POLİTİKA ŞİİRLERİ

POLİTİKA ŞİİRLERİ

Bedri Hüseyin Çiftçi

Dörtnal Gidiyor


Kolaymı adaylık bilir Ankara
Ya şöhret olacak yahutta para
Bakmıyor siyaset namusa ara
Dalavere fitne dörtnal gidiyor.
..

Devamını Oku
Ali Cemal Ağırman

YİNE YÜREKLERİMİZE ATEŞ DÜŞTÜ 16 ŞEHİT

Yine kahbe terör yine yanan yüreğimiz, yine oluk oluk akan göz yaşlarımız,yine yetim kalan çocuklarımız, yine dul kalan kınalı gelinlerimiz kızlarımız,
Yine yüreğine ateş düşen yaşlı Anamız yaşlı babamız derli bacımız
Ne olacak bu işin sonu nere gidecek, faturayı fakir fukara ödüyor, garibanın çocuğu hep şehit oluyor, bir tanede olsa varlıklı bir ailenin bir bakanın, bir millet vekilinin çocuğu neden yok bu faturayı hep bizler neden ödüyoruz,
ülkenin öz kaynaklarını iç edenler, büyük götürenler nerede, neden bitmiyor bu kanlı terör, neden pirim veriliyor
sanırım,ülkemizde iki yüzlülük, takiye, revaçta, sağ gösterip solu, solu gösterip sağı vuranlar var.açıkçası samimiyet ciddiyet yok
..

Devamını Oku
Fuat Eriçok

KURDELE
doğuda bir ağa
oğlu için sünnet şöleni yapar..
çevresinde peşinde
sömürdüğü.. hükmettiği
korkuyla titrettiği
bir çok makarnacı var
..

Devamını Oku
Akın Akça

Böyle mi silik gözükecekti;
uzaylılarla irtibatı kurulan, zihinlerde...
Fas desen, fas da din olmuş almış başını büyü-gitmiş...
Kime kurdun sen papirus'u Imhotep?
Pusula gösteriyor nereyi Kutup Yıldızı'nda?
Ya hiç ya hep ama adım adım, step by step.
Djoser miydi, gerçekte olduğu üzere
..

Devamını Oku
Şerafettin Muş

İlim cesarettir cehalet korku

Okudukca gelişiyor akıllar
İlim cesarettir cehalet korku
Medeniyeti bilmeyen akıllar
İlim cesarettir cehalet korku

..

Devamını Oku
Necip Suat Canarslan

Antik Yunan’da devlete dair,
arapçada at talimi.
Günümüze kadar gelişen anlamları
içinde,
biraz somutlarsak, yönetmekle ilgili…
Kısıtlamak mı tanımlarken,
yoksa, reddetmek mi?
..

Devamını Oku
Kağızmanlı Mehmet Kesen

Ben bir öğretmendim
Dağbaşı köyünde seneler evvel
Yoksul mu yoksul fakir mi fakir
Yolu da yoktu elektriği de
Temiz içme suyu vardı buna karşın
Henüz Yirmidört Kasımlar icat olmamıştı
Öğretmenler gününü değil de
..

Devamını Oku
Ümit Yaşar Karadeniz

Bizler
Batak oynayan
Birer karabatak,
Tüylerimiz vıcık vıcık,
Petrol türevi,
Yalap-şalap.

..

Devamını Oku
Hüseyin Evcil

Bu göl kıyısına kilitliyim. Kadife yansımalar, gölgesiz kıvrımlar ve hırçın işaret fişeklerinden geriye kalan son dumanlar. Ölümcül rüzgarlarda içtiğim yangın suları. Bakışlarımda geçmeyen bir yorgunluk. Günler, geceler süzülüp gidiyorlar. Pusuda bekleyen sevimsiz ölüm var, bilgileri ve deneyimleri ezip geçecek. Yaşıyorum. Yaşamak güzel. Hissederek üretmekse keyifli kuşkusuz. Parlak, kırışıksız giysileri oluyor gelen her ziyaretçi gecenin. Beni yeryüzüne karşı, başkalarına karşı daha düşünceli ve dikkatli olmaya zorluyor. Ulaşabildiğim uzak noktalarda, üretebildiğim derin çizimlerde aşkın o tartışılmaz egemenliğini daha yoğun algılamaya başlıyorum. Ödediğim bedeller beni durduramıyor. Bu özelliğimi seviyorum. İç içe bulunmaktan sıkıldığım şeyler var ama ne yapabilirim? Çemberin dışındayken içeriye alınıyorum zaman zaman. Dünyamı savunmam, yeteneklerimi korumam koşuluyla katılıyorum renklerin iddialı toplantılarına. Tarihte yaşam öykülerini incelediğim ünlüler var. İnsan onları okudukça göz kamaştırıcı titreşimler alıyor. Napolyon, Lenin, Atatürk, Hz. Muhammed, Fatih Sultan Mehmet, Camus, Nietsche, Dali gibi seçkin isimler. Özel çizgilerle sarmışlar toplumları. Ürettikleriyle kitlelerin psiko terapisinde çok başarılı olmuşlar. Fakat onlar için özenle hazırladığım sorularımı gözlerinin içine bakarak soramıyorum. ’Efendim bu olaydaki tavır ve müdahalenizin gerçek nedenini vicdanınızla birlikte açıklayabilir misiniz ’diyemiyorum. Ölmüşler. Kitapların dışında bir şeyler olmalı, egemenliklerini, özgün felsefelerini yeterince değerlendirebilmek için. Yalnızca bir cümleleri, yalnızca bir anlık çıkışları: çoğu ülkenin geleceğini yönlendirmiş. Halklar acılar çekmişler. Dünyayı yıllar öncesinden yönetmeye başlayan gizli hükümetler (Londra ’daki, Viyana ’daki, Paris ’teki Localar): sanat, basın, din, politika, spor gibi kitlelerin kritik alanlarına girmişler. Acı olan; devlet adamlarını, oyunlarında satranç taşlarına hükmeder gibi etkilemişler, kendi iradelerini taşıtmışlar hedefleri için. Araştırmalarımda tırmalandım, ağladığım oldu. Dışa bağımlılık, sürüp giden geri kalmışlık. Bilgiden, saygıdan, romantizmden yoksun kaba ilişkiler. Bulanık akıntılar. Görüşmek dileğiyle, iyi çalışmalar. Kendine, ruhuna ve inançlarına iyi bak. Dünyandaki, ufkundaki şeylerin susmasına, soğumasına sakın izin verme. Yaşamak, yaşatmak zorundasın sevdiklerini. Görüşmek, paylaşmak üzere hoşça kal.
..

Devamını Oku
Sebahattin Kömürlü

DURUŞ
Duruş diyince, çok karmaşık bir konu olduğunu bilmekle beraber bu konuda az laf edildiği kanaatindeyim. Duruş, bilindiği üzere durmaktan gelir. İyi de neye karşı nasıl, nerede durmamamız gerektiğini bilebiliyor muyuz? Bu çok önemli bir detay -ki bu detayın hakkı verilmediği zaman, problem çözümsüzlüğe kayar. Kişi, kişiliğini sağlam kuramamışsa, nerede nasıl duracağını çoğu zaman tayin edemez de. Bu sorunu, kişi kendince birçok bahane üreterek örtbas etmeye çalışsa da, bu ikilemi yaşayan bozuk şahsiyetler, aslında bu ikilem altında ezildiklerini de bilirler. Bunlar o kadar kaypak ve esnektirler ki, bu kaypaklığın ve
dönekliğin bir sanat olduğunu hiç çekinmeden ortaya koymaktan da çekinmezler. Hatta daha ileri giderek bu yönlerini kendileri için bir övünç kaynağı olarak görürler. Ve buna kendilerini de inandırırlar. Bu tipler, toplum sağlığına o denli zarar verirler ki, bu konuda, zamanla kendi sağlıkları da bozulur. Bunlar; politika yapmanın ve ya siyasetin apayrı bir argüman olduğunu ileri sürerek toplumda bireyi (Türkiyeye özgü) siyasetten ve politikadan da uzaklaştırmak için her türlü argümanı kullanmaktan kaçınmazlar. Gerekirse bu iş için ülke çapında sıkı yönetimler ilan edilmekte, daha da ileri gidilerek güya adı devrim olan (Devrimler yapmaktan da kaçınmazlar.) gerici ayaklanmalarıda organize ederler. Çok kısa bir tarihi analiz yaptığımızda 1970li yıllarda anayasa hakkında Süleyman Demirelin "Bu anayasa ile bu ülke yönetilmez" lafı ile bugünkü iktidarın, ileri demokrasi adına üretmeye çalıştığı sivil anayasa söylemlerine baktığımızda, toplumu yönetmeye talip olan kaypakların duruşunun ne kadar sapkınlık içerdiğini tespit etmek, toplumda bireyin duruşu ile doğru orantılıdır. Çünkü; birey, bu yönetim erkine talip olanlara mevcut anayasa ve anayasal koşullarda oy vermiş olup bu anayasal çerçeve içerisinde
güya yönetilmesini talep etmiştir. Yönetime talip olan seçilmişler de seçildikleri an itibariyle, seçilmiş olduklarının tescilini mevcut anayasa ve anayasal düzene uyacaklarını beyan ederek, yemin edip görevlerini ifa edeceklerini söylerler. Şimdi buradaki duruş irdelendiğinde toplumda bireyin ve bu toplumu yönetmeye talip olan seçilmişlerin duruşu ve bu duruşlardaki zig-zagların boyutu ve de kırılganlığı o kadar hızlıdır ki, sorulması gereken sorunun şu olduğu kanaatine varmamız mümkün olsa gerek. Toplum mu duruşu itibarıyla yanlış yapmakta, yoksa yönetime tabii olan yöneticiler mi yanlış yapmakta? Bu soru irdelendiğinde karşımıza
genelde toplumda bireyin yanlışları öne çıkarılmakta. Bunun cari olabilirliğini analiz etmemiz hiç şüphesiz gerekmektedir. Ancak, toplumda bireyin duruşunun eğitim, spor, sanat, basın, sair organlarla nasıl manüple edildiğini de ortaya koymamız gerekir. Haa... Burada iktidar gücünü ele geçirenlerin de duruşlarının emperyal güç tarafından manüple edildiğini söyleyebilirsiniz. Bu tespit de doğrudur, da, bu tespit doğrudur demek, bizi duruş itibarı ile düzgün bir duruşa götürür mü? Kanımca İktidar, iktidarsızlığını bir defi olarak ileri süremez. Zaten yakın tarihimizde iktidar gücünü ele geçirenlerin, iktidarsızlıkları bir çok kere tespit edilmiştir. Şimdi bu tespitler doğrultusunda ülkede bireyin duruşunu ele aldığımızda aslında başta tespit ettiğimiz anlamda bir duruşun sergilenmesinin zorluğunu da yakalamış bulunmaktayız. İleri akıllılar millete, salak diye diye kendilerince milleti, salaklaştırdıklarını sanmaktadırlar. Oysa düşünmeleri gereken, Atatürk'ün veciz sözleridir. Atatürk, Türk milleti zekidir, çalışkandır, dediğinde sergilediği duruş, Türk milletinin geleceği açısından olması gereken bir duruş biçimidir. Bu tespit bizim arayışımızın nasıl bir duruşa yönelmesi
gerektiğine de götürmektedir. Yani, duruşunda kaypaklığın en ufak emaresi görülen bir zevatın, gelecekteki zemininin kaypaklığının tespiti mümkün olamamaktadır. Çok yakın zamanda, 9. Cumhurbaşkanı; Süleyman Demirel'in güya büyük bir laf ediyormuş gibi "dünün güneşi ile, bugünün çamaşırı kurutulmaz." lafı kanımca aranan adı geçen duruştaki duruşunda ne kadar kaypak ve seviyesiz olduğunun bir tespiti olsa gerek.
Bizim aradığımız duruş öyle aranıp da bulunamaması gereken bir duruş da değil. Bizim aradığımız duruş, Atatürk ilke ve înkılaplarına ve de cumhuriyetin değer yargılarına sahip çıkılması gereken bir duruştur. Bu duruş insan onuruna yakışan en erdemli duruş olsa gerek. Çünkü; Atatürk, kurtuluşun Türk milletine özgü bir kurtuluş olmadığını da deklare ederek mazlum milletlerin de özgürlüğe kavuşmasını, onların bu özgürlük yolunun da Türk Cumhuriyetinin bekası ile doğru orantılı olduğunun da tespitini yaparak evrensel değerde gerçek duruşunu da ortaya koymuştur.
..

Devamını Oku
Mehmet Kındap

Komşularla sıfır sorun güderken
Sanki düşmanlıkta yarışır olduk
Ülkemde sorunlar devam ederken
Herkesin işine karışır olduk

Sanki başkasının gazına geldik
Her öne süreni dostumuz bildik
..

Devamını Oku
Mürsel Adıgüzel

Sayın Başkan,
Sayın İl Genel Meclisi Üyeleri, Değerli yöneticiler.
1 Eylül Dünya barış Günü nedeniyle, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak maksadıyla, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, hepinize saygı ve şükranlarımı sunarım.
Sayın Başkan, Değerli Üyeler,
Hepinizin bildiği gibi, 1 Eylül 1939 tarihinde başlayan ikinci dünya savaşı 1945 yılında sona erdiğinde, arkasında elli iki milyon ölü, 110 milyon sakat ve yaralı, hatta acı çeken, gözyaşı döken insanlarla birlikte, yakılmış yıkılmış, viran olmuş, harabeye dönmüş köy ve şehirler bıraktı.
İnsanlık tarihinin bu acımasız emperyalist savaşı,1945 yılında son bulmasıyla, savaşın başlangıç günü olan, 1Eylül,“Dünya Barış Günü” olarak kabul ve ilan edildi.
Bütün dünya insanlarının barış için yaşaması adına, bu günün anlam ve önemi büyüktür.
..

Devamını Oku
Mehmet Demir Atmalı

KRAVAT'IN ÖYKÜSÜ

--Argoca “Medeniyet Yuları” dediğimiz Kravat'ı çocukluğumdan bu yana sevmezdim. “Yılan'ın sevmediği ot burnunun dibinde bitermiş...” Talebelik başladı, Kravat takmaya başladım. Daha sonra memuriyet ve politika... Bir türlü bu Kravat'tan kurtulamadım. Aslında Kravat'a olan tepkim, kendisinden olmayıp, Batı kaynaklı oluşundandır. Bir Doğulu olarak, Batı'dan gelen her şeyi kolayca kabullenemeyişimden ileri gelmektedir. Hemen altında bir Bit Eniği ararım. Çünkü Batılı ülkelerin mazisi sabıkalıdır. Bu kuşkuculuk bizim kanımıza işlemiştir. Bir süre direndikten sonra, bazılarına yenilir ve kabulleniriz. İşte Kravat da, bu yenilginin sonucu olarak, boynumuza taktığımız bir Yular'dır.
--Evet Yular'dır diyorum. Çünkü Kravat'ın öyküsü de öyle diyor: Hz. Musa bir gün Tur Dağı'nda Cenab-ı Allah ile haberleşirken, Allah ona; “Ya Musa, bana ACİZ BİR MAHLUKAT(yaratık) getir” demiş. Hz. Musa Kızıl Deniz'in kenarında dolaşırken, kendi kendine konuşurmuş; “Allah'ın yanında en aciz mahlukat ne olabilir acaba? ” diye düşünüp dururken, karşısına uyuz, yara bere içerisinde, zayıf ölmek üzere olan bir KÖPEĞ'e rastlar; “olsa olsa bundan aciz bir mahlukat olamaz” demiş ve elindeki kendiri düğüm yapmış, halka şeklinde köpeğin boynuna geçirmiş, çeke çeke Tur Dağına götürürken; birden aklına bir soru takılmış ve sormuş; “Ey Musa! Senin en aciz mahlukat olarak gördüğün bu köpek, belki de Allah'ın yanında en kıymetli bir varlıktır. Sen nereden biliyorsun? Çünkü onu da Allah yaratmıştır. Belki de sen bu köpekten daha değersiz olabilirsin...” demiş.
--Hz. Musa bu hareketi ile ne kadar yanlış yaptığını, Allah'ın yarattığı Köpeği hor gördüğünü anlamış. Hemen Köpeğin boynuna takmış olduğu YURAL'ı çıkarıp kendi boynuna takmış ve öylece Allah'ın huzuruna varmış; “Allah'ım beni bağışla. Ben senin yarattıklarından bir köpeği hor, hakir gördüm. Ben sözümü geri alıyorum. Aslında DÜNYADA EN ACİZ MAHLUKAT BENİM. Affet beni” demiş...
--Cenab-ı Allah, son anda hatasını görerek, bu hatasından dönen Musa'yı affetmiş. Eğer Musa bu hareketi yapmayıp, o Köpeği Allah'ın huzuruna götürmüş olsaydı, belki de elinden PEYGAMBERLİK GİDECEKTİ. Çünkü büyüklenmek, başkasını hor görmek çok büyük günahlardandır.
--Bu öyküyü dinledikten sonra, Kravat'ın bağlanış şekli ile bir bağ kurarak, efsanenin Hz. Musa zamanına kadar uzandığının yorumunu yaptım. Kravat'ın bu öyküsü biraz beni rahatlatmış oldu. Bundan sonra Kravat'ı Hz. Musa'nın taktığı niyet ile takmaya başladım. Ya Siz...?
..

Devamını Oku
Ahmet Akkoyun

Nedir Allah’ım nedir? Cinnet hâli vesvese,
Çıldırmış kalabalık, kulak veren yok sese.

Yoksul sofralarının, intizârlı seheri,
Merhamet infilâkta, üç on para beheri.

Siyasetçi vizyonsuz, politika tel maşa,
..

Devamını Oku
Gassan Satar

Gel dostum yuregimin minderine otur
Uzaklardan gelmissin
Otur dinlen can dostum
Yoruldum yasam kosusundan
Ihanetlerden
Ve vefasizliklardan
Ve sevgisilziklerden
..

Devamını Oku
Hasan Sancak

Memur sendikasıyız-hep yaptık güç birliği
Vatanın dört yanında-sağlıyoruz dirliği
Görevi tamamlarız-değişik misyonumuz
Geçmişten geleceğe-çünkü soyumuz Oğuz
Türkiye’yi sokakta-bulmadık farkımız var
Türk Eğitim Senli’ yiz-yüreğimizde hız var
Türkiye’nin bugünü-yarına sahip çıkma
..

Devamını Oku
Durdu Şahin

'Okumak, her şeyden evvel, muharrirle kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır' (s. 27) .

'Türkiye'de kitap kadar hakarete uğrayan hiç bir mal yoktur' (s. 32) .

'Göklerde yıldırımı avuçlayıp kuyulara atan, atomun göze görünmez dünyasma sokulup tabiatın ince yapısını keşfeden insan, enginlere dalan ve fezaları mıncıklayan insan, icat ettiği vasıtalarla fersahlarca ötesini gören, işiten, yakına getiren ve kendisi için mesafeleri yok eden insan... Kendini hayvanda aramanın, kökündeki büyük mana ve imkandan haberi olmamanın cezasını çekiyor' (s. 34) .

'Politika ve harb tarihi kılıcın zaferleriyle doludur, fakat kültür ve medeniyet tarihini yapan, kalbin zaferleridir. Birinciler geçer, ikinciler kalır' (s. 38) .
..

Devamını Oku
Hasan Sancak

Haber55 Reklâm Yazarı Şair Hasan Sancak Anayasa Mahkemesine Başvurdu! ..



http://www.youtube.com/watch? v=PCoctEimZMg


..

Devamını Oku
Mehmet Gözükara

Bu yazımızda; Dr. Oğuz Paköz’ün kültür dünyamıza kazandırdığı Türkülerle Giden İlbey isimli öykü kitabını konu edineceğiz.
Sıcağı sıcağına bendenize de gönderilen ve ismini ilk öykünün başlığından alan eser 88 sayfadan oluşmaktadır. Gerçek hayattan esinlenerek kaleme alınmış birbirinden güzel 11 öykünün yer aldığı; okuyucuyu ilk sayfasından itibaren sarıp sarmalayan, kendini elden bırakılmamacasına okutturan, kahramanıyla birlikte her öykünün geçtiği belde ve bölgeleri gezdiren kitap Temmuz 2013’te Ankara’da (Öncü Basımevi, İskitler) basılmıştır.
1947’de Kahramanmaraş’ta doğan yazarımız 74’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Maraş’ta bir süre pratisyen hekim olarak çalıştı. 1982’de Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi biyokimya bölümünde ihtisasını tamamladı. Zorunlu hizmetini Çorum, Elbistan ve Kahramanmaraş devlet hastanelerinde yerine getirdi. 1984 sonrasında Maraş’ta özel bir laboratuar açtı. Bu görevi 2008 Eylül’üne kadar sürdürdü. Bu tarihte laboratuarı kapatarak Kahramanmaraş’ta özel bir hastanede çalışmaya başladı. O gün bu gündür sözkonusu özel hastanenin laboratuarının sorumlu doktorluğunu yürütmektedir.
Paköz evli ve dört çocuk babasıdır. Kahramanmaraş’ta bulunduğu yıllarda uzun süre politika ile de uğraşmıştır. 3 yıl Türkocağı başkanlığı yapmıştır. Rauf Denktaş’ın Maraş’ı ziyareti onun başkanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Bu arada dört kez Tabipler Odası başkanlığına getirilmiştir. Kahramanmaraş Meslek Odaları Birliği’nin kurucularından olup uzun süre başkanlığını da yürütmüştür. Yine aynı dönemde Güney İlleri Tabip Odaları Birliği’nin kurucuları ve yöneticileri arasındadır.
Paköz, 2002’de kurulan Kahramanmaraş Kültür-Sanat Evi Derneği’nin kurucu başkanı olup onbir yıldır başkanlığını ve aynı zamanda derneğin yayın organı olan sanat ve edebiyat dergisi Alkış’ın sahiplik ve başyazarlığını da sürdürmektedir. Kılgı, Var Varanın Sür Sürenin, Maraş Destanı ve Bombalar Öldürmez Sevgiyi adlarını taşıyan yayımlanmış beş eserine Türkülerle Giden İlbey de eklenmiştir.
Paköz; aynı zamanda şair kimliğiyle öne çıkan ve geçmişle geleceği kaynaştırma kaygısını her yazısında hissettiren bir kalemimizdir de... “Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir doktor da çıkar” sözü tam da Oğuz Bey için söylenmiştir. O; bizim olan her harf ve rakama sahip çıkılması gerektiği şuurunu kilimdeki motif kadar arı duru işleyen, “Geçmişine sahip çıkmayan milletlerin geleceği olmaz” şiarının idrakinde olan bir yazar-şairdir…
Kaleme aldığı şiir ve nesirlerde yeni nesle her fırsatta geçmişini hatırlatan, yarına ait kaygıyı bugüne taşıyan, idealist fikrin vücut bulduğu özü pak, adı gibi Oğuz soylu bir aydındır…
..

Devamını Oku
Şerif Erginbay



Çok bunalmışızdır artık durduğumuz yerden.
İçimizde bir şeyler birikmiştir, yığılmıştır, yüreğimiz sıkışıyordur.
Sanki başka bir mekana taşınsak ferahlayacağızdır, öyle hissederiz.
Oysa öte yandan hayatın görünmez halatlarıyla bağlanmışızdır olduğumuz yere..
İşimiz, iş ilişkilerimiz kuşatmaya almıştır bizi. Bu çemberi yarıp çıkma düşüncesi şöyle bir rüzgar gibi gelip geçse de, ciddi biçimde uzun uzadıya kafa yormayız.
..

Devamını Oku