Ne bir tepe ne bir dağ, koskocaman Ağrı'yız
Ayrım yok ülkemizde; hem doğu, hem batıyız.
Öğrettikçe öğrenir,tükenmeyiz yanmakla
Kemalizmin yolunda yürürüz, kararlıyız.
Görev asıl amaçtır, öncelikle köyümüz
Tüm öğretmen ordusu biz o zaman mutluyuz.
..
Âtinin ufkunu çizer öğretmen,
Kalem tutmayan el ondan uzak.
Tatlıdır dili,kötü söz bilmez hiç,
Gönül incitecek dil ondan uzak.
İlmin deryasından tas tas içen o,
Bilgi tarlasından ekin biçen o,
..
Köylü
(Babam Şahin Çalışkan’ın yaşamından kesit)
Dağ yolunda bir köy bilirim,
Buram buram tereyağlı börek kokar,
Sabahları ayçiçeği kökleriyle saclar ısınır,
..
Şeref, ruhun misafir varlığına her başarılacak mutluluk ‘yaşamı, süreci, vedası’ ile bir toplamının güzelliğidir! Serbest rekabet her piyasada işleyecek! Uygarlık topraklarındır! Yörede altın barındıran toprağı işleyecek, onu ayağa kaldıracak, hayata geçirecek o yöre sakinleri olacak, o yöre sakinleri sahibidir bu rekabetin, dersem ‘aman dikkat’ ile de benim önümde engel duvarı örmeye kalkışılacak! Ya yıldırarak hırsızlamaya, ya da hata yılışarak benim üstüme de bu şerrini yığılmaya vs. Çok şükür! İnsan, hata yapmamaya ‘aman dikkat’ saygısını insani duygu haliyle disiplinli bir terbiyede hem sevgi koruyor alış-veriş duyarlığını hem de ‘insana öncelikli’ hissiyatında korunan olarak…
Eğitimde alternatif modeller diye 20 yıl boyunca geliştirilmiş, bir ülkenin itilecek olan karmaşa yıllarına da başarısı görsel hazırlıklı olan bir yenilik önlemi mi, yeni bir tuzağı mı, bir vatandaş mı, bir özgürlük anlayışı mı, bir ekonomiye mi ve ne kadarını demeye gerek bırakmayan haliyle de, bir rekabetçi mi yetiştirmeli evrensel insanı, sorusuna yanıt oluyor.
Örneğin, özgürlüğe dayanan bir eğitim: ‘kendi içinde sistem’ ve ‘ana akımın dışında bir model’ olarak bu iki ayrışma alanında bir ‘Alternatif Okullar’ kapsamına alınmış ve demokratik okulların ‘ana akım sistemine’ bir model diyerek, alternatif okullara ‘kendi içinde sistem’ diyen bu düşünce ile önce biraz açıklamalarını izlemeli: örneğin
Demokratik okullarda günlük ders programına karşılık, her öğrenci kendi dersini, istediği gün ve saat seçimiyle belirliyor, öğretmen varlığı ve yer konusu da karara uyumlanana kadar gereken müzakere ders saati olarak işliyorken, öğretmen için ücret ödeme başladığı ile, özel bir tespit tartışması, yani müzakere, belirlenen de ilk ders oluyor aynı zamanda. Öğrenci sayısı oranınca da keyfin belirlenme süreci o oranda uzaması şöyle açıklanıyor: ‘biz’ daha henüz hangi dersi nerede ne zaman alacağımıza karar vermiş oluyorken ana akımın dışında bir model denilen demokratik devlet okulları bu bir ayda işlenmiş ders olarak çok ilerideler. Bu ‘biz’, her özel öğrencinin kendisi olduğu ile ‘ben’ demesi gerekmiyor mu? Bu ‘biz’ nerede, nasıl, ne zaman, kaç kişiden, hangi ders için oluşuyor? Kendi içinde sistem….
..
Dağları kekik kokan,
Irmaklarından umut akan
Yanık yüzlü çocukların,
Tutmak için ellerinden,
Okşamak için saçlarını,
Öğretmen olmalıyım.
..
Bir öğretmen düşünüyorum,
Düşlerimde
Tatlı,cana yakın,sevecen,
Bir öğretmen düşünüyorum,
İçi karanlıklarla dalgalanırken,
Sezdirmeyen..
Bir öğretmen düşünüyorum,
..
04.10.15
Öğretmenler odasında tek başıma oturuyordum. Bu gün öğleden sonra dersim yoktu. Nasılsa okula gelmiştim. Vakit geçirmek mi istiyordum bilmiyorum. İnternette şiirlerimi paylaşıyor reytinglerimi kontrol ediyordum.
Birden o çıkıp gelmez mi? Bana doğru geliyor ve gülüyordu. Tanıdık bakmasa ve gülmesi olmasa tanıyamayacaktım. Esra. Oydu. Tanıdım. Öğrencim. 5 yıl önceydi. Lise son sınıfta öğrenciydi. Okulun en terbiyeli öğrencisiydi. Benim branşımı seçmişti. Bir şiirimi tartışmış, tam yerinden yakalayarak eleştirmiş, ben onu haklı bulmuş ama o hatayı düzeltememiştim.
Üniversiteyi bitmiş, öğretmen olmuştu. Atanamamıştı ama ücretli derslere giriyordu. Atanmayı umuyordu. Kız kardeşi benim bu yeni okulumda öğrenciydi. Geçen yıl görüştürecekti bizi ama olmamıştı. Çok sevindim gelişiyle. Büyük bir mutluluktu benim için. Çay ikram etmek istedim kabul etmedi. Konuştuk. O günleri andık.
Köyde oturuyorlardı. Branşımı seçmesi beni mutlu etmişti. İçimden iyi bir yere atanması için dua etmek geldi. Güneydoğu aynı benim ilk öğretmenliğim yıllarında olduğu gibi karışıktı. Onun adına üzüldüm.
Kendimi hatırladım. İlk öğretmenlik yıllarımı. Öğretmenlerimle beraber çalıştığım yılları. Ölen öğretmenlerimi ve hala yaşayanları. Daha dün birinin oğlunu görmüş hocamın durumunu sormuş selamlarımı göndermiştim.
..
Saros Körfezi’nin yeni yerleşim yerlerinden Yayla Tatil Köyü’ndeydiler..
Temmuz Ayı’nın 9. günü idi...
..Özcan Bey’in büyük kızı Seray'ın 6. yaş gününü kutluyorlardı.. Doğum Partisi’
nin sonlarına doğru, Mustafa Öğretmen masadaki kahve fincanlarını göstere-
rek:
-Fincanlar çini işleme mi? “diye sordu..
-Yok canım! Romen turistlerden almıştım...0nlarda, çinicilik zanatının gelişmiş
..
Bugün mayısın yedisi
Adliyeler dolup taştı öğretmenlerle
Suçluydular öğretmenler
Suçluydular elbet
Suçları okumaktı yazmaktı
Suçları öğrenmek öğretmekti
Ve suçları gerçeği görmekti
..
Orta okul sıralarıydı. Tabiat Bilgisi öğretmenimiz beni sözlüye kaldırmıştı. Çiçeklerin tozlaşmasına yardımcı olan faktörleri sordu. Üç faktörden ikisini söyledim; “rüzgar” ve “böcekler”. Bir tane daha olduğunu biliyorum ama bir türlü aklıma gelmiyor. Sınıftan birçok arkadaşım sessiz ağız hareketlerinden oluşan işaretlerle bana yardımcı olmaya çalışıyor. Onlardan mı gördüm, kendim mi hatırladım bilmiyorum ama “kuşlar” cevabını verdim.
Sınıfın en arka duvar dibinde ayakta durmasına karşın öğretmenimiz işaretleri sezmişti. Yanıma kadar geldi.
- Kim söyledi? diye sordu bana
Çok zor durumda kalmıştım. Biraz kıvırtmak için
..
Rab’bim, dertsiz yaratır endişesiz kulları,
Bir de koruyup kollar yan gelip yatanları…
Altı üstü öğretmen işi yok, gücü olmaz,
Fikri, zikri bulunmaz, yararı anlaşılmaz…
Yerse fırça yiyecek teneffüs arkasında,
..
KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
Kur’an Kursları’nda eğitim ne yazık ki hala medreselerin bozulduğu, beşik ulemalarının çoğaldığı yıllardan kalma, hiçbir pedagojik dayanağı olmayan, salt kaba kuvvete dayalı sistemde devam etmektedir. Özellikle yatılı kurslarda en sık başvurulan yöntem olarak hala bu ilkel metot sürmekte, Kutsal Kitab’ımızın öğretilmesi için gönderdiğimiz çocuklara Kur’an öğreten bu müesseseler evlatlarımızı Kutsal Kitap’tan soğutmaktadırlar.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda okullarda dayak hüküm ferma idi. Hele bizim öğrenciliğimizde hocalarımızın tek bildiği yöntem buydu. Hala hayattadır bu Hocalarımız. Dayaktan başka terbiye metodu bilmeyen zavallı eğitimciler, kendilerini hiçbir zaman sorgulamıyorlar, başka bir yöntem arama zahmetine katlanmıyorlardı.
İlkokul birinci sınıftaydım; öğretmenimiz Bedia Çelik öğrencisini çok severdi. Ben onunla okumayı sevdim. Eğitim benim için güzel bir dünya oldu. Ona minnettarım. 2. sınıfta başka bir öğretmen girdi dersimize. Adı Mehmet Tombuloğlu idi. Otoriter kişiliğinin bir parçası dayaktı. Şiir ezberletirdi bize. Okuyamayınca ellerimizi o kuvvetli sopayla kızartırdı. Olanca gücüyle nazik ellerimize vurur; bunu eğiticilik addederdi. Ben her gün ezberimi yapar, tahtaya kalkınca dayak korkusuyla şaşırır ve dayağı yerdim. Bu öğretmenimi hiçbir zaman hayırla yad etmedim. O Samsun’a tayin olunca pek sevindim. İlk öğretmenim İstanbul’a tayin olmuş, buna ben pek üzülmüştüm. Son iki yıl Salih Kulaç isimli oldukça demokrat bir öğretmenimiz oldu. Kişiliğimin gelişiminde onun katkısı çoktur eminim. Arkadaşlarımın kiracısıydı. Rahmetli olmuş. Onu hep hayırla yad ederim.
Orta okul ve liseyi bir İHL. de okudum. Dayak hükümferma idi. ‘Sopa cennetten çıkma’ derlerdi öğretmenler. Dayakçı bir Müdür’ü vardı. Odasında döverdi. Müdür yardımcıları hakeza. Sınıf içinde dayak atan öğretmenler en popüler öğretmenlerdi kendilerine göre. Eğitimin tek genel geçer aracı dayak yahut not tehdidi idi. Öğretmen sınıfa hakim olmak için not defterini çıkarır baskın sözlü yapardı. Zor sorularla öğrenciye sıfır vermek marifetti.
Ben de bu dayaklardan nasibimi aldım. Ailemde hep uslu çocuktum. Bu yüzden dayak yemedim. Babam en küçük ile en büyüğümüzü döverdi. Beni annem korur, zayıf olduğum için savunur, onun tabiriyle kayışları kendi yerdi. Babam bel kemeriyle döverdi. İlk okulu bitirdikten sonra laftan etkilendiğimi gören babam biz iki ortancaya dayak atmadı.
..
Konu:Öğretmen..
Öğretmen deyip geçme Miroğlu
Sevdalı yüreklerdir seni sen yapan
Bu yaşa getiren onlar Miroğlu
Can başla çalışan hiç usanmayan..
..
Avare gezer hiç ders çalışmaz.
Kırk dakika bir sırada duramaz.
İki yılda bir sınıfı geçemez.
Sevilmez kimseye tembel öğrenci
Öğretmen derse girer ayağa kalkmaz.
Anlamıştır öğretmen ona hiç bakmaz.
..
Bir kenara sinmiş ağlıyordu. Göz yaşları iplik gibi akıyordu yanaklarından. Ağlarken, iç çekişi, çocukların oyun oynarken çıkardıkları seslere karışıyordu. Emine’ nin hıçkırıklarını kimse duymuyor, görmüyor veya görmek istemiyordu belki de.
İçinden isyan ediyordu. Kahrediyordu kaderine. Babasızlığına… Fakirliğine…. Her şeye isyan ediyordu. Sessiz feryatlarını kimseye duyuramıyordu nedense.
O mu istemişti böyle olmasını. Ona kalsa ister miydi? İstemezdi elbet. İki odalı, derme çatma, barakalarında en azından, bacaları tütüyordu. Kapılarını kilitleyip, korkusuzca uyuyorlardı anasıyla.
Babasını çok az hatırlıyordu. Hayal meyal, boz bulanık hayaller içinde. Sonra birden bire ortadan kaybolmuş, bir daha da gelmemişti yanlarına. Çocuk aklıyla, ara sıra soruyordu. Anası da o zamanlar, yaşlı gözlerini saklar, başka tarafa bakar, ona başka şeylerden bahsederdi.
..
HOCAM MUSTAFA MİYASOĞLU
1946-2013. Şair, yazar. Yeni Sanat dergisini çıkardı. İyi bir romancı. Kaybolmuş Günler, Güzel Ölüm önemli romanlarından. Edebiyat geleneği denemelerini topladığı eseri. Devran şiir kitabını yayınladı. Biyografi türünde Necip Fazıl ve Asaf Halet Çelebi isimli eserleri var.
Bu kitabi bilgiler yanında tanıdığım Miyasoğlu’ile geçen günlerimizi ve dugularımı sizlerle paylaşmak isterim:
Mustafa Miyasoğlu vefat etti dün. TV haberlerinden öğrendim gece saat: 02.00’lerde. Sonra bir arkadaşım aradı. Yarın Fatih Camiinde kılınacak namazı diyordu. Ben de birçok arkadaşımı aradım onun öğrencisi. Birçoğuna ulaşamadım. Sonra Hocam Ali Nar’ı aradım. O da bir iki saat gecikmeyle döndü bana. Yeni uyumuştum sahurdan sonra sabah namazını beklemiştim de telefon sesine uyandım. Ali Nar’dı. Konuştuk başın sağ olsun dedim o da başımız sağ olsun dedi.
Onu nasıl tanıdım. 1972 yıllarıydı. İzmit İmam Hatip Lisesinde okuyorduk. Okulun ilk öğrencileri ve tek son sınıfıydı. Miyasoğlu’nun tabiriyle başarıya adanmış 35 kişiydik. Ali Nar Meslek dersi hocamızdı ama edebiyat dersine de giriyordu. Geniş kültür ve engin bilgisiyle bizi aydınlatıyor farklı bir öğretmen profili çiziyordu. Birkaç ay geçmedi ki edebiyat derslerine yeni atanan bir öğretmenin geleceği duyurdu. İşi ehline devrediyoruz dedi. Gelen öğretmenin Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ekoluna bağlı olduğunu, O’nun derslerinin bize çok yararlı olacağını vurguluyordu.
Ertesi gün saçları oldukça gür genç bir öğretmen derse girdi. Sınıfın çoğu Urfa gezisine gitmiş, birkaç arkadaş kalmıştık. İlk ders bize M. Akif’i işlemiş Akif’in milliyetçi değil, ümmetçi olduğunu söylemişti. Şaşırmıştık. İlk kez böyle bir bilgiyle karşılaşıyorduk hem de o güne kadar hep karşıt söylemli edebiyat öğretmeni yerine bizden bir edebiyat öğretmeni ile karşılaşıyorduk.
..
Güller İrem bahcelerinin kırlarında, çayırlarda, gezip dururlarmış. Ne toprakla didişir,ne çakılla cebelleşirlermiş.Şarkılar söyler, letafetlerini sergiler ve mutlu şekilde yaşarlarmış. Bir gün aralarında güzelik yarışması düzenlemeye kara verirler ve yarışı başlatırlar. Mor güller kokusunu, sarı güller şarkısını, kırmızı güller de öyküsünü sergilerler.. sergilerler sergilemeye ama, ne kırmızı gülün bülbül, aşkı ne sarı gülün gönülerdeki köşkü tatmin etmez jüriyi son yarışmacı zemheri gülü girer ve kokularını salar. Oradakiler öyle bir etkilenir, öyle bir etkilenirki,.Pembe gülün yanakları heycandan kızarır, beyaz gül şaşkınlıktan kirec gibi bembeyaz kesilir ve gonca gülde açmadan öylece hareketsiz bekler. Jüri başkanı. Aslında senin hiç kokun yok, bunu nereden aldın diye sorar. Kaçamak cevaplarla jüriyi inandıramıyan zemheri gülü sonunda gerceği itiraf ederek ANNEM den der. Kokunun etkisiyle kendinden geçen jüri, anne gülü bulmaya karar verir. Mekanına gittiklerinde kokusuz kalan
anne gül yeni kokular bulmak için toprağın derinliklerine daldığını öğrenirlerler. Bu güzel kokunun hasretine dayanamayan güllerde damarlarını toprağın derinliklerine salmaya karar verirler ve oğünden sonra mekanları toprak olur.Anne kokusu için toprağa girmeyi dahi göze alan güllerde, anneler tarafından kutsallaştırılarak türkülerde hasretin, öykülere cennetin ve şarkılarda muhabetin sembolü olarak yıllarca söyleyip durmuşlardır.
Ana dolu efsaneleri ismli eserimden alınmıştır
Yıldırım Öğretmen
Gülleri değilsede, güleryüzlü insanların bol olduğu Gaziantep'ten sevgiler ve selamlar
..
KIBRISTA KANLI NOEL SONRASI “ Sn. DENKTAŞ’ ın anısına saygımla “
Elazığ Kız İlköğretmen Okulu’ nda yatılı öğrenciydim. O yıl Okul Başkanı seçilmiştim. Heyecanlı, örgütleyici, yapıcı ve birleştirici bir yapım vardı. İçimizdeki vatan aşkı milliyetçilik duygularımızı daha da körüklüyordu. Öğretmen olacaktık. Vatansever çocuklar yetiştirecektik. Kıbrıs’ ta kanlı Noel. Rumların yaptıkları işkencelerin doruğa tırmandığı zamanların başlangıcıydı. Kıbrıs’ tan bir şehit cenazesi geldi.Pilot teğmen….Okullardan belli sayıda öğrenci istendi tören için. Öğrencilerin tümü beni seçin diye bağırıyordu. Kar dizboyuydu. Fırtına ve tipiden gözgözü görmüyordu. Cenaze marşı eşliğinde tören alayının arkasından askerlere ayak uydurmaya çalışarak ağır adımlarla yürüyorduk. Şehitlik şehrin dışında ve çok uzaktı. Okulun verdiği ayakkabılar çoktan kar suyunu çekmiş, ayaklarım buz gibi olmuştu. Galiba şehidimiz için akıttığım gözyaşlarıma biraz da soğuktan donan ayaklarımın acısı karışmıştı. Çünkü dönüş yolunda ayaklarımı hissedemez olmuştum. Okula döndüğümde uzun süre kendime gelemedim. Hastalandım mı? Anımsamıyorum…
Olaydan çok etkilenmiştik. Birinci ve ikinci sınıflardan gözüme kestirdiğim öğrencileri gündüzden organize ettim. 3/A ve 3/B den de seçtiğim arkadaşlarım hazırdı. O gece nöbetçi öğretmen uyuyunca usulca yatakhaneden çıkıp büyük boy beyaz kartona kocaman bir Kıbrıs haritası çizdik. Ortasına da ay yıldız. Sıra haritayı boyamaya gelmişti. Parmak uçlarımıza toplu iğne batırarak gücümüz yettiğince sıkıp damlayan kanlarla Kıbrıs haritamızı tamamladık. Gönül huzuru ile yattık. “ O zamanlar Hepatit B mikrobundan ve basın bildirisinden habersizdik.”
Aslında işin en zor yanı sabaha kalmıştı. Erkenden uyandık. Ayak uçlarımıza basarak yatakhanelerden çıktık. Gece bekçisini tabiri caizse kafaya aldım.Bak, Kamil amcacığım.Yaptığımız, Kıbrıs’ta kaybettiğimiz şehitlerimiz adına çok önemli bir görev. Atatürk anıtına çelenk koyacağız. Hadi bize kapıyı açıver “ dedim. Açamam, işimden olurum diye yanıtladı. “O halde sen anahtarı masada unut, tuvalete git ” senin de bir katkın olsun, nooolur? dedim. Önce kafasını iki yana salladı. Sonra biraz bastırınca kabul etti dünya tatlısı emektarımız. Önde bayrak, arkada flamamız ve kanlarımızla çizdiğimiz Kıbrıs haritamızdan yapılmış çelengimiz elimizde, ikişerli sıralar halinde sessizce okuldan çıktık. Atatürk anıtı hemen karşımızdaydı. Okula elli metre.İşe gidenler bize şaşkın gözlerle bakıyorlardı. Büyük bir gururla çelengimizi Atamızın heykelinin önüne koyduk. Tam o sırada arkadan bir ses. Eyvah! ...Müdür bey! ...dedi…Sn. müdürümüz Zihni Gümüştekin ‘ in gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta. O an karşımda bir ejderha var sandım. Fakat hiç bozuntuya vermeden:
..
Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
..
iki türbe bir tekke
gerçeğe gelen var mı
gönül şehrinde mekke
yüreğe dolan var mı
kulağı yanlış duyar
eli ham meyva soyar
..