Penceredeki Menekşe
Penceredeki menekşeyim ben,
pervazın mor tanığı.
Sabah, perdeden süzülen ince bir çizgiyle uyanırım;
mermerin serinliğinde başımı yoklarım:
“Gün başladı.”
Sokağın ilk sesi bakkalın çıngırağıdır
ince bir zil;
gazete tomarları kapının önüne bırakılır,
bozuk paraların metal kokusu
hava ile karışır.
“Günaydın menekşe,” der bakkal,
“bugün mora yakışan bir hava var.”
Ben yaprağımla selam veririm,
pervazdan aşağıya küçük bir gölge düşürürüm.
Az ileride manav tezgâhı taşır;
kasalar gıcırdar, domatesler parlar,
maydanozun nefesi sokağı ferahlatır.
Bir teyze eğilip seçerken limonları
moruma bakar, elinin tersiyle saçını düzeltir:
“Şu menekşe her gün güzelleşiyor,” der,
“güzellik dediğin böyle ses etmeden olur.”
Karşı balkonda bir kız,
yanına az sonra biri gelir.
İkisi de önce şehre bakar,
sonra birbirlerine
gözlerinde kısa bir yaz,
terli ve taze.
Dudaklarıyla değil,
omuzlarının eğilişiyle konuşurlar;
ben, çiçek dilinde tercümanlık yapmam
sadece izlerim.
Bir bakış, bir gülüş,
gökyüzüne asılmış iki ince nokta:
görünür, ama bağırmaz.
Simitçinin tepsisi geçer başımın hizasından;
çocukların tebeşiri kaldırıma güneş çizer.
Bir kurye hızla döner köşeden,
motosikletin rüzgârı yapraklarımı ürpertir;
“Dikkat,” derim içimden,
“her hız, bir yön arar.”
Öğleye doğru gölge yer değiştirir;
ben de morumun tonunu.
Işık yanımdan geçerken
sanki bir sır bırakır:
“Parlamak, görünmek değildir sadece
yerini bilmek de parlar.”
Öğleden sonra kapı önü sohbetleri uzar.
Biri penceremi işaret eder:
“Şu menekşeyi gördün mü?
Her gün başka bakıyor.”
Başka bakışım yok aslında;
aynı yerden, aynı sabırla
her şeyi yeniden görmenin hali bu.
Akşamüstü, karşı balkondaki ikili
bu kez konuşmadan susar.
Suskunluklarının çevresinde
ince bir kuş sürüsü döner,
bir anlığına gökyüzü notaya olur.
Manav tezgâhını örter,
bakkal çıngırağı kapanış notasını çalar.
Sokak lambası tık diye yanar;
benim morum koyulaşır
kendi içime doğru.
Ve herkes beni görür gerçekten;
biri fotoğrafımı çeker,
biri “anneme aynısını alacağım” der,
biri “mor iyi gelir insana” diye mırıldanır.
Görülmek tuhaf bir su gibi dolar içime:
susuzluğu alır,
ama taşırmaz.
Gece, pencere camında
şehrin küçük yansımaları gezinir:
otobüs ışığı,
geç kalan bir adımın gölgesi,
söndürülüp yakılan bir mutfak lambası.
Ben morumla beklerim;
çünkü beklemek
bazen sokağı tutmanın adıdır,
dağılmasın diye.
Sabaha karşı rüzgâr hafiflerken
pervazımın soğuğu çekilir,
mermer ılık olur.
İçimden şu cümle geçer:
“Mahalle, birbirimizi çoğaltmanın adıdır.”
Ben pencerenin menekşesiyim;
günü sabırla çeviren küçük bir çark.
Bakkalı, manavı,
karşı balkondaki kızla çocuğun bakışını,
simitçinin buharını,
kuryenin rüzgârını
tek tek üzerimden geçirir,
bir kokunun içine saklarım.
Ve evet
herkes menekşeyi gördü bugün.
Ben de herkesi gördüm:
aynı sokağın farklı kalpleri,
aynı gökyüzünün paydaşları.
Mor, bunun için Var
yüksekten değil,
tam pencereden,
tam yerinden bakmak için.
Kayıt Tarihi : 4.9.2025 22:45:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!