Bir anda kalemimi düşüncelerime yetiştirecek hıza ulaştırdım.
Bir cümle tüm gecemi zorluyordu. Her nefes alışlarımdaki kesiklikleri o cümle tamamlıyordu ve sadece o cümleyi tekrar eden dudaklarım titrerken kalbim hız kazanıyordu…
Durduramıyorum, düşüncemde kanatlanmış hızla, düşe kalka kısılarak ardından feryada dönüşen bu cümleyi, neden tekrarından korkmuyor, neden enerjisi bitmiyordu?
Aniden...Yüksek sesle tekrarladım, bu sefer hırıltıların arasından “bu gecenin sahipleri kimler ve bu geceyi sahiplenenler kimlerdi ki aralarına bir de beni aldılar? ..”
“Ben neden bu geceyi sahipleniyordum, buz kesmiş etlerimden sanki kan çekiliyordu neden, bende sahipleniyorum…
Gece ve ben ve ben geceye vurgun, kan çekiliyor damarlarımdan, yalnızlığın tüm bencilliği üzerimde kendi kendimi koruma yoksunluğu bu ve kalbimden akan “siyah kanın vurgununu içimde hissederken”, düşünceme düşen soruların ardı arkası kesilmiyordu…
Gece yarısını geçen bir zaman boşluğu bu ve ben adımlamak istiyorum tüm geçmişin yollarındaki engebeli taşları yeniden ve tekrar, tekrar…
Bir hayalin, bir çok hayal ardına sığınan insanın, geçmişten gelen yükleri ile belimin eğrildiğini, yavaş yavaş güçsüzleşerek artık umudun son çizgisinde yarışı, yaşamı terk edercesine bir köşeye sinmek, gelmiş geçmiş yaşanmışlıkların içinden “hayal avcılığı” yaparak ruhumu dingin tutacak bir anıya dönmek istiyorum…
İçimden fırlayan düşüncelerin ayaklanması bunlar, damarlarımda dolaşan safkanı çağıldaması bunlar ki baş edilmesi mümkün olmayan bir tutku bu…
Veya geçmişin rüzgarına bağımlılık bu…
Veya belki de kendine geliş, kendine güvendi bunların tümü korkmadan, düşüncelerden korkmadan…
Vazgeçilmiş hayatın dirilişi bu, sevgiye sarılıp, meydan okuyuş bu damarımdaki son heyecan saf kanın tırmanışının ruhuma uzamış etkisi bu…
Ve de bu korkusuzluk korkusunu yenemeden "Daha kaç kez yığılacağız yıkık duvarlar ardına, bu gecelerin sahibi kimlerdi, kimlere tutsaklığımız devam ediyor diyeceğiz..."
Daha kaç kez yığılacağız yıkık duvarlar ardına...
Bir zincir kesilmesi bu, senden sonra hayata kalan benliğim…
Zavallılaşmış bir ruh bütünlüğü bu ışığa bakışım…
Hayatın dar çerçevelerine sığan benliğim, çaresizliğin uygunsuz zamanlarına mahkum ki artık senli düşünceler bile bir hayal çıkmazı…
Aslında ruhsal sınırlarım vardı hayata, çoğu zaman verkaç, alkaç ile köşe kapmaca oynadığım hayata, yarınların borcu olacaktı, nasıl ki dünlerin acımasızlığının hesabını soruyorsam, yarınlar da bana iç huzurlu bir yaşam vermeliydi…
Gözü kapalı bir dalış yaptığım sevginin bedeli, tüm bir hayat boyu ödemenin anlamını hâlâ ne anlamış ne de mantığıma sığan bir açıklaması vardı…
İyilerle kötülerin cirit attığı bir yaşamımda tarafsız kalabilmek veya hakkında taraf olmak belli ki zorlukları vardı…
Oysa tarafsızlık çok zordu bu hayatın çıkmazlarından…
Şehrimin sokaklarından kar suları sızıyor …
Ak beyazlığını terk etmiş bulanık ve kirlerin perçinlendiği çamurumsu sular sızıyor kaldırım taşlarının kıyılıklarına çarparak, zaman zaman da dokunarak yokuşları yalayarak denize doğru yönelmiş çamurumsu suya düşüncelerim de karışmıştı…
Neydi bu yığılış, neydi bu kayıplığa doğru yıkılış, tüm kirli düşüncelerim sanki beni boğarak karışıyor bu yollardaki sulu kar akışkanlığına…
Anbean değişen düşüncelerimin arasına senden sıçrayan kirlilikler de bulaşıyordu… Bir türlü arınamıyor, bir türlü seni arıtamıyordum düşüncelerimin bu bulanık kısmından…
Sahiplenilmiş bir geceydi, şehrin ışıklarındaki bulanıklığa karışan…
Tarafsız olunamıyordu bu hayatta tarafsız ve duru kalamıyordum, bu senli yaşamdan, tüm şüphelerimden arınsam da kahredici bir ışık kesikliği ile ortaya çıkan bir karanlık gölge gibi sen hali yapışıyordu benliğime…
Karışık ruhların benliğe doluşmasıydı bu çaresiz kabul ediş çaresizce boyun eğişti, bu çapraşık düşüncelere…
Her an, her gece boyu çıkmaz korkuların ardında kalan bir ruh dağınıklığıydı bunların tümü sen yapışkanlığına mıhlanmış bir düşünce zincir kesikliğine kaçınılmaz bir saplanıştı bu…
Artık gecelerin sahipleri hüküm sürüyordu buz çözüklüğüne, kar donukluğuna uğramış bir akışkanlıkla kaldırımlar soğuyarak ıslanıyordu ve ben ıslanıyordum…
Artık omuzlarımdan aşağıya doğru yığılan kar çözüklükleri buz kesikleri düşüyordu topuklarımdan kaldırım taşlarına yapışarak…
Hayat, kar çözüklüğü bulaşmış sularla yığılıyordu şehrin asfaltlarından körfezin derin sularına doğru…
Özlemekle özlenmek arasında bir bunalıştı bunlar…
Vazgeçmiyorum tüm nefes darlıklarına rağmen vazgeçmiyorum yaşamdan, tutuşturulmuş bir kan dolaşımına sebep bu hırslar, her şeye rağmen ne olursa olsun diyerek ve herkese rağmen ne olursa olsun diyerek herkese rağmen vazgeçmiyorum bu geceden, üstüm başım kar tutsa, buz kesse etten bedenim, tüm düşüncelerim bulansa, kirlense, inadına buğulansa gözlerim, aklımdan geçen tüm sorulara meydan okurcasına, bağlı kalıp benliğime, bağımlı kalıp yaşama, senden gelecek tüm kirli düşüncelere rağmen hayatın düşünce kısmı da olsa, onun için de var olmaya çalışarak, bu gecelerin sahipleri kim olursa olsun meydan okuyarak tüm geçmişime hudutsuz bir istekle yeniden tutunarak, çamur deryası da olsa, bu hayatıma sahip çıkarak seni, ben de seni, tüm benliğinle düşüncemdeki tüm güzel günlere rağmen, akıttığım gözyaşlarını yok sayarak, acıların düşüncelerinde boğulsam da, vazgeçmeyeceğim yaşamdaki tüm pişmanlıklarıma rağmen, hayatımdan, evet, hayatımdan vazgeçmeyeceğim direnmekten…
Bunun sonu tüm ışıklarının anahtarları kapatılsa da tümüyle bu şehir karanlıkta kalsa da yine de bir ışık demetini avuçlayarak, ulaşacağım sahiplenilemeyen bu şehrin aydınlık yollarına, tek başa ve bir başa dahi kalsam bu yolculukta tek bir nefes alsam bile seni silip atarak var kalacağım karanlığın bu ışık almış meydanında…
Evet sevgili, güzel günler elbette bizim için bitti. Seni bilmem ama ben yine de ulaşacağım o “güzel günleri elbet göreceğiz dediğimiz” yere tek başa bir başa ulaşacağım…
Seni ben sevdim sevgili, bunun nedeni niçini yok veya sonsuza neden ulaşamadı sorusu yok, tek nefesle de yaşanır mı sorusu da hiç yok, var olan tek şey ben buradayım, sensizim derken bile, acılardan boğaz sıkışmalarından çıkmak da olsa pişmanlığı hiç yok, ne oldu ise o oldu ki buna sadece kabullenmek gerekti ki onun da pek kolay olmayacağını hep bildik ve sabrettik bu günlere…
Bu bir yürek vurgunu, bu bir yüreğe, vurgun üstüne vurgun, yemek gibi bir şey…
İşte böyle sevgili, hayat zor ve kısıtlı ki sonuna ulaşmak gerek.
Artık senden af dilemeyecek kadar af olunmayı beklemeyecek kadar geride kalan bir ömür zamanı var…
Son nefes senden gelecek bir sözü beklemeyecek kadar bir sürelik zaman var önümde ve bu zaman seni af edecek bir zamana kadar hiç ulaşmayacak, işte bu zaman sonu, asla hoş görülere ulaşarak olmayacak ve bu son nefes senin adını anarak olmadan noktalanacaktır…
Sevgide bu kadar büyük laflar edilemeyeceğini bilerek, seni kaderine emanet ediyorum, oysa, bu benim kaderimdi aynı zamanda, çoğu zaman değiştirmeye çalıştığımız zaman dilimlerinde, hatalarımız oldu, işte o günlerdi sevgimin güçlü bağları ile bağlıydık, öyle karanlıklar çıktı ki karşımıza, sonucunu hiç hesaplayamadığımız zamanları yaşadık, bunların çoğu benliğimizden çok şeyin kaybolmasına etken olan zaman dilimleri idi…
Hayat bu sevgili, en çok en yakınımızdan vurulduğumuz zamanları yaşattı bize, bundan sonrası mı, onu da boş ver, son nefese noktayı koyacak bir ömür uzantısı var geride…
18 Aralık 2013
Kayıt Tarihi : 20.12.2013 13:41:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!