Eski, çivit mavisi, solgun duvarlar,
Kuytu bir köşede, mahzun bakıyor,
Gözlerinden damla damla yaş akar gibi…
Dökülmüş kireçleri, soyulmuş yer yer,
Paslı büyük bir çivi, saplı kalbine…
Sımsıkı tutunmuş hüzün duvara,
Her gün bu kadar güzel mi bu deniz?
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Devamını Oku
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Paslı Çivi
Eski, çivit mavisi, solgun duvarlar,
Kuytu bir köşede, mahzun bakıyor,
Gözlerinden damla damla yaş akar gibi…
Dökülmüş kireçleri, soyulmuş yer yer,
Paslı büyük bir çivi, saplı kalbine…
Sımsıkı tutunmuş hüzün duvara,
Yılların anıları sanki bu çivi,
İç içe geçmiş duvarlarla…
Sakın çekip çıkarmayın, yarası derin,
Anılar fışkırır birden dört yana…
Perçinlenmiş, kaynamış, tutmuş pas,
Görmez misin, ne hazin, ne gamlı bakar,
Yüzünü kaplamış gibi bitmeyen bir yas…
Duvarlar, eskimiş çivit mavisi,
Suskun ve küskün, bir gelse dile,
Kireçleri yer yer dökülse bile,
Mıhlanmış kalbine tüm acıları…
25 Ocak 2016
Halenur Kor
PASLI HANÇER
Akşamüstü Kaleiçi’nin daracık karmaşık sokaklarında dolaştım bir süre… İki katlı, ahşap, cumbalı asırlık Rum evlerinin arasında… Kimisi kıyamdaydı hâlâ, kimisi rükûda… Secdeye varanlar da vardı ne yazık ki! Kırmızı çamurla birbirlerine tutturulmuş bahçe duvarlarıyla çevrili, sarnıçlı avlularda çiçekler, palmiyeler, meyve ve çam ağaçları, onları sağlıklıymışlar gibi göstermeye çalışıyordu. Oysa Kaleiçi, içten içe çürüyordu…
Dalgınlıkla başka bir ara sokağa sapmışım. Sağ tarafta, yükseklerden düşmüş bir ev çıktı karşıma. Çatısı çökmüş, duvarları göçmüş, taban tahtaları enkazla kaplanmış bir harabe… Mahremiyeti kalmamış bir yıkıntı…
Kat kat badanalanan, badanalandıkça derisi kalınlaşan, kabaran yerleri sıvana sıvana sıvana engebeli hale gelen, ağartılmaktan yılındığı için kireci çivit katkısıyla mavileştirilen epeyce geçkin, soluk benizli, kanı çekilmiş hasta ve yaşlı duvarlar birbirine bakakalmış… İnşa edilirken görüp âşık oldukları benzerleriyle yıllar sonra nihayet yüz yüze gelmişler ama ne çare ki bu yüzleşme yüzlerce yıl sonra gerçekleşmiş ve hiçbiri gençliğini, güzelliğini ve sıhhatini muhafaza edememiş, dişi dökük, beli bükük birer pir-ü faniye dönmüşler.
Kurtuluş Savaşı sırasında iman eden, o günden beri Kaleiçi’nin bu kuytu köşesinde, sallana sallana Hu çeken eski bir Rum evi… Yarı yeri küudta, yarı yeri secdede…
Secdede olan tarafın iler tutar yeri yok, yüz ifadesi meçhul… Kaidede olanın gözleri mahzun mahzun secdeye bakıyor. Yeryüzündeki her yaratılan gibi toprağa… Sanki akıbetini biliyor, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını… Derin bir huşu içinde diz çökmüş vaziyette put gibi duruyor. Mahzun bakışları buğulu, gözleri dolu dolu… Dokunsan ağlayacak!
Sonunda, canları pahasına hasreti bitirmiş, kavuştukları andan beri birbirlerinin gözlerinin içlerinde kendilerini yitirmiş yıkık duvarların yüzleri yıpranmış, derileri kavlamış, kabuk kabuk kalkmış. Ah o asırlardır birbirlerine hasret kalan duvarlar! Kim bilir her birinin bağrında birer hançer gibi saplı duran aşklar, içlerini deşsen ne çok acı tatlı anılar var!..
Aşk, bir ıstıraptır, ne yandan baksan. Ya karasevdadır ya da sonu ayrılık ki acısının sökülüp atılması imkânsızdır! Hüzün mayalanır gönüllerde, yürekleri kaplar, iyice yer eder, paslı bir hançer gibi çekilip çıkarılamamacasına! Yılların acısı, kederi kemikleri deler geçer, ta iliklere işler! Gözyaşlarıyla çürüyen mendiller gibi çürütür insanı, mahveder!
Duvarlar da işte öyleydiler. Üstlerinden atamamışlar yıllar yılı akıttıkları gözyaşlarının oluşturduğu kesif rutubet kokusunu. O koku Kaleiçi evlerinin duvarlarına sinmiş bir kere, ciğerlerine işlemiş!
Öyle yer etmiş ki çektikleri ıstırapların hançerleri yüreklerinde, öyle derine işlemiş ki hem de, bağırlarından sökülüp çıkarılırsa, onunla birlikte ne dertleri varsa döküverecekler sanki… Sanki dökülüverecekler ipi kopan kehribar bir tespihin taneleri gibi takır takır…
Bir dokun, bin ah işit, kâse-i Fağfur’dan… Bırakın, dokunmayın! Deşmeyin yaralarını! Aşklarını, hasretlerini, acı tatlı bütün yaşanmışlıklarını içlerine gömmüşler o hançerlerle beraber; gizemli halleriyle, gizli dertleriyle birlikte gömülmeyi beklemekteler…
Hayatın çoğu sıkıntı, acı, keder, hasret, gam kasavet… Mutlu ömür yok, ömürde mutlu kareler var nihayet… Ayrılıklar, ölümler… Nedense mutlu günlere ait tablolar kalmaz da yıkıntılara dönmüş, dibe vurmuş hayatların duvarlarında, hep acıklı anılara ait resimler ve çoktan başlarındaki taşlara yazılmış ya da yüreklere kazınmış isimler kalır. Hani o bazen torunların aldığı ya da vird edindiğimiz isimler… Ah, o yoğun hüzünlü resimler ve o unutulmayan, unutulamayan isimler!...
İsimler… Ünlü ünsüz isimler… O isimler, ne resimler basmışlardır hasretle bağırlarına: “Can!..” diye diye! Ne yadigârlar saklamışlardır, zaman zaman açıp havalandırdıkları naftalin kokulu ceviz çeyiz sandıklarında… Bohçalara sarılı giysiler, örtüler, çevreler, mendiller, yazmalar, takkeler, tespihler, çerçeveler... En çok da çerçeveler… Çerçevelerdeki resimler ne kadar da önemlidirler! Resimler ve nameler… Ne denli nemlidirler!
Duvarlar… Artık nicedir geçit vermez ayrılıkların insafa gelip aradan çekilivermesiyle birbirlerine kavuşan, gözlerini kırpmamacasına hasretle bakışan karasevdalı duvarlar… Ne acıdır ki asırlarca vuslat ateşiyle yandıktan sonra belleri büküldüğünde, dizleri tutmaz olduğunda kavuşmuşlar. Gençlik, güzellik elden gitmiş, derileri buruşmuş, yüzleri kırışmış, gözlerinin feri bile kalmamış!
Duvarlar… Bağırmış çağırmış, yanmış yakılmış da artık feryat edecek güçleri kalmamış, sesleri kısılmış duvarlar… Yüreklerine gömmüşler dertlerini, üstlerine birer taş basmışlar! Nicedir suspus olmuş, durulmuşlar. Süklüm püklümler... Hiçbir şey söylemezler, ser verir de sır vermezler!
Hele bir çözülse dilleri! Dillerinde ne varsa döküverseler birer birer… Yaşadıklarını, yaşatılanları, gördüklerini bildiklerini, hele hele çektiklerini bir deyiverseler! Bir kez olsun açıverseler sırlarını, havalandırıverseler içlerine attıkları naftalin kokulu anılarını! Birer birer çıkarsalar dışarıya hayallerini, hayal kırıklıklarını… Aşklarını ıstıraplarını… Ölümleri zulümleri… Açsalar ipek bohçaları… Birer birer dökseler ortaya ne varsa… Koklayıp koklayıp öpseler, tane tane bizlere gösterseler!
Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın insanlar, bazı duygular vardır aşk gibi hasret gibi… Bazı acılar vardır, ölüm gibi iliklere işlemiş… Öylesine yer etmiştirler ki vaktiyle, asla sökülüp çıkarılamazlar!
Hele aşk! O öyle bir hançerdir ki kalbe saplanır, gönle yaslanır, orada paslanır kalır da can bedenden çıkmadıkça yerinden çıkmaz!
Yer yerinden oynasa, bir milim oynamaz! Kıyamet kopsa kılını kıpırdatmaz! Alaşım olmuştur yürekle. Can bedenden çıksa da… Asla çıkmaz o paslı hançer!
***
Onur BİLGE
Harikasınız sevgili arkadaşım...
Önce GÜNÜN ŞİİRİ olarak kutluyorum. Şair; yüreğindeki acıları o kadar imalı anlatmış ki hala o acılarla yaşadığını hisserdi, bana.Evet. beğeni ile okunabilecek anlamlı şiirdi. tam puan +ant. tebrik ederim. selam olsun.
yüreğine sağlık.
selam ve sevgiyle.
hatıralarımız da olmasa neyimiz var ki.iyi ki de varlar.ayakta tutuyorlar..çok güzeldi.alkışlıyorum.
Ah o çivilerin dili olsa her yaşadıkları anıları Destanlarında anlatsalar Hayatın güzelliklerini ,çirkinliklerini sergileseler.Geçen zamanın ne kadar kıymetli olduğunu önce paslı olmadığını şimdi ise kireçleri dökülen duvarlarda paslara mahkum olduğunu anlatabilseler... şairi kutluyorum
Bazı resimler hep ıslaktır bazı duvarlar hep dökük bazı ömürler hep sökük..
belki bundandır maviye sıkı sıkı tutunuş.
Anılar yaslı olsa da...
harika bir şiir okudum..
Kutlarım kalemin içtenliğini..
Sevgiler...
Sakın çekip çıkarmayın, yarası derin,
Anılar fışkırır birden dört yana…
Perçinlenmiş, kaynamış, tutmuş pas,
Görmez misin, ne hazin, ne gamlı bakar,
Yüzünü kaplamış gibi bitmeyen bir yas…
O duvarlarda donmuş ve saklanmış hasret, sevda, maziye itilen anılar dizisi,... her dizede buram buram hissediliyor, yaşanıyor.
İçtendi,etkileyiciydi.
Tebriklerim ve sevgilerimle.
Evet kimbilir o duvarlar o ev hayatin icinde nelere sahit oldu,ne mutluluklar,ne acilar yasadi..o kirec boyali duvarlara ne anilar,ne hatirlar emanet edildi..belki bir dede yadigari guguk kuslu saat,belki siyah beyaz bir aile resmi..hep yükü en agir olan hatirlar asilirdi o pasli ama saglam civilerin uclarina.. Beni de alip yillar öncesine,her tasindigimiz evin duvarlarinda kalan o civilerin hatiralarina götürdü bu oldukca duygu yüklü anlamli siir..Bu güzel siirinizi ve degerli sahsinizi yürekten kutluyor,selam ve saygilarimi iletiyorum..Hosca kalin Halenur Hanim..
Yürekte pas tutmuş anılar,acısı çok derin belli,paslı çivi konuşamıyor fakat dizeler ses olmuş,dillenmiş okuyucuya hüzün yansıyor.
Kutluyorum Halenur hanım'cığım,nicelerine.Sevgilerimle...
geçmiş zaman olurki,geçmişte yaşanan iyi günler unutulmuyor,insan çivi gibi paslanıyor ama yinede tadı damağında kalan günleri özlüyor çok güzel bir şiir kutlarım.Halenur hanım .nicelerine...
Bu şiir ile ilgili 39 tane yorum bulunmakta