13 Eylül 2009 Pazar
Soğuk bir Pazar sabahı
Saat 4: 30 dolayları
Aklıma sen geliyorsun
İçim ürperiyor sevgilim…
..
Her yeniden başlayabilr miyim,
yazabilir miyim titrerken parmaklarım tuşların üzerinde,
sigaram sönerken, yenisi yakabilir miyim?
Dumanıyla yazmalıyım adlandırmadıklarımızı ve terk ederken gözlerimdeki nemliliği
üç bacaklı isimsiz bir kül tablasıyla paylaşırken yalnızlığı,
vücudsuz bir özlem çekerek,
..
ne zaman
ana ile evladı
baba ile evladı
çarşı da pazar da görsem dergide,
ürperir vucudum, kalbim sıkışır.
dolar gözlerim, zor tutarım kendimi,
..
Yedinci gün Pazar,
Yedi gündür mekânım mezar,
Vız gelirdi bana,
Attırmasaydı buraya zar…
Arşa çıktı yürekteki intizar,
Keser beynimi yontar,
..
Günlerdir yağan yağmurlardan sonra ilk kez evden dışarıya çıkıyorum. Ortalık günlük güneşlik. İlkyazdan kalma bir Pazar günü… Patikadan yürüyüp sahile indim. Temiz Havayı içime ciğerlerime çekiyorum. Çamur geldi yanıma. Bacaklarıma sürtündü. Yüzüme baktı.” Üzülme artık… Bak ben senin yol arkadaşınım… Yalnız değilsin buralarda “ der gibi. Tahta iskelede oturduğum yerden suları seyrediyorum. Onun yüzü, karşıma çıkıyor. Yüreğimde bir zaman birlikte yaşadığımız kenti uzakta bırakmanın kırık duygusu. Bir slâyt gösterisinde kahverengiye dönüşen fotoğrafların çevrilişini izleyen gözlerim, sessiz bir hüznü taşıyor damarlarıma.
Seni bir vitrinin önünde gördüm. Bahariye Caddesinden korkunç bir uğultu yükseliyordu. Akıp giden insan selinin içinde gözüme çarptın. Seni o kahverengi çantandan, beyaz montundan tanıdım. Sana doğru yürüdüm. Vitrinler kış çiçekleriyle donatılmışlardı. Söyleyeceklerimi kafamda toparlayamamıştım henüz. Günlerden sonra tedirgindim: seninle ilk kez konuşacakmışım gibi. Caddedeki gürültü gövdemi kuşatmıştı. Gözlerimizi kör eden kalabalıklar üzerimize yürüyordu. Konuşacaklarım o kadarda önemsiz şeyler değildi. Kadınlı erkekli insan kalabalığını geçmeye çabalıyorum. Çevreme bakınıyorum: yoksun. Kahverengi çantalı, beyaz montlu kadınların hiçbiri sen değilsin. Oysa seninle konuşmalıyım.
Bir pasajın merdivenlerindeyim, ışıklar gözümü alıyor… Mağazalara girenler, çıkanlar… Gözlerimde bir pasaj yıkılıyor. Aşağı kata iniyorum – yoksa Nezih Kitapçısına mı koşsam; yeni çıkan kitaplara mı bakacaktın? Balıkçıların arasından geçiyorum. Kilisenin önünde bir adam mızıka çalıyor-tabloma toplumsal bir mutsuzluk yayılıyor. Seslerin bitmek bilmeyen uğultusunda bir köşeye oturuyor bu adam. Yüzüne bakıyorum; beyazlaşmış saçları, kurumuş gözyaşları, dayanılmaz bir sıcaklıkla kavradığı mızıkası, o ağlamaklı oturuşu, ‘bir kıyamet kopmalı ‘ dercesine mızıkayı çalışı… Ne çok şey dönüyor başımda. Kadıköy soluk bir resme dönüşüyor-neredesin, ne yapıyorsun?
Evet, fotoğraflardaki yüz çizgilerin, bakışların, giysilerin yaşadıklarımızı çağrıştırıyor. Moda’ya çıkan bir yokuşta yürümüşüz; kesik kesik bir şeyler anlatmışsın; bir arkadaşının üzüntüsü yapışmış diline.
..
Ben üşümüş bir Pazar yaşıyorum
Dediklerime aldırma
Bir gürültüdür büyüyor içimde
Sokaklarıma yalnızlık saplı seni düşünemiyorum
Sensizlik bana dokundu
Şiir yazacaktım elim varmadı
Seni düşünemiyorum
..
İzmir Dokuz Eylül Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği (DEDAK) ’ ın düzenlemiş olduğu Bozdağ Zirve (Rakım: 2157 m.) tırmanışı için 17 Ocak 2010 Pazar günü sabah 07.20’ de ekip arkadaşlarımızla buluştuk. Gece sabaha kadar yağmur yağmış ve hala da yağmaktaydı. Böyle yağmurlu bir Pazar sabahında Bozdağ kasabasına doğru yola koyulduk.
Bozdağ’ a geldiğimizde yağmur dinmişti. Bozdağ kasabasının içinde hiç kar yoktu. Ancak zirvelere yakın yerlerde karlar görünüyordu. Zirvelerin üzerinde ise kara bulutlar vardı. Yaklaşık 85 dağcı, yürüyüşe katılmak için İzmir ve Kocaeli’nden gelmişlerdi. Dağcı arkadaşlarla tanıştıktan sonra, rehberimiz Mümtaz Saygı hocamız katılımcılara: “ hoş geldiniz” diyerek. Ekibe yeni katılan arkadaşlara yürüyüş kuralları ve yürüyüş parkuru hakkında bilgi verdi. Katılımcılar fiziki yapı ve kondisyonlara göre gruplara ayrılarak, Bozdağ Mermeroluk batısındaki klasik rotamızdan yürüyüşe başladık.
Ormanlık alandan geçerken ılık esen rüzgârın uğultusu adeta kulağımızda hoş bir melodi oluyordu. Çam ağaçlarının kokusunu burnumuzda hissediyorduk. Bol oksijeni ciğerlerimizin en uç noktasına kadar çekiyorduk. Böyle ormanlık alandan geçerken yaklaşık yarım saat sonra şırıl şırıl akan bir dere ve şelale karşımızda duruyordu. Burada kısa bir mola verdik. Bu güzel manzaraları seyrederken bir yandan da cıvıl cıvıl kuşların ötüşünü dinliyorduk. Bu kısa molanın ardından yürüyüşe devam ettik. Yaklaşık bir saatlik bir yürüyüşten sonra ormanlık alan bitmişti.
Zirvelere doğru çıktıkça rüzgâr sert esmeye başlamıştı. Gölcük Gölü’nün göründüğü yerlere geldiğimizde karlar başlamıştı. Zirvelere çıktıkça kar kalınlığı artıyordu. Karların üzerine bastıkça “hart, hart” diye çıkan sesle yürümek bir harikaydı! .. Bu yılın ilk karlı kış tırmanışıydı. Zirvelere yaklaştıkça rüzgâr iyice şiddetini artırmıştı. Balıksırtı karlı yerlerden geçerken rüzgâra karşı direnmek için batonlarımızı sımsıkı tutup karın derinliklerine saplıyorduk. Kar kalınlığı bazı yerlerde 85 cm kadardı. Yaklaşık rakım 1800 metreye geldiğimizde bir sis bulutunun içinden geçmek zorundaydık. Sis bulutunun içine girdiğimizde görüş mesafemiz iyice daralmıştı. Yaklaşık 5 metreye kadar inmişti. Önümüzde giden beşinci kişiyi ancak görebiliyorduk. Bu yoğun siste zorlukla yürüyebiliyor adeta bulutlarla dans ediyorduk. Bu böyle yaklaşık yarım saat, zirveye kadar devam etti.
..
Bugün geldim kavuştum canlarıma.
Yarın Pazar kahvaltısını onlarla yapacağım.
Hangisi ile başlamalıyım karar veremedim.
Sımsıcacık Adana işi tırnak pidesi.
Arasına bir tutam Yeşil nane, maydanoz.
Bol bol limon sıkılmış pul biberli yeşil zeytin.
Sapsarı albeni ye dercesine alımlı kaşar dilimi.
..
ayrık imge denir bilmecenin kadınına
demir kelepçe çökmüş kollarına
dikenin Güllüyesi
Piyessa
..
Ah şu Pazar sabahları
Bir kovan dolusu arının elinden
bal almaya çalışıyorum sanki
Tel bir sicimle boğuyorum çevremdekileri
Aylardır yüreğime çalım atan aşkıma
Karşı cani oluyorum
Kahvaltı sofram bir Pazar sabahı
..
4 ocak pazar 2004
Herşeyin bir başı birde sonu olsa
Gök mavi, dünya'da yuvarlak kalsa
Merdiven dayayıp gökkuşağına baksam uzaklara
Sana uzanza bir elim hasret yüklü
Hasretler gitse sana beni anlatsa diye düşündüm dün gece
..
Anadolu topraklarında yükselen şövenist dalga,yani sologanvari bazda olsa dahi yükselen milliyetçilik üzerine durmak gerektiği düşüncesindeyim…
Ulusalcılık adı altında yükselen dalga sol kavramların içini boşaltıp demoğojik olarak kullanıyor. Esasen toplumların tarihsel gelişimine baktığımızda temel çelişkinin ulusal meseleler olmadığı açıkça görülür. Lenin’de,Engels’de eğer yanlış anlamıyorsam hiçbir dönemde ulusal meseleleri temel çelişki olarak görmemişlerdir. Fakat belli dönemlerde baş çelişki olarak görülmesi temel çelişkinin yerine geçtiği anlamına gelmez.
Günümüzde de esas çelişkinin emekle sermaye çelişkisi olduğu kaçınılmaz olarak görülmelidir. Emperyalizme karşı mücadeleden dem vuruyorsak, ‘’ulusalcılar kendini öyle lanse ediyor’’ bunun anti kapitalist temelini koymak durumundalar. Anti kapitalist temeli olmayan bir anti emperyalizm başarı şansının olması imkansızdır.Başarıya ulaşsa dahi emek sermaye çelişkisini çözüme ulaştıramayacağından ulusalcılığın gideceği yer günümüzde görülen milliyetçi şovenizm olur.
Kapitalizm kaşısın da emekçinin vatanı, dini, milliyeti ve cinsiyeti yoktur olamaz. Ezilen ve sömürülen sınıfın ortak olduğu payda emekçi olmasıdır. Nasıl ki günümüzde küreselleşen emperyalizmin tek ortak noktası halkları din, milliyet ve cinsiyet gözetmeksizin sömürmek için baskı altına almaksa, emekçinin de buna karşı mücadelesi baskı ve sömürüden kurtulmak için Ulusal değil sınıfsal temelde olmalıdır.
..
Yüreğimden götürdü seni
Pazar yağmurları,
Ilık ılık tadında yağdı sen giderken
Sarmaladım elimden geldiğince
Öptüm,öptüm seni tüm bakışlarımla
Soydum gecelerimden arta kalanlarla… seni.
Ama,
..
göyüzünde uçan kuş olsam
uçsam uçsam dağlar aşsam
yorulup da önüne düşsem
yar koynuna,sarsa beni
gökyüzünde uçan kuş olur idim
uçar uçar da dağlar aşar idim
..
Mahpushane dört duvar
Soğuktu, demir parmaklıklar
Aklımda bir tek sen,
Aaaah bir bilsen,
Hâkim bey müebbet verme
Yaşamak için sebeplerim var…
..
hala kulaklarımda gitmeden önceki son sözün
Hala içimde ayrılıgın kırıntıları
nedendir bilinmez
gülerken bile gözlerimde bir damla yaş
bir pazardı tozlu topraga yıkılıp kaldıgım
kapkatı kesilip cümlelerin boğuldugu
..
Çoşkun suya döndüm bendim yıkıldı,
Akıp gittim bir deryaya sel oldum
Kahi çıktım yağmur oldum bulutta,
Yağıp indim yer yüzüne göl oldum,
Bir damladan derya oldum dinmeden,
Çekirdeksiz orman oldum bilmeden,
..
İstemem gerekmez bana bu alem,
Gönlüm deryasında yüzdükten sonra,
Vuslatı aşk ile yaşarım her dem,
Dosta kavuşmayı bildikten sonra,
Metah gibi pazar pazar satıldım,
Dosta vardım meclisinden atıldım,
..
YOLLAR ÜSTÜNE
Dönsem gönlüme ben nazar eylesem.
Gönül Dostun, nazar Dostun, göz Dostun.
Varsam makamında pazar eylesem.
Makam Dostun, pazar Dostun, söz Dostun.
..
Silemedim ben bu hatıraları.
Aklıma düşersin göresim gelir.
Aramıza giren koca dağları.
Vurup sinesini delesim gelir.
Akıl sır ermiyor deli gönlüme.
Uykular girmiyor artık gözüme.
..