BAYRAM KAYA POLİTİKA ŞİİRLERİ

BAYRAM KAYA POLİTİKA ŞİİRLERİ

Bayram Kaya

92] 1950'de gereği gibi üretip refahı dağıtamayan siyaset, önce el değiştirecek, sonrada halktı sosyal söylemlerle toplumsa olmaz biçimde, laiklikler aleyhine, eksen değiştirecekti. Bu uğurda kendisinden önce açılan yolun kapılarını, sonuna kadar açacaktı. Türk siyasi tarihinde tek partili döneme son verişle önemli bir yere sahip iken, değerli politikaları olmamamakla, kendisinden önceki partinin 1946’dan beri başlayan, sosyal bocalamaların ekseninde, netlikler sağlayışla kendisinden önceki eksen kaymalarına başlamış güncel gidişatından liberal olmanın dışında pek bir farkı olmayacaktı.

Serbest irade ile geleceklerse de içte ve dışta serbest irade ve politikalar oluşturamayacaktı. Elbette kimi küçük nazımları başlatacaklardı. Karma ekonomiden dönüş bu dönemin özel yatırımcı teşvik ve liberal politikaları ile başlayan yerleşimler, bu günkü yapının temelleri olacaktı. Hem aşırı dışa bağlı borçlanacaktı, hem bunalıma girecekti.

Hem de özgürlükçü olduğunu söyleyerekten, iktidar olacaktılar. Hem de, özgürlükleri kısacaktılar. Üniversiteler kaynayacak, gazeteciler aydınlar, öğretim görevlileri içeri tıkılacaktı. Halk cephelere bölünecek, radyolarda vatan cephesi üye kayıtları ve duyuruları okutulacaktı. Zulüm inşa olurken, kendisini böyle; gövde gösterileri ile gelişirdiler.

Bilimsel değerler, üniversite profesörlerinin sırtında tu kaka edilecekti. Kendisi kara cüppeli (din softası) gibi davranan siyasetlerin, topluma vereceği ne olacaktı ki? Çapsız politikaların saldırısı, muhalif aydınların üzerine olacaktı. Bu meyanda siyasetler, öğretim üyelerini, ve profesörleri vurun abalıya, yapması üzerinden; bilim adamlarına ve yargı heyetlerine olan tahammülsüzlüklerini ve tüm siyasi açmazlarının kinini; 'kara cüppeliler' diye dışa vuracaktılar. Böylece halkın gözünde aydın tavrı diye bir şey kalmayacaktı. 'Toplum halklaşacaktı'. En büyük hata ve yanlış buydu. Bu tahammülsüzlükle, öfke nöbetlerine girilecekti. En yetkili ağızlarca, aydınlar, bilim adamları ve yargı otoritesi; 'kara cüppeli papazlar' diye aşağılanma ile yaftalanacaktı.

Buradan itibaren, aşagıdaki bölümler boyunca, 'Atatürk olmasaydı, başka Atatürkler olurdu' kabili olan yoz anlayışların akıl dışı oluşlarını iki açıdan ele alacağım.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplum, binlerce yıllık insan uygarlık tarihi geçmişi ile etnik birliklerinin konjonktürde ortaya çıkan sosyo ekonomik ürün paylaşım kültürlüydü. Girişmeleri birey uzmanlık değerleri üzerine örülmüştü.

Bir savaş, sanat olur muydu? Savaş sonrası süreçler, sanatla ilişkilenir miydi?

Bir savaş, var olunuşla ilişkilenip, toplumsal, sosyolojik yeni dönüşümlerle, yapılanışlarla, sürecek bir yapısını ortaya koymadıkça, sırf doğrudan etkiyen etkileşen olgu olay ve sistemler olarak bakılamazdı. Üstelik bu sanat, bir kişi ya da kişilerin ortaya koyabileceği olgusallık da değildir. Görevleşme tepeden uca doğrudur. Ancak kişi ya da kişiler, sürecin trafik polisidir. Sürecin çekirdek işlemcisini olgularılar.

Her tehdit durum, var oluşu gerçekleyen savaşla sonlanabilir. Ancak daha başlangıçta rota tabir edeceğim yol haritasındaki olgulaşıcıların her biri, ayrı ayrı zaman dilimlerinin harcı olacak konulardı. Dış güçlerle mücadelesi, iç yönetimle mücadelesi, toplumun ilişkisel yapılanışı ile mücadelesi vardı. Yetmezdi, yenidünya ilişki düzeni oluşturmasına karşı, toptan eşlenik düşünülmüş olgulaşıcıların her biri diğerine zincirleme olmuştu. Tüm bunlar, toplumsal alanla, sosyal alan, çekirdek DNA sının ortaya konması içenli açılım gerçeklenişinin, sanatsallığıdır. Bir etkileme, etkilenme, dolaylayım süreçleridir.

“Aksi gerekmedikçe, savaş bir cinayetti”. Gazi bunun bilincinde, bunun fevkinde idi. Çevresine hep bu söylemi pekiştirir dururdu. “Yurtta sulh, cihanda sulh” bu söylemin uzantısı, icracı olanın, toplumsal ulus devletle taçlanması olacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Şimdi, sivri akıllı biri çıkıp, efendim terörle bu, bir mi der! Bu da tartışılır. Ama diyelim ki değil. Bahse konu olan ikisinin eşdeğer olup olmaması değil. Yanlış olan halkın finanse ettiği oluşumlara; toplumsal meşruiyetlikle mazeret ve olumlama verilir olmasıdır. Toplumda finansmanı toplumun bütçesi yapar. Onu da toplumsal olanın finansmanına yönlendirir. İnançlar (halksal kültürdür) toplumsal kültür olmadığından, toplumsal finansmanı da olmaz. İş bu kadar basittir. Toplumsal fikir olmayacak denli fikirsizlikler fikir olmaktadır. Halk bir ibadet hanesini yapar gibi, kendi alanı içinde bunu sürdürür.

Bunu toplumsal olanın neresine koyacaksınız. Halkın finansı, ya da özlemi, kişisel grupsal etnik egoizmlidir. Toplumsal değildir. Halk, toplumun üretim tabanı değildir. Toplumlar, yasalarla ve toplumsal olanın, yasallaşması ile işlerler.

Toplumsal olanda toplumsal nesnel ilişkilikte güncel girişmeli, üreten değişkenlikli, aidiyet ilişkisidir. Bunun içinde halkın istemi ya da halkın inançsal özlemleri yoktur. Çünkü inançlar toplumsal üretimle ilişkilenemezler. Toplumsal sistemler, kapitalizm skalasını ne kadar serbestlikle en doruğa çıkardılarsa kar için toplumsal olandan çok, halksal olanı üretir oldu.

Yine konu iddialarım bazında bakarak, toplum unsurlarının dillerine ilişkin, etnik ve toplumsal aidiyetli oluşlarına bakalım. Denir ki; “”Nasıl, bir yabancı dil öğretimini, eğitim programlarına alıyor isek, halk içindeki etnik dilleri de, böylesi eğitim programlarına alıp, araştırma enstitüleri açalım! Hatta herkes kendi dilinde eğitim öğretim yapsın! ””

Bu, aydınlarımızın ve entelektüel gazetecilerimizin argümanıdır! Hem de insan hakları ve temel kişi özgürlükleri bağlamında, ne kadar haklı bir savunma değil mi?

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Eğitim bilimlerinin mantığı, günlük yaşayışlarda ve günlük ilişkilenişlerde, yararcı mantık ilişkileri ile kullanılmalıdır. Alınan toplumsal eğitim sosyal yaşamda pratik enformel edilemediği sürece; kişi mantığı, asal olan inanç mantığı düzleminde devinir. Ve kişi kendisini rahat hisseder. Bu asal mantığa göre, farklı mantıklarınız, sizin iletişememe tedirginliğinizdir.

İnançsal mantık aslında yaşamı anlamak ve kişinin kendini bu anlamda konumlamak istemesidir. Bu istem insanın merakını sindiren bastıran, gerçeklenmenin belirmesidir. İnsanın, yaşama saygı duymak isteyişinin bir anlayışıdır. Yaşama saygı duymak, en temel anlayıştır. Ve bu yaşam saygı duyuş, ölümü de içeren sürmenin kesikli ve sürekli olan yapısına soyut bir analizdir. Yani ölüme de saygı duyuştur. Çevren belirimin gücünü duyuştur. Bu analiz, gerçeğin izlenimlerindeki tasavvurlardan aks eder.

Kişi kendi hayal gücünü, inançlar sayesinde olabildiğince geliştirir. Kişi kendi kendinin içte inançsal söyleşmesini yapar. Ve yine kişi, inanç olarak, anlayışları kendisinde başlatır, kendisinde bitirir. Bu insanca olmanın bir tinsel modifikasyonudur. Bu arada kişi yücelim duygularının hazzını ve etkileşmesini, baskı olarak yaşar. Umut etme, adaletli olma, gibi ahlaki erdemlerin sanal dönüşmesini yorumlar. Bunlar çoğu durumlar da yadsınamaz kazanımlardır. Yok oluş fikrinin, ürkütücü olmasından kurtulmak için yeni yaşamın, şu andaki tutumsal yatırımlarını sergilemenin coşkusunu ve anlam sindirmesini içsinirler. Sanı kanı olan inançlar ilkten beri insanın asal mantıklarıdır

İnancın böylesine kavranır olması, bizim her inanç anlamalarımızın doğru olduğu anlamına gelmez. İnanç mefhumunun taşınır ve geliştirilir olması, insanca bir olgunlaşmanın süreçleşmesidir. Ancak bu süreçleşmenin konuları, akıl ve bilimin, nesnelliğin, yansımalarından damıtılan bir sorumluluklardan düzenleşmesi olmalıdır.

Toplumsal ve halksal eğitim konusunu epey detaylı ele aldım. Elbette her yönü ile geliştirmedim. Ne var ki amacım toplumsal olanla, halksal olanın, mantıklarının ve işleyişlerinin, ayrı ayrı olduğunu bilmektir. Bu alanlar devinmesini kendi içlerinde en genel bir iki değinişlerini yaptım. Toplumlar halk ilişkilemesine gidebilmeyi bilirler. Önemli olan, olay ve olguları, bu mantıkla, giriştirir olmaktır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

93]Atatürk'ten sonra, proje koyamayanlar, hızlı bir proje düşmanı olacaktılar. Çünkü yapacakları köktenci yüklenimlerin ağırlıklarını sanki üslenemez oluşun, yapılanlara değin dedikodusu içinde idiler. Başkaca lider oluşmalarına ilişkin, hiçbir üretici projeleri yoktur. Politikasızlığın adı politika olacaktı. Politikasız politikalarla da politikacı olacaktı. Yani genel yararlıkla, verimli, üretken, gönenci bölüştürür, ilerici ufuklar ortaya koymalar yerine; yapay oluşturulan, palyatifçe, günlük tüketilme ağırlıklı tercihlerden yana olan politikalar ortaya konacaktı.

Bu tür politikalar, siyaseten; sıradan, herkesin kolaylıkla, lider olmadan yapabileceği rutinlerdir. Artık vizyoncu (geniş görüşlülükle uzak görüşlülükler) olamadan, kişileri allama pullamayla, vizyoncu yapmanın sergilenmesi, gözbağcılığı sırasıdır. Kalabalık yurt gezileri ile bu gezilere dek gezi tantanaları yapılacaktır. Lider olamama, yönetememe zaaflarının kapatılabilmesi için de, şov gereklidir! Eğer bu gezinin müdavimlerinden iseniz, bu gezileri anlatmakla bitiremeyeceğiniz! Hayat dolu anıları, bir pehlivan tefrikası gibi döndüre döndüre, anlatacaksınızdır!

Ama artan işsizlik, patlayan pahalılık ve bölüşülemeyen refahın, uçuruma giden eğitim politikalarınızın oluşu, gittikçe uçurum yaratacak olan sefalet eşmeleri, değer duygularının sarsılması aslında, vizyon kalitesi olacaktı. Bu geziler, hem pratikte, hem uzun vadede; ülkemizin pek pek yararına, hayrına olmayacak seyahatlerdi. Bu yetersiz politikacıların ağızlarından çıkan her sözü, kılı kırk yararcasına, tefsir edilir olacaktı.

Yorumlar, söyleyenin dahi aklında geçmeyen, söyleyenin ufkunda bile olmayan, kavramsal anlamlaştırmalara götürülürdü. Yani müritleri (işbirlikçileri) şeyhi uçururdu. Sözleri, ballandırıla ballandırıla anlatılır. Böylelikle hiç olmayan hayali giydirilmiş, sanal bilinç ve kişilikler yaratılırdı. Orta terde dişe dokunur bir şeyin olmadığı ve yalan talan gözükür olduğunda da şak şakçılar, hızlarını alamazlardı da kişi soylarını, peygamber soylarına dayandırırlardı. Ki öyle olsa ne yazardı?

Kurtuluş Savaşı azimle, kararlıca, hünerli ellerin diyalektiğiyle, rotasının varlığı ve ufkunun yöneyle şeşi ile kazanılmıştı. Ama asıl savaş şimdi ve daha bir meşakkatli olarak içte başlayacaktı. Bu savaş hem bir aydınlanış olacaktı. Hem de temeldeki kazanım ve tutumların, kazanılmış hakların müesses ilerlemeci mevzilerin, savunulmasını sağlayacak bilinçlenme olacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

98]Daha önceki bölümde belirtildiği üzere bu tehdit Potsdam kararları üzerine, daha bir güvenceli ve fütursuzca oldu. O günkü Sovyetler, önceden beri olan boğazlar üzerine olan egemenlik amaçlarını gerçekleştirmenin bir aracı olarak gördüler Postdam’daki değinilen görüşme taslaklarını. Rusya bu görüşmelerden cesaretle tehdit ve talep yaptı. Çünkü ABD ve Birleşik krallık bu görüşmelerde Rusya’nın boğazlarda serbest geçişini desteklemişlerdi. Bu konuda Türkiye’ye görüş bildirme kararı aldılar. ABD 2 Kasım 1945’de buna değin notasını verdi. Ve Britanya Krallığı da 21 Kasım 1945’de bu doğrultuda Türkiye’ye nota verdi, görüşünü bildirdi. Rusya ise 1 yıl sonra 7 ağustos 1946’da tehditkâr olmanın mağrurluğu ile güya bu bildiriyi yaptı.

İki tehdit durum ve iki durum karşısında geliştirilecek LİDERLİK tavrının anlaşılması bağlamında, Birincisi herkesçe biliniyor. Ama ikinci pek bilinir değildir. Bunun için burada Kurtuluş savaşı öncesinin tehdit ve fili işgali ile 1945-46’ların bana göre yüzeysel ama çok ciddi tehdidini karşılaştırabilmek için şu tespitleri belirtmekte yarar vardır.

1- Rusya’nın tehdidi, Potsdam görüşmesi olan ve sonra da Atom bombasını kullanmanın güncelliği ile dağılan, güya bir uluslararası görüşmenin meşruiyet ligi havasında, gibi başlamıştır. 2-Benzer tehdit aynı anlaşmanın meşruiyet ligi ile ABD ve İngiltere’den de gelmiştir. Ama bu kadar kaygı yaratmamıştı nedense(!) Bir alicengiz oyununu bana düşündürtmekte. 3-Bu durumun dallanıp çatallanan kaosuna karşın, ABD ve İngiltere bizden (sureti haktan görünüp) yana siyasi politika koymuşlardır(!) bu ABD ve Birleşik Krallığın taraftar girişmelerine değin bundan sonrası gelişmeleri, çok vahimdir.

4- Yani tehdit Rusya’nın göze alabileceği bir risk olmaktan böylece çıkmıştı. 5- Rusya’nın 24 Eylül 1946 notası sonrası İngiltere ve ABD; ‘ Potsdam görüşmelerine göre herkesin bir kez yazışabileceği (meşru olanın bu olduğunu) , cevaplaşmak sureti ile sorunların tartışılamayacağını’ belirten desteklerini ortaya açıkça koymuşlardı ve Sovyetlere nota vermişlerdi. 6- Türkiye’nin o konjonktürde iyi kötü, tehdide karşı koyacak hazır da bir ordusu da vardır.

Bir yönetici davranışı, güne değin alkış ve günün teveccühünü alabilir. Bu davranışlara kendisinden sonra, çok değil, 5 -10 bilemedin 30 yıl içinde bakıldığında, lider davranışları belli olur. Söz gelimi ikinci cihan savaşına girmeyişimiz, büyük bir liderlik vasıflı tavır, tutum ve gerçekleşme olmuştur. Ama bu anlamda da ikili anlaşmalar o denli tehlikeli ve ülke geleceğini, ipotekçi kılacaktı.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Oxford vardı da biz okumadık mı? Aforizma tanısal sözü, genel bir toplumsal politikaları eleştirme olaraktan, toplumların kadersi ve özgürlüksü yapısını belirlemesi açısından; olabildiğince gerçekçi ve tesbiti, bir yaklaşımdır. Neki, kişi bazlı eksiklik ve davranışlarınızı olumlamaya bir açıklama da yaparsınız. İşte o zaman durumunuzu açıklama ve halinizi mazeretli kılma bağlamında kendimize, dayanak temel söz yapmayı düşünürüz.

Oxford vardı da biz okumadık mı! Bu söz, toplumdaki yapısallığı açıklamada gösterdiği yansıma belirmesi kadar, kişisel eksiklerimizi haklı kılışın da savunmasını, aynı doğrulukta sürdürür değildir.

Özgürlük ve kader, birbirine bağlı, birbirini açıklar sözcüklerdir. Özgürlük toplumsal gücün bir var ediş belirmesidir. Toplumun bu belirmesi; okul, hastahane, laboratuvar ortamı, yol olarak sizden önce sizin çevrenizde gerektirilmişse; okumak, tedavi olmak, laborant olmak sizin zorunlu kaderinizdir. Özgürleşmeniz, kader olarak gerçekleşir. Kaderiniz de sizden önceki gerektirilmiş bir olanağın, yani özgürlüğün şimdi kazaen kullanımı olur çıkar

Böylece özgürlük ve kader nüans farklarının orjinden bütünler açı yansıması nisbetinde ayrılarak, kendi açısal tarama alanını; birbirini aynı orjinin açı yapan ışınları gibi destekler, yol aldıkça genişletirler. Şimdi özgürlük olarak var edilen, zaman geçince sizden sonraya olanak, kader olarak doğmaktadır.

Bir kere hem özgürlük hem kader; ikiside doğuştan gelen yeteneklerinizle kullanımlıdırlar.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu şu demek, Toplumsal talepte üretişler vardır: 1-Toplumsallık demek, bizim dışımızda, bize göre olmayan bir nesnellik var demektir. 2- Bu nesnelliği bizler anlayıp tekrar yasallığı egemenlikle oluşturup gerçekleştiririz. 3- Bu bilgi ile nesnellikleri uyuşturup, amaçlı eylemle yaşama gereklerimizi sağlayışımız vardır.4-Bunu da, Ali'nin Veli'nin olmayan, ama müdahil oldukları, toplumsal emekle ve emeğin bağıntı ve iliş kinliğiyle oluşturabiliyoruz. 5-Toplumun üretim biçimi ve toplumun örgütlenmesi, karşılıklı etkileşimin, zorunlu bağlantılı ve somuta uygun düzenlemesi var demek. Toplumun üretim biçimi ve toplumun örgütlenmesi; toplum-insan; insan-doğa; insan -insan; insan-kurum; insan-araç ilişkileri ile karşılıklı etkileşimden olan üretimi, ortaya çıkmaktadır. 6-İnsan ancak toplum içinde, karmaşık emekle üretir. İnsan ancak ve ancak yalınızca toplum içinde köklü ve süren bilgi ve bilimini (öznellik) üretir.

Yani uçak yapımının ortaya konmasında, binlerce kişilerin birbirine bağımlı geliştirdiği on binlerce, emek aşaması ile yine onbinlerce bilgi ortaya koyması ile olur. Bir uçak yapımı için, bir insanın bilemeyeceği, tek başına yapamayacağı yetmiş bin ayrı işlem, madeni cevherden, arıtıma; arıtımdan kullanılır ürüne değin karmaşık emek, hüner, bilgi ve bunlara uygun, üretim aracı gerektirmesi bağımlılığını ön şart koşar. Toplumsal gücün, birey gücü olmayıp, bireyden bağımsız olduğunu biliyor muydunuz? Bu da ancak ve ancak; toplumla ve toplumda var olur. Toplum ve toplumsal emek kişisellik değildir. Hak ve özgürlüklerimizi sağlayan toplumsal emektir. Yanılmalar bu bilmezliklerden toplumsal bilincin olmazlığından saptırılmış inançsal tutumlar hak ve özgürlük diye körü körüne tartışılmakta. Üretimleriniz, üretimin tüketim zincirlemesi örgütlenmesi ve toplumsal emeğin; üretilme biçimi, bireysellik olarak siyasetle geliştirilir.

Bu üretimler, bu bağıntıları sağlarsa, toplumsal talep konusu olur. Yani uçak yapmanın koşulu, binlerce kişilerin, birbirine bağımlı geliştirdiği, on binlerce, emek aşaması ile ve onbinlerce bilgi ortaya koyması ile ancak olur. Bir uçak için, bir insanın bilemeyeceği, yapamayacağı, yetmiş bin ayrı işlem; arıtım, emek, hüner, bilgi ve bunlara uygun üretim aracı zorunlulukları bağımlılığı vardır. Toplumsal güç dahi, bireyden bağımsız olup, kendini geliştiren adeta dev bir sistemler organizmasıdır. İçinde canlı ve cansız yapı vardır. İkisi de tolumda gelişmek zorundadır. Canlı yapının gelişmesi, nesnel yapı ile nesnel yapının gelişmesi de, canlı yapı iledir.

Bu da ancak ve ancak TOPLUMLA olur. Toplum ve toplumsal emek kişisellik değildir. Halka aitlik (halksal) hiç değildir. Yanılmalar, kör dövüşleri, bu bilmezliklerden toplumsal bilincimizin olmadığından doğuyor. Üretimin tüketim zincirlemesi, örgütlenmesi ve toplumsal emeğin üretilme biçimi, bireysellikle bağıntılaşma gerçeklenmesi, siyasetle, politika ile geliştirilir.

Uçağın uçurulması şartı: hava limanı, haberleşme sistemleri, hava durumunu bilme, enlem boylam var etme, gibi bir yığın dışsal, toplumsal ilişkileri de ortaya koymakta. Hiçbir halksal tutum buralarda yoktur. Yani bunlar inanıldığı için, inanç böyle dediği için değil, nesnel oluş koşulların gerektirdiği, öznel yapımızın karşılıklı diyalektik ile amaçlılıkla, ortaya konulduğu topluma ait yaşamlardır (toplumsallıktır) .

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

88]Siyasetlerin toplumsal politikalar sunması yerine; halka: 'ne olursan ol, gel' politikasıyla, sosyal halkçı mantığın hoşgörü olan anlayışlarını, toplumsal mantık anlayışların yerine koyaraktan çağırışları yerlerini aldı! Bu mantık içinde, sosyal demokrat bir politikaya, bir kapitalist bir şeriyatçı; kendisi dışındakini batıl sayan anlayışlar, nasıl destek verecekti? Siz onların politik tercihlerini mi sağlayacaktınız, yoksa onlarla uyuşmaz olan sosyal adaletçi politikaları mı yerine getirecektiniz?

Halkın güvensizlik korkularından ve hassasiyetlerinden kısır siyasetler yapıldı! 'Bana çarşaflı oy verirse, istemem mi diyecektim? ' deme sığlığına düşüldü. Oysa oy veren kitle içinde sadece çarşaflı olan yoktu, katil, hırsız, üçkâğıtçı, hileci, madrabaz, hastalıklı, utanmaz, tecavüzcü vs.'lerden de olabilen her türden kümeleniş vardı. Bu sıfatlar da rozetle ödüllendirilecek miydi?

Bu kümelenişler hassasiyetlik olmamalıdır. Sadece yurttaştır oy kullanma ve kendi iredesi ile seçim tercihleri vardır, kuralına istinaden projelerinizi tanıtırsınız. Değilse onun oyunu reddetmeyeceğim diyerekten o tür suçların hırsızlığına, madrabazlığına, katil oluşuna, rozet takamazsınız. Size oy verecek çarşaflının sizin politikalarınızı benimsemişse zaten, çağdaşlığı da sindirmiş olmalıdır! Eğer seçilmenin mantığı çarşaflılığa övgü ise Bu türden dinci siyasetin sağda onlarca örnek asılları var iken, halk bu tür zavallı maneviyatçı (!) suret partilerle, niçin oy versindi ki?

Her demokratik, politik temsilcilikler, her kesim halkın ya da her türden sosyal öznelliklerin oyunu, kuşkusuz ki genel şekli ile alamazlar. Esasen de alınamayacaktır da. Durum bu iken her kesime özgü, dalkavukçu sosyal öznelci açılımları var edebilmek, bir parti için imkânsızdır. Böyle bir açılım, açılım ucubesini ortaya çıkarır. Her kesime açılabiliyorsanız, diğer yarışmacı politikalara gerek var mı, acaba? Ya da ileride, her hangi bir icraatınızda; sizin politik açılımınızı destekleyemeyecek teveccühlerin kösteği size çok olumsuz yansımaz mıydı? İşin bir de şu realitesi var. Kapitalizm uzlaşmaz zıtlıkları içerir. Bu yüzden her iki tarafı memnun eder bir temsililikte zordur.

Avamı deyimle; seçmen avlanmasına dayalı, politik ucuzluklara sapıldı! İlkeler yerini ilkesizliğe bıraktı. Sizsel (size özgü) , anlayışlı siyasetleri benimseyemeyenlerin, sizden her an desteğini çekecek bir oy potansiyelinin peşine düşmek, ucuz politika olsa gerektir. En azından siyasi omurgasızlıktır. Fakat politik siyasetinizde bu çevrelere gözkırpmanızı gerekli kılar.Siyasetçi bu çelişkiyi sulandırmadan aşmak zorundadır.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

89]Güncel olmaktan sapışın 3.nedeni de, ABD'inde ve Avrupa'daki güçler, kendi iç üretim dengelerini koruyup sürdürmek için, Sovyet'lerinin yayılmacılığını ve komünizmi; 'özgür dünyanın' düşmanı olaraktan görüyorlardı. Aynı şekilde Sovyet emperyalizmi de kapitalizmi ve onun temsilcisi olan karşısındakileri 'Özgür dünyanın' engelcisi bir düşman olaraktan görüyorlardı! Bu aslında sanki iki bloğun aralarında gizli bir paylaşımın ittifak eksenleşmesi idi. Gidiş onu gösteriyordu. Bizlerde istediğimiz taraftan olup kendimize göre 'Özgür dünya' hayalleri kuruyorduk!

1945'in savaş sonrası iki kutuplu paylaşım ve 'özgür Dünya' konjonktürselliği, artık tüm Dünya toplumlarınca tartışılan öğrenci ve işçi eylemlerinin çok hızlı bir başlatıcısı olmuştu. İki ittifak kendilerine uygun peykler oluşturuyordu. Yine de ağababalar bu oluşturulan ittifaklardan ve peyk avcılığından kendilerinin güvenliğini tehlikede görüyorlardı. ABD'leri Türkiye'ye el atarsa, Sovyetler bunu tehdit algılayıp, onlar da Küba'ya el atıyordu! Bu da blok ittifakının zaafı ve zorunlu bir kendi iç sürtünmesi idi. Böylesi bir tehdit algısıyla Sovyetler bize yöneldi.

Bunun üstüne Sovyetlerin bizden üs ve toprak talebi oluşunca, bizdeki telaş ve destek arayışlarına karşın kapitalist emperyalistler 1945'lerdeki günün yöneticilerin kulağına: 'komünizme karşı önleyici, en iyi panzehirin, İslam dini olduğu' söyleyiverecektiler! O zamanlar bizim 4 bölgemizde ağırlıklı olaraktan feodalizm egemendi. Feodalizm, bu tavsiyeye el ovuşturacaktı. Bu tavsiye, bizdeki politikaları; dine oturtmanın bahanesiydi. İktidara gelmenin de şahanesi olacaktı. Artık politika ve din sarmalına girmenin kolaycılığı ve uyuşturuculuğu; iktidar ve derebeci, kol kolalığı; ülkenin kuşatılması olacaktı.

Bu üç nedenin bileşkesi 1960'lara gelindiğinde bizi, uluslar arası işçi piyasasına girdirecek ve askeri güç ihracına sokacaktı. Hemde dünya güvenliği adına NATO kurulacaktı. Biz bu dönemden sonra Atatürkçülüğü, Natotürkçülük olarak anlayacaktık! Siyasi yapı, bahanesi ile birlikte bizi yapısalcı davrandırtmayıp adeta sürüklenen politikalar oluşturulacaktı. Aslında Nato bir birine güvanmeyen paktlardan, birinin; kendisini savunma tedbiriydi. Emperyalist çıkarlar uğruna, Dünya güvenliğini, bizatihi Natonun kendisi tehdit edilecekti. Bizim gelişmemiş ülke olmamıza rağmen, gelişmekte olan ülkeler arasında sayılmamızda işin, pohpohlanan gönül alıcılık cabasıydı.

Gerek ABD ve gerekse Avrupa tarafından tavsiye edilen 'Özgür Dünya' ve giderekten bize özgü olan; 'yeşil kuşak' teori ve sloganları gereği gibi bize benimsetildi. Bizde, birbirimize bunun ne men en bir şey olduğunu bir iyi anlattık. Epey de başarılı olduk! Toplum ve toplumsal gelecek; fikirlerle, üretimlerle, bilgi ve teknolojilerden değil de; inanççı, direnç anlayışı ile korunur olacaktı!

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

103]Ve bu saygın kişilerin bu som gerçeklikleri nedeniyledir ki, devrim koşulları, ortam işleklik sürekliliği; bunların, bu koşullar içinde, hani neredeyse bu alanda, tümden işlevsiz kalışlarını kendiliğinden ortaya koyuyordu. Bu nokta alan devinmesini hakkı ile başarır olan saygın kişiler; birçok alanda; sorunların ve atılımcı girişimlerin, engellenmesinin de, girişmelerin geciktirilmesinin de, nedeni olacaklardı. Kendi mazilerinin ve konum sal sıfat ve saygınlıklarının gereği bilerekten, bu kıymetler, böylesi üstesi olamayacakları olumsuzluklara dahil olmayı, kendilerinde, gizli ve açıktan, bir hak gibi görebiliyorlardı.

Barış ve huzurlu dönemlerin yöneticileri vardır. Bu da zorunlu bir kaidedir. Yöneticiler has bel olağan insanlardır. Ama zor ve çalkantılı günlerin ise liderleri vardır, lider bir nevi insanüstü olan insanlardır.

Liderlikte, genel ilkelerin yanında, özel edinilmiş, donanımsal kendinizi yetiştirmekten kaynaklı ideoloji sel şartları da, bu liderlerin kendi uhdesinde biriktirmiş olması gereklidir. Ki bunlar sizin politikalarınızı oluşturacak demektir. Diğer, sözde Atatürk olabileceklerin açık politikaları ve akıllarını yetirir oldukları politikaları, padişahlığın ve hilafetin selameti idi! Hatta mandayı, İngiliz mandasını savunacaklardı.

Peki, bu politika (yokluğu) onları lider yapar mıydı? Yoksa bu kişiler saltanatın ve hilafetin yanında olmakla; zorunlu olaraktan ve bekli de sadakatten dolayı bilmeden; zaten işgalci himaye sinde olan payitahta hizmetle, himayecilerin sadık bir bendesi mi olabilirlerdi? Şimdi halde siz cumhuriyetçi olmakla nasıl lider olamazsanız, o günlerde de payitahtı olanların asla lider olamayacağı açık değil mi?

Zaten, 'harekâtın kendine özgü kurtuluşla öz güç' devinmesini oluşturur olması; lider olamayacak kişileri iki genel ve özel seçeneğin kıyasına vuraraktan, daha işin başında eleyecekti. Bu kendilik yol, bu tür sistem oluşturmaya matuf olamayan haybeci liderliğe, yolu baştan kapatacaktı. Çünkü temel bir sorun, ancak asıl lider tutumlu kişilerce hükmedilip götürülebilirdi. 'Ya istiklal ya ölüm' parola yapılacaktı. Sıradan halkın seçtiği bir nevi hileli yöneticiliklerle, bu işler üstesinde gelinir değildir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

103] Ve bu saygın kişilerin bu som gerçeklikleri nedeniyledir ki, devrim koşulları, ortam işleklik sürekliliği; bunların, bu koşullar içinde, hani neredeyse bu alanda, tümden işlevsiz kalışlarını kendiliğinden ortaya koyuyordu. Bu nokta alan devinmesini hakkı ile başarır olan saygın kişiler; birçok alanda; sorunların ve atılımcı girişimlerin, engellenmesinin de, girişmelerin geciktirilmesinin de, nedeni olacaklardı. Kendi mazilerinin ve konum sal sıfat ve saygınlıklarının gereği bilerekten, bu kıymetler, böylesi üstesi olamayacakları olumsuzluklara dahil olmayı, kendilerinde, gizli ve açıktan, bir hak gibi görebiliyorlardı.

Barış ve huzurlu dönemlerin yöneticileri vardır. Bu da zorunlu bir kaidedir. Yöneticiler has bel olağan insanlardır. Ama zor ve çalkantılı günlerin ise liderleri vardır, lider bir nevi insanüstü olan insanlardır.

Liderlikte, genel ilkelerin yanında, özel edinilmiş, donanımsal kendinizi yetiştirmekten kaynaklı ideoloji sel şartları da, bu liderlerin kendi uhdesinde biriktirmiş olması gereklidir. Ki bunlar sizin politikalarınızı oluşturacak demektir. Diğer, sözde Atatürk olabileceklerin açık politikaları ve akıllarını yetirir oldukları politikaları, padişahlığın ve hilafetin selameti idi! Hatta mandayı, İngiliz mandasını savunacaklardı.

Peki, bu politika (yokluğu) onları lider yapar mıydı? Yoksa bu kişiler saltanatın ve hilafetin yanında olmakla; zorunlu olaraktan ve bekli de sadakatten dolayı bilmeden; zaten işgalci himaye sinde olan payitahta hizmetle, himayecilerin sadık bir bendesi mi olabilirlerdi? Şimdi halde siz cumhuriyetçi olmakla nasıl lider olamazsanız, o günlerde de payitahtı olanların asla lider olamayacağı açık değil mi?

Zaten, 'harekâtın kendine özgü kurtuluşla öz güç' devinmesini oluşturur olması; lider olamayacak kişileri iki genel ve özel seçeneğin kıyasına vuraraktan, daha işin başında eleyecekti. Bu kendilik yol, bu tür sistem oluşturmaya matuf olamayan haybeci liderliğe, yolu baştan kapatacaktı. Çünkü temel bir sorun, ancak asıl lider tutumlu kişilerce hükmedilip götürülebilirdi. 'Ya istiklal ya ölüm' parola yapılacaktı. Sıradan halkın seçtiği bir nevi hileli yöneticiliklerle, bu işler üstesinde gelinir değildir.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Bu yazı kurtuluşun felsefesi yazı dizim içeriğindeki bir bölümdür.

Söz gelimi, Atatürk; "yurtta sulh cihanda sulh" derken, asla pısırıklık ifade etmemişti. Cephelerden gelen biri, bu konuda pısırık olamaz. Aksine böylesi savaşçı ortam içinde gelen birisinin tutumları, sizi; savaşçı heveslere tutuşturabileceği dahi, değerlendirilebilirdi.

Pısırıktı deme yorumu, hem izanı kıtların, hem kışkırtıcıların; hem de söylenen söz şartlarının uzağında olmanın rahatlığıyla söylenmiş olur. Sözü güncel bağıntılarından koparılışla, şimdiki güncel durumların ahkamı içinde anlamlandırılmayla söylenmiş, saptırılmış olur. Bu gibi söylemler akıldan, bilimsellikten, tarihsellikten yoksun söylem olurlar.

Neden mi? Siz Atatürk’ün anı olmuş siyasi hayatını bilmeseniz de, olası tarih bilincinizle; bir önderin açık gizli söylemlerinin, konjonktürle bağıntılı olma alakasını rahatça kurabilirsiniz. Üstekik elinizde kuruluşun felsefesi olan tarihi dökümanlarınız da var. Sizin aydın oluşunuz da zaten buradadır. Değilse aydınlık keramet değildir.

Atatürk gibi bir önder, hem tarihselliği olmayan, hem halin şartı olmadan; bir sözü alenen söylemez. Cumhuriyetin içindeki mücadele edilen ikilemlerden biri, Osmanlıcılık hülyasıydı. Diğeri de yine çağdışı kalmış imparatorluk yapıları gibi davranır olmanın şiarıyla; sizden bakiye coğrafyalara karşı, sizin; farklı psikoloji ve tutumlarla yaklaşır olabilmenizin doğal tavrıydı. Osmanlı hilafet ve saltanatını, yeniden dayatmaların politika hevesleriydi.

..

Devamını Oku
Bayram Kaya

Toplumlar, tarihte, ilk emek ürününü biriktirişle, yani toplum: insanın hüner yoğun, aletsel üretiminin ortaya koyduğu bir şekilleniştir. Akabinde bu hal, insanın emeğine sahip oluşunu doğurdu. Bu da, özelleşmeyi (özel mülkü) zorunlu kıldı. Yani toplum; insanın hüneri ile nesnelin yasallığını birleştirip, insanın soyut bilmesi ile pratik kılma yeteneğinin, sarmal üretim ilişkisidir.

Toplumsal yapı da, halksal yapıyı belirleyerek, halksal yapıyla dışsal, ama yan yana, birlik içinde hareketle, hemen organik ilişkiye girdi. Bu birlikte hareket, otoritenin sınırlıkları iledir. Otorite (anayasa-toplumsal mutabakat) , bir toplumsal düzenleniş, bir nesnel oluştur. Otorite yapılan ilke maddenin biri de, din ve devlet işinin ayrı ayrı gözetileceği gerçeğidir. Bu anlayış, dini işin, ait olduğu alana, yani halkın uhdesine bırakılmasıdır. Dinin toplumsal yapıya karışmayıp, toplumda ön görülmemesidir. Dinin toplumda etkin kılınmaması laikliğin otoriter tutumudur. Bireyler ve yöneticiler, kamuda, toplumda, işlerine dini kanaatlerini ve anlayışlarını karıştırmayacaklardı, o kadar. Halk içinde din anlayışlarını diledikleri gibi yaşayacaklardı. Toplum aklın işletileceği, akıl ilkelerinin geçerli olduğu (laik) alan olmuştu. Toplumsal yapıda din kuralının geçerli olması demek, sömürü düzeninin dinleşip, ilahi bir havaya sokulması demekti. Eylemleriyle güvenilir olamayan insanlar, dinsel görüntü ile bunu sağlayacaklardı!

Bu, toplumsal sözleşmenin (otoritenin) : bu kurucu iradenin; içinde halk da vardır. Halk süreçte gerektiğinde, bu otoritenin inşası için savaşım vermiştir. Bu nedenle halk iradesi, geçmiş aslilikle, şimdiye de şamil edilir. Bu halk iradesi otorite; üç erke güçler ayrılığı ile ilke olaraktan yetkilenme dağılımı yapılmıştır. Bu yetkileme, kaynağını anayasadan alır. Halk iradesi bu üç uygulamanın birlikte işleyişi ile soyut olarak gerçeklenir. Mevcut halk, cari otoritenin yetkilenesi ile parlamentoyu seçer, ya da parlamentoya seçilir. Halkın seçip seçilmesi, ne bir hak, ne de özgürlüktür. Yani her hangi bir yönetimi oluşturmak için ille de böyle bir yapılaşma şart değildir. Toplum bireylerinin kurumlarında bir yönetme ve görev dağılımı ile özel yönetilişe katılım vardır. Bu hak ve özgür oluşu sağlar. Esasen toplumun ilişkilenişinden tamamen habersiz olan geniş halk kitleleri vardır. Bunların yönetime aks eder oluşu tartışmalı olmalıdır. Halkın bu pragmatık yetkilenmesi bir zorunluluk ve bir bağımlılık değildir. Sadece yetkili kılınıştır.

Yönetim parçalı, bölüşürsel, sorumlulukların koordine denetilme sorumlulukları ile gerçekleşir. Bu da şöyledir: Yargı, yürütme, yasamadır. Realite ve teamül olaraktan basın halk koordine oluşumu ve etkilemesi, sivil toplum kuruluşları etkilemesidir. Paylaşımlı yönetsel yapı, asli unsurların, toplumu düzenlerken, toplumsal sözleşme denen yaptırımını otorite olarak belirledi. Böyle bir bölüşürlü yapıda halk o andalıkla zaten olamaz. Bu ehliyetin organizesidir. Halk burada sadece icrayı seçer. Kurumları çıkarsal olarak hayati bilen halk, buraların eylemlerine destek Ya da köstek olarak, kurumlar eli ile yönetimde soyut olarak kendini gösterir. Etkileri çok çabuktur ve koordineli olursa belirleyici olur. Yasalar dâhilinde.

Bu da, devlet denen olguyu, yani güç kullanımını ve devletin, toplumun devamlılığını üretim ekseninde ortaya çıkardı. Temel amaç bunların uyumlu etkileşimi ve işletimi ile insanların mutluluğunu sağlamaktır. Ana temel otorite yıkılırsa, toplum ortadan kalkışa bozulur. Çünkü süreçsel yapılar inşanın temelidir.

..

Devamını Oku