Akşam ağaçlarla kaplı sevgilim ve eteklerine
saçılmış yedi bakır göl olan kentte
mavi bir pelikan ayağı gibi
düşünceli duruyorum
hiç bir sey yazmaksızın, nicedir
geliştirilemeyen bir şiir
yaşam tutkusu
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
boş şiirr yok bu ne neler olıyor
siirse siir.. degilse degil.. neyine kafa yoruyorsunuz.. saygilar.. kaygilar..
kalemin yanlızlığında yanlızca dokunduğu gerçek dünyası olmalı.
Yazanini anlatan,onun duygularini disa vuran sanat siir.Yakinsaniz saire siiride sizi etkiler,alir götürür.Su an beni alip götürdügü gibi.
Şiirini Van kedisine benzetmeye çalışmış şairimiz.Başlığı ayrı renk içeriği ayrı renk.Sanırım aydın olmanın farklılığıda burada.
seçkiye tebriklerimle
en çok yalnızlığı sever şairler...olanca kalalıklar içinde bile yakalanırlar bu duyguya...boşluk olarak değerlendirmek doğru değildir düşülen bu hali...çünkü içinde arabalar,trenler,gemiler,uçaklar,roketler dolusu şeyler vardır yalnızlığın...hepsi soyut ama...mesela,en çok sesleri ve yüzleri böyle zamanlarda daha çok duyar ve görür şairler...aslında transa geçtiğinde;kendisine uzanacak bir elin,kendisini uyandıracağından korkar..bu yüzden,kendisine kesilen 'hamiline çek'i kullanıp,uykusunda harcar...sonuç bellidir işte!..bir yığın düş!..uyandığında,yoktur onları anlatacak hiç kimse...
açıkçası duygulandım valla...gidip geceye sarılayım biraz,geçer belki:)))
herkese saygılarımla...
Avrupalının(kriz entelektüel) veya (kriz metafizik) dediği, korkunç üstü bir buhran, madde ötesini kurcalama buhranı... Her şeyin künhünü, dibini, dayanağını, aslını, zatını arama belası... Bela ki; insanda bedahat duygusu diye bir şey bırakmayan ve ona zorla mutlağı aratan bela... Zaman nedir, mekân nedir, aydınlık nedir, karanlık nedir, var nedir, yok nedir, ne nedir?
necip fazıl aydının ilgi alanlarının ne kadar sıradışı ve gündeliği yaşayan insanlardan ne kadar faklı olduğunu anlatan aydınlara mahsus bir buhran halini tarif eden alıntıyı koydum buraya..
Aydının detaylara ve derinlere dalmasının onun tabiatının bir icabı olduğunu anlatıyor yukarıdaki sözlerde...
Yaşamanın ne olduğunu ve akıp giden hayatla şairin uyuşmayan yönlerini, hasılı; ben bu şiirde eni konu bir yaşam sorgulamasını hissettim..
kendisini, düşünce ve duygularını, bir ırmağa bırakılan sal misali koyuvermiş şair...bir aydın buhranın içtenliği ile...
Elîm, üzsüntü verici , kahreden bomba daha dün patlamış gibi...oysa zaman sonsuza doğru akıp gitmekte bütün kayıtsızlığıyla..bol gülüşmeli ve magazinel kıyametleri atlatarak
Onun bombalarla kararmayan ışığı bir şiir olup düşmüş güne..
Bu şiir ile ilgili 7 tane yorum bulunmakta