UZAKLIĞIN VE SEN
I
Belediyenin eski otobüsü bozuk asfaltta hızla ilerliyordu. Kadıköy’den binmişti otobüse. Otobüs asfaltın bozuk yerlerinde sarsılıyor, sarsıldıkça kapı ve pencere camlarının gürültüsü çoğalıyordu. Ön sıralarda cam kenarında oturuyordu. Başını dışarıya çevirmiş caddede koşuşturan insanlara bakıyordu. Bir anda değişen yüzlerdeki anlamları çözmeye çalışıyordu. Otobüsün motor ve sarsıntılarından çıkan gürültüleri unutmuş, kendini dışarıdaki kişilere vermişti. Fuat’ı Bir an görünüp, kaybolan kişiler kendine çekiyor, senin aradığın her şey burada diyordu. Caddelere iyice dalmıştı ki, Biletçinin sesi birkaç kez kulaklarında yankılandı. Kuyubaşı var mı inecek? Kuyubaşı durağında inecekti. Yavaşça doğruldu yerinden. Biraz geç kalmıştı. Biletçiye elini kaldırarak ineceğini bildirdi. Biletçinin homurdandığını duydu, aldırmadı.
Ana yoldan sola ayrılan küçük yola geçti. Yolun solunda okula kadar uzanan ve okuldan sonra da devam eden apartmanlar uzanıyordu. Apartmanların balkonlarında çiçek saksıları ve sağ tarafta büyük bir çayırlık vardı. Çayırlığın ortalarında taş yığınları duruyordu. Taş yığınlarının yanında top oynayan çocukları gördü. Çocukların ilerisinde bir kepçenin madeni sesi duyuluyordu. Taş yığınına doğru yeşil çayırı ayaklarının altında ezerek yürüdü. Taş yığınının yanında çayırların üstüne oturdu. Eğilerek bir papatya kopardı. Sonra isteksizce yapraklarını yolup attı. Daha vakit çok erkendi. Bir saat kadar önce gelmişti. Top oynayan çocuklara bakmaya başladı. Çocukların bağrışmaları, kepçenin gürültüsü içinde eriyip gidiyordu. Çocukluğu geldi aklına, anası çaput parçalarından yapardı topunu. Hiç böyle toplarla oynamamıştı.
Yavaşça kalktı oturduğu yerden. Okula doğru yürümeye başladı. Okul biraz ilerdeydi. Okulu çevreleyen eski taş duvarlar ve duvarların arkasındaki ağaçlar görünüyordu. Okulun kapısına geldiğinde bütün bedenini bir heyecan dalgası sardı. Anons yapılan küçük pencereye doğru yürüdü. Saatine baktı daha on beş dakika vardı. “Yüksel geleceğimi biliyordu.” dedi. Yüksel Okulun kapısına gelecekti. “ Belki de unutmuştur.” dedi Biraz daha oyalandı kapının önünde. Tam anons yapılan yere doğru yürüyecek ki birden vazgeçti. Biraz aşağıdaki kahveye doğru yürüdü. Burası öğrencilerin toplandığı bir kahveydi. Küçük bir dükkandan bir paket sigara aldı. Kahvenin kapısından içeri girince büyük bir gürültü ve sigara dumanlarıyla karşılaştı. Cam kenarında boş bir masa buldu oturdu. Buradan okulun kapısını rahatlıkla görünüyordu. Garsona “bir çay ver.” dedi Garson çayı getirdi. İçini bir sıkıntı basmıştı. Çayı içmeden kalktı. Saatine baktı. Biraz daha vakit vardı. Zaman hiç geçmek bilmiyordu. Kalktı, kahveden çıktı. Anons yapılan yere geldi. Tedirgindi, anons ettirmeli miydi? Yoksa çekip gitmeli miydi? Bir kez anons yaptırmalıyım diye düşündü. Kapının yanında kapıcının bulunduğu küçük bir oda ve bu odaya bitişik bir bekleme odası vardı. Bekleme Odasında üç beş sandalye karmakarışık duruyordu. Küçük odanın duvarına yaslandı. Kapıcı cami açınca “Yüksel’i anons ettirmek istiyorum.”. Anonsun boğuk sesi duyuldu iki kez. Elleri titriyordu yine. Elleri titremese olmaz mıydı? Tam da zamanını bulmuştu ellerinin titremesi. Okulun
bahçesindeki ağaçlar, okulun duvarları üzerine geliyordu. Gözleri bahçeden kapıya doğru gelenlerin üzerindeydi. Kapıcı yanına gelerek bir iskemle gösterdi. Oturmasını işaret etti. Fuat duyulamayacak bir sesle sağ ol diyerek iskemleye oturdu. Yüksel’i bir kez daha anons ettirdi. Ne kadar beklediğini bilmiyordu. İskemleden kalktı, artık gidecekti.Son bir defa bahçeye baktı. Birden uzun ince boylu bir kızın koşar adımlarla kapıya doğru geldiğini gördü. Gözleri buğulandı. Bu gelen Yüksel miydi? . Kız kapıya biraz yaklaşınca gelenin Yüksel olduğunu anladı. Kızıla kaçan kumral düz saçları savruluyordu. Bir eliyle saçlarını düzelterek Fuat’ın yanına kadar geldi. Yüksel nefes nefese “ Hoş geldin Fuat.” Fuat “ hoş bulduk” dedi. Sesi gırtlağından pürüzlü bir şekilde çıktı. Konuşurken heyecanlanıyordu. Sözcüklere ses tonuna egemen olmak istiyor, ama başaramıyordu. Ağzından tümceler yarım yarım çıkıyor. Konuşmasından bir şey anlaşılmıyordu. Yüksel “ben gelmeyeceğini sanmıştım, arkadaşlar içeride seni bekliyorlar.” Fuat az konuşmak istiyordu.” Gidelim öyleyse” Birlikte yürüdüler. Yüksel yolda durmadan bir şeyler söylüyor, gülüyordu. Bugün neşeliydi Yüksel. Fuat yürüdüğünün farkında bile değildi. Sanki yol ayaklarının altından kayıyordu Yüksel’in söylediklerinden bir şey anlamıyordu. Yüksel bir ara “Fuat beni dinlemiyor musun.? ”. “ Yo, yo dinliyorum.” dedi Fuat. Yüksel “çok dalgın görünüyorsun Fuat.”. Gülümsedi. Yüksel heyecanını nasıl yorumluyordu kim bilir? . Kendisinin düşündüğü gibi yorumlamasını istiyordu. Fuat’ın ayakları yürüyordu. Kendisi başka bir yerde gibiydi. Çevresine bakmıyor, Yüksel’den başka hiçbir şeyi görmüyordu. Fuat’ı o anda Yüksel’den başka bir nesne ilgilendirmiyordu. Sabit bir noktaya bakıyor gibiydi. Yüksel “Dalgınsın Fuat canın bir şeye mi sıkılıyor senin? bu kadar ünlü olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlar beni kıskanıyorlar, senin arkadaşın olduğum için’’Fuat sesini çıkarmadı. Sadece dudaklarından bir gülümseme yayıldı. Gülümsemesi boşluğa doğru uçtu gitti. Tedirginliği artmaya başlamıştı. Artık hiçbir şey umurunda değildi. Bu anın bitmesini hiç istemiyordu.
Yüksel’le yürümeliydi, ömrünün sonuna kadar birlikte yürümeliydiler. Konuşmadan ses çıkarmadan yürümeliydiler. Kantine girdiklerinde boş bir masa aradılar. Kantin kahve gibi kalabalık ve gürültülüydü. Ortalarda bir masa buldular. Yüksel kantine bir göz gezdirdikten sonra, “ Arkadaşlar gitmişler, herhalde derse girdiler.” dedi. Tek sandalyeye Fuat’ı zorla oturttu Ardından” Ne içeceğini sormuyorum sana kendi elimle çay getireceğim.” dedi. Çaylarını yudumluyorlardı. Yüksel masaya ilişmişti. Biraz sonra bir sandalye daha buldular. Göksel oturdu. Yüksel bir kuş gibi çok sevinçliydi. Fuat Yüksel’deki bu sevincin kaynağına inmeye çalışıyordu. Neden böyle sevinçliydi. Benim için mi bu sevinç öyleyse... diye düşündü. Sonra bu düşüncesini beğenmiyor. Kendi kendine bir neden bulmaya çalışıyor, Kendini sevmediğini, sevemeyeceğini biliyordu. Fuat Yüksel’deki böyle bir sevince böyle bir mutluluğa bir dostun evinde bir kez daha rastlamıştı. O günde bu günkü gibi kabına sığamıyordu. Yüksel O gün de Fuat’a nasıl davranacağını bilmiyordu. Elinden gelse bütün dünyayı bağrına basacaktı. Yüksel’in böyle görkemli bir sevgiyi yaşadığı belli oluyordu. Bu şaşkınlığı, telaşı, sevinci ve mutluluğu Fuat’ın gözlerinden kaçmıyordu. Yüksel’de bunun farkındaydı. Fakat ne yapsa bu sevince, mutluluğa engel olamıyordu. Yüzü pençe pençe kızarmıştı Yüksel Fuat’a dönerek” Fuat çok mu konuşuyorum yoksa? Çok konuştuğunu yeni anlamıştı.
Utandı. Bir telaşla çantasını karıştırdı. İnce tel çerçeveli renkli gözlüğünü takti. Böylece kendini güvenceye almak istedi. konuşuyordu yine. Fuat o kadar dikkat ettiği halde, Yüksel’in konuşmalarından bir şey anlamıyordu. Her zaman olduğu gibi yine kendi düşünceleriyle baş başa kalıyordu. Bir ara Fuat konuşmak istedi. Sesi hala çatallanarak çıkıyordu. Konuşmaktan vazgeçti. Masadaki sürahiden bardağa su koydu içti.Okulda ders bitmişti. Kantin daha kalabalıklaştı. Yüksel “ işte arkadaşlar geliyor.”. Fuat’ın sesi dalgalandı.Yüksel Fuat’a dönerek sol elini kaldırdı, işaret parmağını tehdit eder gibi sallayarak “Bak Fuat, benim için heyecanlanıyorsan döverim seni.” Fuat yutkundu bir şey söyleyemedi. Yüksel’in arkadaşları geldiler. Birer sandalye bulup oturdular. Yüksel Fuat’a arkadaşlarını tanıştırdı. Bu Enver dedi. Enver senin kentinden. Enver orta boylu kara yağız biriydi. Bu Mustafa batı Anadolu’dandı, bu da Ahmet dedi. Hepsi resim bölümü öğrencisiydiler. Aynı zamanda birer fotoğraf sanatçısıydılar. “Gidelim artık.” dedi Yüksel. Hep birlikte kalktılar. Okulun önünde ablası Yüksel’i bekliyordu. Okulun önünden geçen yoldan ana yola kavuştuklarında yolları ayrılıyordu. Enver ve arkadaşları sola, Yüksel ve ablası sağa doğru gideceklerdi. Bir an durakladılar. “Fuat gelmiyor musun? ” Yüksel. Fuat “Ben bu akşam arkadaşlarla kalacağım” Yüksel böyle bir şeyi beklemiyordu. Yüzü sarardı.” Peki Öyle olsun “diyebildi. Fuat’a elini bile uzatmadı, sadece basitçe bir el salladı. Hızla yürüyüp gitti ablasıyla.
II
Yüksel’le ablası Fuat’tan ayrıldıktan sonra eve doğru yürüdüler Yüksel ablasıyla konuşmuyordu. Bir ara ablasına bakarak, elindeki kitapları ablasına uzattı. Ablası kitapları Yüksel’in elinden aldı. Ellerini açtı, avuçlarını gösterdi Yüksel. Avuçları ter içinde kalmıştı. Ablası söyleyecek söz bulamıyordu. Susmak konuşmamak, belki de en iyisiydi. Şimdi her şeyi daha iyi anlamaya başlamıştı. Kuşkuları kesinlik kazanmıştı. Bir bakıma iyi de olmuştu. Rahattı şimdi, kardeşinin Fuat hakkında düşündükleri de açıklığa kavuşmuştu. Öte yandan da rahatsız olmuştu. Kardeşinin bu durumuna üzülüyordu... Ne kadar da çabuk gelmişlerdi eve. Otobüs durağına bu kadar yakın mıydı evleri. İlk kez hayret etti. Oysa bu yolu her gün yürüyorlardı. Eve geldiklerinde yoruluyorlardı. Yüksel’in elindeki açkı, açkı deliğine bir türlü girmiyordu. Ellerinin titremesi artmıştı, kapıyı açamadığına sinirleniyordu. Birkaç kez tekmeledi kapıyı. Ablası yavaşça elini tuttu.Gökselin elinden sıkı sıkıya tuttuğu açkıyı almak istedi, Yüksel önce vermek istemedi açkıyı Sonra birer kilide benzeyen parmakları çözüldü. Açkı nem içinde kalmıştı. Ablası kapıyı açar açmaz koştu, odanın ortasındaki kilime boylu boyunca attı kendini. Hıçkıra, hıçkıra ağlamaya başladı. Ablası üstüne varmadı Yüksel’in. Ağlasın açılır, daha sonra konuşuruz konuşacaklarımızı diye düşündü. Mutfağa geçti. Yarım saat kadar sonra yemekleri hazırdı. Tabakları masaya götürdüğünde Gökselin hala kilimin üzerinde olduğunu gördü. Yüksel kilimin üzerine oturmuş, dizlerini bükerek göğüslerine doğru çekmiş ellerini dizlerinin iki yanından geçirip ayaklarında kenetlemiş, alnını iki dizine dayamıştı.. Saçları dağınıktı. Ablası tabakları masaya bırakarak, yavaşça Yüksel’in
yanına bir ananın yaklaşımıyla çöktü. Önce o uzun ve düz saçlarını okşamaya başladı. Yüksel kalk hadi kalk yüzünü yıkadı yemeğimizi yiyelim dedi. Yüksel hiç duymamıştı ablasının söylediğini. Taş gibi donmuş kalmıştı. Ablası telaşlandı. Kolonya getirdi, ellerini yüzünü kolonyayla ovaladı. Kollarından tutarak kaldırdı kardeşini. Yüksel’in ayakta duracak durumu kalmamıştı. Ablasının yardımıyla elini yüzünü yıkadı. Yüksel biraz kendine gelmişti. Yemek yerken ablası biraz da Gökselin gönlünü almak, ona yardımcı olmak düşüncesiyle İyi alışmıştık Fuat’a, neredeyse Fuat’sız Yapamayacağız dedi. Yüksel ablasının sözünü kesti. Ne Fuat’ı, bırakalım artık Fuat’ı dedi. Bugün sen de Gördün. Benim bugün tanıştırdıklarımla, üstelik benim tanıştırdıklarımla beni ortada bırakıp ta gitti. Yüksel yemeği yarıda bırakıp kalktı. Ablası pişman olmuştu dediğine. Sonra İşi şakaya vurdu. Gülümseyerek Yüksel gözlerime bak hadi... hadi saklama benden dedi. Yüksel neyi saklayacakmışım senden dedi. Ablası “ neyi saklayacağını sen benden dahi iyi bilirsin, bilirsin de ablana bile söylemezsin” dedi. “Ben anlamıyor muyum sanki. Bunca zamandır durgunluğunun nedenini. Fuat’tan söz edilince Birden gözlerin ışıklanıyor. Daha önceki Yüksel’e benzemiyorsun, cıvıl cıvıl yepyeni bir Yüksel oluyorsun., Fuat’tan söz edilince tanıyamıyorum seni, yeniden yaratılmış gibi oluyorsun.” Ablasının bu konuşması karşı Yüksel utandı, başını önüne eğdi. Işıkları söndürüp yatağa uzandılar. Yüksel “ablacığım” dedi. “Yemekte söylediklerin doğru. Evet bu gizi daha Fazla saklamanın bir gereği yok Çünkü öyle zamanlar oluyor ki, çok bunalıyorum. Sığınacak bir yer arıyorum. O zaman Fuat gelip dikiliyor gözlerimin önüne. Bütün kaslarım gevşiyor, kendimi güvende hissediyorum. Tinim başka zaman fırtınalı denizlere benzeyen tinim, ancak Fuat’ın yanında duruluyor, sakinleşiyorum. Fuat yanımda olmadığı zaman acunda tek başıma, çaresiz kalmış gibiyim. Fuat olmadığı zaman Düşüncemde, insanlar eşyadan farksız kalıyor yanımda. Hiçbir şeyden zevk alamıyorum. Herkesi güldüren neşelendiren şeyler, bana işkence makineleri oluyor. Ben bu işin içinden kalkamayacağım ablacığım. Ayrıca Fuat benim için ne düşünüyor bunu bilemiyorum. Bana bir dost gibi, bir arkadaş gibi yaklaşan Bir kişiyi sevdiğimden utanç duyuyorum. Acaba Fuat benim hakkımda ne düşünüyor. Bunu hep merak Ediyorum. Beni asıl üzen, bana acı veren budur ablacığım. Onun her hareketinin, her sözünün altında Benimle ilgili bir şeyler arıyorum. Onun da beni sevdiğine inanıyorum. Sonra... sonra hayır diyorum. Bu düşündüklerim yanlış diyorum. O beni sevmiyor diyorum. Aklım Bu düşüncelerle dopdolu. Fuat’tan başka Hiçbir şey ilgilendirmiyor beni ablacığım. Bu nasıl bir dert, bu nasıl bir sıkıntı anlayamıyorum. Bugün Okula gelecekti. Biraz beklettim, biraz geç ulaştım yanına. Kantinde otururken onun, okulun kapısında Beni beklediğini biliyordum. Çünkü kalbime bir sızı çökmüştü. Kendimde kalkmak cesaretini bulamıyordum adım anons edilene dek, sanki bir çivi üzerinde oturuyordum. Anonsu duyunca kalbimin daha fazla attığını hissettim, bir ara başım döner gibi oldu. Beni istiyorlardı kapıdan. Anlayamıyor musun ablacığım. Hem gitmek istiyordum, hem de gitmemek. Fuat’ı özlemiştim. Fakat Fuat’ı hem görmek istiyordum... hem görmemek. Neden sonra kalktım gittim okulun kapısına. Fuat beni bekliyordu. Fuat gök mavisi bir elbise giymişti, gömleği kan kırmızısı idi, Kravatı da maviydi. Kendine nasıl yakıştırmıştı onu bilemiyorum. Çok gülünç bir görünüşü vardı. Bana söyleseydi, kendine yakışır bir giysi alamaz mıydık. Bugün Fuat’ı biraz heyecanlı gördüm ablacığım. Bir ara benim için
heyecanlandığını sandım. Sesi boğazında takılıp kaldı. Sesi bir garipleşti. Fuat’ı tehdit eder gibi yumruğumu kaldırdım. İşaret parmağımı sallayarak Bak Fuat benim için heyecanlanıyorsan döverim seni dedim.’’ Ablası “iyi etmişsin kızım” “Fuat’ın sana azıcık meyli bile varsa onu da ortadan kaldırmışsın” Yüksel “ama mecburdum ablacığım”. Sonra hiç konuşmadılar.
Sabahleyin Yüksel erkenden kalktı. Ablasını bile uyandırmadan okulun yolunu tuttu Bugün içinde bir ürperti vardı. Bir haber bekliyormuş gibi, hiç adeti olmadığı halde okul girişindeki mektupluğu baştan sona taradı. Kendisine gelen bir mektubun olmadığını görünce, boynu bükük çocuklar gibi kantine doğru yürüdü. Kantinden bir çay ve simit aldı. Elindeki simidi çaya batırarak yemeğe başladı. Ders zili çaldığında Yüksel hala kantinde oturuyordu. Eve gitmeye karar verdi. O gün Yüksel akşama kadar yatağında yattı.
III
Fuat, Eyüp’ün dik yokuşlarından birinden yukarıya doğru yürümeye başladı. Burada gördüğü evler küçük kentlerin Evleri gibiydi. Çoğu tek katli ya da iki üç katli evlerdi bunlar. Küçükte olsa bir bahçeleri vardı. Bahçelerinde ağaçları, bahçe duvarlarını aşan sarmaşıkları, pencere ve balkonlarda ki çiçek saksılarını görüyordu. Biraz rahatlar gibi oldu. Kendini bulmuştu bu evlerde. kentinin evlerine ne kadar da benziyordu bu evler. On yıldan fazla Bir zaman geçmişti kentini görmeyeli. Kenti kim bilir şimdi ne kadar değişmişti.
Kafasında hala bir uğultu gibi devam eden Yüksel’in kopuk, kopuk dizeleri sıralanıyordu. Fakat ne kadar uğraşsa dizeler arasındaki kopukluğu bir türlü tamamlayamıyordu. Yüksel’in yazdığı şiirin adını anımsıyordu. Şiirin adı 'Yokluğun ve Sen ' di, fakat içindeki ürpertiden, şiirin tamamını anımsayamıyordu. O kapkara saçların, yok hayır öyle değildi. O simsiyah saçların, o simsiyah gözlerin miydi yoksa. Hemen ardından değişik şekilde dizeler geliyordu. Gökselin yazdığı şiiri şimdi anımsıyordu. Şöyle başlıyordu şiir 'Elem dolu bakışların bana asırlar kadar uzak/ herkesi düşünen sen/ Beni düşünmekten ne kadar da uzak/ O kapkara saçların/ Beni içinde boğacak kadar karanlık/ Herkesi düşünen sen beni düşünmeyecek kadar gaddar./ Gaddar sözcüğüne takılıp kalıyordu. Dudaklarında acı bir gülümseme dondu kaldı. Sigarasını dudaklarına götürüp, üst üste üç nefes çekti Nasıl hatırlamazdı, nasıl düşünmezdi Yüksel’i Bu mümkün müydü. Anılar şiirin yazıldığı Bakırköy’deki bir yazlık bahçeye kadar götürmüştü Fuat’ı. Yüksel, Fuat yanında kağıt var mı demişti. Ardından Sen şairsin ben senin kadar şair değilim. Ama ben de bir şeyler yazdım dedi. Ve hemen ardından şairlerin kalemi ve kağıdı eksik olmaz kağıdı kalemi ver de ben de sana bir şiir yazayım dedi. Bende sana bir şiir yazayım derken, acaba neyi anlatmak istiyordu. Fuat kağıdı ve kalemi uzatmıştı Yüksel’e. Yüksel dalgın bakışlarını bir süre uzaklarda tutmuş, kalemin ucunu ağzına alarak şiiri hatırlamaya çalışmış ya da o
geçen süre içinde şiiri tasarlamıştı. Masadaki kağıda şiirini yazmıştı. Şiirin kendisi için yazılmış olduğunu biliyordu Fuat. Şiiri yazdıktan sonra kağıdı katlayıp vermişti Fuat’a. Fuat okumak istiyorum deyince de, yanakları pembeleşmiş, bakışlarını önüne eğerek ve elini uzatarak lütfen... sonra okursun deyivermişti. Fuat da Yüksel’i kırmamak için kağıdı cebine koymuştu.
Aradan üç ya da dört yıl kadar geçmiş olmalıydı. Yüksel Eğitim Enstitüsünü bitirdikten sonra, Ağrı iline öğretmen olarak atanmıştı. O zamandan beri görüşememişlerdi. Arada sırada bir kart geliyordu sadece. Sonra Yüksel’in ataması Eyüp’te bir orta okula yapılmıştı. Fuat Gökselin çalıştığı okulun önüne geldiğinde yorulmuştu. Nefes nefese kalmıştı. Okulun önüne kadar gelmişti, ama okula girmekte tereddüt halindeydi. Kalbinin dışardan duyulacak kadar hızla çarptığını hissetti. Bu yokuşa tırmanın verdiği bir durum muydu. Yoksa Göksele bu kadar yaklaşmış olmaktan mı kaynaklanıyordu. Gökseli andığında boyun damarlarında zonklama başlamıştı bile. Okulun merdivenlerinden çıktı. Koridorda dolaşan bir emekçiye Göksel hocayı sordu. Göksel hocanın bir üst katta olduğunu öğrendik den sonra, bir üst kata çıktı. Koridorlar boştu. Rastladığı bir emekçi, Göksel hocanın odasını gösterdi. O saatte Yüksel hocanın dersi yoktu. Fuat göksel hocanın odasına girdi. Göksel büyük bir sevinçle Fuat’a karşıladı. Masanın karşısında dört tane koltuk ve bir sehpa vardı. Yüksel, Fuat’ın oturduğu koltuğun karşısındaki koltuğa oturdu. Bir sevinç dalgası vardı gözlerinde. O hiç eksik etmediği ince dudaklarındaki gülümseme bakışlarındaki pırıltı ile Fuat’a hoş geldin dedi. Heyecanlanıyordu. Ne yaptığını bilemez olmuştu. Ellerini Saklayacak bir yer arıyordu. Ellerini bir saçlarına götürüyor, saçlarını düzeltiyor, birde bakıyorsun ellerini birbirine kenetliyordu. Bir telaşla odadan ayrıldı. Geldiğinde elinde bir çay bardağı vardı. Çayı seversin Fuat dedi. Ve suskunluğu dağlar kadar uzadı. Fuat’ın yanındaki masaya oturdu. Ellerini kenetledi boynunu büktü biraz bekledi. Hiç beklemiyordu Fuat’ın geleceğini, şaşırmıştı. Ne konuşacağını bilemedi. Neden sonra çantasından sigara ve çakmak çıkardı. Fuat’a uzattı. Fuat Yüksel’in sigarasını yaktı. Yüksel Fuat’a bakarak ellerin titriyor yine...dedi. Fuat cevap vermemişti. Oysa o kadar çok istiyordu konuşmayı. Fuat oturduğu koltukta yığılıp kalmıştı sanki. İkisi de konuşmuyordu. Yüksel parmağındaki sigarası ile ellerini İleriye doğru uzatarak parmaklarını kenetledi. Bir konuşmanın hazırlığı içine girmişti. Yüksel’i şimdiye değin bu kadar tedirgin görmemişti. Duruşundan, yüz çizgilerindeki gerginlikten ve bakışlarını kaçırmasından belli Oluyordu. Az önce karşılaştıklarında pembeleşen yüzü, sararmaya yüz tutmuştu. Fuat acaba gelmeseydim daha mı iyi olurdu diye düşündü. Huzursuzluğu arttı. Belli ki bir yanlışlık yapmıştı. Fuat konuşmuş olmak İçin Biraz kilo almışsın deyince Yüksel! in yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Yüksel, Fuat’la birlikte olduğu zamanlardaki neşesini takınmak isteyerek yapmacık bir gülümseme ile evet altı kilo aldım diyebildi. Söylemeli miydi Fuat’a. Bu hayal içinde yaşayan kişiye. Gerçeği söylemeli miydi. Kendisine karşı olan ilgisini biliyordu. Kendiside pek o kadar fazla ilgisiz değildi Fuat’a karşı. Altı ay kadar saklamıştı. Keşke mektupla bildirseydim diye düşündü. Fuat nasılda çıkıvermişti ansızın karşısına. Bu şair kişiliği daha da allak-bullak etmeğe hakkı var mıydı? Bu hakkı kendisinde göremedi. Biraz düşündü söyleyip, söylememek arasında bocalayıp durdu. Kendisi şimdi söylemeseydi, nasıl olsa başkalarından öğrenmeyecek miydi. O daha ayıp
olmaz mıydı. Ne diye umutla gönderecekti Fuat’ı. Bunca yıl yakınlık gösterdikten sonra yüz üstü bırakmıştı. Hem de Fuat’a bir haber bile vermeden. Biraz düşündü. Haber vermeli miydi? . Fuat’ın yakınlığını biliyordu. Ben dedi Kendi kendine Fuat’ı düşünmedim değil. Düşündüm. Düşünmesine de... Fuat başka bir ile atanmıştı. Nereden haberi olacaktı. Yüksel bu düşünceler içindeyken ders zili çaldı. Yüksel “ben şimdi derse gireceğim beni beklersen sevindirirsin”. Fuat’ta ayağa kalktı. “Bende artık gideyim.” Yüksel “Yok yok bırakmam seni. Bunca yıl görüşmüyoruz. Bekle sana söyleyeceklerim var, bak orda küçük de olsa bir kitaplığımız var, sen seversin kitapları, bu son dersim, dersten sonra Eyüp’te bir bahçeye oturur çay içeriz” Fuat’a beklemek düştü. Yüksel derse girdikten sonra Fuat kalktı, odada dolaşmaya başladı. Ne yapacağını bilmez bir durumdaydı. Düşüncesini yoğunlaştırmaya çalışıyor, başaramıyordu. Daldan dala sıçrayan serçeler gibi konudan konuya, anıdan anıya gidip geliyordu. Ama hepsi gelip bir yerde düğümleniyordu. Yüksel’in söylemek istediği, benden gizlediği bir şey var diye düşünüyordu Fuat. Yüksel’in ne söyleyeceğini tahmin ediyordu. Yüksel ürkek adımlarla odaya girdiğinde Fuat hala odada dolaşıyordu. Yüksel masasına oturdu birer sigara daha yaktılar. Fuat Yüksel’in gözlerinin içine bakarak “Yüksel başka bir ile atandım gidiyorum” Yüksel “biliyorum” Konuşmaları kesildi. İkisi de konuşmuyordu. Suskunlukları uzadı. Çok kötü bir durumdaydı Fuat. Zaman geçmek bilmiyordu. Her saniye bir yıl kadar uzuyordu. “Bak Fuat” dedi Yüksel. Yüksel’in sesi derin bir kuyudan geliyor gibiydi. Ses Fuat’ın beyninde yankılanıyordu. Çağrışım zincirlerinden biri geldi karşısına dikildi Fuat’ın. Yıllarca önce yine aynı şekilde hitap etmişti. Bak Fuat demişti. O zaman tehditkar bir havası vardı. Şimdi bak Fuat deyişinde bir yumuşa vardı. Sanki Fuat’tan özür diliyor gibiydi. Enstitüde Yüksel’i görmeğe gittiğinde, kantinde otururken Fuat heyecanlanmıştı. Konuşmasından belli oluyordu. Yüksel sağ elini kaldırmış işaret parmağını Fuat’a doğru uzatıp, sallayarak “bak Fuat benim için heyecanlanıyorsan döverim seni” demişti. Fuat o zaman ne kadar senin için heyecanlandım demek istemişse de diyememişti. Bak Fuat deyişinin altında da böyle bir şey yatıyor olmalıydı. Fuat’ın bu düşüncelerini Yüksel bıçak gibi kesti. “Bak Fuat” tekrar. Bir çırpıda “ben sözlendim”. Ne kadar da rahat söyleyivermişti. Yüksel yüreğinin bütün sıkıntılarından kurtulmuşluğun rahatlığı içindeydi. Fuat’la acun arasındaki bütün bağlar kopmuştu. Bir sonsuza doğru döne döne, sonsuzluğun karanlığına gömüle gömüle gidiyordu. Yüksel içindeki bun’u atmıştı. Şimdi konuşuyordu. İçindeki bun’u atmanın rahatlığıyla konuşuyordu. Hep konuşmasını istediği sesini uçarsuya benzettiği Yüksel’in sesi şimdi Fuat’ın beyninde uğulduyordu. Yüksel’in konuştuklarından bir şey anlayamıyordu. Ben sözlendim ne demek. Bunu anlayamıyordu. Ben sözlendim. Her sözcüğün üzerinde tek tek düşünüyor bir anlam çıkaramıyordu. Biz geçmişten sözlü değil miydik Yüksel “Fuat beni dinlemiyor musun? ” dedi. Fuat toparlanmaya çalıştı. Yüksel’i dinler görünmeyi istiyordu. Yüksel çantasından çıkardığı cüzdanını Fuat’a uzatarak “Fuat şu resme bak” dedi. Fuat Cüzdandaki resme baktı. İçinde bir soğukluk duydu. İliklerine kadar ürperdi. Buz dağlarına bakıyormuşçasına baktı resme. Sevgiyle yanan gönlü ne kadar da katılaşmıştı. Tombul yanaklı biriydi resimdeki, kürklü bir parka giymişti. Fuat “belli ki doğudan bizden” diyebildi. “Onu sormadım” Yüksel “nasıl bir insana benziyor” Yüksel “bir görsen tanısan o kadar iyi bir kişi ki”. Fuat’ın suskunluğu uzadı. Benden de mi iyi diyemedi. Fuat aniden kalktı gidiyordu artık. Yüksel’in yüzüne bile bakmadan mutluluklar diledi.Yüksel masadan kalkamadı öylece kalakaldı
Nihat YücelKayıt Tarihi : 19.10.2006 12:32:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!