bugünlerde en çok bunu düşünüyorum mutlak surette yok olan nedir?
nedir gitmenin kutlu hüznü,
mor bir günün ardından
yanlışsa evet! nerede yapılmış hata afrikalı bir güneşin kuzeyde ne işi var sahi nerede ceset, nerede kadavra?
sen bir kuyudan aldın yüzünü, o zaman karanlık vardı
o karanlığın içine düşüyor gibi bir bulut
işte orada o yüklemle açtın rengini bir sandık gibi
umulmadıktın, korkaksa korkak
sevimliyse sevimli kedilerdin
gittin yakutlara el işi yalnızlıklara
kırmızı bir şarkıyla bir alev topuyla
suretinin gömüldüğü yerde yandı levhalar, mecmualar
bitti sesinin çizgilerinde üzülmek çınarları
ikimizi yankısız bırakan bir yeryüzüydün belki
bugünlerde en çok bunu düşünüyorum,
mavi pencerenin önünde duran neyse onu kaldırıp
son kez bakmak kaybolan bir ikindiye
kaybolan bir ikindinin hüznüne
akıyor umulmadık gidişler
bir an için boşluk.
sonra durmadan boşluk.
böyle midir, kuşlar sekiz yıl yaşar
kuşlar sekiz kez yaşar
böyle midir özge dirik
bir avuç incir bir avuç yaban toprağa bırakılınca
yutar toprak. sonra boşluk.
sonra durmadan boşluk.
böyle midir?
mesela gittin, kendini de götürdün
yankılanmadı hiçbir yol, yankılanmadı izin
oysa kendini alıp götürdüğün günün ertesiydi
o günün şiirlerini üzgünlüğe ayırdım.
şair kardeşim kader kardeşim.
sen gittikten sonra
–ki o zaman abdest almayı unuttum–
adının kıvrımlarında sorular gördüm
kalabalık caddeler
yürüdüm seni andım
çay içtim seni andım
gördüm bütün köşelerde
korkunç sahnesiyle hayat uzak bir film
orası güzel midir?
kim bilir belki bir gün çıkar gelirim
Kayıt Tarihi : 8.3.2007 18:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz* Özge Dirik şiirini yazarken, bu önerme zihnimde dönüp duruyordu. Neydi ki onuncu kattan mutlu uçmak. Bunu sormak benim bu içinde bulunduğum mutsuzluğa bir cevap niteliğinde miydi? Yoksa ayrı belirlemeler ve simgelerle mi kuruyorduk şiiri? Nilgün Marmara, Kaan İnce, Slvia Plath, İlhami Çiçek, Özge Dirik hep o belirsiz olan cevabı mı buldular acaba? 'Yanlışsa evet! Nerede yapılmış hata' sorusu, aslında bize anlatılanın ne olduğunu sorgulamaktı. Öz neydi, hakikat neydi; en önemlisi gerçek ve doğru neydi? Yanlış hayatı doğru sonlandırmak doğru bir önerme miydi? Eğer onlar doğruysa, neden ben hala yaşıyordum. Ben'imi bütünleyemediğim hayat'a tutunduran neydi? Sormak ve tutunuş.... Doğrusu iki yıl ara verdiğim bu sormak eylemi yeniden vücut buluyordu. Cevapların olmayışı mutlak yok oluşa sürükleyen tin'in mağarasına çekilmesinden başka bir şey değildi. İki yıl, herhangi biriniz gibi, herhangi biçimlerde ve herhangi sıkıntılarla sustum. İdrakimin o susmak eylemiyle tökezlediğini düşünmüyorum. Sadece içimde uyuyan ben'in uyanmasıyla, bir şaşkınlık evresi geçirdim. Soru sormanın doğru gerçekleştirilmediği bir yerdi burası. Daha doğrusu sorunun ve cevabın aslında özü gerçekten gösteren göstergeler olmadığı gerçeği ortada iken yine de soru sorma ihtiyacı hissedilen bir yerdeydim. Şaşkınlık ve hissediş.... 'Bir dölden kültüre doğmak'tan başka yolu olmayan biz insan türünün "belirlenmiş bir şeye doğduğunu" görmenin sızısını çekiyordu şair dile doğduğunda. Dirik'in Özge ismini sorguladığını, onu mutlu mesut ayrılmaya iten şeyin dile doğmuş olmanın sızısı olduğunu düşündüm hep. Belirlenmiş ve dayatılan o başkalarının önermeleriyle, daha da açık ifade etmek gerekirse, eşyaya ve özneye getirilen tanımlarla yaşadığımız gerçeği sızı değil de neydi? Dilin ve dilin içinde inşa olmuş soruların bize ait olmadığını ve sadece yüklendiğimiz bir anlamlar dizgesi oluşturduğuna da anlamıştı Dirik. Dilin ve kültürün mahkumları olarak hissettiğimiz hangi duygu gerçekten bizimdir? Bize ait olmayan simgelerle, yani başkalarının(ki bu ötekidir, bu toplumdur, bu çevredir, bu dünyadır, şu anımızdan önceki her şeydir) tanımlamalarıyla ne kadar doğru soru sorabilirdik ki? Sorulan sorular bize öğretilen ya da dayatılan bir dil ile gerçekleşiyorsa o halde soru sormak kavramı bize ait midir? Kendi sessizliğimizde bile bildirilmiş ve öğretilmiş bir dili kullanmıyor muyuz? Evet düşünmeyi gerçekleştirdiğimiz araç bize ait değilse, bu moleküller toplamı ve hareketler toplamı varlığımız ne kadar bize ait olabilir ki? Bu 'olmayış' denklemi soru'nun ve sorun'un da net olmayışını bize gösterir. Yersiz yurtsuzluk ve ait olmama bilincini şairin ıstırabında görmek mümkündür. Dil bize ait değilse, sorular bize ait değilse, cevaplar bize ait değilse biz kimiz? Düşünceler de bizim belirlenmişliğimizin ürünü şeyler zaten. O halde biz bize ait olmayanız, bize ait olmayanların sürdüreniyiz, bir bakıma biz dilin içine hapsedilmiş molekülleriz. Bunun farkına varmak, onu ifade etmek, sonsuz acıyı dillendirmek için de yine bu dışına çıkamadığımız göstergeler bütününe muhtacız. Paradoksumuz tam anlamıyla budur... Ancak bilinmeze sığınırsak - Dilden arınırsak biz olabileceğiz. O halimizin de tek ismi olur muhtemelen: Hiç... Evet biz var olan hiçleriz... Anlamın hiçlik olduğunu bile bile neden yaşıyoruz sorusu geliyor şimdi. İki tür çıkış vardır. Ya Özge Dirik gibi, Nilgün Marmara gibi ve daha nice erken ölü şair ve yazar gibi kendi belirlediğimiz zamanda öleceğiz ya da dilin içine hapsolmuş mutsuzlukla can çekişe çekişe yaşayacağız. Ölümün ötesini göremediğimiz için veya doğumun öncesini hatırlamadığımız için mutluluğun, kayıp kimliğin orada bulunacağı da meçhuldür. Ölüm bu anlamda bir risktir. Ölüm Olmak ya da olmamak denklemini cevapsız bırakmıştır. Ölüm mutlak tinin renksizliğine kucak açmak gibi bir algılayış ise orası maviden sonra bir boşluk olur. Tanımlayamadığımız her şey gibi boşluk... 2007 - İstanbul / Üsküdar *Adorno

TÜM YORUMLAR (2)