-ya derdime ferman
ya katlime derman! -
aştım kendimi bir zülden uçaradım
cânım divit, gülüm divit, ölüm divit
ben de bu ilden idim bir vakit
âcildim, âcizdim, yâresi yar
kadar bir alageyik
gözlerine bir parsın gözleri değmiş
başını eğmemiş
parstım gözlerinde bir geyiğin elâ hüznü
Durun! .. Kulaklarım işitmez oldu sesten. Susun! .. Burgaç gibi içine çekiyor sözcükler… Gerçek nerde? Sözcüklerde mi? Aradığım “gerçek”ti benim, elimde fener. Kâh içime çevirdim, kâh dışıma ışığı… Unuttum her ne gördüysem, hep yeniden başladım arayışıma. Ah, belleğin gizli bahçeleri! .. Kuytu köşeler… Loş çardaklar ki hanımeli ve aşk kokar ayışığı altında. Üstü gelişigüzel örtülmüş tuzak çukurlar… Karanlık ağızları mağaraların. Bellek! .. Düşlerde yırtılır saten örtüsü gizli bahçelerin. Kimi kez ejderha ağzı gibi yutar alır içine, kimi kez tülden kanatlarla bulutlara çıkarır…
Yeryüzüne çevirdim bakışlarımı. Ne varsa içimde menşei dünya değil miydi? Daha… daha… daha… Biz mi burgacıyız dünyanın, yoksa dünya mı bizim burgacımız? Dizlerim kanıyor düşüp kalkmaktan. Uçurum kıyılarından geçiyorum başım dönerek. Uğultular geliyor zifirî ormanlardan. Ufku tarıyor gözlerim kadırgasının burnundaki korsan gibi. Katıyorum başka gözleri de gözlerime, katıyorum başka kulakları kulaklarıma, başka elleri ellerime… Daha, daha, daha… Makinelerin uğultusu, madenî pırıltılar, kalabalıklar, kehkeşanlar… Yoksa hep aynı çekirdeğin etrafında mı dönüp durduk? Yoksa bir arpa boyu muydu çağlar boyu gittiğimizi sandığımız yol?
Anne, o masalı anlat yine bana…
surlara yazdım surlara yazdım surlara
sırlar yazdım sırlar yazdım ah sırlar
aşkın kaç hâli var ustam kaç hâli
ustam sedefkârım kaç hâli
ben kaçıncı hâliyim bu kaçıncı
güneşin kehribar kokulu terini
sürdüm de tenime tiril
e s r â r ile esnedi âyet
ve bilcümle mâbet
göğnüdüm göğerdim göğ oldum
recmi gül, örtüsü tül akşamda
bir çift petunya
susuyor gözlerimin ormanında
-bir intizar gibi-
birbirine yakın, birbirinden uzak
-daha bağları yazacaktım uzayıp giden
masalını ninemin bin bir geceden-
çünkü biz en çok aşkı sevdik, sedefli
inci taneleri aradı ince ellerimiz
boncuk terli ayasında mavinin
pirinci taştan ayıklar gibi
s'ayıklıyorum dilimi
taşlar mı yoksa tadı veren, sektiren şiiri
mavinin buzunda, buluşmanın pırıl incisi
duyulmadık at donları, tiradlar, kundakçı fitilleri
kişneyen tayı tabunun
telvede murattın, eşkin
yoluma torlak harâmi
şehre şehrâyin, çün çölde şelâle
-döküldü geceye ayn(an) ın sırrı
bir bir açıldı kapılar-
aşk: nevbahar
belki sonsuza açılan kapı
yan yatmış bir sekiz kadar
sonu almayan göze
sığmaz hiç bengisu!
tekirdağlı şairler antolojisi derliyoruz sayın hocam....bilgi için 0 506 667 62 38 sedai kavrık......saygılarımla.....