Penelop'un Örgüsü Şiiri - Ramazan Yaşar

Ramazan Yaşar
49

ŞİİR


21

TAKİPÇİ

Penelop'un Örgüsü

Önce,
Sevecen duygularla inşa ederiz
Öyle saf, öyle derin…
Gözlerde bir ışıltı, yüreklerde mutluluk…

Sonra,
Bin bir güçlükle kurduğumuz yapıyı
Bir gece öfkelenir sökeriz…
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın
Altta kalanın canı çıksın….

Aşk, Penelop’un örgüsü…
Din, Penelop’un örgüsü…

Bizimki düpedüz doğunun kardeşliği
Akıl,disiplin arka planda
Duygu ön safta…
Herkesin dilinde anlaşılmaz bir yafta…
Taktığımız lakaplar bile onur kırıcı…

Dil, Penelop’un örgüsü…
Siyaset Penelop’un örgüsü…

Kızım! Çeyizin hazır mı? Geldi düğün haftası
Oğlum! Yarın sınavın var…-kapıda yumurtası-
Vaatlerin vakti: gelmez ayın son çarşambası…
Hassas konular desen olmuş laf salatası…
Velhasıl memleket tam bir yap boz tahtası…

Vah benim;
Sosyali aşan,
Hukuktan taşan,
Bir maçla coşan ülkeme!

Oysa güçlü,dirayetli, onurlu bir duruşumuz olmalı…

Nerde Hacı Bayram-ı Veli görgüsü?
Hani yaslı Yemen Türküsü?
Niçindi Mehmedimin kanlı süngüsü?

Her yerde aynı şamata
Çıplak kralın övgüsü…

Yok kardeşim yok
Bizimki düpedüz Penelop’un örgüsü…

ağıt - yansımalar

Ramazan Yaşar
Kayıt Tarihi : 13.6.2008 21:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Penelop: Kitap şöyle diyor: 'Yirmi yıl boyunca uzaklarda olan kocasına bağlı kaldı ve sarayına zorla yerleşen bütün taliplerinin tekliflerini geri çevirdi. Onlara, örmekte olduğu büyük bir tülü bitirmeden evlenmeyeceğini söylüyordu. Gündüz dokuduğu tülü gece söker, böylece tül hiçbirzaman tamamlanmazdı. Daha sonraki efsanelere göre ise, Penelop, bütün taliplerine teslim olmuş ve Ulis döndüğü zaman onu kovmuştur. Hattâ, Tanrı Pan'ı doğurduğu söylenir.' Homeros'a göre faziletli zevce. Yunanlı, bu fındıkçı dilberi bir iffet abidesi olarak göklere çıkarır. Oysa, bazı yazarlara göre, taliplerle evlenmeyişi, kendisini tek insana bağlamamak içindir. Güzel Penelop, yavuklularının hepsi ile gönül eğlemek ister. Bu belâlı aşıklar, kocasının keçilerini kestirip bir güzel atıştırır, mahzendeki şarapları gövdeye göçürtürken, dilber Penelop, aralarında dolaşıp çeşitli cilvelerle arzularını tutuşturur. Oğlunu da, fazla rahatsız edilmemek için, yirmi yıldır haber alamadığı kocasını aramağa yollar. Belâlıları oyalamak için, karşılarına geçip binbir işve içinde örer gibi yaptığı meşhur 'tuval' kayınpederinin kefenidir. Bir türlü bitmez. Çünkü, kitabın dediği gibi, gündüz ördüğünü gece söker. Pausanias'a göre, evi meyhaneye çeviren, Penelop'un kendisi imiş. Belâlıları o toplamış kocasının ülkesine. Ülis, döndüğünde, hayâsız zevcesini hakaretle kovmuş v.s. Şair Ovidius'a göre, babasının keçilerini otlatırken, Tanrı Merkür tarafından iğfal edilmiş. Teke kılığına girmiş Merkür. Ve, Penelop, Pan'ı doğurmuş. Başka bir an'aneye göre, Pan, bütün taliplerin ortak çocuğu. Bunun için, Pan denmiş adına. Ama, 'Pan'ın annesi periydi. İtak Kraliçesi Penelop ise benî âdemdir' diyenler de var. gelelim şiirin gerçek hikayesine... bu ülkenin çocuklarından cemil meriç'e Ey eski zaman kalyonu, son Osmanlı efendisi, kelimelerle oynayan çocuk, hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis fikir işçisi! .. Aramızdan ayrılalı on dokuz yıl oldu. Sen, 'ölmeden önce ölünüz' sırrını, hayata gözlerini daha erken yumarak yaşamıştın zaten. 'İmzamı taşıyan her yazıda ben yaşıyorum' dediğin kitaplarına sarılan 'Bu Ülke'nin çocukları, seni hep hayırla yâd edeceklerdir. Bir adam kelimelere tutunarak meçhule tırmanıyordu. Etrafı çepeçevre ateş ve duman. Sesler muğlak ve zihinler darmadağınıktı. Kimse kimseyi duymuyor ve anlamıyordu. Bir sağırlar diyaloğunda koro hep birden 'yaşasın' ve 'kahrolsun' marşları söylüyordu. Oturup düşünecek zaman yoktu, hayat çok hızlı akıyordu. Herkes, telaş içerisinde bir şeyleri yetiştirmeye ayarlanmıştı adeta. Düşünce hayatı, bir makinenin çarkları gibi gürültülü- patırtılı çalışıyordu, ama ortaya çıkan yerli bir mamul madde yoktu. İthal düşünceleri zihinlere yerleştirmeye âmâde insanlar, bir yığın hâline gelmişti. Kolayca kandırılan ve aldatılan bir yığın... Adam tırmandı, tırmandı, sonunda fildişi kuleye ulaştı. Aşağıda hâlâ mahşeri bir kalabalık vardı. Bir anda beklenmedik bir şey oldu. Fildişi kuledeki adam, ayağa kalkarak 'slogan, ilkelin ideolojisi' diyerek haykırdı. Kalabalıklar birden susup bu meçhûl sese yöneldi. Bir tiyatro sahnesinde, oyun bıktırıcı ve sıkıcı bir temayla devam ederken, seyirciler arasında tek başına ayağa kalkmış ve hakikati haykırmış biri gibiydi adam. Mahçup, mükedder ve yalnızdı. Bir münzevîydi. Münzevî hayat, yetîm-i akrânların sığındıkları bir limandır. Sen de bu limana sığındın ve gerçek bir aydın olarak hep fildişi kulede yaşadın. Yalnızlığa katlanmak için belki de anlaşabilme ümidini yitirmek gerekiyor... Sen ümidini yitirmiş miydin yoksa? Fikrin haysiyeti, kelimenin kutsiyeti için çırpınış 'Fildişi kule, tufandan kurtulmak isteyenler için bir gemi... Zaman zaman kalabalıklara karışsan bile, limandan uzaklaşma... Kalabalık kasırgalı bir umman.' diyordun, belki bu yüzden yalnızlığı seçtin. Ama suya sabuna dokunmayan bir münzevî değildin. Düşünen, düşündüklerini cesurca ifade eden, hakikate susamışlara düşüncelerini açıkça ifade eden bir aydındın. Dış dünyaya kapanan gözlerin içteki aydınlığı insanlara taşıma için daha derinlere inmişti. Fikrin haysiyetini, kelimenin kutsiyetini her alanda temsil etmek için çırpınıp durdun. Tarihin bütün ansiklopedilerinin madde başlıklarını bırakıp muht*******arını sildin ve onları yerli bir vicdanın penceresinden yeniden yazmaya giriştin. Yaptığın bu ameliye, büyük bir medeniyetin mensuplarının kendi meselelerini anlamaya kapılar açacaktı. Yıllarca kendilerine ait olmayan meseleleri, yabancı kavramlarla tartışıp duran nesiller, bir an durup başkalarına ait elbiseler içerisinde ne kadar gülünç göründüklerini fark edeceklerdi. Yaşadığın ülkenin aydınları, meçhûl heyûlâlar için ehramlara taş taşıyan birer köleydi. Gençleri, hayatlarının baharında, topraklarında doğmayan bukalemunlar için dövüşüp can veriyordu. Sen, 'sol-sağ: çılgın sevgilerin ve şuursuz kinlerin emzirdiği iki ifrit' diyerek, 'bu maskeli haydutları hafızalarımızdan kovdun ve kendi gerçeğimizi kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmayı, her namuslu yazarın vicdan borcu' olarak tanımladın. İthal malı mefhumların kaypak ve karanlık dünyasını bize gösterdin ve gerçeğin kelimelerin ardında kayboluşunu anlattın. Kelâm haysiyettir, dedin. Argo, kanunlardan kaçanların dili. Kâmûs, bir milletin hafızası... Ciltler dolusu irfanı iki kelimeye sığdırdın... Yaşadığın toplumda, yaşlılar hâfızalarını kaybetmişti, hafızalarını, yani tarihlerini. Akranlarının 'zihinlerine deli gömlekleri' giydirilmişti. Kültür coğrafyasını çoktan unutmuş gençler, içi boşaltılmış bir zihinle sokakta çelik-çomak oynuyorlardı. Etraftaki başıboş kalabalıklar birbirlerine anlamsızca bakıyordu. Dil, Penelop'un örgüsü hâline getirilmiş ve nesillerin birbirini anlaması da engellenmişti. Ülkene, 'sen bir az gelişmişsin' diyordu Avrupalı dostlar. Batılılaşma, çağdaşlık, çağdışılık derken; sen, 'kendi derisinden çıkanlara ve mukaddeslerini inkâr etmeye şiddetle karşı çıkıyor ve şöyle haykırıyordun: 'Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asîl, çok daha insanca bir medeniyetin.' Bu haykırışların muhâtapları, bir ashâb-ı kehf uykusundan uyanmanın mahmurluğuyla, yeniden yarım kalmış bir eski zaman kalesinin inşâsına giriştiler. Her şey yarım kalmıştı... Tarihin kopan tellerini birleştirip büyük bir geleneği bugüne taşımak ve insanlığın hizmetine sunmak gerekiyordu. Bu da yerli fakat evrensel olabilmeyi de başaracak bir fikir hamlesiyle gerçekleşebilirdi. Batılı gibi düşünmeye alışmış Türk aydınının bizde niçin roman yok? Tiyatro'yu çok geç tanımışız. Hele tenkit veya hiciv! .. gibi ölçüsüz yargılara, içerden bir sesle şöyle cevap veriyordun: 'Divan edebiyatında roman yok. Niçin olsun? Batı'nın ilk romanlarından biri, Topal Şeytan. Kahraman, evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman, başlangıcından itibaren, bir ifşadır. Osmanlı'nın ne yaraları vardır, ne de yaralarını teşhir etmek hastalığı. Hikâyeleri ya bir destan parçasıdır, yahut hisse alınacak bir kıssa.'. Bu bakış açısı, her şeyi kendi şartları içerisinde değerlendirmenin felsefî temellerine dayanıyordu. Utanacak bir şeyimiz yoktu ve kendimize güven duygusunu asla yitirmemeliydik. Bize, kendisi olabilmeyi ve kendisi kalabilmeyi, yabancı kavramların içini doldurarak öğrettin. Cevdet Paşa'nın ifadeleriyle şöyle diyordun: 'Her şahıs tasavvurlarını kendi lisanı üzre kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet vak'aları kendi tarihine göre tertip edip, öteki tarihleri ona kıyasla bulur... Yani her millet kendi tarihini muhâfazaya mecburdur.' 'Bu Ülke'nin çocukları hep hayırla yâd edecek! Toplumun inanç, duygu ve düşünce dünyasından bîhaber insanların yanlış teşhislerine duyarsız kalmadın. Hiciv yokluğunu ileri sürenleri, 'İslâmiyet'in 'sebb ü şetm'i hoş görmediğini' söyleyerek uyardın. Polemik kavramının zihinleri allak-bullak etmek için ithal edildiğini söyleyerek bulanık zihinleri aydınlattın. Çözülüş döneminin aydınları, artık birer 'müstağrib'di. Batı'ya, Yunan'a ve İran'a kaçışlar, insanından kopan bir intelijansiyayı doğurdu. Artık aydınların dini, 'izm'ler' olacaktı. Halkın, ejdadına, imanına sıkı sıkıya bağlılığı ve inananların kardeşliği etrafında birleşmesi karşısında aydın, gittikçe değerlerinden uzaklaşıyordu. Sen, Batı'dan ve Doğu'dan insanlığın ortak değerlerinin, farklı dil, felsefe, din ve düşünce dünyalarının, bir arada okunup anlaşılmasını savundun. İbn-i Haldun ile Vico'yu, Cevdet Paşa ile Dante'yi, Balzac'ı, Tagor'u, Said-i Nursi'yi, Kemal Tahir'i bir arada okuyup anlama olgunluğunu, hepimiz senden öğrendik. Toplumdaki farklılığı ve çeşitliliği bir çatışma sebebi değil, tam aksine bir zenginlik unsuru olarak görmenin heyecanını seninle yaşadık. Ey eski zaman kalyonu, son Osmanlı efendisi, kelimelerle oynayan çocuk, hayatını Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis fikir işçisi! .. Sana, 'Bu Ülke'den sesleniyorum. Aramızdan ayrılalı on dokuz yıl oldu. Sen, 'ölmeden önce ölünüz' sırrını, hayata gözlerini daha erken yumarak yaşamıştın zaten. 'İmzamı taşıyan her yazıda ben yaşıyorum' dediğin kitaplarına sarılan 'Bu Ülke'nin çocukları, seni hep hayırla yâd edeceklerdir. Ey münzevî yıldız, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen çocuk! Zirveden zirveye akseden şarkı! .. Ruhun şâd olsun. Prof. Dr. Selim HANCIOĞLU / Zaman / 14.07.2006 ve son bir not...rauf tamerin bir hafta önceki köşe yazısı....

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Fırat Sırtlan
    Fırat Sırtlan

    kutlarım yaklaşım harika yüreğinize sağlık tebrikler

    Cevap Yaz
  • Hüseyin Hikmet Esen
    Hüseyin Hikmet Esen

    Farklı ve güzel ama bir o kadar da ciddi bir eleştirel bakış. Kutlarım.

    Cevap Yaz
  • Özay Sağlam
    Özay Sağlam

    Önce,
    Sevecen duygularla inşa ederiz
    Öyle saf, öyle derin…
    Gözlerde bir ışıltı, yüreklerde mutluluk…

    Sonra,
    Bin bir güçlükle kurduğumuz yapıyı
    Bir gece öfkelenir sökeriz…
    Bana dokunmayan yılan bin yaşasın
    Altta kalanın canı çıksın….

    Aşk, Penelop’un örgüsü…
    Din, Penelop’un örgüsü…

    Bizimki düpedüz doğunun kardeşliği
    Akıl,disiplin arka planda
    Duygu ön safta…
    Herkesin dilinde anlaşılmaz bir yafta…
    Taktığımız lakaplar bile onur kırıcı…

    Dil, Penelop’un örgüsü…
    Siyaset Penelop’un örgüsü…

    Kızım! Çeyizin hazır mı? Geldi düğün haftası
    Oğlum! Yarın sınavın var…-kapıda yumurtası-
    Vaatlerin vakti: gelmez ayın son çarşambası…
    Hassas konular desen olmuş laf salatası…
    Velhasıl memleket tam bir yap boz tahtası…

    Vah benim;
    Sosyali aşan,
    Hukuktan taşan,
    Bir maçla coşan ülkeme!

    Oysa güçlü,dirayetli, onurlu bir duruşumuz olmalı…

    Nerde Hacı Bayram-ı Veli görgüsü?
    Hani yaslı Yemen Türküsü?
    Niçindi Mehmedimin kanlı süngüsü?

    Her yerde aynı şamata
    Çıplak kralın övgüsü…

    Yok kardeşim yok
    Bizimki düpedüz Penelop’un örgüsü…
    çok çok güzeldi...ve de farklı......selam ve saygılar

    Cevap Yaz
  • Salim Erben
    Salim Erben

    Unutulmuyacak anıları canlandıran duygulu bir paylaşım olmuş benden tam puan kutlarım şairim

    Cevap Yaz
  • Bahadır Özen
    Bahadır Özen

    Vah benim;
    Sosyali aşan,
    Hukuktan taşan,
    Bir maçla coşan ülkeme!
    ......................burasına bayıldım ramazan yüregine saglık işte türkiye bu dizelerinde gizli aziz nesin pazarı..bizim ülkenin %90 nı ...........saygı ve selamlarr

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (81)

Ramazan Yaşar