Olgun Ekinci Şiirleri - Şair Olgun Ekinci

0

TAKİPÇİ

Olgun Ekinci

En çok kahreden
Sevmeyenlerimin haberdar olmamasıydı
Ölseydim - uyanamasaydım…
Sevinemeyeceklerdi, habersizdiler
Onlara ve hayata inat
___Yaşıyorum

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Gittim
___Oldum
______Döndüm

Sözüm vardı sana
Masada kalamazdım

Devamını Oku
Olgun Ekinci

……… Sulusepken yağan karın altında, sonbaharda dikilen yeni fidanların gece üşüyecek
köklerinin ucunu yüreğime sarmalıyorum, boy versin içimde, özlem büyüten sevdalarıma
yoldaşlık, yarenlik etsin diye… Üşüyen yalnızlıklarımın boyunu kısaltsın ve kardeş rüzgâr-
larda güneşle açan, tanışmayan, uzak ama yakın ülkelerin kırsalında can bulan kır çiçekle-
rinin dağ başı yalnızlıklarına derman, gönlüme ferman olsun diye…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

……………Sevdan şimdi el değmemiş heybetli zirvelerden tüm kentlere çoğalarak yayılmakta, kutlarım seni, eserini, edebiyata katkılarını… İmza gününde yaşayacağın izdihamı, ilgiyi, düşündükçe senin adına seviniyor, keşfedilmemiş ve o eşsiz kıyılara mavi yolculuklar başlatıyorum senin, sevdan, eserin adına… Nobelin en büyük adaylarından biri olacağına, şöhretinin gün be gün ülke sınırlarını aşacağına yüreğimle inanıyorum-ki bu yürek nelere inandı, nelere kandı senin uğruna…

…………… Ebruli kokular titretirken canlıların içini tatlı ve ılık, yayılırken ıtırlı kokular, kuşlar, böcekler müjdelerken gelişini baharın, sende bana geliyordun baharın ilk armağanı olarak ve sana açarken yüreğimin tüm gizli kalmış bahçesini, bayram yapıyordu tensel kokularımız karşılaşmalarının şöleninde… Bir avuç yüreğime hapsedip, çelik kafeslerle koruduğum, sakladığım, nadasa bıraktığım bahçemdeki susuz, budamasız vahşi çiçekleri, bakışın, sözlerin, sevdan, ateşinle evşilleştiriyordum sana sunarken… Sen onlara iyi bakacaktın… Sulayacak, konuşacak, sevginle açtıracaktın bir dağ başı yalnızlığında… Görenler anlayacak, sevginle şaşırtacaktın onları ve bu ne sevgidirki ne çiçekler açtırıyor böyle diye söylemler üretirken, kelimelerinde gıpta, yüreklerinde tatlı bir kıskançlık çiçekleri oluşturacaktın beni severken, sarılırken, bakarken gözlerimin derinliklerine…

…………… Viyolonselin sesini ilk sen duymuş, ayışığına nazire yaparcasına dans eden yıldızlarla kaplı gecede balkona çağırmıştın ya beni yarım kalan dansı tamamlamak istercesine...Saatlerdir ve neredeyse sabahın ilk ışıklarına, ay ve yıldızların nerde, niye saklandıklarının bilinmezliğinde adeta tek vücut olmuştuk dans ederken… Arada tattığımız şarap kadehi bile sarılmamıza engel olamazdı, sana, kolunun altından yukarı kaldırıp içiriyor, sonrada ben içiyor ve içtiğimiz her kadehi ritimlerimizi bozmasın diye ayaklarımızın hemen altındaki denize fırlatıyorduk çakır keyifliğin verdiği çocuksu bir geç kalmışlığın izlerinde… Her yudumdan sonra adeta içine çekiyordun beni sarılmalarını bırakmadan ve sıklaştırarak, bende seni iki elim belinde havada dönderiyorken en çok fırfırlı eteğinin dairesel hareketlerini seviyordum ve daha sıkı sarılıyordun düşmenin endişesiyle ve yine daha çok sarıl diye hızlandırıyordum seni ellerimin beline kilitlenmişliğinde… Günlerce ve yemeden içmeden gündüz yakan, kavuran güneşin altında, gece; ayışıklı yıldızlı mavi gecelerde dans edebilirdik yorulmayı eklemediğimiz bedenlerimizde ve karışırken kokularımız tenlerimize… Şaraptan bir yudum alıp boğazından içerilerine damlatırken saçlarına geriye savuruyor, yine ve yeniden gözlerinin derinliğinde yeni kaybolmalar yaşatıyordun…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Sana seni anlatamadığım kelimeleri dinlerken, eriyip damlaya dönüştüğün
ve bana ırmaklar gibi aktığın, akmak istediğin o geceye dair…

……… Sarıya çalardı ela renkleri ve omuzlarımdan yükselen güneş yansırken sana, dünya güzeli gözlerin, bedensiz perspektif gibi dikilirdi karşımda tüm renkler, bedenler, nesneler yok olur, silinir tapınırdım sükunetle karşında sen bilmezdin… Kentler arası buluşmaların özleme bulanan sarılmalar öncesi kısa ve senin hissedemediğin anlarda o muhteşem ötesi tabloyu yeniden izler, seyrine doyamazdım, asla doyamayacağım gibi…

……… Ellerini her tutuşum damarlarıma yayılan volkanın müjdecisi olurdu ve o ipeksi dokusu bozulur diye gevşek tutarken sen kavrardın bu deli şimdi kaçar diye ve bende patlayacak tüm volkanları karşılamaya hazırlanır, avuçlarından yayılan o kokuların dayanılmaz zarafetini benden başkasına ulaşmasın diye hapsederdim ellerini, avuçlarıma…Eksi bilmem kaç derecede titreyen bedenin hissettiklerinin tersi bir olgu yayılır, sıcak iklimlerin bahar kokularını kuşanırdım, sen bilmezdin içime soluklarken avuç içi ipek dokulu kokularını…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

………Sevdaya dair yazılan şiirlerin özlem üreten anlara yerini bırakmasıdır ‘’neyi sevsem yok oluyor’’… Kız kuleli kente bozkırdan yolculuk, ardında ölçülemeyen uzaklıkların özlem çoğaltmasıdır…Sevdayı özleme, özlemi sonsuzluğa bırakmaktır ‘’yok olmak’’..’’Sevmek bir ömür sürer, sevişmek bir dakika’’ydı Eurovizyona ilk katılıp sonu gördüğümüz yarışmada, oysa sevişmeyi ayıplıyordu leylek yürekli insanlar, sevmenin bir ömür ve sonsuz sürdüğünü görmezden gelirken, g ö r e m e z k e n …



……… Eylül mağdurlarıydık ne zaman gelse Eylül en uzun günü yaşar gibi onda kalır, yirmi Nisanı yok sayar, Kasıma ulaşamazdık… Eylül gözlerindi ve ne zaman bildiklerimi gözlerinle yüzleştirsem aşka soyardın beni, parmaklarımı soyunur gözlerinin aşk Eylülünde yolculuğa çıkardım, yok olur sanırdın beni aşka her yıkadığında… Yokluktu her yıkanmam belki ama yokluğunla uzlaşmayı bir an aklıma getirmeden gözlerine ulaşmanın yaratıcılığı ve varsıllığı ile sen olan çocukluğuma büyürüm sevgili… Büyüdükçe yok olur, yoklukta kara sevda masalından özlem çoğaltırım, y o k l u ğ u n a… y o k l u ğ u m u z a…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

……… Sınırsızladığım hayal dünyama, güz esintileriyle rakseden bahçeler çiziyorum, akşam olduğunda soluklanmak, gece düşler alemine çocuksu salıncakla salınmak için… Sabah serinliği yalarken yüzümü, yüreğimin çocuksu yarısı ılıman kıtalara göçteyken, güneş olup aydınlatıyor, ısıtıyorsun diğer yarımı…

……… Ebegümeci topluyorum karşı dağdaki köye bakan sırtın yamaçlarından, akşam yemeğime katık, düşsel yalnızlıklarıma meze, geceden sabaha hazımsıklarıma derman olsun diye… Seversin sen diye özgür papatya ve gelinciklerden taç yapıyorum, akşam soframda karşıma koymak, saçlarına takmak için… Yokluğunda iki kişiyim, bereketinle avunuyor, gözlerine sarılıyorum…

……… Vadilerin güneş görmeyen serinliklerine çocuksu olmayan yürek yarımı taşıyor, azgın ve çağlayan suları ılımanlaştırıyorum güneş olup aydınlattığın varlığınla…Kayalara çarparak ilerleyen yatağından taşarak oynaşan nehir, yansıyan siluetinden süt dökmüş kedi gibi uysallaşıyor, bando mızıka takımının ritminde ahenk ve uyumla akaklarına sarılıyor… Bağımsızlığını kazanan ülkenin yıldönümü kutlamalarına katılan halka, adeta selam duruyor, delice akışından vazgeçerek selam veriyor şimdi geçtiği tören yolundan sarsarak, iç titreterek akışkan dinginliğinde…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

.........Sağanaklar yağardı akşam caddede yürürken ve yerleşkesinin ilk yeri saçlarım olan o dünyanın en güzel kokusu, birazdan akar gider, sensiz kalırım, unuturum diye düşlerdim hain ve sinsi olmayan gözyaşlarım yağmur damlalarıyla sevişirken...

.........En çokta kapalı yakamı açardım saçlarımdaki nehirler içime aksın, oralarda bir yerlerde tıkansın, daha ilerilere gitmesin diye...Setler, engeller kurardım önüne ve içimden, tenimden çıkartmaz, yağmur kokularına karıştırmaz, içimde, tenimde saklardım, izin vermez veremezdim çıkmasına... Öylesine kutsal, öylesine aşımdı ki salisesiz kalamazdım o dünyevi koku olmadan... Saklayacaktım, sen bilmeyecektin, unutacaktım işte...

.........Volkanik tepenin en akıntılı eteğinde lavları karşılamaya hazırlanıyor, yangın yüreğime yarenlik etsin diye çadırımın kapısını açık bırakıyorum ama heyhat dağ çiçeklerinin kokusu akıyor içeri, kokuna yoldaşlık edip vals yaparken havada, benekli bir papatya konuyor elimin üzerine donup kalmışlığımda... Alır diye, hissederde koklar bana kalmaz diye uğurluyorum onu ve yabancı hiçbir şey girmesin diye çekiyorum fermuarını çadırın... Bırak işte tam zamanı bu dağ başı diyorum ve eşi dünyada olmayan sen çiçeğini diğer çiçeklere bırakmıyorum sevgili çünkü çiçeklerin ömrü bahar kadardır ve ben kış yaşamıyorum artık...

Devamını Oku
Olgun Ekinci

……… Seninle bir kez sevişsem ömür boyu beni bırakamazsın, öyle şehvet, öyle arzu dolu ve doyumsuzum ki sanki yıllardır kendimi sana sakladım diyordu gözlerime bakarken ama bana yalan gelen ifadelerle… Şehvet; arzu dolu sevgiliyle doyumsuz saatlerin gecenin gündüze, dondurucu kışın Ağustos sıcağına çevrildiği anlardı oysa ve susmak düştü payıma…

……… Egenin kışkırtıcı, tahrik eden havasının mevsimiydi şimdi, etkiler insanoğlunu inanırım ama sağılacak koyun, damızlık bir dana yani etinden, sütünden, derisinden faydalanılan nesne değildim şimdiye kadar olmadığım gibi… Bir kez gidip sonra sokağından bile geçmediğim, günlerce kustuğum o iğrenç ve kötü genelev deneyimim gelince aklıma her şey içice geçti, karıştı, ben dışarıda kaldım, üşüdüm, yandım, kör-sağır oldum, geçici felçler yokladı beynimi… Son bir kadeh rakı beynimdeki her şeyi sıfırlar dedim ama sen hariç sevgili…

……… Ve saatler sabahın beşine yaklaşırken ‘uyu artık birkaç saat sonra imza günün var ‘ demesem kurban bayramında kesileceğini anlayınca donuk gözleriyle yaşlarını içine akıtan o zavallı o masum koyunlar gibi anlamsız, boş, donuk bakmaya devam edecekti… Duymuş muydu derken kitaplarını toparlamaya başladı, başını ‘haklısın’ anlamında sallayarak… Korkuyorum, yanımda yat ama sarılma dedi şehvetini, arzusunu, doyumsuzluğunu unutup… Soyma beni, dokunma, yanımda olman güven veriyor, her şeyden herkesten korkuyorum, cesaretim ol diyordu uykuya dalarken…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

......... Sarı yapraklı papatyaydın, doğmamıştın, fışkırmak için yeryüzüne günden öte saatleri, dakikaları sayarken, başka bir coğrafyanın ikliminde toprağı delen yaban dikeniydim ve sana o doğmadığımız zamanlarda vurulmuştum... Doğmadan önceki düşüm, öldükten sonra dahi sevdamın rakım yükselteceği gerçeğimsin... Tek, sarsılmaz, değişmez...

......... Elverişli ortamlardan hoşlanmayan farklı, tek kökten iki dal olan uzantısıydık ve güneşe dönerken yapraklarını sen, dikenlerim toprakla beslenir, asi rüzgarların esintisinde ısınır, kavuran güneşin altında üşürdük, biz bilirdik, kimse bilmez, duymaz, görmez ve anlamazdı ve bizim bizi anlamamızdı aslolan, diğerleri yabangülüydü bir başınalıklarında... Savrulurken boranlarda, köklerimizdi bağıtlayan bizi bize ve sadece dışsallığımızdı ayrılan, o kökler ki bu cumhuriyetten daha sağlam ve sarsılmazdı...

......... Varsıllığımız düşlerimizdi, gerçeğimizi yoksul yüreklere taşırken ve sana her gelişim de varsıllığımı taşır, yüreğindeki bitip tükenmeyen melek kokunla birleştirip gökyüzüne salardık barış güvercinleri kanatlarına taksın, yoksul ülke halklarının yüreklerine su serpsin, açlıktan esmer, siyah, beyaz renkli çocuklar ölmesin diye... Yarınları çalınan, ellerinden alınmak istenen ülkelerin umutlarına serperdik düşsel zenginliklerimizi ve her kayan yıldıza başka anlamlar yükler, gemicileri öldürmezdik yıldızsız gecelerde... Her yıldız sen olurdun...

Devamını Oku