Onbeşyirmiyedi Şiiri - Yorumlar

Çizgili Mavi
217

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

İbrahim Sadri’nin ‘Ben seni hiç sevmedim ki’ şiirinin, ‘bizim cenahı’ kasıp kavurduğu; kitapların artık raflarda –süs eşyası gibi meskûn olmaya başladığı ve artık şiirlerin de -tıpkı bir zamanlar plakları terk eden, şarkılar gibi kasetlere okunmaya başladığı zamanlardı. ‘Adam Gibi’ bir albümdü; kaç defa dinledim hatırlamıyorum ama bir yerden sonra Sadri’yle birlikte hatta O’nun yazdığı şiirleri O’ndan daha fazla ağlayarak okuduğumu bugün bile yutkunarak hatırlıyorum.
Sonra Yılmaz Erdoğan çıkageldi. Daha doğrusu Yılmaz Erdoğan diye bir herif, daha evvelden tanıdığım Mükremin Abi’nin sesiyle, kelimeleriyle, kafiyesiz olsa da ahenkli cümleleriyle bir şeyler anlatmaya başladı bütün bir memlekette; ben Sadri’nin ‘Memleket Havaları’nı Sadri’den daha çok ağlayarak okurken. ‘Kayıp Kentin Yakışıklısı’nı çocuk aklımla(!) ‘Kentin Kayıp Yakışıklısı’ diye çevirmiş; şimdi gitsem daha dün gibi hatırlayacağım o sokaklarda nasıl da kendimi aramıştım… Sorsan o zamanlar kent ne ki; kentin, köyün hatta mübalağa olmasın tüm dünyanın yakışıklısı benim. Sonra tabii bulamadım. (Ben değilmişim o yakışıklı, amcasıymış.)
“Dokuzunda kayboldu Mayıs’ın,
Cesedi bulundu onikisinde…”

İlk cep telefonumun markası Alcatell diye bir şeydi; antenli, kapaklı ve cüssesine bakılırsa evrenin tüm sırlarını taşıyor gibi görünen, oysa ‘Alo’ demekten başka bir işe yaramayan koskoca bir şeytan icadı. Sonra Nokia furyası herkes gibi beni de vurdu; ikişer ikişer okunan rakamlardan mütevellit bir sürü model: otuziki10, otuzüç10, elliiki10, seksenüç10 ve diğer irili ufaklı, onlu ve çift sıfırlı, renkli renkli telefonlar… Sonrasını biliyorsun işte; kara trenler, çufçuflar ve ‘Unuttun mu beni’ler…
Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı bir reklam vardı; Ayakkabı boyacısı çocuk Bu’na teşne oluyor bir merdivende, illa da ayakkabılarını parlatmaya falan çalışıyor… Sonra ağzıyla bir telefon zili sesi yapıp boya sandığından çıkardığı telefonda ‘biriyle’ uzun uzun, gizlemeye çalışılan bozuk bir şiveyle konuşuyor… Kendi kendine konuşuyormuş, reklamın sonunda ortaya çıkıyor; boyacı çocuk kendi kendine konuşuyormuş olanca bozuk Türkçesiyle… ‘Hem yazdım, hem oynadım’ diyordu, yazdığı şeyi oynayabilme hürriyetinin ne kadar da mühim olduğundan bihaber olduğum zamanlardı…

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta