sözünü ettiğim roman ile hikâye ölçüsünü çok iyi ayarladığından, biz yine “Yeni Dünya”ya uzaktan bakarız.
İçimizdeki Şeytan’da da bu böyledir. Gerek Ömer’de, gerek Macide’de, gerek Bedri’de, gerek Nihat’ta, gerekse profesörde olsun, hepsinde sıradan roman kişileri yoktur karşımızda. Üzerinde çalışılmış düşünülmüş “tip”ler söz konusudur. Tabii ki hiçbiri birer Yusuf değildir ama en azından bir roman kişisi olabilmişlerdir. İçimizdeki Şeytan Sabahattin Ali’nin ikinci romanıdır ve ilk romanından üç yıl sonra 1940’ta yayınlanmıştır. Faşistlerin, ırkçıların, pan-Türkistlerin eylemlerini konu almış, üzerinde ciddiyetle durulması gereken birtakım gerçekleri sergilediği bir “tez” romanıdır; ve bu yüzden yazarının başına bir yığın sorun açılmış, dava edilmiştir. Bu romanı Kuyucaklı Yusuf kadar başarılı değildir ama roman kişileri ve başka bir tipik-olan duruma yönelmesi, onu konu edinmesi açısından oldukça önemlidir. Özellikle de Macide kişiliği, yerleşik değer yargılarına karşı çıkan ve yine ötekiler gibi gerçekçi bir bakışla çizilmiş kadın “kahraman”dır. Kuşkusuz roman başkişisi Ömer’dir ama Macide öylesine başarılı çizilmiştir ki ve öylesine ‘‘gerçektir’’ ki ister istemez romanda öne çıkmaktadır. Yine burada, Ömer kişiliğinde yakalanan, onun ruhsal bunalımları, yaşadığı çelişkilerdir. Bunlar okura gerçekçi bir çizgiden yansıtılır.
Kimilerince uzun hikâye olarak adlandırılanKürk Mantolu Madonna ise yine bir öncekinden üç yıl sonra 1943’te yayınlanan üçüncü romanıdır. Roman kısaca, sıradan diye tanımlanan bir insanın iç dünyasının genişliği düşüncesi ile Almanya’daki Yahudi düşmanlığı çerçevesinde gelişen bir aşk öyküsüdür. Nâzım Hikmet, ona yazdığı mektupta romanı şöyle değerlendiriyor:
“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim hem de kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolundaki inkişafı, yani bir küçük burjuva ailesinin iç yüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak; yazık olmuş, bu çok orjinal, çok mükemmel başlangıç ve imkânı boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harikalı musiki birdenbire kesilmiş olmaz.”
Bu romanın kişilikleri de oldukça başarılıdır. Gerek Raif Efendi, gerekse Madonna. Roman kişilerinin başarılı oluşu yalnızca Sabahattin Ali’nin yetenekli oluşuyla açıklanamaz. O, insanı, yaşadığı gerçeklik içinde çelişkileriyle kavrayabilmiş ve bunu sanatsal olarak aktarabilmiştir. Hep insanı ama gerçek insanı; toplumun yapısını doğru kavrayıp, onun içindeki insanı yazmıştır Sabahattin Ali. Onun diyalektik gelişmeyi çok iyi kavradığını, bu roman kişiliklerine bakarak anlayabiliriz kolayca.
Sabahattin Ali’nin romanlarının ortak özelliklerinden biri de aşk temasıdır. Her üç romanında da aşk temasını anaeksen olarak buluruz. Yusuf-Muazzez, Ömer-Macide, Raif-Madonna’nın aşkları roman boyunca sürüp gider. Kuşkusuz bu aşk temalarının da seçilişi yalnızca, duyarlı bir kişiliğe sahip olmasıyla açıklanmamalıdır. Bu onun yine insana ama her yönüyle toplumsal bir varlık olarak insana “gerçekçi” bir şekilde yöneldiğini ve “işlediğini” gösterir.
Sabahattin Ali’nin romanları nicelik olarak yeterli olmayabilir. Ama buna karşın Türk romanında nitelik olarak damgasını vurmuştur. Özellikle yukarıda ana düşünce olarak aktardığımız, Kuyucaklı Yusuf romanı ile roman kişilikleri bu “nitelik”in oluşmasının en önemli nedenlerindendir ve Sabahattin Ali romancılığıyla da büyük bir yazardır...
Kuşkusuz onun romancılığı, yazarlığından ya da hikâyeciliğinden ayrılmaz. Romancı Sabahattin Ali, hikâyeci Sabahattin Ali diye ya da şair ya da çevirmen Sabahattin Ali diye bir yazar yoktur. O bütünlüklü bir yazardır. Romanlarıyla, hikâyeleriyle, şiirleriyle. Yazının başında da belirttik, onun hikâyeciliği yazarlığının ana damarıdır. Türk düzyazısının önemli damarlarından biridir. Birbirinden güzel ve Nâzım’ın dediği gibi “... yalnız Türk edebiyatının değil, dünya edebiyatının yüzünü ağartacak” hikâyeleri vardır.
“Düşman”da ilk defa bir komünisti hikâye kahramanı yapar ve sınıfsal farkı gayet açık verir. “Ayran”da inanılmaz bir öykü çizer. Evine bakmak zorunda olan küçük bir çocuğun trajedisidir bu. Benzer bir insan trajedisini, hikâyeye adını veren “Yeni Dünya”da okuruz.
“Bir Orman Hikâyesi”nde köylülerin başkaldırışını, “Asfalt Yol”da aldatılmışlığını, “Sulfata”da, “Cankurtaran”da çaresizliğini; birçoğunda olduğu gibi “Hasanboğuldu”da doğaya karşı direnişi ve bir aşkı anlatır. “Portakal”da ve yine birçoklarında düzenin nasıl yürüdüğünü gösterir. Sabahattin Ali’nin hikâyelerindeki anlatım ve genel olarak yazarın kullandığı dil oldukça akıcı ve yalındır. Onun dili, yarım yüzyıl geçmesine karşın, bugün rahatlıkla okunacak kadar, döneminin önündedir. Hikâyelerinin özellikleri o kadar çoktur ki sıralansa sayfalar tutar. Biz bu yazıda onun romancı yanına yöneldik, romanlarıyla da büyük bir yazar olduğunu vurgulamak istedik. Hiçbir zaman romancılığını, hikâyeciliğinden koparmak istemedik. Öldürülüşünün kırkıncı yılında Sabahattin Ali’yi saygıyla anarken, yazımızı da yine Nâzım’la noktalayalım:
“Fakat tenkitçi-gerçekçilikle toplumcu-gerçekçiliğin arasında ve toplumcu-gerçekçiliğe yakın bir merhale olan inkılapçı, halkçı gerçekçiliğin ilk hikayeci ve romancısı Sabahattin’dir... Evet, Türkiye orta sınıflarının, köylüsünün, fukarasının hayatlarını bizde anlatan ilk yazar Sabahattin Ali değildir. Fakat bunu büyük bir ustalık ve inkılâpçı, halkçı, gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikayecimiz, romancımız odur...”
(1988; Romantik Bir Yolculuk, Plan b yay. 2005)
Bkz.
Sabahattin Ali, Bütün Eserleri, haz: A. Özkırımlı, Cem yay. 8 cilt, 1980/87.
Filiz Ali-Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali, De yay. 2. basım, 1986.
Asım Bezirci, Sabahattin Ali, Amaç yay. 3. basım, 1987.
Kayıt Tarihi : 19.4.2016 10:58:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!