pazartesi akşamı da
gidemedim bu kentten
o değin zor ki
insanın tüm sevdiklerinden ayrılması
ve kendi ayaklarınla kodese gitmesi
hem de en sevdiklerini
yaşlı gözlerle geride bırakarak
O değin zor ki sevdiğim.
ama gitmem gerek yasalar gereği,
suçluyum çünkü ben
zaten
suçlu olduğumu bildiğim için gidiyorum ya.
eğer insanın hakkını araması,
haksızlığa karşı çıkması suç ise..
siz şölen'' devrimcilerine veda ettikten sonra
son bir kez kenti dolaşmak geldi içimden
yanımda işçi arkadaşım necmi
atladık bizim eniştenin emanet otoya..
dolaştık tüm sokakları
senin içinde yaşadığın
çamurlu, tozlu sokakları
anılarla dolu taşlı sokakları..
''şölen'': birahane
ecede içtik dostlarımla biraz
ilk sarhoşluğumu gecenin
aksakalın küçük bir meyhanesinde tattım
bira, rakı ve şarap karıştı birbirine
arkadaşlarımla, köydeki dostlarımla
bir de recep diye biri vardı içlerinde
otuz - otuz beş yaşlarında
bir de ısındık birbirimize..
kadehler boyu anlattık durduk
hep hükümete söylendi bir ara
pancar paralarını vermedi diye
haklıydın be recep haklıydın
sen de benim gibi haklıydın
içtik dertlerimizi kadehler dolusu
içtik kadehler dolusu dertlerimizi
ve daha fazla sarhoş olmadan
sarmaş dolaş vedalaştık birbirimizle.
sl salladık köylü dostlarımıza..
sonra..
götürdüler beni anamın,
mis gibi kireç kokan yeni badanalı evine,
anamı, kardeşimi gördüm.
öpüştük, koklaştık özlem giderdik..
sıcak mis gibi kahveleri iyi geldi hepimize
''Biz dedik halil'le kursa gidiyoruz)
hemencecik inandılar bu sözümüze
tabi ki anladılar hapse gittiğimizi
ama hiç hissettirmediler aklınca
yaşlı gözlerle baktı anam..
iyi kurslar dedi. oğlum sadece
dönüşte biraz daha içtik
o yemyeşil çamlarla dolu Susurluk parkında,
çok iyi anılarım vardı çünkü burda
onları yaşamak istedim seninle bu kez,
karşımdaydın her zaman ki gibi yine
ve gözlerim...
göz bebeklerini dele dele
kadehimdeki son içkiyi de
senin gözlerinde içtim..
ve gözlerimdeki içkiyle
saatlerce seni seyrettim
Kanımca iyice sen oldum bu akşam..
sen sarhoş.. ağlıyorsun.
ben sarhoş ağlıyorum.
dostlarım bizden beter
gerisini anımsamıyorum..
ama bildiğim..
anımsadığım bir şey varsa sevdiceğim
ne kadarda sevildiğimdir bu kente
dostlarımın ve arkadaşlarımın
beni ne değin sevdikleri
ve senin bana gösterdiğin sevgi ve sıcaklık
işte bunlar anımsayabildiklerim..
sabah
salı sabahı
her gün ki gibi kalktım
elimi yüzümü yıkadım
hazırladım eşyalarımı, giysilerimi
dostlarım bana veda edip
gittiler işlerine bir bir
bir ben gitmedim
saat 08.00 kahvaltı ediyorum
saat 08.15 son bir kez
hüzün dolu bakışlarla seni seyrediyorum
yeşil bir palto
sarı bir atkı üzerinde, ellerinde kitaplar
bir yokuşu tırmanıyorsun, başın önde
her sabah ki gibi, ama nedense bugün yalnız
saat 08.30
eskişehire hareket ediyorum
seninle dolu bir yolculuk
otobüs seninle dolu
yollarlar seninle dolu
havada uçan kuşlar, gökteki bulutlar
otobüsün camlarına vuran
yağmur tanecikleri, hep seninle dolu
ve göz bebeklerim
hep seninle dolu, hep seninle dolu.
bursa kentinde dolaşıyorum seninle
uludağa, yeşile, çekirgeye çıkıyoruz el ele
ve nazımın yitirdiği seneleri anımsıyoruz
görünce Bursa cezaevini
çınlıyor onun şiirleri kulaklarımızda
kavgamızı daha çok seviyoruz onu anladıkça
birbirimizi daha çok seviyoruz
onu içimizde duydukça
yine yollara düşüyoruz seninle
beş ve altı nolu koltukta
büyük bir güvenceyle
yüksek karlı dağlara veda ediyoruz
bazen kaçıveriyorsun yanımdan
küçük, yıkık dökük
çamurlar içinde bir köyün
çeşmesinin başında, elinde kovayla
sıra bekleyen çarşaflı bir kız
elindeki baltayla
bir ağacı kesmeye çalışan bir köylü,
kara yollarında
karları temizlemeye çalışan
bir işçi oluveriyorsun.
ve kollarımın arasında
canımdan çok sevdiğim sevgili
bir sevgili oluveriyorsun.
günlük, güneşlik bir hava
''hoş geldiniz'' diyor bize
Eskişehir kenti
iniyoruz otobüsten, yürüyoruz el ele
küçük bir köprünün üzerinde durup,
aşağıda gürül gürül akan,
kar ve çamur kokan
porsuk çayını seyrediyoruz
bir de gürül gürül akıyor ki
son bir kez bakıyoruz ona
son bir kez faşist gözlerine
ve o an
açlığım geliyor usuma
son bir kez dilediğimce
bir şeyler yiyeyim diyorum
oturuyorum karşına
bir porsiyon gözbebeği yiyorum,
bir porsiyon dudak,
bir porsiyonda sen yiyorum
tüm açlığımla
bir porsiyon n....
iyice doyuyorum açlığa,
iyice doyuyorum sensizliğe
yürüyoruz biz....
gidiyor otobüs..
yol bitiyor
ama umutlar bitmiyor
eskişehir hava üssü kapısındayız
yani nizamiye
korkunç bir gürültüyle uçaklar inip kalkıyor
sağımız solumuz silahlı asker
sen ve ben yalnız ve silahsız
'' bandırmadan geldim'' diyorum nöbetçi asb'a
''o gelmeyen sen misin?'' diyor
''bilmem o gelmeyen herhalde benim'' diyorum
ve bakıyorum gözlerine
çeviriyor telefonu, bir sürü karşılıklı konuşmalar
havada fantomlar uçuyor, duyulmuyor bazen konuştukları
bekliyoruz, sıkıyorsun ellerimi sevgiyle
askerler dolaşıyor elleri tetikte..
''bekleyin'' diyor nöbetçi,
''araba bulursak göndereceğiz''
Belki bir saat sürüyor bu bekleyiş
sıkıntıyı basıyor
bir an önce içeri girmek istiyoruz
dostlarımıza, arkadaşlarımıza kavuşmak için
öff be ne zormuş tutuklanmayı beklemek..
emin ol sevdiceğim.
belki içerisi dışardan da rahat
dostların sevdiklerin arasında
onlarla birlikte olmak
ne güven verici bir şey, ne onur verici
sıkıldığımı anlıyor görevli..
'' acelen ne be kardeşim,
hiç merak etme içerden de bıkarsın''
öyle ya biz yeniyiz
ama içerisini çok iyi biliriz
çünkü biz Nazımın çocuklarıyız
içerde çok yatmışlığımız var
dile kolay, tam 35 yıl
özgürlükten yoksun
ve tüm işkencelerle koyun koyuna..
rastlantımı ne, bir avukat geliyor nizamiyeye
altında pırıl pırıl bir otomobil.
askeri savcılığa gidiyor..
''alır mısın?''
savcılığa gidecek diyor, beni gösterip
alıyor beni yanına, kurtarıyor daha fazla beklemekten
''ne için gidiyorsun diyor orta yaşlı, kıvırcık saçlı avukat
''astsubayım, tutuklanmaya gidiyorum..
''emin misin tutuklanacağına?''
''elbette giden dönmedi, hepsi içerde''
susuyor bakışlar, bir an sessizlik
ve hüzün kaplıyor içerisini
-''ben de bir asteğmenin dosyasını incelemeye gidiyorum'' diyor..
sormuyorum nedenini..
hava üssünün tertemiz bakımlı yollarında,
çam ağaçlarını arasında bir süre gidiyoruz
iki katlı eski bir binanın önünde susuyor motor sesi.
''savcılık burası'' diyor. teşekkür edip
indiriyorum bavullar. tutuyorum ellerini
hissediyorum sıcaklığını,
bakıyorum gözlerine
- bekle beni dışarda, sakin girme içeri, sakın girme
seni çam ağaçları arasında bırakıyorum
özgürlük çiçeklerinin açacağı
Bir bahar sabahı tekrar bulmak umuduyla..
saat 14.30
savcılığa doğru adımlıyorum adımlarımı
sivil giysilerle geniş bir salonda
tıklıyorım kapıyı..
tak tak.
-''gir.''... diyor tok bir ses
''ne bu hal hem geç geliyorsun hem de sivil''
''şimdi senin için bir daha mahkeme kurulacak
''işlerim bitti anca gelebildim diyorum. hiddetten titreyen dudaklarımla
inanmıyor kuşkusuz..
''bekle dışarda seni çağıracağız'' diyor.
bir şeyler söylüyor yanındakine..
pencere dibinde bir koltuğa oturuyorum.
çam ağaçları arasındaki binaları seyrediyorum..
''burası ne?'' diyorum. yanımda dikilen askere
''misafirhane idi şimdi tutukevi'' diyor,
''yani hapishane''
''sağdaki 3 nolu ilerideki 2 nolu.''..
''Ya bir nolu?'' diyorum çok merak eder gibi..
o pistin karşısında diyor esas hapishane..
beyaz saray derler oraya, ama sizi oraya vermezler..
baktım da bizimki oldukça güzel bir yerde
çamlar arasında, önünde boş bir havuz,
tel örgülere yakın bir voleybol sahası
arkada upuzun bir demir yolu..
yeşermeye başlayan çimlerse
adeta baharın müjdecisi
binaysa eski osmanlı konağı gibi
yalnız gözlerimiz
eli silahlı nöbetçileri görmezse
biraz sonra açılan kapıdan
tutukluların dışarıya çıktığını görüyorum
güneşlesin onları güneş diye
mis gibi bahar kokusu girsin ciğerlerine diye
bir anda doluyor bahçe
çamlar arasında yürüyen, konuşan tutuklularla
bakıyorum da sevdiceğim,
hepsi tanıdık, hepsi bizden
emin ol sende tanırsın çoğunu
ya Bandırma sokaklarından
ya lise yolunda bir bakış atmıştırlar
Ya da dört yoldaki köşe başından..
belki de bir benim gibi
koşmuştur peşinden..
bir şeyler anlatıyor anlatıyorlar
yürürken hızlı adımlarla
hava açık ve berrak...ama serin
nöbetçi askerler seyrediyor onları,
kim bilir gönülleri hangi yerde..
memleketi, karısı, çocuğu
ve de ana baba özlemi.
ya da bırakıp geldiği sözlü ya da sevgili
içim burkuluyor
bir an bunlar geçince aklımdan
bir hüzün kaplıyor her yanımı..
ama yine de mutlu olmam gerek diyorum
arkadaşlarıma kavuştuğum için..
onları yalnız bırakmadığım için
yaat 15.30
yanımda bir görevli
giriyorum mahkeme salonuna
üç yargıç karşımda, bir de yanda savcı
dikiliyorum sanık kürsüsünde
''oturun'' diyor ortadaki baş yargıç
oturuyorum sanık sandalyesine
ve karşımda ürpererek okuduğum bir yazı
''adalet mülkün temelidir'' diye
bir an gülmek geliyor içimden.
daktilo katibi de geçince yerine
hazır oluyor devletin yargılama organı
ilk an, yalnızlığımı hissediyorum
üzülüyorum dışarıda bıraktığıma seni
içeni görmek umuduyla gözlerim kaçıyor pencereye
çam ağaçları arasında gülümsüyor bakışların
koşup geliyorsun yanıma, tutuyorsun ellerimi
sıkıyorsun büyük bir sevgiyle
anlıyorum ki artık yalnız değilim ben
gözlerin var gözlerimde, sıcaklığın var ellerimde
korku, endişe defolup gidiyor yanımızdan
sen ve ben..
off.. be ne çok seviyormuşum seni ben..
bir de kavgamı..
13
''adın?''. diyor yargıç
-A......
Tak tak deyip yazıyor daktilo
-Soyadın
- İ...
- İnanır.!
- Heceliyorum soyadımı..
yaşamım boyunca başkalarına defalarca hecelediğim soyadımı
- Ana adın
- H..
''baba adın
''a....mı..?''
''evet a.. oğlu a.''.
''a oğlu a...''
bu cevabın ardından her soranın kafasında hemen bir soru işareti, merak duygusu uyanıyor.
neden başka isim mi yokmuş...da
baba oğluna kendi ismini koymuş..
ben de hemen açıklarım...
benden evvel doğanlardan ikisi hiç yaşamamış
3. abim yaşamamış. iki yaşın da ölmüş.
bana yaşasın onlar gibi ölmeyeyim diye
babamın ismini koymuşlar
ve bir de bebekken köyün birine götürüp,
bir hocaya kızgın şişle göbeğimi üç yerinden dağlatmışlar
hala bu ü şişin izi karnımda duruyor.
ve devam ediyor künye sorgum..
''bak'' diyor yargıç alaycı mana içeren bir ses tonuyla..
''buradaki ifadende dürüst konuşmuşsun''
'' olay günü ev de yaşananları anlat bakalım''
'evet diyorum içimden dürüst konuşurum dürüstlere karşı.
''14-15 ocak 1975 tarihinde iki gün mesaiye gitmemişsin''
''niçin gitmedin? ''
''bize verilen yan ödemeler ve iş riski tazminatlarında
yaratılan haksızlıklar nedeniyle moralim çok bozuldu...
'onun için mesaiye gitmedim''
-''bandırma astb.gazinosunda saat 18.30 a doğru
13 0cak 1975 tarihinde toplantı yapılmış''
'' haberin var mı, orada mıydın?''
'' hayır haberim yoktu''.
''hiç duymadın mı''
''hayır şimdi sizden duyuyorum''
''yalan söylüyorsun'
''evde kaldığın arkadaşlarınla mesaiye gitmeme konusunda karar almışsınız?''
''arkadaşınızın ifadesi öyle''
içimden ya kotev (mehmet) ya da kel talat dedim acaba hangisi sattı bizi..
''evdeki arkadaşlarla o gün görüşmedim, onları hiç görmedim..savcı
''ama o konuşmuş o öyle diyor''
''ben öyle bir konuşma hatırlamıyorum''.
''peki nasıl bir konuşma hatırlıyorsun?''
ağzımda laf almaya çalışıyorlar, açık vermemem lazım diyorum içimden..
-''birkaç gün önce görüşmemizde maç hakkında konuşmuştuk''.
'' konu dışına çıkma'' diyor savcı.
buradaki vereceğimiz ifadeler yapılan boykotun ceza kapsamı için çok önemli,
bireysel suç işlediğimizi kanıtlarsak disiplin cezası alacağız,
iki günlük mesaiye gitmemem toplumsal bir eyleme girerse sözleşerek firar, isyan,
başkaldırı gibi suçlamaların cezası en az bir yıl hapis ve de ordudan ihraç.
ısacası söylediklerime inanmıyorlar, zaten bu yargılamaya inanan kim.
haklı olduğumuza biz ne kadar inansak ta, verilen emir gereği,
bir kaç suçlu bulunup, ipi çekilecek..
toplumu bu duruma getiren bu yasaları hep kendi lehine yapan,
insanların emeğini sömürenlerin hiç mi suçu yok...
hak böyle aranmaz diyor askeri savcı her şeyin bir yasal yönü var..
gözlerim sen de
onların gözleri de ben de
kim bilir nasıl, hangi gözle görüyorlar
karşımdaki yargı heyeti beni
öyle merak ediyorum ki...
sağdaki hiç konuşmayan
sarışın genç yargıca dikkatle bakıyorum
İzliyor bizi yabancı gözlerle
Suskunluğu bir yerlere götürmüş onu
Sanki başka dünyalarda
Hiç te yabancı gelmiyor
acaba tanıyor muyum bir yerlerden
acaba nereden..
düşünüyorum düşüncelerimden çıkarıp seni
ama olmuyor, bulamıyorum nereden
kuşkusuz yeni mezunlardan bir Astteğmen..
o da bizim gibi ipleri yukarıda olan
üzenin bir kuklası
Saat 16.07
çıkınız diyor yargıç sert bir sesle
kuşkusuz çok kızmış
çıkıyorum dışarı, bende kızgın
''yak kardeşim diyor yanımdaki görevli, uzatıyor paketi..
yakıyoruz karşılıklı bir sigara.
haklı görüyorum bir an onları
onlarında koruması gerek içinde yaşadığı sınıfı
Yasaları öyle yapmışlar
onlara da uygulamak kalıyor
yüzümde hafif bir tebessüm beliriyor
sonra havaya üflediğim sigara dumanlarıyla birlikte
o tebessümde, umutlarım gibi kaybolup gidiyor..
oh be..
ne kadarda bunaltıcıymış içerisi..
diyorum bir ana dışarı atınca kendimi,
yanımdan ayrılmayan bekçimle
vakitte epey geç olmuş..
ne kadarda güzel geliyor mis gibi çam kokan hava
ne güzel dolduruyor insanın ziftlenmiş ciğerlerini
bir an seninle hissediyorum kendimi
bir an bandırmanın yokuşlu sokakları geliyor aklıma
caddeler ne kadarda hareketli
Bak bak köşe başları yine aşıklarca tutulmuş
öyle ya lise dağılıyor
ve bir öğrenci selidir akıyor
Kentin sokakları cıvıl cıvıl
Dalıyorum sokaklar arasına dalgın bakışlarla
Birazda üşümek geliyor içime
Isıt beni
Sokakta bakıyorum herkes tanıdık
İşte kürt müjdat..elinde kitaplar
''Merhaba'' diyor..
işte sarı engin elinde kitaplar..
dalmış görmüyor bile.
tüm tanıdık dostları görüyorum..
selam. selam diyorum..
tatar sevgiyi görüyorum..
Kasıntı Burjuva sevimi...
içinde erkek özlemi alev alev yanan
tombişim Reyoşu görüyorum.
ve seni görüyorum...
gözlerini arıyor gözbebeklerim.
elinde kitaplar
yanında sempatizan gencecik çocuklar.
İçin için yana özlemi, sevgiyi görüyorum.
bakışların kurşunluyor yüreğimi
obüsten fırlayan alev gibi
yakıyorsun her yanımı
.''merhaba netya diyorum, gülüceklerin içime işliyor..
- Merhaba diyorsun
Bir bakış, bir bakış daha yürüyüp
Kaybolup gidiyorsun her gün ki gibi...
Sallana sallana çıktığın yokuşlu sokağın ardında..
Son bir kez bakmadan ardına
O eski binanın alt katındaki evine.
18
Mahkeme salonunun kapısı üstündeki zil..
Zırr zırr diye çalıyor..
duyuyorum ta Bandırmalarda...
saat 16.15
''gel''diyor görevli çağırıyorlar.
tak tak.. açıyoruz kapıyı giriyoruz içeri
''Otur diyo''. baş yargıç.. oturuyorum
.......
.......
''karar'' diyor yargıç.. Dürtüyor,
- ''ayağa kalk'' diyor görevli
ayağa kalkıyorum. gözlerim kısılmış
su verilmiş çelik gibi bedenim
ortadaki yargıç namaz selamı gibi
bir sağa bir sola fısıldadıktan sonra
''yaz'' diyor hakim katibe...
''sanık a. i..
türk ceza kanunun... maddesi... fıkrasına göre
sözleşerek toplu firar suçundan,
aleyhinizdeki yeterli kanıtların bulunmasına kadar
tutuklanmanıza mahkememizce oy birliğiyle kara verildi.
''götürün''
İyi ki kalem kırılmadı diyorum içimden.
bir mayıs sabahında kırıldığı gibi.
artık yasal yönden resmen tutukluyum
koptum artı yüm dış dünyadan
ve tüm sevdiklerimden.
''gidelim diyor yanımdaki görevli üzgün bir sesle
''geçmiş olsun..
''sağol, teşekkürler sözcükleri çıkıyor dudaklarımdan
- 2 ve 3 de yer yok diye sesleniyor savcı..1 noluya götürün..
çıkıyoruz bahçeye ağır adımlarla
çam ağaçları arasında
yeni yeşermeğe başlamış çimleri çiğneyerek
sessizce yürüyoruz,
gökteki bulutların telaşı yok bizde
bir ana seni görüyorum
kıpır kıpır oynaşan çam ağacı dalları arasında
el sallıyorsun
seninleyim der gibi..
önce 2 nolu tutukevine gidiyoruz
bir vasıta bulup buradan tam karşıdaki bir noluya gideceğiz
elimde valiz bekliyoruz
'2 nolunun kapısında Fikret'i görüyorum
''oo.. hoş geldin arkadaşım geçmiş olsun''
''hoş bulduk fikret, sağ ol''. sarılıp öpüşüyoruz..
''nasılsın iyisin ya.?''
''iyilik bende anca gelebildim. sana da geçmiş olsun''.
''ha diyorum unutmadan, bandırmadan sana bir paket var''
Valizi açıp içinde kitapların bol olduğu bir paketi çıkarıp veriyorum.
''beni 1 noluya gönderiyorlar'' diyor.''oraya gideceğim..
''beni de diyorum..
-''ok yok diyor kanımca sen burada benim yerimde kalacaksın
''sürgüne gidiyorum anlaşılan..
- en 2 noludami kalıyorsun..
- hayır 3.de, 1 nolu hakiki hapishane, beyaz saray derler oraya.
- yani beyaz saraya
az sonra gelen bir araçla
dz. asb.fikret Yuğaç beyaz saraya doğru yola çıkıyor.
- adi tekrar geçmiş olsun görüşmek üzere..diyor.
- hoşçakal...
- hadi güle güle...
20
aat 16.40
25 şubat 1975
3.nolu tutuk evinin önündeyim.
ski 2 katlı askeri bir bina
e ben ömrümde ilk defa hapishaneye giriyorum
İlk defa içimde tarifsiz duygular
ma zerre kadar üzüntü yok
epyeni bir yaşam şekli hoş geldin diyor bana.
nce dış kapı, eli silahlı bir asker..
rdından bir kapı daha
onra demir parmaklı bir kapı daha, görevli
- giden arkadaşın yatağında yatacaksın diyor..
- seni o odaya verdiler
bir kapı daha
ve ardında onlarca tanıdık sima ve hoş geldin sesleri..
defalarca geçmiş olsunlar..
bir dost kapıyor elimdeki valizi,
ben şaşkın ördek gibi
nere çekerlerse oraya gidiyorum,
sarılmalar öpüşmeler..
- gel diyor bizim odada kalacaksın..
yürüyorum ardı sıra, tırmanıyoruz 2.kat merdivenleri
önce on metrelik bir koridordayız
sağda sol eski boş dolaplar.
yöneliyoruz soldaki koğuşa
ikili ranzalarla dolu
İçerde ağır bir hava ve bir de koku..
dışardaki havadan asırlar boyu uzak sanki
belki bir ben duyuyorum bu ağır havayı
arkadaşların tutsaklık kokusunu
duvarlar
özgürlüğü tutsaklayan, boğan duvarlar
maviliği kirlere bürünmüş
gökyüzünü yaşatıyor yatanlara..
ve o duvarlarda
elbiseler, gömlekler, şapkalar asılı
bir de kadınlar birbirinden güzel kadınlar
imi çıplak, kimi şehvetli ve şuh
adına
ir çift kadın bacağına özlem duyan
u tutsaklara alay edercesine
kahredici, baştan çıkarıcı bakışlarla bakıyorlar.
e belki bu bakışlar
u anda belki bir sifonun çekilmesiyle
rahatlatıyor gergin bedenleri..
bandırmadan haber diyorlar,
anlat ne var ne yok..
Önce oturaklı Asb. Mehmet'e dönüyorum, koğuş arkadaşım
''bol bol selam var diyorum, hepsi iyiler
uçaklar uçuyor göreve devam merak etmeyin
sevdiklerini, özlediklerini soruyorlar.
bense selamları var diyorum, ziyarete gelecekler diyorum
''iyi haberlerinizi bekliyorlar''
Ve gecelerimi, gündüzlerimi
Umutlarımı paylaşacağım
Yatağımı gösteriyorlar bana
2 nolu tutuk evinin 2 nolu odasının
10. tutuklusu oluyorum,
Yeri ranzanın üstü, bakıyorum yastık yok,
Güvenle başımı yaslayacağım
Dertlerimi dökeceğim...
Eee geç gelirsen öyle olur
''zaten çoğunda da yok..
''getirecekler'' diyor arkadaş..
ben de insanı kaşım kaşım kaşındıran
o yün battaniyeyi katlayıp yastık yapıyorum..
''atıyorum valizi üzerine''
salonda eski püskü dolapları en iyisini gösterip..
- Buraya da elbiselerini koyarsın diyor arkadaş.
yürüyoruz salonda yanım da mehmet asb.
burası gazino diyor, yemek vakti de yemekhane
ortada eski birkaç masa, sandalye..
ikide penceresi var üzeri tahtayla çivilenmiş
gün ışığı süzülüyor aralardan gıdım gıdım
acaba burası daha önce neydi
buralarda katırda yook ki ahır olsun.
tam karşıda üst üste iki masa üstüne bir televizyon
hiç yakışmıyor buraya, biraz lüks.
ve hiç yakışmıyoruz buraya
yakıştıranlar utansın.
23
salon kalabalık
volta vakti..
denizci mahmutu görüyorum voltalıyor,
yogi atillayı görüyorum,
elinde tespih
birde bıyık bırakmış..
gülmek geliyor içimden her nedense
ayni filimlerdeki gibi.
hızlı adımlarla voltalamalar
on beş metrelik salonda 50-60 kişi
ileri geri gidip geliyorlar.
bu adımlar zamandan mı yoksa
onlardan mı bir şeyler götürüyor..
düşünüyorum..
karıştıkça aralarına
imi pencereden dışarısını seyrediyor,
kimi elinde kitap, kimi bir şeyler yazıyor
kimi de bir masanın etrafında al papazı ver kızı...
bir sıkıntıdır basıyor içimi..
yaklaşıyorum pencere dibine
ellerimi dayıyorum kalorifer sıcaklığına
bir an buz gibi odamdaki
ısıtmaya çalıştığım yatağım geliyor aklıma..
Nihayet sıcak bir yer diyorum..
hem de sıcacık
Artık üşümeyeceğim
Abdullah İnaler
Kayıt Tarihi : 15.9.2009 00:49:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Tabii ki bu şiirin hikayesi burada bitmiyor , devamı sırtımdaki postal (anı belgesel), tahta pencereler (şiir), taşin altındakiel (şiir),Yolcu(şiir) kitaplarımda devam ediyor. Abdullah İnaler Mart.1975 Eskişehir 2.nolu ask.tutukevi
![Abdullah İnaler](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/09/15/parmaklilar-ardina-dogru.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!