AHMET ZEYTİNCİ PAZAR ŞİİRLERİ

AHMET ZEYTİNCİ PAZAR ŞİİRLERİ

Ahmet Zeytinci

Lise yıllarında, cuma öğleden sonraları dağılırdık Ankara'nın sokaklarına. Yetmişli yılların sonu seksenli yılların başı idi tarihler. Daha İnternet hayatımıza yıldırım hızı ile girmemiş, adı bile geçmiyor hiç bir yerde, kimsenin bu konuda bilgisi yok. Aynı şekilde cep telefonu da yeryüzün de daha kullanımda değil. İşte o yıllar biz gençlerin en büyük tutkusu, bilardo salonlarında bilardo ve masa tenisi oynamak. Aramızda bu işi çok iyi becerenler olduğu gibi, benim gibi yeteneksiz amatörlerde var; sonradan epey geliştirmiştim ama kendi hakkımı yemeyeyim...

Tunalı Hilmi Caddesinde ki Öztekin Bilardo Salonu biz liseli gençlerin en büyük buluşma yeriydi. Sabahçı olduğumuzdan, cuma öğleden sonraları, çantayı atıp, kravatları çıkartıp, spor ayakkabıları ve kot pantolonları alta çekip doğru oranın yolunu tutardık. Sigaraları da yeni yeni ciğerlerimizle buluşturuyoruz. Sonradan kokusu çıkacak ama serde gençlik var, arkadaşlarımız içiyor biz içmesek olmaz, millete hava basmasak olmaz. O yaşlarda ki delikanlı psikolojisi işte ne yaparsınız?

Cuma günü sabahı bir başka mutlu olurduk. Öğlen saat 13.00 oldu mu son ders zili çalacak demektir ve sınıfta ki kız, erkek bütün öğrencilerin gözü illa ki saatte. Hele bir de son ders, önemli bir ders değilse, beden gibi, müzik gibi, gönül yaylarımız iyice gevşemiştir o dakikalarda. Tatlı tatlı sohbetler olur son derste. Her türlü muhabbete varız gençlik olarak, ceylan muhabbeti, geyik muhabbeti, muhabbetin yüz çeşidi...

Bir de Kızılay'da Sakarya Biracıları var. Çok sık olmasa da, ara sıra oralara da takılıyoruz. İki bira, bir tabak kızarmış patates önümüze geldi mi değmeyin keyfimize. Hesap her zaman ki gibi öğrenciye en uygun ödeme şekli ''Alman Usulü'' yani herkes kendi kesesinden yesin içsin saltanatım var benim durumları diyeyim siz anlayın...

Ortaokula ilk başladığımızda cumartesi yarım gün olan öğrenim daha sonra lise yıllarında kaldırılınca tatilimiz cumartesi ve pazar olmak üzere iki güne çıktı. Bir de sabahçı olduğumuzdan, cuma öğleden sonrada tatil ve iki buçuk gün biz liselilere ilaç gibi geliyordu. Ortaokula giden ve öğlenci olan kardeşlerimiz haliyle bu duruma epeyce bozuluyor olsalar bile, biz de onlara ''Aslanım bu iş sırayla siz de bizim sınıflara gelince aynı şeyleri yaşayacaksınız.'' diyorduk...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Pazar günü havalar güzel olunca, güneş tepede bütün güzelliği ile bize gülümseyince, ister istemez insanda havadan sudan yazılar yazıyor. Dün Cim bom maçı kazanınca bizim de haliyle koltuklarımız kabartma tozu sürülmese bile yine de kabarıyor. Başlıyoruz bugünkü Fener-Beşiktaş maçını beklemeye. Amaan boş verin ya! Fener şampiyon olsa ne olacak Galatasaray şampiyon olsa ne olacak biz bugünlerde her Türk erkeğinin olduğu gibi ekmeğimizin peşindeyiz, sonuçta hepsi yurdumuzun güzide spor kulüpleri. Yeter ki yöneticiler işi ağız dalaşına döndürmesin...

Pazar günleri bütün mesaim, çok önemli bir şey yoksa aileme ve çocuklarıma ait onu hemen söyleyeyim. Bu pazar da öyle oldu. Oğlan arkadaşlarına gitti, hanım da bayan bayana bir toplantıya, bendeniz de kızım ile doğru Gölbaşı'na. Baba kız oturduk bir kafe restoran türü bir yere, ortaya gelsin patates kızartması, yanına iki meyve suyu gel keyfim gel, değmesin yağlı boya. Bazıları diyor ''Kızarmış patates zararlı, bal tereyağı zararlı, kırmızı et zararlı beyaz et yiyin'' vallahi ben her şeyi yiyorum kolesterol de sıfır, tansiyon da, ölçtürmediğimden dolayı, işte böyle...

Göl haliyle deniz gibi değil daha sakin, dalgaları daha az, sanki daha bir dinlendirici denize nazaran. Bizler Ankaralı olarak denizden yana fazla nasibimiz olmadığı için, ufak tefek derelerle, çaylarla, göllerle idare ediyoruz ne yapalım. Ama şunun ile de kendimizi teselli edebiliriz, bizde de deniz olmadığı için İstanbul ve diğer deniz olan illere nazaran daha az kalabalık nüfusumuz vardır...

Göl kenarında Belediyenin güzel bir tesisi var çoğu zaman biz oraya gideriz. İçki satılmıyor, güzel kaliteli restoranları var, kıyı şeridi var çok düzenli veee içinde bir de tesiste tur attıran tren var, kızımda o trene bayılıyor.

Aslında Ankara'nın başka görülecek mesire yerleri de var dolu. Kızılcahamam, Beypazarı, Elmadağ, Nallıhan ama çok da yakın değiller merkeze, o sebep ile her zaman da gitmek kısmet olmuyor, haliyle her şeye ekonomik bakıyoruz çoğu zaman...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Kızım daha okula gitmiyorken elinden tutar bakkala ya da markete götürürdüm, götürürken de marş söylerdik beraber ''Başka bir aşk istemez aşkınla çarpar kalbimiz, ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz'' bilirsiniz bu marşı çoğunuz, ilkokulda söylemeyeniniz yoktur. Şimdi büyüdü artık eski kadar sık olmasa da yine söylüyoruz bazı bazı, maksat küçük yaşlardan vatan sevgisini öğrensin keratalar...

Şu sıralar herkes maça kilitlenmiş durumda olay oldu, sanki Türkiye'nin Fenerbahçe-Galatasaray maçından başka derdi yok. Adam asgari ücret ile dört kişilik ailesini zor geçindiriyor, hanımına da yalan söyleyip İstanbul'a maça gidiyor, yazık çok yazık anlamak zor gerçekten böyle insanları. Başkan da demeç vermiş ''Cimbom son maçta Fenerbahçe stadında kupayı kaldırırsa ben de kahrederim'' diye. Sanki biri başka ülkenin takımı, meydan muharebesi değil ha yapılan spor karşılaşması, fanatikliğin bu kadarına hiç lüzum yok bence...

Havalar iyice gevşedi, geçen hafta biraz uzandık Gölbaşı'na ama yine de ara ara yağmurlu günlerde olacak, olması da lazım çiftçiler açısından düşünürsek eğer...

Pazar öğleden sonra çıktım bir alışveriş merkezine. Bu sıralar araba ile fazla uzaklara gitmiyorum. Eee benzin aldı başını gitti, beş liraya doğru tırmanıyor, kolay değil arabaya benzin yetiştirmek. Hatırlıyorum da bundan bir buçuk sene önce iki lira yetmiş kuruş civarındaydı. Nerdeeen nerelere gelmiş fiyat. Maaşlara yüzde on zam, benzine yüzde seksen, oh ne âlâ, ben de yönetirim böyle güzel güzel ülkeyi...

Kuşların cıvıltıları çoğu zaman kulaklarımıza kadar geliyor. Pazarları kızımla çoğu zaman site içinde dolaşıp bilumum hayvanatı ziyaret ediyoruz. Köpek var, kedi var, kuş zaten dolu. Kızım illa da köpek istiyor, hanım ile ben de şimdilik karşı çıkıyoruz, almak ile bitse bakımı da var tabi. Ben kedi getireyim kızım sana diyorum, ona da yanaşmıyorlar. Kedi parasız pulsuz, işyerinde ki mahallede daha önce bahsettiğim yavrulardan bir dolu var ki. Biz de işin ekonomik yönüne bakıyoruz haliyle, köpek en az beş yüz kâğıt, kedi bedava, Çakırın yavrularından...

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Uzun ve ince belliydi, mis gibi de kokardı ayrıca, onun kokusunu duydular mı diğer insanların aklı başından giderdi. Onun ile sıcak bir ortamda buluşmak, kaynaşmak için can atardı en çok sevdiği sarışın beyaz tenli, onun ile tenlerinin birbirine kopmamacasına sarılmasıydı tek istediği. Sarışınlara özel zaafı vardı, kendisinin rengi kahve olduğu için hiç bir zaman komplekse girmedi. Karşısında ki sarışında hiç bir zaman onun kahverengi oluşunu dert etmedi. Birbirlerinin renklerini, bazı insanların, milletlerin yaptığı gibi dert etmediler kesinlikle. Tutku ile birbirlerine o kadar bağlıydılar ki onları hiç bir zaman başkaları ile düşünemezdi kimseler. Hani birbirlerine de çok yakışıyorlardı, en azından çevresindekiler öyle söylüyorlardı...

Bazen marketlerde ayrı ayrı takılırlar, çoğu zaman bir araya gelemezlerdi, karşıdan birbirlerine el sallarlardı. Ancak bir hayırsever onların ikisini birden yanına alırsa ki çoğu zamanda bu cumartesi ve pazar günleri gerçekleşirdi, ikisi de o günleri yani cumartesi ve pazarları iple çekerlerdi. Tatil günleri kavuşma günleriydi, birbirleri ile kaynaşma, sevme ve birbirlerinin içinde kaybolma günleriydi. Öyle bir aşktı ki bu buluşup kaynaştılar mı yok olana kadar sevişirlerdi ama bu yok olmak onlar için bir acı sebebi değil mutluluk vesilesi idi, yok olarak mutlu oluyorlardı...

İkisi de onların dünyaya gelme sebebi olan canlıların birer parçasıyken dünyaya geldikten sonra mutlaka bir şekilde birbirlerini buluyorlardı. Onların aşkı belki Mecnun ile Leyla aşkı, belki Ferhat ile Şirin aşkı, belki Tahir ile Zühre aşkı gibi yere göğe sığmayan kutsal ve bir o kadarda coşku dolu heyecan dolu bir aşktı... Coşku ile bir araya gelirler ve coşku ile yok olurlardı. Ateşe doğru koşan pervaneler gibi...

İşte yine bir pazar günü, karşıdan gelen Halime Hanımı her ikisi de görmüştü ve Halime hanımı daha önce tanıyıp bildikleri için, kendilerini çok sevdiklerini biliyorlardı. Lakin kafalarında da bir soru işareti yok değildi hani. Halime hanım ya ikisinden birini yanına alıp da diğerini almamazlık ederse, şimdiye kadar hiç yapmamıştı ama ya yaparsa; kurt düşmüştü bir kere içlerine. Dua etmeye ve kavuşmak için dakikaları, saniyeleri saymaya başladılar. Halime Hanım önce ekmek reyonundan bir iki ekmek aldı, daha sonra sebze ve meyve reyonuna geçip oradan da elma ile portakal ve bir iki değişik meyve daha alınca ikisi birden ''Hah şimdi bizim yanımıza gelir.'' diye içlerinden geçirseler de, Halime Hanım kuru yemiş reyonuna yönelip oradan da ihtiyacını aldıktan sonra, nihayet onların yanına gelmişti. Yürekleri pır pır etmiş sevinçten göklere uçacaklardı nerede ise...

İkisini de arabaya arka koltuğa alıp doğru eve gelmişti Halime Hanım. Ve aşklarının pekişmesine artık dakikalar vardı. Halime hanım mutfağa girince anlamışlardı kavuşma zamanının geldiğini. Hele de tavayı ve ateşi görünce heyecanları iki üç kat daha artmıştı. Birbirlerine öyle yakışıyorlardı ki aşkın değişik şekillerinden biriydi bu aşk da yumurta ile sucuğun aşkı ve o tavada ateşli bir şekilde beraber olmaya başladılar mı yok olup gideceklerini bilseler bile her zaman aşk ile coşku ile başka zaman dilimlerinde yine bir araya gelecekler ve yine sucuklu yumurta olarak zengin menülerde ki yerlerini alacaklardı. Onların aşkları hiç bir zaman magazin gazetelerinde yer almadı ve o büyük aşk yaşadıklarını söyleyen sansasyonel artistler gibi iki üç günlük, üç beş aylık bir beraberlik değildi asla. İnsanlar var oldukça onlarında aşkı hiç bitmeyecekti. Bütün bunlara bir çok yemek kitapları, ev hanımları ve aşçılar da şahitti...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Siz hiç aynı anda iki üç işi birden yaptınız mı ya da yapana rastladınız mı? Gerçekten zor bir olay ama benim bildiğim bu işleri yapan çok tanıdığım var. Bende de oluyor bazen böyle durumlar. Geçenlerde Pazar akşamı elime gazeteyi aldım. Türk erkeklerinin yüzde doksanının yaptığı gibi gazeteyi spor haberlerinin olduğu en son sayfasından okumaya başlarım, öyle de yaptım. O sırada da televizyonda sevdiğim dizilerden biri başlamaz mı? Haliyle o da seyredilecek. Bu arada sitede ki şiirlere de yorum yazmam lazım. Aha da iki iş derken, oldu mu üç iş. Ayak tırnaklarım da uzamış onları da kesmem lazım bu arada. Bir beşinci ya da altıncı iş bulursam herhalde kafayı yerim eninde sonunda.

Çok sakıncalı bir durum gerçekten, üç beş tane işi ayrı ayrı yapmaya kalkıyorsanız zaten çok yoğun bir insansınız demektir. Gazetenin spor sayfası, her ne hikmetse biz Türk erkeklerini çok cezp eder. Fenerbahçe berabere kalmış, Kartal yabancı saha da galip, Trabzon berabere, sonra televizyonda ki o popüler diziye bakılacak, dizi enflasyonu var beyaz cam da, daha sonra da şiirler beni bekler dört gözle, bir de sitem ederler geç kalırsam ‘'Nerede kaldın Ahmet ağabey ya, yorumsuz bırakma bizi'' diye. Tırnaklarını da sonra boş bir zaman da kesiver. Hey dostum, kardeşim Ahmet'im şunları tek tek yapsan da işleri birbirine karıştırmasan. Sadece bunlar ile kalsa iyi. Bir gün dolmuşa bindim. Orta sıralarda oturdunuz mu arkadan paralar tek tek ileriye iletilmek üzere gelir, şoföre ulaşır, şoför para üstü verir, o paralar tekrar geride ki kişilere ulaşır, ayakta gidiyorsanız ve trafik polisine denk geldiyseniz, şoförün talimatıyla bir de çökersiniz, o arada kendi paranızı vermeye ve paranız bozuk değilse üstünü almaya çalışırsınız. İşte size aynı an da yapılan iki üç iş...

Seyrettiğim televizyonda ki bir dizide vardı. Birçoğunuz da seyretmişsinizdir mutlaka dizi oyuncusu geçim sıkıntısı çektiğinden dolayı bir iki işte birden çalışıyordu. Toplumda da birçok kere şahit olmuşsunuzdur. İşportacılık yapan ilkokul öğretmenleri, yine geceleri taksicilik yapan devlet memurları, garsonluk yapan başka devlet memurları saymakla bitmez.

Esnaf olduğumuzdan belirli saatlerde dükkânımız müşteriler ile dolmaktadır. Bir müşteriye hizmet verirken, diğer müşteri başka bir şey istemekte haliyle ona da cevap verilmekte o arada telefon çalarsa haliyle ona da bakacak kimseler yoksa telefonda ki kişi ile de muhatap olunacaktır...

Bir akşam saat yedi gibi eve geldim. Üstümü başımı çıkarıp ellerimi de yıkadıktan sonra sofraya geçtim. Hanım da bir güzel yemekler yapmış ki usta aşçıdır da ha bizimki kendi hanımım diye söylemiyorum. Sofraya bir güzel Ezogelin çorbası geldi. Onu içerken bir taraftan da karşıda ki kızıma derslerini iyi çalışması konusunda nasihatler ederken, diğer tarafta oturan oğluma diploma projesinin nasıl gittiğini soruyorum, her ikisinden de ayrı ayrı cevap aldıktan sonra günlük gazeteyi de dizime koymamış mıyım? Bu arada hanımın gününün nasıl geçtiğini sorup öğrenirim. Maksat zamandan kazanmak... Daha bu işler bittikten sonra İnternetin başına geçilip de onlarca şiire yorum yazılacak, üç beş öykü ve deneme okunacak beğenilenlere yine kayda değer yorumlar yazılacak. Bu arada başımı kaşıyacaktım. Yan oda da ki kızıma sesleniyorum hemen ‘'Kızııım gel de boşsan bir şu başımı kaşıyıveeer.''

..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Öyle yıllar öncesi sıradan bir gün. Bir pazar günü Ankara'nın Yenimahalle semt pazarına gitmişiz. Bir saat kadar pazarda alış verişimizi yaptık, daha sonra elimizde ki malzemeleri o zaman ki arabamızın bagajına yerleştirip arabayı hareket ettirdik. Tam ana yola çıkarken önümüzden yıldırım hızıyla bir motosikletli geçti ki az kalsın çarpışıyorduk. Ramak kalmıştı sizin anlayacağınız. Ben yola çıkınca o da az önümde, motorun arkasında da bir kişi yani iki kişiler. Neresinden çıkardıysa kocaman bir bıçak çıkardı ve gösterdi bıçağı. Hani cart curt edersen seni gıdım gıdım doğrarım mı demek istiyordu neydi? Ben oralı olmayınca gazlayıp gittiler. Yanımda hanım, çocuklar. Kafaya takmış da peşlerine takılmış olsam belki de bu gün hani ...ok yoluna gitti Niyazi durumları da olabilirdi...


Bir gün Eskişehir yolunda kırmızı ışıkta durmuşum. Yanıma gayet lüks bir araba yanaştı. İçinde gayet yakışıklı iki tane delikanlı. Direksiyonda oturan gayet sakin camı açtı. Bana bakıyor bir anda göz göze geldik. Döndü bana ''Amca gel istersen anahtarına kapışalım mı?'' Allah Allah bana mı diyor bu velet hem Amca hem de kapışalım lafını? Baktım kırmızı ışıkta da bizden başka kimse yok. Ne desem ki şimdi ben buna? Baktım adamın arabası son model BMV benim araba ise orta direk arabası da sayılır yani Opel Astra... Biraz dalga geçsem şunlarla. Yok, yok dalgada geçmemeliyim. Adamlar iki kişi şimdi arabadan iner bana saldırır maldırırlar. Neme lazım. Döndüm gence ''Sen bu anahtara benim ne kadar zor sahip olduğu mu biliyor musun?'' dedim. Adamlar yeşil ışık yanınca bir topukladılar ki onların egzoz dumanından neredeyse benim araba kaybolacaktı... Bunun ile küçük abdest yarıştırsam, yarıştırmaya girsem kesin hayattan kopmuş, ahretin yolunu tutmuştum...


Geçmiş zamanın birinde, Kızılay da bir pazar günü arabamı park edip dolaşacağım. Tam kapıları kilitledim hemen yanıma ağzı leş gibi kokan, kafa tamamen dünyadan kopmuş pejmürde kılıklı bir adam yaklaştı. ''Ağabey arabana biz bakarız sen hiç merak etme.'' Ne yapabilirsiniz böyle bir durumda? Ya defol git almayayım ayağımın altına seni deyip o adam ile çatışmakta var. Ya da eline üç beş kuruş sıkıştıracaksınız. Onu yapmazsanız, arabayı bırakıp gittiğinizde her tarafı çizilmiş de bulabilirsiniz arabanızı, beş yüz lirada sonra boyatmaya verirsiniz. Görünen köy kılavuz istemez, adam sarhoş, verdiğiniz parayla yine içecek belli ki... Bıçağı çekip niye bana para vermedin diye sizi yaralayabilir, öldürebilir de... ''Eyvallah ağabeyim al sana beş lira iyi bak arabaya.'' Sen bakmazsan zaten arabanın hali harap yani...


Eski günlerden bir zaman dilimi, doksanlı yıllar belki. Oğlunuz komşunun aynı yaştaki oğlu ile saç saça baş başa kavga etmiş. Her ne kadar çok katlı apartmanlarda komşuluk zayıfsa da, çok görüşmeseniz de, adı üstünde, komşu işte. Ne olmuş yani çocuklar kavga ettiyse, bu gün kavga ederler yarın can ciğer kuzu sarması olurlar. Gidip de komşumun ağzını burnunu kırsam ben de onun hem çocuğunu hem de babasını dövsem diye aklınızdan geçirdiyseniz, hayatınızın hatasını yaparsınız bence. Belki adam size bir yumruk atar, siz de altta kalmamak için ona sallarsınız bir yumruk. Hadi adam da kalp rahatsızlığı var küt birden gitti. Öldürdünüz onu. O öldü mü siz de yarı ölüsünüz demektir. Mahkemeler ceza evleri sizi bekliyor. Hâlbuki ne gerek var. İyi ki bu davranışlara takılmadım, yoksa çoktan hayatım kaymıştı belki de...
..

Devamını Oku
Ahmet Zeytinci

Pazar günleri insan ne yapar çocukları ile? Bahar ve yaz aylarında pikniğe gider, sonbahar ve kış olduğu zaman da bulunduğu şehrin tarihi ve turistik yerlerini ziyaret eder, değil mi? Biz de öyle yaptık kızımcım ile... Ooo o kadar çok tarihi ve turistik yer var ki başkentim Ankara'da, sayısını ve yerlerini söylesem şaşar kalırsınız. Hem de dört katlı, beş katlı, bazen altı yedi katlı bu tarihi ve turistik yerler, hem de oto parkları bile var. Bizim Ankara'mızın insanı çok tarih meraklısıdır. Hiç boş bırakmaz bu tarihi ve turistik yerleri hafta sonlarında. Giriş bedava olsa da, çıkışta dağıtır paraları, hamburgercisinden, sinemasına, ayakkabı mağazasından, konfeksiyon mağazasına kadar. Sonrada burayı yapan, yaptıran atalarına bolca dualar eder. Tabi mağazaların sahipleri de gelip alış veriş yapanlara dualar ederler, her şey karşılıklı değil mi ama?



İşte böyle bir pazar günü geldik semtimizde ki büyük, büyük ve dahi kocaman hem alışın hem de verişin olduğu yere. Arabamızı park edip katlara çıkınca, her tarafın ışıl ışıl olduğu bu renkli dünyanın cazibesine kapılmamak elde değil. Burada en çok da sevdiğim şeylerden birisi elektronik kapıdan geçerken alarmının çalması. Ya bir cep telefonuna ya da bir metal eşyaya zır zır öyüyor. Ben de onu öttürmesini çok seviyorum. Sanki bana önemli bir adammışım hissi yaşatıyor kısa bir zaman dilimi de olsa.



İçeride bir dolu insan yaşlısından gencine. Tam da zamanıydı sanki küçük ve büyük abdeste aynı anda sıkıştım. Elimde ki çantayı kızıma verdikten sonra doğru WC'ye... Oooo cıstak cıstak ''Aaamet beylerde gelmişler.'' diye kimse demedi ve kapıda da karşılamadı beni haliyle... Kime ne ya bir teşaşür yapacağız diye. Sade sen mi sıkışıksın, herkesler aynı dertten muzdarip arkadaşım, sıraya geç bakalım önce. Geçerim sıraya ve içeriden o meşhur sesi, sifon sesini beklemeye koyulurum. Tünelin ucunda ışık ne zaman görünecek bakalım? Hah biri çıktı, benden önce gelen amca hop daldı. Amca çok sıkışığım sıranı bana ver temizinden sana bir on kağıt vereyim desem, verir miydi ki acaba bana sırasını? Yok, yok vermezdi, ben kendimden bilirim, bu sıkışmak abdeste başka bir şeye benzemez ki sonrasında ki mutlulukta hayatta ender rastlanan mutluluklardandır.

..

Devamını Oku