Olgun Ekinci Şiirleri - Şair Olgun Ekinci

0

TAKİPÇİ

Olgun Ekinci

Yer siyah
__Gök Beyaz
En büyüksün-Şampiyonsun
__Beşiktaş
Sloganlarıyla odaları inlettiğimiz oğlum
Kara kartal mozaikli

Devamını Oku
Olgun Ekinci

** (Sevgiliye serenat.. / tarihin sayfalarında mı kaldı?) **

Ay ışığında,
Şiirler yazıyorum, sözsüz
Bir nehrin kuruyan suları
Ağlıyor…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Sensiz
Ve sessizliğinden hep
Hışırtıdan dahi sarsılıp
Eğreti baraka misali
Savrulmam... Biliyor musun?

Devamını Oku
Olgun Ekinci

…………… Sabahın hangi zaman diliminde olduğumu anlamaya çalışırken duvar, tavan, içerideki eşyalar üzerime geliyor birer birer ve çoğalarak… Duvar yıkılıyor üzerime yorganı çekmeye çalışıyorum korunmak için, nafile yorgan gecenin hangi saatinde yerlerde bilemiyorum, tavan çöküyor beynimin kılcal damarlarını titreterek ve eşyalar devriliyor yerlere…

…………… Eve akşam mı geldim ve hangi odadayım kestiremezken, bir an hangi evde nerede olduğumu bulmaya çalışıyorum nafile… Yıllarca her akşam bir oteline esrikliğimle konuk olduğum Güneydoğuda odaklanıyorum bir an ve yok yok diyorum kendimle konuşmalarımda, akşam en son kadehi istediğimde şef garsonun servisi kapattıkları söylemine sinirlenerek bardağı yere atıp kırdığımı hatırlıyorum, sonra iki kişinin kolunda dışarı çıkartılışım ve yediğim ilk darbeden sonra hiçbir şey hatırlamayışım… Hesabı ben mi? başkası mı ödedi diye düşünürken başkasının o saatte o meyhanede olmadığı, bir başınalığım düşüyor geceden esir alan uğultu korosundaki beynime… Gerek görülmedi, hesap tamamdı, kovulmak ve tek yumruk hesap olarak dönmüştü adını bilmediğim, nereden oraya geldiğimi anımsamadığım meyhaneye ve bu odaya gelirken hangi yollardan geçmiştim, ne ile gelmiştim? Siyah keten pantolonumu dolabın kapağı üzerinde olduğunu görüp, kalkmak isterken sendeleyip ama yine de doğrulup ceplerini karıştırıyor, arabamın anahtarına ulaşıyorum… Kim getirmişti beni arabamla ve kim çıkarıp yatırmıştı?

…………… Vivaldinin Dört Mevsim i geliyor kulaklarıma, kim dinliyor diye düşünürken feryatlar yükseliyor çoğalıyor gitgide artan temposu yükselen bir ritimle… İşine gitmekte olan tüp dağıtım kamyonetini süren entel bir şoför sonuna kadar açmış Müslüm babanın Tanrı İstemezse Yaprak Düşmezmiş adlı ünü yurt dışına yayılan şarkısını... Sigarasının ayyaşlığında… Okula giden yarı uykulu çocukları görünce yavaşlayacağına olanca gücüyle kornaya yükleniyor, çocukların uykusu ile gece vardiyasından dönüp henüz yatanların uykusu arasında çok bilinmeyenli sentezler oluşturarak ve arkasında savrulan dağılan boş tüplerin sesi titretirken mahalleyi doymadığı şarkıyı başa almaya çalışıyor hünerli elleri ile… Nazım Hikmetin hangi yıl yazdığını düşünüyor bulamıyorum o an Memleketimden İnsan Manzaralarını ve ülkenin her yeri, her karesi manzara olmuşken ve bu manzarayı yaratan, üreten, resimleyen, içinde olan yurdumun insanları varken tarihte ne ola ki… Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı değil miyiz? Tufanları gösteren tarihlerin yadı değil miyiz?

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Dün, yazlarca oturduğumuz
Sedir ağacının altında
Rakıma eşlik ederken süzme yoğurt
Yudum yudum, nefes nefes çekerken
Sigaramdan dumanları
Uçtu hepsi uçtu

Devamını Oku
Olgun Ekinci

............... Serüvensiz seferlerden yorgun düşüp, dalgaların dansında alaboralar yaşayan, huzur, sevgi, sıcak, korunaklı limanına demirlemek isteyen serseri, dipsiz bir tekneyim.. Bandırası olmayan, güvertesinde ateşböceği ışıltısında yaşayacağı aşka, yıldızların altında valsa susamış..

............... Egeden zeytin, Akdenizin portakal çiçekli kokuları var, kaptan köşkümün gizlediğim sır vermeyen bölmelerinde, lirik Venedik şişenin mantarı açılmamış diplerinde… Martılar ötüşürken sabah alacasında kahvaltın, kızıllığında batarken güneş akşam sefa çayların olmalıyım, sonrasında çekilen nikotinlere ortak, üflenen dumanlara hasret, izmarite serçe parmağında dokunuşlarım..

............... Vadileri uçsuz bucaksız, yollarının keşfedilmediği, egzotik, dalgasız, sahildeki tonlarının renkten renge raksettiği mini bir koy, o koyda sessiz, dipsiz iskele olmalısın, kıyına sadece benim yanaşacağım, diğer ve yabanıl teknecikler olmamalı yakınında, uzağında, dürbün mesafesinde…

Devamını Oku
Olgun Ekinci

......... Sensizlikten dibe vurduğumda tanımadığım yabancı meyhaneleri sevdim, kimsenin beni tanımadığı, her yuduma, yokluğunun özlemi ve gizli gözyaşlarımı eklediğim kadehlere sarılırken... Mezem, yediğim, içtiğim sen olurken yabancıydı herkes, dilini bilmediğim loş ve renksizliklerde savrulup, yok olup ve içerken özlemini yudum yudum...

......... En uzak masanın yabancı ama yakın gözyaşları içimi acıtır, yanındaki sarhoşdaşları alkolün promilinde kaybolurken içtikçe, ağladıkça yakınlaşır masanın vurgun yürekli ve loş ışıkların ateşini gözyaşlarıyla söndüren yabancısı... O öyle yabancıyken, camları kırık ve terkedilmiş evlerin komşuları kadar yakındık...

......... Votkadan gözleri kör olan insanlar düşerken usuma ne çok insanımızın, sahte insancıkların sahte üretkenliklerinden canlarını verdiği belirir gözlerimde, ilintisiz hayallere dalarım sahte içkilerin, sahte aşkların, günlük ve çıkar ilişkilerinin hayatımızda ne çok yer kapladığına dair ve yabancı kadehin göbeğine sarılır ellerim, yabancı meyhanelerde...

Devamını Oku
Olgun Ekinci

......... Serçe ötüşlü sabahlara uyanmak için teneke trampetli boş çuval seslerinden kaçarak karları henüz eriyen dağın yamacında, batıya bakan korunaksız ahşap eve sığınıyorum sen gidip ben bittikten sonra... Her kaçışım ikiye bölünen yalnızlıklarımızı tümlerken ve gece sessiz yırtıcılığına bürünürken iki kişilik gözyaşı düşer sakıncalı firarlarımıza...

......... Evrensel değerlerden kişiselliğime yönelirken iletişime dair tüm köprüleri çoktan infilak ettirmenin mutlandırdığı belleğim, geceye ve dağlara, sokak satıcısından aldığım mumların titrek alevinden çıkan o küçük ışığı yaymakta, gecenin ebemkuşağını izletmekteyim vadideki evlerde konaklayanlara... Öyle sessiz, öyle huzur burası, su olup akayım istiyorum yamaçtan vadilerin en kuytu noktasına, sonra asi gibi tersine akıp yine geleyim...

......... Ve daldığım o andan baykuş sesiyle irkiliyor, küçüklüğümde ötmesinin uğursuz olduğu varsayılan bu ilginç gözlü hayvanın şu an ne düşündüğünü merak ediyor, çilingir soframın ahengini beş yıldızlı otelin restaurantına eşdeğer mezelerle donatıyorum... Kendimi şımartıp geceye mum kokulu, papatya dokulu şiirler eklemek istiyorum epeydir biriken dergilerimden ve belleğimde sayısı azalan dizelerden... ‘’Yalnızlık Paylaşılmaz’’ dan başlamak bam teline vurmak olur diyerek başlıyor ve başka dağların eteğindeki bambu sandalye ve masada okunan şiirlere ulaşıyorum geç bir saatte... Çamların adeta yuva yaptığı ve birazdan denizden esecek serinliğin kıvamında okunan şiirlerin lezzeti düşüyor usuma ve sigara eşlik ederken Toroslar ile Antalya’nın şiir kardeşliği yayılıyor geceden şiire, şiirden geceye...

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Rüzgarın uğultusundan
Arabaların egsoz dumanından
Denizin dalgasından
Çektiğim sigaranın dumanından
Sakındığım oğlumu
Şakaklarından saçlarından tutarak

Devamını Oku
Olgun Ekinci

Bir gemi güvertesinde aynı yolcuyduk seninle
Sahilde aynı kıyıya oltalar sallardık..
Aynı ormanda yanyana iki büyük ağaç
Kumsalda iki farklı ve çok renkte
Çakıl taşlarıydık yanyana

Devamını Oku