Özlemek Duygusu İnsanın Kendi Ruhuyla Ko ...

Mustafa Yılmaz 4
765

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Özlemek Duygusu İnsanın Kendi Ruhuyla Konuşmasıydı

Yorgun bir gecenin sabahında, kızarmış gözlerimi aralayıp, küçük bir gülüş salıyorum aracın camından, titreyen yakamozları üstünde taşıyan denizin sana doğru dalgalanmasını beklerken…
Uzun bir bekleyiş bu kızarmış göz kapaklarımın acılanmaları ile…
Kaçıncı yorgunlukla geçen bir yenilenen gün başlangıcı…

Merhaba can güzelim…
Sana yazdığım uzunca yazılar ertesi doğan güneşi karşılıyorum sensiz…

İçim biraz buruk… Düşüncelerim kırık dökük ve tükenmişlik içinde ve ben hâlâ senli günlerin geçmişte kalan özlemlerini düşünüyorum…

Kaç yorulmuş geceyi ardımızda bırakmıştık ki, çoğunda sarsıla sarsıla ağlarken, birçoğunda da omuzlarımızı titreterek gülüyorum…
Ne kadar yorgun gün sonu gece tüketmiştik kim bilir? Ne karar çok yorulmuş gece ertesi kızarık gözlerle sabaha ulaşmıştım bilinmez ama çoğunda mutluyduk, çoğunda hüzünlüydük. Çoğunda tarifsiz hasretlik çektiğimiz gece sonlarını yaşamıştık, doyumsuz ruhumuzu aç bırakarak…

Oysa hep biliyorduk yorulmuş gün sonu geceye ulaşan yorgun düşüncelerle yoğunluk kazanmış o günlerin çaresiz çocuklarıydık biz…
Sadece birbirimizdeki hasretin ağırlığı döşenirdi döşümüze…
Biz yorulmuşluklarımızdaki hasreti yamadık hep bir birimize…
Tüm yarınların özlemi çöreklenmişken içimize biz kapı aralıklarındaki gülmelerle tutunduk hep hırçın düşüncelerin savruluşlarında…

Belki de yüzünde, bakışlarında gizliydi gelecek yaşamımızdaki tüm yaşanacak kareler…
Saklıları vardı, benim merakla anlatmasını beklediğim saklanmış yaşamları veya sevgiye dair, beraberliğimizle geçen tüm yaşamımıza gizlileri vardı…
Yıllarca akıllıca sakladığı bir kaynağın izini açığa çıkarmadığı saklıları vardı…
Belki de bana bir kısmını anlattığı yaşanmışlıklarına ait, gizlilerdi bunlar. Ve ben gün be gün merak içinde yaşama rağmen, onun anlatmasını veya üzülmemesi için anlatmamasını düşünüyordum, onu üzecek her şey beni de üzecekti…

Yaşamın müşterekliğine dair kulvarlardı bunlar. Çoğu yazılmış, çoğu da yaşamın içindeki şartlara bağlı olan kurallardan birileriydi bunlar. Ve ben bu kuralların dile getirilmesine kendimi şartlandırmıyordum…

Bazen hayat veya yaşam şartlarının içinde boşluğa yürümek de vardı…
Ve ben inatla yaşamın içinde çocukça kalmak veya çocuklaşarak yaşamak istiyordum. Çünkü merak ettiğim çoğul anlatımların sonunda yıllarca üzüntü kulvarlarında dolanıyordum…
Ben kurallar içinde kalarak, kuralsızlıkları yaşamak istiyordum…
Bence sevgide saygıya oluşan yol ve yolculuk bu olsa gerek…

Belki bu düşüncelerin ardında saklı olan iki olgu vardı ki biri diğerine tezat yaratıyordu…
Canla cana can katıyordu…

Ay be can, son deme saklanan gülüşleri bilir misin sen?
Ya da gülüşlerimiz kimlere saklandı?
Son bir defa daha olsun diye niye söyleyemedik sevdiğimizi?
Eksilen neydi içimizdeki düşüncelerde, bir yarınsızlık karabasanı mı düştü omuzlarımıza veya yalnızımsı düşüncelerle, garipsendi mi yüreğimiz…
Kimsesizlik bakışları mı dondu gözlerimizde ve biz yürek yorgunluğu ile nefes alırken yaşam sevinçleri mi eksildi içimizde bir yerlerden…
Tüm sorularla sarmalanmışken yaşamın her karesi, içimizde kıpırdayan bir şeyler saklısında duruyordu…

Belki de bu düşüncelerin ardında saklı olan iki olgu vardı ki biri diğerine tezat yaratıyordu…

Canla cana can katıyordu sevme duygusunun yoğunlaştığı zamanlardaki bu yaşam sonrası doğan bir cümle oluyordu gerçekleşerek dilimizden dökülen…
Canıma varlığınla can kattın ki yaşamın içinde üşümeden, titremeden çıkıyordun ferah ve umutlu günlere…
Diğer olgu da çoğu zaman mutsuzluk olup, tüm duygularımızla acınılası bir yaşamın içinde bulundukça, ömrüm uğruna çürüdü derken feda edilmiş yaşamlar ve en ağır cümle tüm öfkeleri içinde barındırarak ömrümü yedin derken, tüm hatalar tek tek kişi olarak sevgideki diğer tarafa yüklüyorduk…

Yaşamın sarsıntılı dönemlerini sevgide yaşadıkça, çoğu zaman çaresizliklerimiz hüküm sürüyordu. Ve tarafsız bir cümle beynimizin içinde alabora oluyordu kıyamam ben sana derken…
Bizse sevginin içindeki çaresizliklerimizle mücadele ederken, yaşamın içinde dağılıyorduk…
Tek bir düşüncenin peşinden koşarken, bizim birbirimize olan mecburiyetlerimiz vardı. Ve sevgi kutsal bağları ile yıllar yılı bizi kendine tutsak etmişti…
Yaşam benim onunla var olduğum müddetçe, yaşamaya önem kazanıyordu…
Belki de bu ünlere ulaşan sevme duygularıydı beni yaşama kilitleyen…
Ama zaman yaşandıkça, değişkenlikleri ile ruhumuzu dağıtıyordu yavaş yavaş…
Ve biz artık kendimizi yorulmuş hissettikçe yaşam direncimiz kırılıyordu… Anlaşılıyordu ki yaşam bizi birbirimize mecbur ettikçe yaşama umudu veriyordu…
Dedik ya, hep sen benim yarınımsın ve sen benim yarınlardaki umudum sun diye…

Şimdilerde, dönüp arkama baktıkça, bu cümlenin ruhumdaki etkinliğini görüyorum…
Anladım ki gelecek seni düşlemekti umut olmuş ruhumdaki kuytularında…
Evet sevgili, sen benim yarınımsın derken ben ruhumun dinginliği ile tutunmuşum yaşama…
Ve yarınlar umutlara gebedir umudu ile yaşamak da seni sevmek kadar güzelmiş…
Belki de yaşamın güzelliklerinin bulunduğu zamanları, seni sevmekle güzel yaşanmışım…

Galiba yaşam bizi özlemek hisleri ile yarınlara bağlıyordu…
Her gün, her an birimiz belki de diğerini özleyerek tükettik bu kalan ömrün çoğul kısmını…
Belki de özlediğimiz yaşam boyu bedellerin içindeki sır veya gizem buydu sevme duygusuna perçinlenen…

Böylece her nefese ödediğimiz bedeller şüphesiz özlem duygumuza perçinlenmişti…
Hayatın süprizlerle dolu olan bir kısmıda bu duygu peşinden geliyordu…
Benim durmayasıya yolculuklarla geçen zamanlarımın asıl sebebi bu araış içine gizlenen belki de bu özlem duygusunun iliklerimize kadar işlemiş olması…
Belki de biz birbirimize kilitlendikçe, diğer yaşam kısımlarından yarınsızlık duygusunu yaşıyorduk…

Belki de hayatımızda duyduğumuz eksiklik duygusunun asıl sebebi özlemdi ve ardından içimizde biriken sahipsizlikimizi tamlarken, özlemi yenerek yarınsızlık duygusunu içimizden yok ediyorduk…
Hep denir ya, sevmek asaletin asil bir duygusudur ve de yaşamın içimizde ki vaoluşu düşüncesidir…

Yarınlarımızın yalnızlık hisleriyle gelen kimsesizliimiz yaşamları dünlerden yapışmıştı bedenimize…
Çoğul yaşam haklarımızı kaybederken, eksik bir zaman paylaşımını yaşarken, içimizde oluşan gariplik hisleri ile garipsenerekyaşadık bu günlere uzayan tüm zamanları…
Biz kimsesizliğizle yaşam savaşı verirken omuzlarımızdan sarkan ağırlıklarla aksak bir yaşamın içinde varolmaya çalıştık ki tam da bu durumlarda sevginin kutsallığından taviz vermedik…

Bu düşüncelerin içinde yaşam zorluklarından da asla yılmadık…
Biz sevginin kutsal bağı ile bağlanmışlık hisleri ile sevginin içinde pişmanlıksız vazgeçmedik…
Her gün yalnızlık hüzünleri ile yaşarken bile, ruhumuzun geçmiş günlerin masum sevinçleri ile bu günlere uzattık yüreğimizin hislerini…

Aslında biz dar zamanların hüzün çocukları idik…
Ve yıllarca bu hüzünlerle beslendik ruhumuzu ayakta tutmak için…
Biz hüznün beslediği duygularımızla ruhumuzu bu günlere taşıdık…
Varoluşumuzda mevcut olan sadakat duygularını, içimize sindire sindire bu günlere taşıdık sevginin vazgeçilemez sevinçlerini yaşamımıza dahil ettik…
Biz söz verilmiş umutların yaşamımıza dahil edebilmek için yıllarımızın hırs ve sevinçlerimizi gelecek yıllara taşıdık…
Sevmekti asıl olan damarlarımızdaki kanımızın rengini perçinleyen
Her damla kan rengimizin içimizdeki hüzünlerin değiken rengini taşıyaqrak bu günlere uzayıp ve gelecek günlere taşınacak umudu ile yaşadık biz bu sevginin içinde…

Aslında biz hüzünlerle beslenirken, değişken kısık nefesler alarak bu günlere sarkan yaşamın içinde kaldık şüphesiz…
Dünlerin hüzünlerimiz olurken, yarınlarımızı hep umutlarımız olarak yaşamak istedik…
Ama yaşamın değişken ısıları ile istenmeyen daha ağır hüzünler depolandı bedenimize…
Taşınamaz yüklerle hüzünlerin altında, dar zamanların kırık nefeslerini alırken bile keşke bu sevgiyi yaşamasaydık demek gafletine düşmedik…

Hüzün ve umut hep yaşam nefeslerimizin şiddetini vurguladı…
Umut vazgeçemediğimiz en güçlü yaşam serüvenimiz oldu…
Biz dünlerin hüznü ile beslenirken, omuzlarımızda umudu yarınlara taşıyorak yaşadık, hem de hiç pişmanlıksız…
Biz doğru zamanda ve dost doğru yaşarken, belki de hak edemediğimiz sevginin altında ezildik. Belki de biz yanlış zamanların doğru sevgisi ile yaşama ortak olduk…

Yılların Ardına saklanırken tüm yaşanmışlıklarım diz boyu batağa gömülmüş gibiyken, belki de gerçeğe ışık tutan tek olgu sen benden vazgeçemeyerek yaşama kendini gizlerken, ben seni doyumsuz bir sevginin içine gömülmüş gibi yaşamın içinde var oldukça, dünlerin sevgi açlığı ile bu günlere ulaştıkça anladım ki aşkın doyumsuz medivenlerinin son basamağına tırmanarak eksik nefesler alıyoruz şimdilerde…

Dünün tüm başarısızlık olgularının içinde bezmişken, hayata yarınların hüzün çıkmazlarının yaftalarının urganları boynumuza dolanmışken, anladım ki tüm vazgeçmişliğime rağmen ben özlemin mahkumiyetinin sonlarını yaşıyorum…

Pervasız kalamadığımız bir aşkın mahkumları olarak ayrı ayrı kulvarlarda yaşamın sonuna doğru adımladıkça hayatı, inkâr edilemez bir sevginin içinde kalmanın hazzı ile bu günlerde belki de dayanılmaz acıların son notalarının yazıldığı bir yazgı müziğinin içindeki nefeslerimiz üfleniyor belki de usta bir ney sanatçısının nefesi ile…

Yorgun bir gece yavaş yavaş kendini günün ilk ışıklarına salıyordu. Gece güne bu sefer apar topar düşüyordu çaresizce…
Ve bir yerlerde umutlar doğuşuyordu çocuksu sesler arasından.
Gecenin sonu sabahın ilk ışıklarına düşüyordu…
Belki de bu yeni gece sonu gün başına umut ile uzuyordu…

Gözü dönmüş, şuuru yerinden fırlamış bir öfkelenmenin ardına sinmişti tüm acılanma hırsları…
Sahipsiz bir benlikle başıboş bir gövdenin içine gizlenmişti tüm çaresizlik öfke ve kırgınlıkları. Aslında yarınlara saklanacak bir bedensel güç yapısı tükenmiş gibiydi bedenimde ve ben çaresizliklerle öfke zinciri kurmamak için var gücümle saygınlık savaşı veriyordum, öfkemle sevgim arasında gidip gelen düşüncelerimle…

Kendime ve yaşama güven duygularımı kaybettikçe, çoğul düşünmcelerin çaresizliğinde boğuluyordum…
Güvensizliklerin içinde kalan yaşamımla tüm umutlarla, bedenimle umutsuzluk savaşı veriyordum…
Ve ben artık kendi hüznü ile kendi bedenini güçlü kılmaya çalışarakçok farklı bir yaşamın içinde umut peşinde yaşam savaşı veriyordum artık…
Geçmişin hüzünleri yarınların yaşam savaşında kendi bedeni, kendi kuralları ile hüzünle ayakta tutuyordu… Ama gene de yarınsızlık hislerinden korunuyordum…

Şimdilerde bu kadar yaşanmışlığı, anılar gibi düşleyerekcümlelerle seni tarif ederken, zamanı unutmuşcasına kaç yıllık bir anlatımla, senle hesaplaşıyorum bilmiyorum ama bildiğim tek şey var, sevme duygusu ile acılanmalarım o günlerden, bu günlere sarktığına göre, aramızda hesabı görülmemiş o kadar çok şey var ki, bu hesaplaşma sanırım benle beraber dönülmez bir yolculuğa çıkacak…

Tüketemediğim bir gerçek vardı, sen beni, ben seni sözcüklere dökerken, anladık sanırım sözcüklere sığdıramadığımız kadar büyük, cümlelerle taşınamayacak kadfar ağır bir sevginin altında belki de hâlâ eziliyoruz…

Çoğu zaman cümlelerin arasına gözyaşlarımızı serpiştirirken, çoğu cümlenin arasına öfkeleri sığdırmaya çalışırken, çoğul anlatımda üzüntü ölçüsünü kaçırıp, ağlamaklı satırların arasında buluştuk sevgimizin büyüklüğü ile…
Yanılgımız ortaya çıktığında ise, başımız düştü uykusuzluk ile alnımız cümlelerin arasında ezildi ama gene de sevgisizlik sözü edemedik…

Başlangıç zamanını bilemediğimiz bir sevginin yol öyküsüydü belki de bu ilk otobüse bindiğimiz durağın ismini bilmediğimiz…
Şimdilerde görüyoruz ki ikimizde birbirimizi yazarken, eskimiş bir yaşamın belki de son klometrelerindeki bir yol öyküsünün içinde sürdürüyoruz varlığımızı…

Belki de tüm hıncımızı cümlelerdeki anlatımlarla yaşatıyoruz… Uzun bir sevgi yaşamının içinde kalmış birçok insan gibi bizde gibi biz de acılarımızı yüreğimizle birlikte taşıdık…
Sevgili oluşumuzun an zamanlarını özlercesine varoluşumuzun hazzını hâlâ içimizde taşırken, acılarımızın bedenimizde açtığı yaralarla çektiğimiz pişmanlıklardı belki de günden güne acılanmalarımızı koyulaştıran…
Ama her şeye ve an zamanına rağmen pişmanlıklarımızın gömüldüğü zamanları nefes nefeslemek belki de günler boyu kazandığımız yaşam zaferini yaşıyorduk…
Yarınlar sevgimizi saklanacağı sığınaklarla varlığını sürdürecek…

Hâlâ nereye gitmek istediğimiz veya nerede Ahtapot salatası yemek istediğimizi, koşacağımız yerleri, durmamız gereken zamanı ve sevmeye verdiğimiz değerlerle ne kadar yaşayabileceğimizi, gülmek istediğimiz zamanları ve ağlarken nerede kendi halimize güleceğimizi, yaşayacağımız sahil kentini aşırı sevgiden dolayı ne zaman terk edeceğimizi, sevgiliye yazacağımız sayfalarda kaç kere özledim kelimesinin içinde hissedipkendini hangi an oradan çekip, kendi gerçek dünyana dönebileceğin, sanal düşlerle mutlulukları daha ne kadar yaşayabileceğini, velhasıl kendine vereceğin ödüllerle ne kadar sürdüreceksin yaşamın ortasından sıyrılıp huzurlu bir köşeye hangi vesile ile sığınacaksın?

Bitmeyesiye sorgulamaların tek sebebi vardı, kıyılığında dolaştığın mutluluğa ne kadar zaman sahip olacaktın?
Kâbuslu gecelerinde camından süzülen harımsı ıslaklıklara daha ne kadar o an hissettiğin kelimeyi daha kaç kez alt alta yazacaktım?
Zaman zaman kendi içimde savaş verdiğim olayların ne zaman terk edecektim?
Belki de hiçbir zaman kurtulamayacaktık hüzünlerin beslediği yorgun bedenler olmakta?
Hesabı verilemeyecek hüzünle beslenme zamanlarını daha kaç kez sindirecektim içimize?
Sevginin içinde acılanarak kalacağımız zamanların ortasına basıp ne zaman hüzün kuşlarına eşlik edecekti hürleşmiş bedene hasret yüreğimiz?
Daha ne kadar kalacaktık birileri veya biri için ağlama zamanlarının ve ne zaman sadece kendimiz için ağlayabilecektik?
Biz hâlâ yorgun zamanların yorgun düşleri ile yaşamaya veya yaşama tutunuyoruz..
Bir tek sevecenliğe alışmış yüreğimize daha ne kadar acılanma yükünü yükleyeceğiz?
Evet sevgili, bu gün de gün, benimle birlikte bir sahil beldesinde yorgunluğa düştü…
Gece güne, gün geceye kavuşacak şüphesiz ama ya benim düşlerim hâlâ gözyaşlarımla ıslanıyor…
Yaşamın ucunda bir gerçek vardı, günü geldiğinde herkes gibi ben de gülümseyebilecektim…

Zaman geçiyor, yollar kesişiyor, bulvarlar bitiyor ve gfeceler bitiyor, günler doyulamayasıya bir hızla tükeniyor yaşamla beraber ve sevgi ve aşk, gün gelip güldürüyor, gün geldiğinde çoğulda ağlatıyor… Kendimi hiç merak etmiyorum, yemek içmek umrumda değil, yaz gelince yollara adanmışlığım çıkıyo ortaya, bir de anılar ve anıların içindeki kadın ve onun gülüş seslerinin orada yankılanışı, ağlamaları ise camları kapalı aracın içinden benden başka hiçbir yere, kimseye ulaşmıyor…
Çoğulda o benim için ağlıyor veya benim için gülerdi. Bense sadece onun için ağlar veya ağlamak isterdim…
Çok zorlaştırmıştık boşu boşuna hayatımızı, boşu boşuna zorlamıştık yaşamı…

Ama her şeye ve her an zamanına rağmen pişmanlıklarımızın gömüldüğü zamanları nefeslemek belki de günler boyu kazandığımız yaşam zaferlerini yaşıyorduk…
Yarınlar sevgimizin saklanacağı sığınaklarla varlığını sürdürecekti…

Ve anladık ki acılandığımız kadar büyük zorluklar içindeki bir yaşamın içinde dar nefesler aldık…
Ve anladık ki başka başka kentlerde her anımız acılanmalarla geçiyordu…
Ama en büyük acılanmalarımız aynı kentte, yılın belli aylarında şehrin belli sahilindeki kumsalına ayak izlerimizi bırakarak gün doğumuna ulaşıncaya kadar süren o şiddetli acılanmalarla, özlüyorduk gün ışımasını...
Ne de güzel oluyordu sahilin diğer kıyılığına bakarken denizdeki yakamoz kıpırtılarının raksı ki işte o anlarda insanın kemiklerindeki ilikler sızlıyordu sanki içi yanarcasına…

Galiba insanın ruhuyla konuşmasıydı özlemek duygusu… Belki de içimizdeki savaşçı ruhtu özlemle dalaşan… Ve hiçbir zamana sığmayan hiçbir an içinde barınamıyordu… İnsanın kendi parmaklarını kendi parmakları ile tersine sıkması gibi acılanmalar çıkıyordu ortaya…

Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 2.8.2015 13:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Aslında biz dar zamanların hüzün çocukları idik… Ve yıllarca bu hüzünlerle beslendik ruhumuzu ayakta tutmak için… Biz hüznün beslediği duygularımızla ruhumuzu bu günlere taşıdık… Varoluşumuzda mevcut olan sadakat duygularını, içimize sindire sindire bu günlere taşıdık sevginin vazgeçilemez sevinçlerini yaşamımıza dahil ettik… Biz söz verilmiş umutların yaşamımıza dahil edebilmek için yıllarımızın hırs ve sevinçlerimizi gelecek yıllara taşıdık… Sevmekti asıl olan damarlarımızdaki kanımızın rengini perçinleyen Her damla kan rengimizin içimizdeki hüzünlerin değiken rengini taşıyaqrak bu günlere uzayıp ve gelecek günlere taşınacak umudu ile yaşadık biz bu sevginin içinde… Aslında biz hüzünlerle beslenirken, değişken kısık nefesler alarak bu günlere sarkan yaşamın içinde kaldık şüphesiz… Dünlerin hüzünlerimiz olurken, yarınlarımızı hep umutlarımız olarak yaşamak istedik… Ama yaşamın değişken ısıları ile istenmeyen daha ağır hüzünler depolandı bedenimize… Taşınamaz yüklerle hüzünlerin altında, dar zamanların kırık nefeslerini alırken bile keşke bu sevgiyi yaşamasaydık demek gafletine düşmedik… Hüzün ve umut hep yaşam nefeslerimizin şiddetini vurguladı…

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mustafa Yılmaz 4