Eskiden ot, tükenmeye yüz tutmuş yolların birbirine uyduğu
saatte, tatlılıkla dikerdi saplarını, Tüm ışıklarını yakardı.
Gündüzün atlıları sevdalarınca doğar ve yavuklularının şatolarında,
boşluktaki hafif fırtınalar kadar çok pencere olurdu.
Eskiden ot, birbiriyle çelişmeyen binlerce güzel söz bilirdi.
Kasırga buduyor ağaçları.
Uyuyorum, ben, sevecen gözlü şimşek.
Titrediğim büyük rüzgarı bırakın
Birleşsin çoğaldığım toprakla.
Esintisi bileyliyor gözcülük nöbetimi.
Çılgındın sen.
Ne de uzaklarda kaldı şimdi!
Öldün, bir parmağın ağzının önünde,
Soylu bir devinimde,
Çayır çimene bürünmüş
Nevons parkında
Bayırsız bir akarsuyla
Arkadaşsız bir çocuk
Acılarını suskunca dışa vuruyor
Daha bir iyi yaşayıp gidiyorlar.
Bıçaktan fışkıran meyve,
Tadı yankı olan güzellik,
Kerpeten ağızlı tansökümü,
Dağıtılmak istenen sevgililer,
Önlük takınmış kadın,
Surları tırmalayan tırnak,
Şişelerin karanlığında okumamışların üzüntüsü
Gözle görülmez o kaygısı araba ustalarının
Derin balçıklarda ufak paralar
Örsün alt bölümlerinde
Ozan yaşar yapayalnız
Kambur yürüyen gökyüzü soluk soluğa kalıyor çabucak;
Arabulucu, duyulmadı;
Onu mavi üstüne mavi, siyah üstüne altın rengi boyuyorum.
Bu gök bir ilkokullu çantası,
Dutların lekelediği.
Koca yanılmışların dağı,
Yanan kulelerinin doruklarında
soluyor son aydınlık.
Yalnız boşluk, yalnız çığ,
Sıkıntı ve acınma!
Köyün yamaçlarına kamp kurmuş mimoza ağaçlı tarlalar vardır. Toplama zamanı oralardan uzakta, kolları gün boyu kırılgan dallarla uğraşmış bir kıza rastlarsınız ara sıra. Alabildiğine güzel kokulu bir karşılaşmadır bu. Işıltı çemberi kokudan bir lambaya benzeyen kız, sırtı batan güneşe dönük, yürür gider.
Onunla konuşmak bir kutsallığı çiğnemek olur.
Otları ezen bez çarıklarıyla yol verin geçsin. Kim bilir, belki de dudaklarının üstünde bir sanrı gibi, Gece’nin nemini görebilirsiniz!
Çeviri: Samih Rifat
Girdi şafak ülkesine sarı asma kuşu.
Dürdü türküsü geceyi.
Bitti artık her şey.
Çeviri: İlhan BERK
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!