ADNAN DENİZ ÖĞRETMENLER GÜNÜ ŞİİRLERİ

ADNAN DENİZ ÖĞRETMENLER GÜNÜ ŞİİRLERİ

Adnan Deniz

2009–2010 Eğitim ve öğretim yılı birinci dönemi sona eriyor. Öğrenciler karneleriyle evlere gelecekler ve evlerde çeşitli hikâyeler yaşanacak. Ancak sayın velilerimiz bu karneler sizin. Lütfen öğrencilerinizi yargılamadan önce kendi kendinizi yargılayın ve eleştirin. Bu dönem öğrencim için ben ne yaptım? Sorusun lütfen kendinize bir sorun.
Daha öğrenci okula başlamadan velilerimiz maalesef yanlışlarla başlıyorlar. Nedir yanlış olan? Öğrencilerini adam yerine koymadan kendi istediklerini ve kendi hayallerini çocuklarında yaşamak istiyorlar. Gerçek olan öğrenci yetenek ve kabiliyetleri kesinlikle dikkate alınmıyor.
Öğrenciler, okula yazdırıldıktan sonra öğrencinin psikolojik gelişim durumu ve okuldaki hal ve gidişatı takip edilmiyor, Öğrencileri evden okula göndermekle bu işin bittiği sanılıyor. Parasını vermek, defter, kitabını almak, servise vermek acaba yeterli sorumluluklar mıdır? Öğrencilerin çoğunun şikâyeti evlerinde kendileri ile ilgilenilmediği ve insan yerine konulmadığıdır.
Acaba hangi veli ergenlik içerisinde olan öğrencisini karşısına alıp ta onunla konuşabiliyor? Hangi veli öğrencisini okula gidip gitmediği konusunda okulla istişare içerisine girebiliyor? Hangi konularda başarılı olup olmadığını araştırıp, hangi veli altarnetatif öneriler sunabiliyor.
Kendi problemlerini öne sürüp, aylarca kontrolsüz bıraktıkları öğrencilerini ancak karne günü hatırlayan veliler acaba bu çocukların geleceklerinden ne bekliyorlar ve bu çocuklara kızma hakkını nerden bulabiliyorlar?
Öncelikle başarısızlıkların odağında aile, çevre, kişi, tercih, okul gibi etmenler vardır ama asıl olan önce elimizdeki çiçeğin farkında olabilmektir.
Acaba başarısızlıkta öğrencinin hiç mi suçu yok? Olmaz olur mu? Öğrenci öncelikle hedefini ailesi ile beraber iyi koymalıdır. Okul seçimini iyi yapmalıdır. Kendi yetenek ve kabiliyetlerinin farkında olmadır. Kendi hedeflerini önceden belirleyerek ona göre çalışmalarını şekillendirmelidir. Şu anda Türkiye de belli bir mevkide olabilmenin şartı mutlak ve mutlak herkesten iyi olmaktan geçmektedir. Torpil morpil diyebilirsiniz ama orta direk ailelerinin okumaktan başka çıkar noktası kesinlikle yoktur. Maalesef öğrencilerimiz hayalperest bir dünya oluşturmuşlar filimler de gördükleri gerçek olmayan dünyaları içerisinde ağlarını örmeye devam etmektedirler. Velilerin buradaki görevleri öğrencileri gerçeklerle tanıştırmaları ve onları iyi olana doğru yönlendirebilmeleridir.
Öğretmenlerin bu kategorideki rolleri daha elzemdir. Öğretmenlik fedakârlık demek ise, peygamberlik mesleği ise, o zaman öğretmenlerin daha sabırlı ve daha objektif olmaları gerekir. Öğrenciler kesinlikle her şeyi bilerek okullara gelenler değildir. O zaman öğretmenlerin öğrencilere bir anne ve baba şefkati ile yaklaşmaları doğru değimlidir? Kişileri bilmemezliklerinden dolayı eleştirmek, yanlışlarından dolayı yargılamak acaba öğretmenlik midir? Öğretmenler, örnek ve yol gösterici, yanlışları düzelten kişiler olmalıdırlar. Burada bütün öğretmenlerden değil de yalnızca başarının yükselişinde etkili olmayan öğretmenler kastedilmektedir.
Başarı ve başarısızlıkların hiçbir zaman tek sebebi yoktur. Birincil sebep bence aile bütünlüğünün ve ilgisinin sağlanabilmesidir. Daha sonra kişi, tercihler, yönlendirmeler, takviyeler, çevre, arkadaşlar, öğretmenler gelmektedir. Bu yüzden öğrencilerin almış olduğu karne maalesef hepimizindir. O zaman akl-ı salim olarak düşünmeli ve yapılan yanlışların muhasebesi, t6ekrar yapılmalıdır. Bu yarıyıl tatili bize bu konuda çok yardımcı olabilir. Onun için öğrencilere kızmadan önce, bizim öğrencimizin başarısındaki katkımızı sorgulamamız gerekir. Böylece hem hatalarımızı görebilir, hem de hatalarımızı düzeltecek zamanı tekrar yakalayabiliriz. Ama bu konuda önce ailelerimiz olmak üzere hepimiz kendimizi bir eleştirelim daha sonrada çocuklarımızı yargılayalım, ne dersiniz?
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Sabahları erken saatlerde mesaimiz başlıyor. Görev sorumluluğu içerisinde okullarımıza gidip öğrencilere faydalı olmak için çırpınıp duruyoruz. Ama öğrenciler çokta istekli değiller. Çoğu kez geç kalıp, devamsızlık yapmakta adeta birbirileri ile yarışıyorlar. Velileri okula çağırdığımızda pek çoğunun ilgisiz ve çocuklarından bihaber olduklarını görüyoruz. Maalesef çağırılan velilerin çoğu da okula gelmiyor.
Velinin anlayışı, öğrencim okula gidiyor ya… Oluyor. Harçlığını veriyorum, benden daha ne bekleyebilirler ki diyorlar. Ama öğrencinin velisinden, anne babasından çok şeyler beklediğinin farkına varmak istemiyorlar. İlgilenmek acaba yalnız maddi boyutu ile mi olmalı? Acaba yalnız parasal ilgi çocuğun geleceğe ümitle bakmasında yeterlimi?
Günümüzde bütün çevresel etmenler, öğrencileri olumsuz yönden etkilemeye namzet bir hal sergiliyor. Öğrencilerin birer beyaz sayfa olduğunu düşündüğümüzde, bu sayfayı başkalarının kirleteceği bir alan olmaktan kurtarmamız gerekmez mi?
Hepimiz sitem ediyoruz, Öğrencimiz okumuyor diye. Emek olmadan yemek olur mu? Bakın öğrenciler istemedikleri alanlara yönlendiriliyor. Öğrencilerle aileler birebir ilgilenmiyor ve öğrencilerinin nerede ne yaptıklarını takip etmiyorlar. Diyeceksiniz ki hangi zaman, nasıl öğrenciyi kontrol altına alayım? Ya da beni dinlemiyor? Ama sayın velilerimiz, öğrenciler bizim en değerli varlıklarımız. Evlatlarımız. Onların kötü bir durumda olmaları veya kalmaları herkesi derinden yaralar. Ama öncelikle aileleri daha da çok yaralar. Öyle değimli?
Öğrencilerimizin lise çağlarında daha çok kendilerini ön plana atma, kendilerini kanıtlama, özenme dönemleridir. Televizyonlar insanlarımıza devamlı olumsuz örnekleri veriyor. Hayali yaşam standartları, sanatçıların toplumdan kopuk halet-i ruhiyeleri ve yaşam biçimleri örnek gösteriliyor. Tabi bunlara nasıl veriliyor, gençleri koruma kanunları nasıl işliyor, hala şaşıyoruz ama maalesef durum bu. Acaba anne ve babalar bu durum karşısında neler yapıyor? Çocuklar kendilerine hep birer kahraman arıyorlar ve genellikle kahramanlarını kaba güçten yana kullanıyorlar. Acaba neden? Acaba kanunlarımızın suçlu ve suçsuzları ayırma zafiyeti mi var. Acaba kanunlarımızın yeterli olduğuna güvenmiyorlar mı?
Öğretmenler cefakâr ve vefakâr öğretmenler. Bakın böyle denildiği zaman sakın edebiyat yapılıyor sanılmasın. Günde 7 saat devamlı öğrencilerle birebirler. Hatta öyle ki, anne ve babalarında daha çok öğrencilerle ilgileniyorlar. Ama bunca karanlığın arasında yalnızca bir ışıktır onlar. Öğrenci istekli olmalı, öğrenci desteklenmeli, öğrenci izlenmeli ve öğrenciye öz güven verilmeli ki; öğretmen elindeki beyaz sayfayı çok güzel bir şekilde işlesin.
Ne yapmalıyız o halde?
Veliler öğrencileriyle birebir ilgilenmeli ve onları doğru yola yönlendirmelidir. Onların sevgiye ve ilgiye ihtiyaçlarının olduğunu kesinlikle unutmamalıdırlar. Onları kendilerinin mirası olarak görmeli ve kendi miraslarının geleceğe faydalı olmasına çalışmalıdırlar.
Öğrenciler, yarın eyvah dememek için, bugünden gereken tedbirleri almalı ve toplumun iyi bir üyesi olmanız için çalışmanız gerekir.
Öğretmenler, geleceğin sizin ışıklı yollarından geçeceğinin bilinci içerisinde, yarının yaralı birey ve toplumunu oluşturmanızın elinizde olduğunu unutmayın.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Eğitim-öğretim açısından en önemli güçlerden biriside televizyonlardır. Televizyonların kullanılarak yeni nesillerin eğitilmesi mümkündür. Ama tam tersi reytingler uğruna kontrolsüz yapılan yayınlar henüz kişilik gelişmesi sürecinde olan gençlerin yanlış yönlendirilmelerine ve de gençlerin kendi hayatlarını tehlikeye atacak kararlar almalarına neden olabilir. Buna pek çok örnek vermek mümkündür. Televizyonlarda toplum önünde yaşanan hayatların ya da ekonomik durumlara göre yaşanan farklı yaşantıların gençler üzerinde olumsuz etkileri kendisini gösterebilmektedir.
Okullar eğitim- öğretim yuvalarıdır. Okullarda fedakâr öğretmenler var güçleriyle eğitim ve öğretim vermeye devam etmektedirler. Ancak öğrencilerin okullarda öğrendiği bilgi ve davranışlar toplumda ve özellikle televizyon veya diğer iletişim araçlarıyla desteklenmediği için okullarda öğretilen bilgiler öğrencilerin hafızalarında kalmamakta ya da çok az bir kısmı kişiler üzerinde etkili olmaktadır.
İnsanlar tabiatları itibarıyla kolaya ve bedavaya müsaittir. Eğlenceli olsun, emeksiz olsun herkes buna meyleder. Okullarda öğrencilere ders vermek, ya da konuları öğretmek çok zorlaşmıştır. Çünkü öğrenciler toplumun gidişatına bakarak kendilerinin de nasıl olsa böyle bir emeksiz işle kurtulacaklarını tasavvur edebililer. Ama bu düşünceyi tetikleyen görsel yayınların eğitimi destekler bir duruma gelmeleri eğitim öğretimde büyük bir gelişmeye katkıda bulunabilir. Kitap okuma alışkanlığı toplumumuzda çok düşüktür. Çünkü hazıra alışmış olan öğrenciler, okuma gibi çaba isteyen okuma alışkanlığı uğraşı içerisine pek girmezler. Okula giden öğrencilerin yönlendirilmesinde velilere büyük görevler düşer. Okurken kimse eğlenmesin ya da televizyon seyretmesin dememekteyiz. Yalnızca isteğimiz, televizyon kanallarındaki programların denetlenerek kişiyi olumsuz etkileyen programların izlenmesini denetlemeleri gerekmektedir. Çünkü hem bu yayınlar kişinin kafasını karıştırır, hemde öğrencilere çalışma zamanı ve çalışma ortamlarını elinden almaktadır.
Öğretmenler artık doğruları anlatmakta çok zorlu çekmektedirler. Çünkü karşılarında hep yanlış bilgilerle donanımlı doğruyu öğrenmek istemeyen öğrenciler çıkmaktadır. Bunlar hem anlatılanları dinlememekte hemde eğitim öğretime büyük zararlar vermektedir. Bir yazarımızın dediği gibi’’aptal kutusu’’ bağımlılık yapmaktan kendisini alamamaktadır. Aileler artık çocuklarına söz geçiremez duruma gelmiştir. Eğitimde bizim en önemli problemimiz aslında yeni yetişen gençlerimizin öğrenmeye arzulu olmamaları, gençlerin kendileri için herhangi bir hedeflerinin olmamasıdır.
Aslında öğrencilerimizin tam anlamıyla eğitimi için hem devlete, hem görsel yayın yapan kurumlara hemde velilere büyük iş düşmektedir. Öğrencilerimiz bizim tertemiz, lekesiz varlıklarımızdır. Onların daha iyi yetişmeleri ve eğitilmeleri için hepimiz elimizden geleni yapmalıyız. Doğumu itibarıyla büyük fedakârlıklar yaptığımız çocuklarımız, öğrencilerimiz için bu fedakârlığımıza devam etmeli onların iyi bir eğitim görmeleri için gereken mücadeleyi ve fedakârlığı yapmalıyız. Onları yarı yolda bırakmamak, onların eğitimine destek olmak için
Onların önüne çıkan her türlü engeli ortadan kaldırmak hepimizin görevidir diye düşünüyorum.




..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Ödemesi en zor olanı kişi haklarıdır. Dinimiz bu konuda kul hakkıyla karşıma gelmeyiniz ayeti ile bu konuya verdiği önemi belirtir. Hiç düşündünüz mü hiç farkına varmadan kul haklarının gasp edildiğini! Mesela bir öğretmen dersine geç girdiğinde kaç öğrencinin hakkını yemektedir. Ya da derse girdiği halde öğrenciye vermesi gereken ders konularını öğretmemesi durumunda hak yemiş olduğunun bilmem farkında mıyız?
Öğrenciler arasında yapılan taraftarlık ve bunun olumsuz ya da olumlu olarak notlara yansıması birer haksızlık değimlidir? Acaba davranışlarımızda objektif olmamız mümkün değil midir? Ya da kişiler yaptıkları bu haksızlıkların farkına mı varamıyorlar acaba?
Sabahleyin nöbetine zamanında gelmeyen ya da nöbetini tam tutmadığı için çeşitli olayların meydana gelmesine neden olan nöbetçi öğretmenler meydana gelen olaylarda zarar gören hangi öğrencilerin hakkını gasp etmiştir acaba?
Görevine zamanında gelmeyerek kişi haklarını yiyen ya da görevini tam anlamıyla yapmayıp öğrenci ve velileri uğraştırarak haklarını yiyen idareciler herhalde kendilerini rahat hissediyorlardır! Öğrencileri en ufak bir hatalarında en büyük suçlarla suçlayıp, yargılayarak asan, onları toplumdan bir anda soyutlayan öğretmenler ve idareciler herhalde kendilerini vicdanen çok rahat hissediyorlardır!
İnsanları birbirine düşürmek için olmadık yalanları söyleyerek daha sonra doğruluk ve haklılık nutukları atanlar herhalde büyük onur ödülüyle ödüllendirilmektedir. Bilemiyorum; bu haksızlıkların hesabını verebilmek için herhalde bütün öğrencilerden teker teker haklarını helal ettirmek gerekir diye düşünüyorum.
Ya öğrencilerin yediği haklar! Hesabını veremeyecekleri haklardır bunlar. Devletin bütün imkânlarını sunduğu öğrencilerin derslerine çalışmayarak devleti ve ailelerini zarara uğratmalarından dolayı acaba kimlerin haklarını yemişlerdir. Bu vebalin altından kalmak mümkün değildir. Ayrıca sabahleyin erkenden kalkarak üzerlerine aldıkları eğitim görevlerini yerine getirmeyen öğrenciler kendilerine ve ailelerine verdikleri zararlarla acaba kimlerin haklarını yemektedirler. Öğrenciler arasına nifak sokarak ve yalan söyleyerek öğrencileri birbirine düşüren öğrencilerin yediği hakların hesabını vermek mümkün değildir. Ailelerin kıt kanaat kendilerini okutmak için çalışarak eğitim için harcadıkları paraları okuldan kaçarak veya okumayarak yok eden öğrenciler acaba kimlerin haklarını yemektedirler. Öğretmenlerini
Küçük düşürerek kendileri için çırpınan öğretmenlerini üzen öğrenciler acaba öğretmenlerinin haklarını nasıl vereceklerdir.
Objektif olmadıklarından dolayı dürüst çalışan insanları etkin güçlerin etkisiyle yargılayıp, olumsuz davranışlar sergileyen yöneticiler acaba yaratanın karşısına vardıklarında bu dünyevi kazançlarının hesabını nasıl vereceklerdir acaba? Hiç araştırmadan insanları suçlayıp bir tutam ömrü kişilere zindan eden kişiler herhalde ahirette bu haksızlıklarının hesabını kolay veremeyeceklerdir.
Yaratana inanan insanların en çok dikkat etmeleri gereken şey, sanırım çok önem verilmediğinden dolayı yenilen kişi haklarıdır. Kul hakkı yemenin af edilmeyeceği düşünülürse sanırım insanlığın en büyük uğraşı kendi nefisleri ile olacaktır. Özellikle eğitim gibi kutsal bir ocakta dürüst olmak ve hakkaniyetten ayrılmamak en büyük objektiflik olacaktır.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Öğretmenler odasına ilk girdiği günü hatırlıyorum. Çok mahcup, sıkılgan ve tertemiz yüzüyle. Gözünü dört yana gezdirerek sanki bir tutunacak dal arar gibiydi.
Sanıyorum onun bu doğal ve temiz yüzü yaklaştırdı beni ona. Sanki bir kardeşim gibi hissettim onu. Onunla başlayan bu sessiz iletişim sanıyorum yıllarca sürecek dostluğun bir ifadesi olacaktı.
Zaman öyle hızlı geçti ki… Onun ve benim her türlü sorunlarımız karşısında benim en samimi sırdaşım olmayı başarabildi.
Öğretmenliği, en samimi bir atmosferin en engin paylaşımı gibiydi. Onun gençliğinin verdiği heyecan, okulumuzdan aldığı destek ve katkılarla gün geçtikçe pişiyordu.
Yeşil gözleriyle, kendisi içindeki üretim ateşinin yegâne temsilcisiydi. Devamlı üretmek, devamlı yararlı olmak düşüncesi onu tempolu koşu yarışçısı yapmıştı. Öyleki yerinde duramıyor, elinden gelse yanlış bulduğu her şeyi kökten değiştirmek istiyordu.
Enerjisini, futbol sahalarında atamamış bir sürat koşucusu idi o.
Edebiyat onun her şeyi idi. Çünkü biliyordu ki insanı insan yapan bütün değer yargılarının müteşebbisi edebiyat idi. Konuşmak, fakat çok iyi konuşmak. İnsan olduğunun değerini hissettirerek insanlarla iletişim kurmak vazgeçilmez değerlerindendi.
Onu kızgın gördüğünüz zaman, bilirdiniz ki kişiye kızmaz toplumun işleyişini ters döndüren yani toplumun çarkına çomak sokanlara kızardı. Kişileri üzmek kendini üzmekle eşdeğerdi çünkü.
Gençliğine bakıp onu, ateşli ve vurdulu kırdılı sanmayın sakın. O yaşının verdiğinin belki on katı olgun, bir o kadarda cesaretliydi. Kurallara uyar, kuralsızlığı sevmez toplumun değer yargılarına sıkı sıkıya bağlıydı.
Belki onun kadar kişilerin görüşlerine saygıyı ihmal etmeyen başka birini bulmak zordur. Çünkü o insana insan olduğu için ‘’yaratılanı hoş görürüz yaratandan ötürü’’düşüncesinin temsilcisidir. Onun için en önemli unsur insana verilen değerdir. Her şey insanın rahatı ve insanın güvenli, huzur içinde yaşaması içindir.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Her sabah okula doğru yol aldığımda uzaktan onun arabasını görürüm ve derim ki; yine benden önce gelmiş! Ayrı bir heyecan duyarım onu gördüğümde. Bazen hayretle, bazen gururla ve bazen kıskanarak bakarım.
Kimden mi bahsediyorum? Liseden matematik öğretmenim, okuldan meslektaşım ve gördüğüm en insancıl bir öğretmenden. Nevzat Serin’den.
Onun hayata bu kadar olumlu bakışı, insanlara bakınca güneş gibi ısıtışı, Olumsuzlukları bir süzgeç gibi eleyerek yaşama dört elle sarılışı onu yakından tanıyanları derinden etkiler.
Ben ondan öğrendim, yaşamın adının mücadele olduğunu. Hayatın çok güzel renklerinin bulunduğunu. Yılmamayı ve devamlı ileriye bakmanın başarı getirdiğini.
Şimdi onu her görüşte o kadar mutlu oluyorum ki, bak diyorum yine sınıftan çıkmış, yine çocukların yüzleri gülüyor. Yine herkes mutlu. Kendindeki enerjiyi taşıyor devamlı iletişim halinde oldukları insanlara. Öğrencilerine ve öğretmen arkadaşlarına.
Polyana’ı okumuştum ortaokul yıllarında, mutluluk oyunları oynardı ve mutlu olduğuna inandırırdı herkesi ve kimsenin üzülmesini istemezdi. Ama bakın polyanacılık yok Nevzat hocamda. Hep kendisi ile barışık ve mutlu olduğu kadar herkesle mutluluğu paylaşabiliyor. İnsan belli bir zaman sonra herhalde her şeyden sıkılır derdim, ama ben öyle olmadığını gördüm. Nasıl mı? Yılların görev aşkıyla yanıp tutuşan öğretmeni Nevzat Serin hala o Görev aşkından hiçbir şey kaybetmiş değil. Gerçektende insanlar işlerini sevdikleri müddetçe devamlı olarak mutlu olmayı başarabiliyorlar.
Yine bu sabah onunla karşılaştım okul kantininde. Gülümseyerek ‘’günaydın’’dedi.
Ameliyat geçirmişti. Kalbimi rektefe ettirdim demişti. Ama hala gülümsüyordu. O kadar bağlıydı ki hayata. Onun bu duruşuna gıpta ile bakmamak eldemi ki…
İnsanları kabul edebilmek, insanları oldukları gibi kabul edebilmek çok zor bir iştir. Onların düşüncelerine saygı göstermek, etik bir davranıştır. Ve bunu çoğu insan yerine getiremez. Ben bunu başarabilen kişilerden birininde Nevzat hoca olduğunu gördüm. İnsanlarla o kadar içten iletişim kurar ki… sanırsın ki yıllardır onunla samimi. Yalan dolana hiç başvurmadan olduğu gibi, yanlışını ve doğrusunu, olduğu gibi kabul edebilen bir insan.
Köşe başında bir bakarsın öğrencileri başını sarmış, bir bakarsın öğretmen arkadaşları. Hararetle anlatır, konuşur ve yüzünde tebessümü hiç eksik etmeden devamlı bir şeyler anlatır. Dikkat ederim hiç kimse sıkılmaz, hiç kimse mecbur olmadığı sürece onun etrafını terk etmez. Sanırsın ki, arılar bir çiçeğe konmuş, bal alma yarışı yapıyorlar. O ise gayet rahat ve gayet mütevazı. Elinden gelse kendinde var olan bütün bilgi ve değerleri karşısındakine karşılıksız verebilecek kadarda cüretkâr ve fedakâr.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Kelimenin aslı eski farca’dan gelir.’’Yeni gün’’ anlamındadır. Nevruz geleneği,15.000 yıl öncesine dayanır. Avcılıktan yerleşik hayata geçişi temsil eder. Hayatın, dört mevsimle yakından ilgisi vardır. Soğuk kış şartlarından bahara geçişle birlikte bolluk ve bereket ortaya çıkar. Bu bolluk ve bereket toprağın uyanışı ve tabiatın canlanışıdır. Canlılık hayatı temsil eder. Bereket ise, canlının yaşayabilme imkânlarını artırır. Dolayısıyla bu gün bir sevinç ve mutluluk günüdür.
Nevruz, Orta Asya’dan Balkanlardaki Milletlere kadar Kutlana gelmiştir. Genelde bütün Milletlerde Tabiatın ve çevrenin uyanışını sembolize eder. Yani Havalar ısınır, karlar erir, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlarlar.
Orta Asya da Nevruz, bayramlarda geleneksel olarak pişirilen buğdaydan yapılmış bir tatlının adıdır.21 Mart önemli bir gündür. Çünkü bugün, gece ve gündüzler eşitlenir. Bu baharın başlangıcıdır.
Bahar bayramının yanı sıra Türk Kültüründe Nevruz günü bir kurtuluş günü olarak ta kutlanır. Çünkü Türklerin Ergenekon’dan çıkışının yani demirden dağı eritip çıkmalarının, Türklerin esaretten kurtulmalarının bayramıdır. Orta Asya Türk toplulukları ve Balkan Toplulukları bu geleneğin günümüze kadar yaşamalarını sağlamışlardır.
Türk kavimleri tarafından M.Ö8.yüzyıldan günümüze kadar, her yıl 21 Mart’ta bu bayram kutlanır. Anadolu Beylikleri, Eski Mısır, İran, Safevi, Sasani, Moğollar, Selçuklular ve Osmanlılarda bu günü Bayram olarak kutlamışlardır. Hatta Osmanlılarda özel olarak hazırlanan Nevruziye adlı Macun O dönemden kalan bir kültür olarak günümüzde hala devam etmektedir. Her yıl Mart ayının 21. günü Manisa ilimizde Mesir macunu şenlikleri yapılmakta ve bahar bayramı coşkulu bir şekilde kutlanmaktadır.
Türkiye’de geleneksel olarak kutlanan Bahar şenlikleri 1995 yılı itibarıyla Resmi bayram olarak kabul edilmiş ve her yıl 21 Mart günü itibarıyla bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Atatürk diyor ki 'Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır', yani yaşayamaz. O yüzden, yine, Atatürk der ki, 'Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve hersey’den evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye'nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.'
Atatürk’ün Bu sözünden de anlaşılacağı üzere kendi örf, gelenek ve adetlerimizi yaşatarak, milletimizle mutlulukları paylaşarak yeni nevruzlara diyorum.
..

Devamını Oku
Adnan Deniz

Baktığında insan, ne sert mizaçlı birisi der. Ama yakından tanıyınca öyle olmadığını anlar. Sabahları erkenden okula geldiğinde, öğretmenler bile gelmemiştir. Kolaçan eder okulu. Öğrencileri ile birebir ilgilenir. Sanki evine gelmiş gibi mutludur.
Okulumuzun Müdürü İbrahim beyden bahsediyorum. Mükemmel yapmak ister her işini. Kimseyi kırmak istemez, Mutlaka çıkar bir yol vardır onda. Onun için insanı üzmek gerekmez insana hizmet etmek adeta ibadet gibidir. Dostdogru konuşur. Hiç kimseye boyun eğmez. Kimsenin varlığı, kimsenin ünü, popülerliği İbrahim hocamı etkilemez. Bazen onun hızına yetişmek imkânsızdır. Mutlaka bir çözüm yolu vardır her sorunun. Çok kısa bir süre içinde doğru ve pratik kararlar verebilir. Yaptığı hiçbir işten sonra pişmanlık yaşamamıştır. Çünkü İşini yaparken mutlaka birçok kez akıl süzgecinden geçirir. İnsanlara karşı o kadar adil davranır ki bazen haksızlık yaptın diyenler dahi gerçekler karşısında kendilerini yerin dibinde bulurlar.
Kendimi onun davranışlarına uydururum. O erken geleceğini bildiğim için benim ondan geç gelmem mümkün değildir. Sanıyorum yıllar geçtikçe insanlar birbirine benziyor. Kendimi bazen onun davranışlarını yaparken görüyorum. Demek ki o kadar benimsemişim ki onun davranışlarını.
Telaşla bazen onu kaybolur gördüğümde, ya evdedir ya da aklına koyduğu bir problemin çözümündedir. Onun için problem çözmek hep kendinin işidir Hep problem çözücü ve sorumluluk sahibi kendisi olmak ister. Bu Durum kendisini rahatsız etmez. Aksine bu işlerle uğraşırken kendini o kadar bu işlere verir ve kendinden geçer.
Onun azmine ve mücadeleci tarafına hep hayran hayran bakarız. Onun için çözülmeyecek sorun yoktur. Aklında kurar ama çözümü kendisine saklıdır.
Hayata o kadar bağlılıkla bakar ki, bakarsın en yeni gelişmeleri yakından takip etmiş ve en güzel olan teknolojik aletleri o almıştır. Yaşamayı, dostluğu, insanlığı, onun davranışlarında her an görmek mümkündür.
Öğrenciler onun otoritesini bakışından, aslında üzüntüsünden söylediği ve yalnızca
Kendisine zararı olan kızgınlığından anlayabilirler. O kadar doğal davranır ki her hangi bir etkinlikte ilk önce öğrencilerin ilk uğrak yeri onun odası olur.
Öyle bir sevgi iletişimi vardır ki insanlarla onu çözebilmek imkânsızdır. Hiç Kimseye onun için kötü dedirtemezsiniz. Mezun olan öğrenciler dahi onun ismini anarken hala o tatlı heyecanı içlerinde hissederler.
Şimdi herkes onun emekli olacağından söz ediyorlar ama hiç kimse buna razı değil biliyorum. Çünkü idareci olabilmek hele sevilen bir idareci olabilmek çok zor. Böyle bir idareci bulmanın zorluğunu bilen öğretmen arkadaşlar onun yokluğunu şimdiden hissedebiliyorlar.
..

Devamını Oku