YAZI NEREDE
“Sayın yazar,
bu mektubu size olan hayranlığımdan değil, yalnızca sizin kıt hayâl gücünüzün ve cılız yaratıcılığınızın bende uyandırdığı acıma duygusuyla yazıyorum. Hiç bir şaşırtıcılığı olmayacak kadar gerçeğe benzeyen yazılarınızda, okur asla daha önce okumadığı bir şey bulmuyor.
Bu mektup size, insanların gözlerine doğal olarak pek görünmeyen yeteneklerinizi parlatma şansı sunuyor, tabi gerçekten bir yerlerde bu tür gizli yetenekleriniz varsa. Size şu an da sunmakta olduğum malzemeden iyi bir hikâye oluşturmak için gerçekten bir dahi olmaya gerek olmadığını söylersem, lütfen bana inanın. Şimdi soracaksınız: O halde neden ben? İlk neden, birisinin bana adresinizi vermiş olması. İkinci nedense, gerçekten değerli olan bütün yazarların postacıların pek uğramadığı toprağın yedi kat dibinde istirahat etmeleri.”
(Yürüyen Kelimeler, Eduardo Galeano)
Bu alıntı, yazıya ve yazara ilişkin birçok sorunu bize işaret ediyor. Yazdıklarımızın değerli metinler olması için, dilin içerisinde kalarak ve dilin içerisinden bakarak kimi anlatım teknik-leri gerçekleştirmeliyiz. Ancak “edebi dil” kurarak yazıyor olmaktan çıkıp, yazar olmaya doğru yol alınabilir. Yoksa oluşturulan her metin edebi-estetik metin olmayacaktır. Her şekilde yazıyor olmayı, edebi metin oluşturmak sanmak bir yanılgıdır. Bir yazı girişimini, edebi metin olarak kotarmak oldukça zahmetli ve karışık bir süreçtir.
Roman, öykü, masal, şiir, deneme, anı, günce, hikâye, drama, komedi, biyografi, otobiyografi vs. gibi birçok edebi biçim var. Ve her biçim aslında edebi bir tür olarak yorumlanabilir. Yazar yöneldiği tür içinde, zamana bağlı olarak çeşitli evrimler geçirir. Türün inceliklerine ulaştıkça biçimsel arayışlar çoğalır ve giderek o türün içerisinde, yazarın biricikliği duyumsanmaya başlar. Aynı türden ürün veren diğer yazarlarla farkını, bu biricikliği sağlar. Her yazarın tözü metne taşınıyordur. Aynı konuyu yazmayı amaç edinen yazarların birbirin-den farklı yazması, yazarın kendisini yazıyor olmasındandır.
Ancak yazan kişinin tam bir oluşu yoktur. Yazar yazı yaşamı boyunca yaratıcı bir karışıklığın içerisindedir. Bunun nedeni, bir yandan dış dünyada oluşmuş ve geçerli anlam-kullanım biçimine kodlanmış insani bilinçliliktir. Yani bir eklenmişlik söz konusudur. Orijinin dışına çıkmışlık da denilebilir bu duruma. Diğer yandan da nesnel dünyanın içinde olduğunu sez-diğimiz, ama dış dünyanın diliyle tanımlayamadığımız, imgelem dünyamızda olan ve bizce bir forma sokulan edimlerdir. Bu iki bileşen genelde tüm sanat disiplinlerin de, özelde de yazı da ‘yaratıcı karışıklığın’ nedenidir.
Anlatı sanatı da insanlık tarihi kadar eski ve sağlam bir gelenektir. Hemen her bireyin, ailenin, toplumun, halkın, ulusun ve hatta sınıfın bir romanı, hikâyesi, şiiri vs. vardır. Bunca güçlü bir birikim karşısında yazarın işi de kolay olmayacaktır doğal olarak. Alçakgönüllülük neredeyse şart. Çok okumak, araştırmak, bu büyük geleneğin kılcal damarlarına kadar sürecek olan, zahmetli, riskli yolculuğu göze almak gerekiyor. Yazı serüvenin içerisinde yitip gitmek çok rastlanılan bir durumdur. Yok olmayı göze almadan yazı serüvenine başlamak da mümkün görünmüyor. Bu yolculuğa dayanabilmek için sadece gerçeğe ve onun işleyiş biçimine dayanmak yeterli değildir. Gerçek kadar yazara yol gösterecek olan –aslında yolunu tıkayacak olan- hiç bilinmedik, beklenmedik şeylerle akrabalık oluşturmak gerekecektir. Yazı tasarımı için hem gerçeğe, hem de daha fazlasına gereksinim duyulur. Çünkü ancak gerçeğin dışına tutunarak, nesnelerin üstüne ışık tutup, onların olduğundan başka anlamlar, sorunlar taşıdığını görebiliriz. Sadece görünene baş eğmek çok kaba olur. Her özne ve nesne olduğundan daha fazla bir şeydir. Bu nedenle yazar, gerçek denilen şeylerle aramızda bir yakınlaşmaya neden olduğu kadar, bir yabancılaşmaya da neden olmalıdır. Bizim algı alanımıza hiç giremeyecek olanı işaret etmelidir. Gerçeklik kavramı içeriğinde çoğu zaman, başka bir gerçekliği taşır. Bu nedenle de görünenin gerçekliğiyle, görünenin örtülediği gerçeklik yazarın esas çalışma alanıdır. Bu durum son derece önemlidir. Yazar yazı tarafından hem bir gerçeklik içerisinde tutulur, hem de başka bir gerçekliğin sezilmesi için nedensellikle ilişkiye davet edilir. Böylece yazar gerçeklik ile iç gerçekliğin, örtük gerçekliğin çatışmasında sürüklenir. Nereye doğru sürüklendiğini de ancak sezgileri ışığında, bilgi birikimi ve deneyimleriyle kestirmeye çalışır. Diğer yandan da yazar farklı düşünme ve görme biçimleri üretir. Aklın biçimlendirdiği ve hayata karşı bir refleks olan farklı düşünme-görme biçimleri yazarı, eylem halindeyken hem düşünen hem de düş kuran bir kişiliğe taşır. Görüneni olduğu gibi algılayan ve kabul edenden yazarı ayıran önemli bir özellik budur. Her iyi metin bu farklı düşünme ve görme biçimlerinin içerisinde doğar. Bu süreci yaşayan yazarın başarısı ise kimi yazı disiplinleri edinmesine bağlıdır. Nelere dikkat etmeli ve nelerden kaçınmalıdır yazar?
Bu soruların yanıtını ararken kimi yardımcılarımız, yol göstericilerimiz vardır. Ama onların bize aktardıkları da kendi bilgileri, deneyimleri ve sezgilerinden daha fazlası değildir. Yazının yazara her daim anımsattığı ve yazarın ayrımına varmadığı durum tam da budur. Yazmak isteyen başkalarının serüvenleriyle keşfedilmiş topraklara ulaşmaktan öteye gidemez. Yazarın kendi serüvenini, kendi coğrafyasını belirlenmesi ve uzun bir yolculuğu göze alması gereke-cektir. Yazı da hayat gibi tahammüllere, cesarete ve deneyselliğe gereksinim duyuyor.
Diğer yandan dünden bu güne yazar olunmuyor. Yazı deneyimlerinin ilk yıllarında ola-bildiğince yanlışlar yapılacaktır. Yazarın ilk metinlerinde birçok yabancı madde olacaktır. Bunlar olağandır. Hem metnin biçimi, hem de içeriği açısından özgünleşmek için bu yanlışlar neredeyse gereklidir bile. Önemli olan bu yılları ısrarından bir şey kaybetmeden geçirebilmesidir yazan kişinin. Bu gün edebiyat dünyasının bilinen, önemli yazarlarının birçoğu, bir dönem yayıncılar, dergiler tarafından kapıya konulmuşlardır. Birçoğu kitaplarını yayımlatabilmek için yayınevlerinin kapılarını aşındırmışlardır. Hatta bir kısmına yazar olmasının mümkün olmadığı, kendisine yapabileceği en büyük iyiliğin yazmayı bırakması olduğu tavsiye edilmiştir. Benzer davranışla karşılaşmak çok mümkün. Bunlar olağan kabul edilir. Bu gün yapıtlarına hayran olduğumuz birçok yazar aynı badireleri atlatmıştır. Yazan insan yazınsal içgüdüsüne inanır ve güvenir. Unutmamak gerekiyor ki, her hangi bir yazı biçiminde yetkinleşmeden, ondan daha fazlasını yapmak mümkün değildir. Yazan kişi önce gözünü kendi gerçeğine dikmeli ve yetkinleşmek için bir sürece gereksinim duyduğunu unut-mamalıdır. Bu süreç boyunca hiç aksatmadan yapılması gereken şey, kalemin ucunun yazı eg-zersizleriyle ve bilincin de okumalarla açık tutulmasıdır. Ancak böylelikle yazıya yeni baş-layan birisine kalem, kâğıt ve kelimeler dost olup, yakın davranacaktır. Yazı çoğunlukla yazarak öğrenilen bir şeydir. Bu nedenle yazma tutkusunu, çilesini ve hazzını ancak yazarak tanıyıp, tadabilirsiniz. Kalemle, kâğıtla, kelimelerle bilinciniz arasında bir süre yaşanacak olan karşılıklı itişmeler yıldırmamalı yazan kişiyi. Yazıda ısrarcı olmak gerekiyor.
Kural her yerde ve her şeyde neredeyse değişmiyor: Avlanmak için önce ateş etmelisiniz, vurup vurmadığınıza sonra bakarsınız. Yazı için de durum böyledir. Önce yazmalısınız, sonra iyi yazıp yazmadığınıza bakarsınız. Ve yazı daima sizle konuşur. Onu dinlemeyi öğrendiği-nizde artık nasıl yazmanız konusunda ipuçlarına da ulaşmış olacaksınız.
Unutulmamalı; yazı içtenlik ve özgünlüktür. Her şeye benzeyen, hiçbir şeydir.
Aydın ŞimşekKayıt Tarihi : 1.3.2006 23:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
her anlamda doyurucu içtenlik içinde ilgiyle okudum.
0536.706 73 43
TÜM YORUMLAR (3)