Okurum / ….Ansıma Şiiri - Sevinç Kavuk

Sevinç Kavuk
1200

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Okurum / ….Ansıma

Akşamları açarım bazen televizyonu ama, ya onun suratını duvara çeviririm, ya benim arkam dönüktür kitabımın başında… haa, bir de bilgisayar var ya, o bana kalem kağıt olmayı başardı sanıyor… hoş, haksız da değil hani…bazen de kitap yerine onun başına geçer, otururum…böyle gözlerim okur, kulağım dinlerken aynı zamanda arkadaşlıklar, dünyalar ediniriz kendimize... hoştur o an içim, bir hoş da ben olurum, geçiniriz kaymak gibi birlikte…

Merak dolu içimin çocuğuna ayrımsamıyorum
her şeye doyasıya takıldığını, hevesini de…
doydukça çekilmez oluyorsa da artan seçiciliği;
dağ, taş, dere, tepe…güzel bir şey daha…güzel bir şey…

Anımsadım nedense, çocuklukta keyifle söylediğimiz ‘şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk…’ diye, bu kadarını söyler ve susardım…merakıma yağmur bereketi gibi, o gün bu gündür mutluluğumun baharlardan rengidir; ‘şimdi okullu oldum’ ve o gün bu gündür ’okul doğumlu’ bilirim kendimi…

Dere, çay, ırmak, göl, deniz, yağmur suyu hep heyecanlandırıyor beni, dağ, taş, ova, yayla, orman coşturuyor, hiç durmadan. Köy, kasaba, şehir konaklamak için duraklar: Heyecan ve coşkularıma ulaştıran konaklarımın duraklarıdır benim için… kuşlar da konuyorlar… Derede oynardım diyor herkes, ama ben dere ile oynadım… ‘’şimdi derede su oldum, yatağını doldurdum…’’ diye bir makam mırıldardım, dere müziği ile eşlik ederdi sesimin terbiyesine hiç mızmızlanmadan … Galiba, ses terbiyesi, bakış terbiyesi, davranış terbiyesi gibi daha nice eğitime muhtaç beden, ruh ve yaşam olgularını seyirci ederdik kendimize, prensipleri, disiplinleri her gün artardı, seyircilerimiz de böyle hep çoğalırdı. Ama haşır neşir olurduk hemencecik kendimizle… ben de o keyfin edasında koynuna girerdim derenin… ellemeye, Allah ne verdiyse ve ne var ne yok demezdim…

Balıklarını da; taşları üst üste yığar, çakılları, kumları aralarına doldurur, ellerim ve ayaklarımla sürürdüm balıkları konağıma, ‘hoş geldiniz’ oynardım onlarla…

Bazen gürül gürül çağlardı, zengince süslü derenin görkemli gösterişini seyrederdim, bazen şırıltıyla akardı sefilce, her şeyi meydana çıkmış bir çıplaktı…yüzüne vuruyor olduğumu anlamazdım taşları istiflerken, görmüştüm ya onun gürleyişini, cılız yanını doldurmak için yapıyorum sanırdı…ama bunun balıklar için olduğunu anlar ve unuturduk cılızlığı, ince ruhlu olurduk hoş beşlerimizle, maymun ataklı, keçi inatlı ve daha neler neler de olurduk… hoş, ben de az aşağı değildim cılızlıkta;

‘’bacakları, kolları çöp gibi, durmuyor ki anam bir yerde, bir lokmayı ağzına sokmaya dön dur arkasında, ne yapsın kadın, işini gücünü bırakıp…’’

lehçeleri unutmuşum, bu sitemlerin devamını da bilmiyorum… bilmedim ki hiç, sarılır, öper, devam ederdim kendi halime, onlarla başka ne yapacağımı bilmiyordum ki zaten…yeni oyunlarımın hakları yeni kitaplar kadardı, bekletmezdim de onları, yoksa ben mi bekleyemezdim?

Sonra biterdi dereyle oyunumuz…koklaşmalara, sevişmelere, eğer kazasız belasız biterse, devam ederdim çevresinde, boylu boyunca…dere öyle uzundu ki, ben de onun gibi uzun oluyordum, adımlarımın sayısıyla.. 11 yaşındayken bile boyum 155 santimdi, öyle kaldı hep… hep deyişim doğru değil, şimdi bir de kısalıyorum…doymaya doymayan içimdeki çocuk ‘bana ne’ huyu ile hâlâ hoşnut; onun beden yaşı büyümüşmüş sadece…

Teni, kemiği, eti, kası, nesi varsa hepsi birer renkli çiçeklermiş, bu çiçekler desenleriymiş kıyafetinin, eskiyormuş bedeni işte, pardon kıyafeti, usûl üzere…’bana ne’ huyunu sevmekte haklı olmasına haklı da, bu benim içimde büyümeyen çocuğumun yine de zamanla, olgunlaştı okullaşmaları… yeni gelenler baharlara daha yakın şimdi…

‘’‘’bahar bulaştı ya hayata, ağaca, suya, içimde
öyle bir seyahat kımıldanıyor ki, diren direnebilirsen…
yüreğim bavulunu toplamış çoktan, ruhum sırtlamış çantasını…
çekiyor içimdeki seyyahın tasmasını.. Fark açıldıkça gençlik aşısını tatmak daha güzel gelir.
Ve geleceğe ödünç verdiğim günlerimin yasını tutarım sessiz sedasız….
Yaşam…O hepimize borçlu olan hergele, öder inşallah bir gün hesabını…
Yaşarız ertelediklerimizi, ‘gençliğimizin son günü’ çalınmadan elimizden….

’’’’ Can Dündar’ın, ‘Yârim Haziran’ kitabının ödünç hayatlar pasajındaki yorumlarında ansıdım bu anları, çocuksu duygularımı, kendimi yaşamaya gerekliği, sanki biliyormuşum gibi…o masum oyunlar…

Acıyı, sızıyı çeker sinem içine, buharlaşır
yüreğimin eşiğinden aklımın duvarına doğru…
Alır bu selamı gözlerim akıtır damla damla
Kazasız, belasız atlatamadıklarımı da...
Öğrenmeyi yaşamaktan başka bir şey değil hayat…
Ve kalan bir tek sevgi olacak...

Ertelersem eş, dost, dere, tepelerle sevişmeyi, en çok sağlığım buna neden olmuştur, tabi çalışma hırsım da geri kalmazdı erteletme başarısında, ödün hakkı diye hasret gidermeye okurum… sırlar, surlar, yollar, yârenler dizerim içimdeki seyyahımın önüne oynaşsınlar diye… doyumsuzca sevişiriz sessizliğimizle…’Doymak’ her oyunumuzun adıdır…

Yalnız kalmam hiç…yalnızlık bana bulaşamayacağını bildiği için galiba, hastalanmamı bekler, yılışmaya fırsat bulduğunu sanır o zaman…bana sokulmayı başaramaz…yanımda, yöremde bekleşir sünepe, içimdeki çocuğa ulaşmak için…çocuk korunmasızdır, kene gibi yapışmaya yıl asır demez, tetiktedir o…uykuya doya doya bırakırken biz kendimizi, yalnız kalan o olur… ne baharın yazı, ilki, sonu takılır peşimize, ne kışı üşütür o sessizliğimizi… sokmazlar burunlarını o yokluğumuza gözlerim açılıncaya kadar... açıldıktan az sonra da, baharları hemen dizelerim, satırlarım olur…flört ederiz renklerimizle… ıslık da çalarız coşkumuzun sesiyle, sarhoşluğumuzun naralarını tepişiriz gönlümüzce…

Onlar bahar, ben insan varlığındanım, hemcinslerimiz dünyasında sevişmeye hazır oluruz, olduğumuzu sanırız daha doğrusu…, bu yüzden kestiremeyiz pek aşkın, barışın vaktini…erken mi, geç mi diye bir derdi yoktur aşkın, barışın…onlar var sadece. Biz de, kendimize göre huy, istek ve yeteneklerimizin varlığıyla yokluğuyla varız…

Yanlış baharlarda az mı ayaz yenilmiş, yanlış adımlarda az mı tökezlenilmiş yüz üstü…biliyoruz ama, sevişeceğiz de.
Vaktin ya aşıyor, ya taşıyor, ya da şaşıyor türlerinde kestiremiyoruz bazen işte…
vakitsiz de olsa söyledik söylenmesi gerekenleri, az da olsa ısındık baharlarda, uzak da olsa yaşadık duygularda…
aşkın, barışın itirafçılarıydık ama, pişman olmadık…
gelecekti, nasılsa sonunda…
Demlenecek yaşlar
Yazar demleri içerken, okur deminden…

Dedim ya; okurum
Bazen kızdırır sevdiklerimi bu huyum
Varsa kusurum; okul doğumluyum
‘İkinci bahar’ kervanında bilir belki
‘yaşı demli gençler’ kıymetlerini….

oyun oynar gibi harf ve hecelerin değer varlıklarıyla da ilgileşirim ara sıra... bunu anlatabilmeye bir örneği Can Dündar'ın Yarim Haziran fikrini aldım, buna önce bir teşekkür borcumu ödemeliyim:

O nadide ruhunuz gani gani şâd olsun
Düşünen insan Can Dündar
O nadide her satırınız, her mısra, dizeniz
Gözlerimizden ruhumuza renk renk
Kelebek kanadında yaşamı
Saran sımsıcak sevgi buketleriniz için
Teşekkürlerim dolsun mekanınıza…
Bıraktığınız eserlerin büyüklüğünde yaşıyorsunuz....

İnsan, deneye deneye adam olmaya yüz tutarmış… Haziranda Tatil başlıyor… öylesine bir merak sadece… oyun oynar gibi dediğim ise: Yarim Haziran... Heceleme aslı elbette Ha-zi-ran, ama ben Haz-iran olarak aldım:

Haz-iran... ilginç…

haz: duyum * -iran: ülke =Yâr…
‘Yarim Haziran’ muhteşem. Ülke bir yar, bir sevgilidir... Allah da sevgilidir, ruhumuzun yurdu... bedenimizin yurdu da vatan oluyor elbette... her ülke bir yar, bir sevgili gibi koruyacaktır ülkesini... her ülke bir insan topluluğudur, bir ulus varlığına yükselebilmek, yeryüzünün bu bulundukları bölümünü sağlıklı kullanabilmeye, sağlığını korumaya özen değerlerini ekiyor uygarlık tohumu olarak... neden savaşırlar bilmem.... halkı, bir şirket gibi kullanma acaba aklın nesi oluyor bilmem...

Bedenimiz, dünyanın bütün varlığına eşittir, ne varsa yerde gökte hepsinden bulunuyor hücrelerimizde... dünyanın su miktarı ile, bedenimizin sıvı miktarı orantısı ne kadar güzel bir benzerlik... insanın kurabileceği bir fabrika ancak dünyamızın sağlığı olmalıydı... Bir Türk dünyaya bedel! deyişi anlamaya niye gecikmek istiyor insan, niye inatlık ediyor sanki...

Ve Okul: O-, Ok-, Oku-, Okul, -Kul…. Bu da muhteşem… Bir elde beş parmak gibi. Duyuların beş toplamı gibi. Kuran da oku! demek…
Türkçe’min öpülesi ruhu, soyu, suyu, huyu, sözü… Atatürk! Eşsiz Dahi! ..

Oku da benim aşk önceliğim, hiç mi hiç bir şeyle kıyaslıyamıyorum... Canımı verebilirim, ama okumaktan mahrum olmayı Allah yaşatmasın bana... Okul böylece yaşamımda daha sık ziyaret ettiğim bir yerdir... her yer okuldur, okuma yazmayı öğrendikten sonra... dünyamız bir okul... var olan her şey bir okuldur... ruhumuz oku diyarından sevgi hediyesiyle eşlenmiş bedenimize... bedenimiz, ruhumuza bir kıyafettir, kocaman, dünya dolusu bir fabrika olarak... bu kadar yüceliğimizle neden basit yaşarız, bilmem... nasıl hırlaşmaya vakit bulabiliyoruz, anlamış değilim...

Sevinç Kavuk
Kayıt Tarihi : 2.10.2006 22:33:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ömer Osman Avcı
    Ömer Osman Avcı

    ben yine nacizane şiirimle yorum yazacağım,sizinkiyle ne kadar alakalı bilmiyorum ama... :)

    ohu böyük adam ol derdin aney
    ohudum böyük adam olamadım
    ben böyük sevdim aney!
    aha şuaram yanıy,
    gögsümün sol yanı...
    beydağının garını,
    fıratın suyuunu getiresen
    sönmez bu ataş
    ben böyük adam olamadım.
    ben böyük sevdim aneyyyy! (yöre şivesiyle bir şiirimden)

    titiz çalışmanızı ve o güzel yüreğinizi tebrik ediyorum.
    selam,saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

    Cevap Yaz
  • Hasan Büyükkara
    Hasan Büyükkara

    okumak bir yaşam biçimidir derdi sürekli olarak bir dostum..

    Okuyan ve okunan olmak ...

    ne güzel..

    tebrikler size düşüncelerin dostu

    Cevap Yaz
  • Erol Duran
    Erol Duran

    Güzel ve akıcı kaleminizi kutlarım...Anı da çok güzel sıcak ve samimi... Kutlarım

    Cevap Yaz
  • Erol Duran
    Erol Duran

    Güzel ve akıcı kaleminizi kutlarım...Anı da çok güzel sıcak ve samimi... Kutlarım

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (4)

Sevinç Kavuk