21.03.13
Tayinimle ilgili işlemleri yapıyorum. Havalar çok sıcak. Bazen esmiyor değil. Onu Allah’ın lütfu olarak görüyor seviniyoruz. Elimde şişe suyu içerek geziyor. Haksız bir tayin bu. Fen Lisesine tayinim bundan 3,5 sene önce bir tuhaf tesadüf sonucu gerçekleşti.
Geçmişi de anlatmalı mıyım bilmiyorum. O zaman Yahya Kaptan Lisesindeydim. Oraya da İmam Hatip Lisesinden atanmıştım. İHL kadromuz usulsüz atama yüzünden Danıştay kararıyla iptal edilmişti. Buna da sebep bakanlığın yönetmeliğe aykırı atama yapmasıydı. Daha sonra yönetmeliği değiştirdiler ama bizi kapsamadı. Çünkü biz zaten Anadolu kadrosunda olduğumuz için başvurma imkânımız yoktu. Atamamız iptal edildiği halde göreve devam ediyorduk. Bakanlık hatasını kabul etmiyor görevimizi aynı kadroda sürdürüyorduk. Ne oldu da sonradan karara uymayı kabul etti bakanlık bilmiyoruz.
Olan bize oldu. Bir gün ansızın Milli Eğitim müdürü tercih yapmamızı emretti. Ben de başa Yahya Kaptan Lisesini tercih ettim.1,5 yıl sürdü buradaki görevim. Bir gün yine aniden Okul müdürü ‘size tayin hakkı verildi’ dedi. Ve Fen Lisesi maceram böyle başladı.
Ama orada da kalamadık. Daha tayinimizin birinci döneminin sonunda norm fazlası olmak varmış. Bu süper zekâlılar okulunda ilk şoku böyle yaşadık. Bir öğretmen ihtiyacı olduğu halde iki öğretmen tayin etmişlerdi. Ne oldu nasıl oldu anlayamadım. Nasıl bir entrika döndü bilmiyorum. Ben gittiğimde 3 branşdaşım vardı ben dördüncü oldum. 4 yıllık bu okulda her yıl 100 öğrenci alınıyordu.25 kişilik 4 sınıf var her dereceden. Etti mi sana 16. Her sınıfta 5 er saat dersten 80. Kişi başına düşen ders saati 20. İki öğretmen müdür yardımcısı oldu kısa zaman sonra. Onlar 6 şar saatten 12 saat ders aldılar geriye 68 saat ders kaldı. Onları iki öğretmen bölüştük.30 er saatten 60 saat derse girdik kalanı da fazladan idareci olan branşdaşlarımız aldılar. Bir öğretmen ihtiyacı doğdu. Ama baktık ki 2 göndermişler büyüklerimiz. Bir bildikleri vardır dedik boyun eğdik. Keşke eğmeseydin olduysa ondan sonra oldu.2. yıl 16’şar saatten 3 öğretmen dersleri bölüştük bunun böyle gitmeyeceği aşikârdı,
Bir öğretmen norm fazlası olacaktı. Turgay bey kıdemi benden eksik öğretmen olarak hep kendini norm fazlası sayıyordu. Norm fazlası kadrolarının ihtiyaç olan okullara gönderme emri gelmişti. Turgay beyi çağırdılar o doğru bakın norm fazlası ben değilim diye söylemiş. O bunu nereden biliyordu. Kıdemimin fazla olduğu halde puanımın düşük olduğunu nereden biliyordu. Bundan hep şüphelendim. O yıl benim tayinim yapılmadı. Çünkü ben tercih yapmadım. Fen lisesi öğretmeni ancak sosyal bilimler lisesine tayin edilebiliyordu. Ben de ona razı olarak ya da burada kalırım diye tercih yapmadım. O yıl böyle idare ettik. 16 saat dersi haftanın beş gününe yaydılar. O yıl müdür yardımcısı Fatma Hanım tayinini aldırdı. Turgay bey de kendi isteğiyle Sosyal Bilimler Lisesine öğretmen olarak, içimizden biri daha müdür yardımcısı olarak görevlendirildi. Yine 30’ar saat derse girmeye başladık.
Ama gel gör ki bir sonraki yıl çok istekle öteki okula giden adam geri döndü. Her dönem norm tayinleri için yazı çıkar ben imzalar oldum. Hatta bir kezinde yeni müdür beni vermek istemediğini söyleyerek Milli Eğitim’den talep etti. Ama bu yıl’ geldi çattı en son ölmek ne bir yemiş ne bir çiçek’.
Şimdi ayrılma zamanı. Biz de onu yaptık. Ah ne zorlu bir macera oldu bu. Fen lisesi macerası. Planlayarak gitmedim planlayarak ayrılmadım. Sürekli stres altında kaldım. Bu yüzden çok şiir yazdım bu okulda. Başka nedenleri de var mı bilmem. Ama bu okuldan hiç ayrılmak istemedim Allah biliyor.
..
Eğitim üzerine yazılar:
EĞİTİMDE ÖĞRETMEN FAKTÖRÜ
Eğitim zorlu süreçtir. Öğretmen bu süreçte en etkili eleman. Ancak bu etki olumlu da olabiliyor, olumsuz da. Tüm imkanlara rağmen eğer öğretmen unsuru eksikse, yani mesleğinde donanım yoksunluğu yaşıyorsa eğitim aksayacaktır.
Bu süreç zorlu bir süreçtir evet. Öğretmen mesleğinde yeterli, araştırma ve öğrenmeye açık, okuma alışkanlığı olan bir tip ise ne ala. Aksi halde durum vahimdir. Eğitimin bu en önemli elemanı eğitim için bir engeldir. Tek başına bütün yapılan masraflara, sağlanan bütün imkanlara rağmen eğitim amacına ulaşamayacak, tam aksine yanlış ve aksi istikamete gidecek, yapılmak istenen her şey akamete uğrayacaktır.
Yıllardır ülkemizde öğretmen yetiştirmek bir problem olmuş, siyasiler yüzünden yetersiz öğretmenler eğitim ordusuna katılmıştır. Bu öğretmenlerin yetiştirdiği nesiller de yetersiz eğitilmiş, adeta eğitilmekten beter edilmiş, hiç eğitilmemişe nazaran daha kötü bir yere varılmış, olumsuz bir sonuç elde edilmiştir. Bu yanlış eğitim bütün umutları boşa çıkarmış, nesillerin kaybına yol açmış, anarşi ve teröre eleman yetiştirilmiştir.
1980 darbesinin yapıldığı ortamı hatırlarsak bunun 1970 kurslarda yapılan hızlandırılmış eğitimin bu dönem anarşi ve terör olaylarındaki etkisi daha iyi anlaşılmış olur. 1 ay, 1,5 ay gibi kısa zamanda yetiştirilen öğretmen kitlesi eğitime en büyük darbeyi vurmuş, o dönem gençliğini bu öğretmenler yetiştirmiş, bilgisizlik içinde yetişen bu nesil Molotof kokteyl yapmasını öğrenmiş, liselerde siyasi örgütlenmelere gitmiş, provokasyonların elinde oyuncak haline gelmiştir. Kimi öldürülmüş, kimi yaralanmış ve sakat kalmış, kimi ise hapishanelerde çürümüş, işkenceler altında can vermiştir.
1990’larda ise dönemin hükümetleri bir türlü dolduramadığı eğitim kadrolarını, başka meslek mensuplarıyla doldurmuş, onların yetiştirdiği nesiller de 28 Şubat post-modern darbesine malzeme ve eleman yapılmışlardır.
..
EĞİTİM ÜZERİNE YAZILAR
Eğitimde Öğretmen Sorunu
Eğitim öncelikle öğretmenden başlar. Ne mekan, ne zaman, ne de teknik değildir öğretimde başat olan. Öğretimde ve eğitimde öncelik öğretmenindir. İlk muallim Allah’tır. O ilim sıfatının hakiki sahibi olmakla birlikte ilmi öğreten de odur eğiten de. ‘Beni Rabbim terbiye etti, ne de güzel terbiye etti.’
İşte öğretmenin en mümeyyiz vasfı eğitmektir ve eğitim olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Gençliği yoğuran, ülkenin geleceğini teminat altına alan eğitim hareketidir. Devlet eğer bu alanda iyi çalışma yapmaz, yapamazsa, ülkenin geleceği için iyi ve güzel şeyler söylemek mümkün olmaz. Aksine bu alanda yapılacak yanlışlık ülkenin istikbaline vurulan en büyük darbedir.
İşte şimdi biz bu alanın en büyük etmenini irdeleyeceğiz. Kendimde bir eğitimci olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki eğitimde bir iyi sonuç varsa bu öğretmenindir. Kötü bir sonuç alınıyorsa yine en baş sorumlu öğretmendir.
O halde ne yapmalı. Bir fakülteyi bazen kopya ile bazen zar zor bitirerek KPSS’ de iyi bir puan almayan ama öğretmen ihtiyacı yüzünden düşük bilgi ve beceriyle eğitime koyulan bir öğretmen kadrosundan ne beklenebilir. Dahası amacı yalnızca para kazanmak olan, hiçbir ideal taşımayan, dahası ahlaken toplum katmanlarının en alt tabakasında yer alan bir öğretmen grubundan – büyük çoğunluğu tenzih ederim- ne beklenebilir?
..
13.04.13 (Cumartesi)
Tayinim çıkmış. İsteğim dışında. Norm kadro fazlasıyım burada. Geldiğim yıldan beri. Kalbime doğmuştu. Ya da altıncı his diyelim buna. İçime doğdu. Geldiğim yıl 4 edebiyat öğretmeniydik. Biri müdür yardımcısı 3 öğretmen. Sonra içimizden biri daha müdür yardımcılığı kadrosuna atandı; kaldık mı 2. Yıl sonunda 2 öğretmen daha geldi; olduk mu sana2 si müdür yardımcısı 5 edebiyat öğretmeni.
Bu biri fazla dedim kendi kendime. Aman dedim ben 23 yıllık öğretmenim bana bundan ne. İçlerinden biri geldiği gibi gider herhalde. Öyle olmadı; piyango bana vurdu. Biri 30 yıllık öğretmen, diğeri Dilovası gibi puanı yüksek bir yerde öğretmenlik yapmış şanslı bir kişi. Üstelik 7 yıl mı 10 yıl mı dershanede çalışmış. En az 21 puan da oradan kaybeder. Yıl benden kıdemi eksik, al sana 30 puan daha kayıp etti mi,30 puan benim açımdan avantaj. Bir de benim köyde çalıştığım beş yılın bana getirdiği ek 10 puanı düşünürsen, etti mi sana 40 puan. Ama gel gör ki adam bu 40 puan dezavantajı alt ediyor, 20 puan daha bana fark atıyor.3 yıl en yüksek 35 puan olsa Dilovası al sana 75 puan avantaj. Her türlü beni geçiyor. Bu da benim kaderim.
Hiç aklımda yokken elde ettiğim fen lisesi öğretmenliğini yine hiç yoktan kaybedişime üzülüyorum.
Yıldır bu norm kadro fazlası olmanın yazdırdığı şiirleri hesaba katarsam kazancımın hiç te az olmadığını görüyorum. Gecikmiş askerliğimin bana yazdırdığı o güzelim şiirleri de düşünürsem Sartre’in ‘Kayıplar kazançtır’ sözüne hak vermemek elimden gelmiyor.
Askerlik stresi bana’ Ey Kutlu Peygamber’ serisini yazdırmıştı.35 yaşında bedelli asker olmak, hem de 3 yaşındaki çok sevdiğim ilk çocuğu bırakıp gitmek kolay bir şey değildi. Üstelik hep yedek subay olmayı hayal etmiştim. Ama tv. den yapılan askerlik çağrısını sırf televizyonum yok diye duyamadığım için bakaya kalmıştım. Ankara Elmadağ’da yeni öğretmen olarak evimi zor geçirdiğim günlerde ev kirasının maaşımın 3 te birini tuttuğunu da düşünürsek durum daha iyi anlaşılacaktır. Bir yandan annem,öbür yandan kayınpederimin nakdi yardımları ve ısrarlı teşvikleriyle bedelliye başvurmuştum. Üstelik o zamanlar 5 bin mark olan bedelli karşılığı yılbaşında 5 000 tl iken yıl sonunda o zamanki yüksek enflasyon sonucu 3.000 tl ye inmişti. Annemin ve kayınpederimin verdiği 1000 er tl ye benim de tasarruflarımdan eklediğim 1000 tl işimi görmüştü. Ama en çok yedek subay olamadığıma o elbiseyi giyemediğime üzülmüştüm. Öğrenciliğimde bizim sokakta oturan öğretmenimiz askere gitmiş hafta sonları o elbiseyle evine gelip gidiyordu. Ben de bir gün yüksek okul okuyup,onun gibi bu elbiseyi giymeyi hayal ediyordum. İşte kurduğum bu hayal yıkılıp gitmişti. Belki de bu yüzden o dönem bu kadar çok şiir yazmıştım. Her gece annesiyle kızım erkence uyur, ben masa lambasıyla tv izlerken bir şiir yazıyor buluyordum kendimi.
Şiir serüvenim de 3 önemli velut dönemim oldu bir bu dönemdir. Diğeri üniversite yıllarında başımdan geçen o karşılıksız aşk bu platonik aşk da denebilir, en son olarak da bu okulda norm fazlası olarak çalıştığım son üç yıl.
İlk dönem şiirleri Alevden Güller, Raks, Mona Liza, Sevgilerin Kedisi, Bin bir gece Masalı ya da ilk adıyla Şehrazat, Bir Aşk Destanı, Nasip, İkinci dönem yukarda da söylediğim gibi çağdaş Mevlut olan şimdilerde kitaplaştırmayı düşündüğüm Ey Kutlu Peygamber serisi dir. Bu kitaba Üstad Necip Fazıl’ ın Es-Selam’ı gibi bir ad vermek istiyorum. Artık Beyza Nur’ mu olur şu an aklıma gelen Yed- i Beyza mı bilemiyorum.
..
Eğitim Üzerine Yazılar:
EĞİTİMDE SEVGİ AYARI
Öğrenci okulu sevmiyor. Eğitim bakanlığı okulları sevdirmek için ne yapıyor acaba? Çirkin mimari mi sevdirecek okulları. Beton yığını yeşile yer vermeyen, her biri bir kışla misali soğuk, hapishane gibi sıkıcı. Öğrenci sayısı arttıkça yapılaşma artmış, oyun ve dinlenme alanları yok denecek kadar azalmıştır.
Öğretmen notla tehdit eder. Sınıfa hakim olmayı bilmez. Dersi ve kendisini sevdirmez, sevdiremez, tek çıkış yolu azarlama, disiplin ve tehdit. Anaokulunda sevgiyle kaynaşan yavru, ilk okulda bu sevgiyi kaybetmekte, orta okulda hırçınlaşmakta, lisede çeteleşmekte, üniversitede toplum düşmanı olmakta, bitirince de ailesinin başına bela işsiz bir fert olarak problem üretmektedir.
Milli eğitim bakanlığı acaba bu analizleri yapıp çare üretmekte midir? Üretiyorsa biz bir eğitimci olarak neden farkına varamıyoruz. Yani yapılan okullar mimari olarak biraz değişiklik arz etse de yeşil alan olarak iç açıcı bir noktaya gelen atılımlara rast gelinmemektedir.
İkinci olarak eğitim kadrosunun motivasyonları konusu üzerinde duruluyor mu? Neden milli eğitim akademisi okullarda ders yönetimine odaklanan alt yapıyı sağlayamıyor. Böyle bir akademi, ya da akademik çalışma var mı? Sınıflar niye sevilen bir ortama dönüşmüyor? Aksine hiçbir tasarım ruhu taşımayan, hapishane koğuşlarına dönüştürülmüş bu sınıflarda öğrencinin nasıl mutlu olmasını sağlayabilirsiniz.
Her şey yasak zihniyetiyle askeri komutlarla sınıfa alınan öğrencilerin bu bitmeyen askerlikten nasıl hoşnut olacağını düşünebiliyorsunuz? Neden eğitim bakanlığı bu konuda bir araştırma ve dönüştürmeye gitmiyor. Yüzyıllık sorunları bitiremediğinden mi bu konulara eğilemiyor acaba?
Öğretmenler hala sıkıcı öğretmen odalarında streslerini artıradursun, idareciler kendilerini lüks odalar yapmakta, 3, 5 senede bir onları değişmekte, velilerden zoraki topladıkları paraları keyfe-ma-yeşa harcamaktalar ve bu harcama konusunda kimseye hesap vermemektedirler. Bir kısmının bunları hesaplarına gererek zengin olduğu bir kısmınınsa bu birken paraları bankaya yatırarak ucuz kredi olarak kullanıp ilmeler açtığı şayiaları ayyuka çıkmaktadır.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
MİLLİ EĞİTİMİN TRAJEDİSİ
Öğretmenler kendi aralarında konuşuyorlar: okullar öğrencileri bozuyor.
Yıllar önceydi. Bir ilköğretim okuluna atanmıştım. Bu benim ilk öğretmenliğim değildi ama ilk atamamdı. Kadrolu ilk öğretmenliğimdi. Emektar bir idareci öğretmenle konuşuyoruz. O yılların tecrübesiyle ‘öğrencileri biz bozuyoruz’ diyordu. Onlar buraya ilk geldiklerinde tertemizdiler. İlk yıl hiçbir problem çıkmıyor. Ancak 2. 3. yıllar için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Okula pırıl pırıl gelen çocuklar burada her geçen gün yeni bir kötü davranış öğreniyor. Mezun olurken bir sürü hata, isyan içinde buradan ayrılıyor. Herhangi bir meziyet kazanmadan bir sürü yanlış davranış biçimlerini öğrenerek gidiyor.
Yıllar geçti. Ben o zaman stajyer öğretmendim şimdi ise 26 yılımı tamamlamış, daha fazla öğretmenlik yapacak tahammülü kalmamış bir emeklilik adayı öğretmen. Bu kez öğretmenler odasında nispeten genç bir öğretmenle benim gibi emektar öğretmen arasında geçiyor. Sonuç aynı. Düşünceler ve yargılar aynı.
Lise öğretmeni emektar arkadaşımız ilköğretimi suçlamıştı. Öğrenciler buraya şekillenmiş olarak geliyorlar. İlköğretimden branş öğretmenliğine geçen nispeten daha genç öğretmen ilkokulda öğrencilerin tertemiz bir yapıda olduğu onların ilk üç yılda kopya nedir bilmedikleri, yalan söylemedikleri, yalan söylemeyi bilmediklerini ifade ediyordu.
..
04.10.15
Öğretmenler odasında tek başıma oturuyordum. Bu gün öğleden sonra dersim yoktu. Nasılsa okula gelmiştim. Vakit geçirmek mi istiyordum bilmiyorum. İnternette şiirlerimi paylaşıyor reytinglerimi kontrol ediyordum.
Birden o çıkıp gelmez mi? Bana doğru geliyor ve gülüyordu. Tanıdık bakmasa ve gülmesi olmasa tanıyamayacaktım. Esra. Oydu. Tanıdım. Öğrencim. 5 yıl önceydi. Lise son sınıfta öğrenciydi. Okulun en terbiyeli öğrencisiydi. Benim branşımı seçmişti. Bir şiirimi tartışmış, tam yerinden yakalayarak eleştirmiş, ben onu haklı bulmuş ama o hatayı düzeltememiştim.
Üniversiteyi bitmiş, öğretmen olmuştu. Atanamamıştı ama ücretli derslere giriyordu. Atanmayı umuyordu. Kız kardeşi benim bu yeni okulumda öğrenciydi. Geçen yıl görüştürecekti bizi ama olmamıştı. Çok sevindim gelişiyle. Büyük bir mutluluktu benim için. Çay ikram etmek istedim kabul etmedi. Konuştuk. O günleri andık.
Köyde oturuyorlardı. Branşımı seçmesi beni mutlu etmişti. İçimden iyi bir yere atanması için dua etmek geldi. Güneydoğu aynı benim ilk öğretmenliğim yıllarında olduğu gibi karışıktı. Onun adına üzüldüm.
Kendimi hatırladım. İlk öğretmenlik yıllarımı. Öğretmenlerimle beraber çalıştığım yılları. Ölen öğretmenlerimi ve hala yaşayanları. Daha dün birinin oğlunu görmüş hocamın durumunu sormuş selamlarımı göndermiştim.
Ah hayat ne çabuk da geçip gittin ellerimin arasından. Daha dün gibiydi. İlk atandığım okul gözümün önüne geldi. Ankara''ya gittiğim o gece. Sabah vardığım yol üstü kahvehanesi. Okul. Bir ilköğretimdi. Elmadağ''ın soğuk havası. Namazı kıldığım cami. Göreve başladığım ve tuttuğum ev. Satın aldığım eşyalar bir yorgan bir yatak ve yastıktan ibaretti. Emanet divan. Bir maaş karşılığı aldığım soba.
Şimdi 29. Yılımı tamamlıyorum. Yaşım da 59. 30''unda bir bekar öğretmendim o zaman ve evlenme hazırlıklarımdaydım. Şimdi iki oğlum bir kızım var. Kızımı evlendirdim. Oğlumun bir üniversiteyi bitirmek üzere. Bahçeli bir ev yaptım ve kendimi emekliliğe hazırlıyorum. Ölüm düşüncesi sık sık beni yokluyor. Tansiyonum sürekli düşük.
Kaç öğrencim oldu bu güne kadar. Kimi avukat, kimi müdür, kimi daire başkanı, kimi öğretmen kimi doktor. Faceden görüyorum bazısını. O günden bu güne kaç okul değiştim. İki ilköğretim ve bir sürü lise. Öğretmen Lisesi, Anadolu Liseleri, Fen Lisesi ve İmam Hatip Lisesi. Bir sürü öğrenci mezun ettim. Zaman zaman bazılarından haberler de alabiliyorum. İyi haberler beni mutlu ediyor. Kötüleri iyi ki çok duymuyorum.
..
KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
Kur’an Kursları’nda eğitim ne yazık ki hala medreselerin bozulduğu, beşik ulemalarının çoğaldığı yıllardan kalma, hiçbir pedagojik dayanağı olmayan, salt kaba kuvvete dayalı sistemde devam etmektedir. Özellikle yatılı kurslarda en sık başvurulan yöntem olarak hala bu ilkel metot sürmekte, Kutsal Kitab’ımızın öğretilmesi için gönderdiğimiz çocuklara Kur’an öğreten bu müesseseler evlatlarımızı Kutsal Kitap’tan soğutmaktadırlar.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda okullarda dayak hüküm ferma idi. Hele bizim öğrenciliğimizde hocalarımızın tek bildiği yöntem buydu. Hala hayattadır bu Hocalarımız. Dayaktan başka terbiye metodu bilmeyen zavallı eğitimciler, kendilerini hiçbir zaman sorgulamıyorlar, başka bir yöntem arama zahmetine katlanmıyorlardı.
İlkokul birinci sınıftaydım; öğretmenimiz Bedia Çelik öğrencisini çok severdi. Ben onunla okumayı sevdim. Eğitim benim için güzel bir dünya oldu. Ona minnettarım. 2. sınıfta başka bir öğretmen girdi dersimize. Adı Mehmet Tombuloğlu idi. Otoriter kişiliğinin bir parçası dayaktı. Şiir ezberletirdi bize. Okuyamayınca ellerimizi o kuvvetli sopayla kızartırdı. Olanca gücüyle nazik ellerimize vurur; bunu eğiticilik addederdi. Ben her gün ezberimi yapar, tahtaya kalkınca dayak korkusuyla şaşırır ve dayağı yerdim. Bu öğretmenimi hiçbir zaman hayırla yad etmedim. O Samsun’a tayin olunca pek sevindim. İlk öğretmenim İstanbul’a tayin olmuş, buna ben pek üzülmüştüm. Son iki yıl Salih Kulaç isimli oldukça demokrat bir öğretmenimiz oldu. Kişiliğimin gelişiminde onun katkısı çoktur eminim. Arkadaşlarımın kiracısıydı. Rahmetli olmuş. Onu hep hayırla yad ederim.
Orta okul ve liseyi bir İHL. de okudum. Dayak hükümferma idi. ‘Sopa cennetten çıkma’ derlerdi öğretmenler. Dayakçı bir Müdür’ü vardı. Odasında döverdi. Müdür yardımcıları hakeza. Sınıf içinde dayak atan öğretmenler en popüler öğretmenlerdi kendilerine göre. Eğitimin tek genel geçer aracı dayak yahut not tehdidi idi. Öğretmen sınıfa hakim olmak için not defterini çıkarır baskın sözlü yapardı. Zor sorularla öğrenciye sıfır vermek marifetti.
Ben de bu dayaklardan nasibimi aldım. Ailemde hep uslu çocuktum. Bu yüzden dayak yemedim. Babam en küçük ile en büyüğümüzü döverdi. Beni annem korur, zayıf olduğum için savunur, onun tabiriyle kayışları kendi yerdi. Babam bel kemeriyle döverdi. İlk okulu bitirdikten sonra laftan etkilendiğimi gören babam biz iki ortancaya dayak atmadı.
Yıllar geçti, öğretmen olduk. Sınıflara derse girmeye başladım; dayaktan nefret ediyor, öğrencilerimi seviyordum. Mezun olduğum okulda derslere girmeye başladım. Öğrenciler başıma üşüştü. Sevgimi belli ediyor, sınıflara hakim olamıyordum.
Ankara Elmadağ’da bir okula atandım. Orada da dayak hazretleri hükümferma idi. Öğretmenler sopa ile derse girerlerdi,’ soran olursa tahtada yazılanları gösteriyoruz öğrenciye diye söyleriz’ derlerdi. Ama kimse buna inanmazdı. Ben yine zor durumda kaldım. Sınıflarım gürültü içindeydi. Derslerimde öğretmen yok diye içeriye girerdi idareci ve öğretmenler. Sonra basit bir yöntem buldum. Ben de kaba kuvvete başvurdum. İtiraf ediyorum. Yaramaz öğrenciyi çağırıyor, suratına hafif darbelerle şamar vuruyor, öğrenciyi sever gibi tokatlıyordum. 10 bilemedin yirmi hafif vuruşla vuruyor,öğrencinin suratı kıpkırmızı oluyor, yerine geçen öğrenci bir daha şımarmıyor, uslu uslu oturuyordu.
Sordum ‘niye artık şımarmıyorsunuz, ben sizi dövmüyorum ki seviyorum biliyorsunuz; bu vurduğum sevgi tokadı’. Olsun Hocam diyorlardı biliyoruz, ama suratımız çok yanıyor’.
..
HOCAM MUSTAFA MİYASOĞLU
1946-2013. Şair, yazar. Yeni Sanat dergisini çıkardı. İyi bir romancı. Kaybolmuş Günler, Güzel Ölüm önemli romanlarından. Edebiyat geleneği denemelerini topladığı eseri. Devran şiir kitabını yayınladı. Biyografi türünde Necip Fazıl ve Asaf Halet Çelebi isimli eserleri var.
Bu kitabi bilgiler yanında tanıdığım Miyasoğlu’ile geçen günlerimizi ve dugularımı sizlerle paylaşmak isterim:
Mustafa Miyasoğlu vefat etti dün. TV haberlerinden öğrendim gece saat: 02.00’lerde. Sonra bir arkadaşım aradı. Yarın Fatih Camiinde kılınacak namazı diyordu. Ben de birçok arkadaşımı aradım onun öğrencisi. Birçoğuna ulaşamadım. Sonra Hocam Ali Nar’ı aradım. O da bir iki saat gecikmeyle döndü bana. Yeni uyumuştum sahurdan sonra sabah namazını beklemiştim de telefon sesine uyandım. Ali Nar’dı. Konuştuk başın sağ olsun dedim o da başımız sağ olsun dedi.
Onu nasıl tanıdım. 1972 yıllarıydı. İzmit İmam Hatip Lisesinde okuyorduk. Okulun ilk öğrencileri ve tek son sınıfıydı. Miyasoğlu’nun tabiriyle başarıya adanmış 35 kişiydik. Ali Nar Meslek dersi hocamızdı ama edebiyat dersine de giriyordu. Geniş kültür ve engin bilgisiyle bizi aydınlatıyor farklı bir öğretmen profili çiziyordu. Birkaç ay geçmedi ki edebiyat derslerine yeni atanan bir öğretmenin geleceği duyurdu. İşi ehline devrediyoruz dedi. Gelen öğretmenin Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ekoluna bağlı olduğunu, O’nun derslerinin bize çok yararlı olacağını vurguluyordu.
Ertesi gün saçları oldukça gür genç bir öğretmen derse girdi. Sınıfın çoğu Urfa gezisine gitmiş, birkaç arkadaş kalmıştık. İlk ders bize M. Akif’i işlemiş Akif’in milliyetçi değil, ümmetçi olduğunu söylemişti. Şaşırmıştık. İlk kez böyle bir bilgiyle karşılaşıyorduk hem de o güne kadar hep karşıt söylemli edebiyat öğretmeni yerine bizden bir edebiyat öğretmeni ile karşılaşıyorduk.
Hocamızın sanatçı yanını yavaş yavaş fark ediyorduk. O sıralarda alt sınıflarda öğrenci olan İsmail Borlak’a yakın bir ilgi gösteriyordu biz onu kıskanıyorduk. Okula yeni atandığı zamanlardı. Okul pansiyonunda nöbetçi öğretmen olarak kalıyordu. Akşamları Kaybolmuş Günler’i temize çekiyordu. İsmail'le beraber.Bir zaman sonra roman Milli Gazete’de tefrika edilmeye başlandı. Hocamızın romanın yayınlanması bizi mutlu ediyordu. Romanda o sıralar yeni okuduğumuz Huzur Sokağı ve Minyeli Abdullah’ın diyalektiğini arıyor ama bulamayınca düş kırıklığı yaşıyorduk. Hocamızın böyle bir romanı yazma nedenini sorgulamaya ve yer yer onu eleştirmeye başlamıştık.
Sonradan evini İzmit’e taşıdı. Tahsin Pay beyin Cengiz Topel caddesindeki evini kiralamıştı. Vakıflar yurdunda seminer verecekti. Beklemeye başlamıştık. Telaşlı ve yorgun gelmişti. TV satın almıştı evine. Bayağı şaşkındı. Ben de bugünlerde yeni öğrendiğim bir ayet mealini aktardım: Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır vardır diye. Yıllar sonra o ayetin tefsirini öğrenecek ayeti sırf hocama yararlanmak için onun haline tercüme ettiğimden dolayı kendime kızacaktım. Ayet savaşta düşman üzerine atılmanın kendini tehlikeye atmak olduğunu iddia edenlere karşı inmiş savaşta geri durmanın asıl tehlike olduğunu ihtar ediyordu. Bu olayda öbür ayet sizin şer bildiğiniz savaşa katılmak düşmanla çarpışmak hakkınızda hayır sizin hayır bildiğiniz savaştan geri durmak şerdir’ ifadesiydi. Ben çok alakasız bir uyarlama yapmıştım.
Okulu bitirmiş üniversiteyi kazanmıştım ama okulumdan ayrılamıyor onu sık sık ziyaret ediyordum. Miyasoğlu hocamın uyarısı yanlışımı bana fark ettirdi. Sen bu okulu bitirdin artık üniversiteye alışmalı geri bakmamalısın anlamında. Oysa ben burada gördüğüm ilgiye takılmış kalmıştım suda geçen atın kendine bakıp boğulması gibi. Atın başına vurulup geminin çekilmesi gerektiği gibi. O beni uyaran bir dost olmuştu.
..
19 Eylül CUMARTESİ
Ne zamandır bu günü iple çekiyorum. Bu buluşmalar stresimizi alıyor. ‘Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer’ kabilinden. Müthiş bit haz alıyoruz. 40 yıl önceki sıra arkadaşlarımızla buluşmak ne güzel bir şey, ne doyumsuz bir zevk.
Genlik yıllarımızı hatırlıyor, sohbet ve muhabbet ediyoruz. Her toplantı farklı bir yerde oluyor. Kimi içimizden biri bizi ağırlıyor, kimi bir lokantada yemek yiyoruz. Bir dağ lokantası oluyor bazen, bir tatil köyüne atıyoruz kapağı bazen.
Bazen bir yazlık oluyor toplantı mekanımız, yüzüyor eğleniyoruz. Eğlentimiz sohbetten ibaret. Memleket meselelerini konuşuyoruz. Çoğunluk siyaset konuşuyoruz. Bazen de bürokrasi. Bu kez Sapanca’dayız. Emekli bir din dersi öğretmeninin bahçesinde. Her taraf meyve ağaçlarıyla dolu. Masadaki cevizleri kırıp yeme yarışındayız.
Kimi üzüm kimi de elma yiyor. Sonra pideler geliyor. Ev yapımı şerbet içiliyor. Ardından çay. Balcı arkadaşlar bal getirmişler. Balları yiyerek karşılaştırıyor, bal anılarımız anlatıyoruz. Resimler çekiyoruz paylaşmak için. Eski resimlerden kalanları izliyoruz. Nerden nereye geldiğimize bakıyoruz.
Hepimiz fit birer delikanlıymışız daha 10 sene evveline kadar. Bazılarımız göçüp gitmiş bu alemden. Bir bakan, bir genel müdür var aralarında.
Bu toplantılara gelmeyenlerimiz var. 2 profesör, bir belediye başkanı ve milletvekili emeklisi. Bir müftü emeklisi, bir genel müdür emeklisi, bir il müdür emeklisi. Bir müftü yardımcısı, birkaç tüccar, bir kaç işadamı Bir felekten geçmiş, yapmadığı iş kalmamış adam. Bir öğretmen bendeniz, bir öğretmen emeklisi. Bir mezarlıklar müdürü.
Hepsi ağzı laf yapan kişiler bunlar. Memleket sevdalısı her biri. Dünyada tek kişi kalsa kurtarıcı olmaya azmederek yetişmişler. O meşhur okulun ilk öğrencileri. İzmit İmam- Hatip Okulu’nun. Kimi dergi çıkarmış, kimi vakıf kurmuş eğitime adamış kendini, kimi dernekler kurmakta mahir. Kimi şair ve yazar, kimi aktör olacak evsafta. Bir kısmı okula geç gelmiş ağır abi takımı. Hocaları arasında 2 yazar var. Biri romancı Mustafa Miyasoğlu rahmetli, diğeri çevirmen ve yazar Ali Nar. O da yakında katıldı rahmetliler kervanına.
..
Eğitim üzerine yazılar:
OKULLARIN YENİDEN TANZİMİ
Bugünkü okulların öğrenciyi nefret ettiren, öğrenim psikolojisine tamamen aykırı, askeri nizamiye havasında, yeşilden ve spor alanlarından mahrum, iç mekanları hapishane koridor ve koğuşlarının birebir aynısı denebilecek stildedir.
Yeni mimari arayışlarıyla özel sektörün inşa ettirip devlete devrettiği okullar bile bu alanda fazla bir fark göstermiyor, ideal olana uzak yapılarıyla Türkiye’de eğitim mekanlarının eğitimi felç eden mekanlar olduğunu artık anlamanın zamanı gelmiştir.
Eğitimde ilk halledilmesi gereken budur ve bu konu aciliyyet gereken konuların başında gelir. Kent dışına taşınması zaruri hale gelmiştir tüm okulların. O da yetmez eğitim kampüsleri planlanmalı, doğu İslam, Osmanlı Selçuklu mimarisinin bir devamı olarak yapılacak binaların, bahçe peyzajından tüm mekânlarına kadar her şeyinin milli olması gerektiği açıktır.
Dahası okul bahçelerinin öğrenci eğlenme ve dinlenmesini kendi geleneklerimiz doğrultusunda sağlayacak şekilde olması gerekir. İlk okullar için seksek, mile, ip atlama, birdirbir, beş taş, dokuz taş ve diğer oyunlar için özel mekan ve öğretmen yönlendirmeleri, yararlı internet salonları, klasik müzik, tasavvuf ve halk müziği eğitimleri, eskrim, ok atıcılığı güreş vb. milli sporlar özendirilmesi için özel mekanlar ve eğiticilerin tahsisi, okumanın özendirilmesi için iç ve dış mimarisi sevecen, memurları motive edici yetenekte kişiler olan okuma odaları, kütüphaneler, şiir okuma mekanları, vb. ortamları oluşturulmalı…
Sınıflar, koridorlar, okul kantin ve kafeteryaları yeniden tanzim edilmeli, kapalı dinlenme mekanlarına açık iç açıcı mekanlar da eklenerek, öğrenci motivasyonu en üst düzeye çıkarılmalıdır.
Okullarda seminer ve konferans salonları güzel ve nefis mekanlar haline getirilmelidir. Öğretmen odaları öğretmenleri psikolojik olarak rahatlatıcı mekanlar olmalıdır. Öğretmenin bilgiye kolay ve rahat ulaşabilmesi için bilgisayar ve internet imkanlarının artırılması şarttır.
..
HAYATIMIN GİZEMLİ ANLARI
2
Liseyi bitirmiş üniversiteye gitmiştim. Erzurum üniversitesi İslami İlimler Fakültesiydi ilk üniversitem. Karlı yollardan vardığımız bu kar ülkesinde nasıl yapacağımı düşünmeden okula başladım. Kalacak yer bulmak meseleydi. Yurt yoktu. Kimse öğrenciye (bekara) ev vermiyordu.
Sonunda Abdurrahman Gazi türbesine yakın bir yerde tek katlı bir eve 10 kişi yerleşmiştik. Yerde döşeme yoktu. Soğuk başını almış gitmişti. Divanlarımızı bir odaya toplayarak ısınmaya çalışıyorduk. Burada ok kalamadık. Bazıları yurda çıkınca bizde orayı tek ettik. Ama bize yurt çıkmamıştı. Mevcut yurtlarda boş kalan yerlerde kaçak kalıyorduk. Orada bir gece baskınıyla yaralandım. Anarşinin kol gezdiği zamanlardı. Ülkücüler üniversitede hakimiyet kurmaya çalışıyordu.
Yurtlarda gece yarısı baskınları yapıyor, komünist diye adlandırılan öğrencileri yaralıyor, yurttan kaçırtıyorlardı. Onları yıldırmış, kaçırtmış, sıra bize gelmişti. Bize yeşil komünist diyorlardı. Benim olan bitenden haberim yoktu. Ben kalacak yerim olmadığı için çoğu zamanımı memleketimde geçiriyordum.
Üstad Necip Fazıl’ın jübilesine gitmiş, dönüş hikayelerimi o gece misafir kaldığım yurt odasında anlatmıştım coşkuyla. Jübile davetiyelerini MTTB başkanı bana havale etmiş, satmamı istemişti. Ben de birini kendim kullanmayı kafama koymuş diğerini satacak, hatta verecek kişi bulamamış, her ikisinin de–öğrenci halimle- ücretini ödemiştim.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
EĞİTİMDE BAŞÖRTÜSÜ SORUNU VE BASKICI ZİHNİYET
Ülkemizde laikliği kendi mantığına göre anlayan, laik değil ama laikçi, seküler, baskıcı totaliter zihniyet hükümferma oldu yıllarca. Çok partili döneme geçtiğimiz halde hâkim bürokratik zihniyet hep tek parti diktatöryası özleminde oldu.
Bu totaliter zihniyet halka hiçbir zaman inanmadı. Onu düşman ilan etti. Ona gerici yaftasını vurdu. Onu cahil, aydınlatılması gerekli, gayr-i medeni gördü. Hep onu Batılaştırmayı hayal etti. Ama tam Batılaşmasına izin vermedi. Batılı anlamda bir demokrasiye geçit vermedi. Batılı anlamda özgürlüklere layık görmedi onu.
Düşünün dünyanın her tarafında okullarda başörtüsü serbest iken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde memurlar istedikleri kıyafetle işe gelebilirken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde eğitimciler serbest kıyafetle çalışırken bizde hala yasak.
Bu laikçi zihniyet çok partili demokrasiyi hiç benimsemedi, hep benim dediğim olacak dedi. Basını da sürekli arkasına aldı. On yılda bir yapılan devrimlerle totaliter hakimiyetini sürdürdü. Beyinleri kilitledi. Şimdi biz aksini düşünemez olduk. Atatürk’ü tabu yaptı. Dayatmasını onun adına sürdürdü. Hala daha sürdürmeye çalışıyor.
Eğitim özgür düşüncenin mekanı olması gereken bir alandı. En baskıcı sistemi orada kurdu ve bunun değiştirilmesine hiçbir zaman izin vermedi. Daha düne kadar kız öğrenci ve bayan öğretmen pantolon giyemiyordu. Daha düne kadar bayan öğretmen ve kız öğrenci başörtüsü ile EĞİTİM ALAMIYORDU. Din özgürlüğü diye bir şey tanımıyordu bu zihniyet. Özgürlükleri hep kendisi için istiyor ve alıyordu.
Batıcı basın arkasındaydı. Kız öğrenciler erkek öğrencileri tahrik etmek için etekleri alabildiğine kısaltıyor, idare buna önlem almaya kalksa medya kıyameti koparıyordu. Formayı dayatıyorlardı ama bu formanın teşhirciliği yaygınlaştırmasına ses çıkarmıyorlardı. Oysa teşhircilik bir sapıklık ve ruh hastalığıydı. Bu ruh hastalığının yayılmasını teşvik ediyorlardı.
..
10.09.13 Salı
Bölge zümresi yapacağız. Ben okulun zümre başkanıyım. Bu yıl ilk olacak bu. Akşam zümreyi indirecektim unuttum. Boşuna toplandık dün. Müdürü beklemekle vaktimiz geçti. Okulda müfettiş varmış. Bir öğrenci şikayeti. 67 almış sınavdan geçmesi için 70 alması gerekiyormuş. Aslında yanlış bilgi. 70 le de geçemiyor.
Müdür ders dağılımını görüştü bizimle. Zeynep Hanım 9 ile 10 u istedi. O sınıflarda ders yapmak kolay. Ben dengeli dağıtım olsun dedim. Adaletli olan bu. Kimisi öğlen ağırlıklı ders istiyor. Ben sabah ağırlıklı istedim. Müdür pek olumlu bakmıyor isteklere. Biz onun ricasını yerine getirmedik ya. Üstelik ricacı olduğu öğrenci 32 almış. Ben prensip olarak onu geçirirdim. Ama o kadar çok öğrenci sınava girdi ki kâğıt fazlalığından gözümden kaçtı.
Eğitimi bitiren bu ricalar. İl başkanları, müdürler araya giriyormuş. Eğitimde siyasallaşma. Eğitimi bozan bu. Kentin en iyi yerinde en başarısız. En düşük puandan öğrenci alıyor bu okul. Nedeni anlaşıldı şimdi.
Sabah dolmuşla gideceğim. Yola çıktım bir araba geçti. Yakalayamadım diye geri döndüm. Sonra durakta beklediğini gördüm. Ben de tekrar durağa yöneldim. Bayırdan zoraki çıktım. Otobüsü yakaladım. Arabadakiler bana bakıyor. İçlerinden biri kızıyor. Seni bekliyoruz niye sallanıyorsun. İzah ediyorum. Nefes nefese olduğumu görüyor. Meğer beni beklemişler. Yolcular kızgın. Haklılar ama benim suçum değil. Beklemese bir şey diyemezdim.
Bölge zümresinde yasemin hanım beni tanımış. Ama tanışlık vermedi zümre bitinceye kadar. Dünya tatlısı bir kızı var. Macar dadısı da beraber. Süper zeki ve olgun. Yaşına göre iyi yetiştirilmiş. İngilizce de öğrenmiş bu yaşta. Dadısı pek fazla Türkçe bilmiyor. Ben size ders vermiştim diyor. Formator öğretmen. Bilgisayarı iyi kullanıyor. Ondan daha iyi kullanan var. Allah’tan bu zümre anında yapıldı. Elde bir örnek var. İnternetten alınma. Ama yönetmelikle uyumlu değil. Taşkın bey bir tane indirdi bana.
Fen lisesinden öğrencilerimi gördüm. Ayşegül Ay birdi ve şimdi ismini hatırlamadığım bir kız öğrenci. 11lerden Yusuf Sinan çıktı sonra karşına Fem dershanesinden geliyormuş. Çaya davet ettim gelmedi.
Tahsin Pekdemir eski öğretmen arkadaşım. Cami çıkışı karşılaştık. Çay bahçesinde oturduk. Lafladık çay içtik. Sakaryalı o. Efendi adam. Sevgimiz karşılıklı. İmam hatip Okulu’nda beraber çalıştık yıllar önce. Ara sıra görüşüyoruz. Nostalji yaptık. Çocuklardan bahsettik. Kızı büyümüş. İlahiyat ’ta okuyor. Onunla yollarımız kesişti iki kez ama hiç dersine girmedim.
Muhammet alıştı buraya. Bir ara geldi ve gitti. Bir az konuştuk. Abim çaya beklemiş gidemedim. Sonra da neni beklemeden köye döndü. Ben de marketten alışveriş yaptım servisle köye döndüm.
Adnan beyle yollarımız kesişiyor bu sıra her zamankinden fazla. Öğle yemeğini oğlanla İskender yiyerek hallettik. 30 yıldır yememişim İskender yanlış hatırlamıyorsam. Ankara’daydım Kuran Kursu öğretmenliği için sınava girmiştim. O zaman 1 lira tutmuştu belki de 10 liraydı o günün parasıyla. Şimdi de 10 lira tuttu. Pek fark yok. Yoğurt ve ekmekten başka dönerden pek farkı yok. Bir de bol salça. Öğle yemeklerini artık çarşıda yiyeceğim. Döner, köfte, şiş, dürüm, lahmacun, pide vs. vs.
..
12.06.13 ÇARŞAMBA
Bu gün pikniğe gideceğiz ailece. Öğrenciler gitmişler. Yağmur yağdı sabah ama bu yaz yağmuru geçti gitti. Şimdi hava açıldı. Yerler ıslaktır ama olsun. Hava güzel gezeriz belki, şelaleye gideriz inşallah. Çok merak ediyorum. Mehmet beyi aradım, okula uğramasam dedim, ilgili müdür muavinine söyle dedi. Aradım meşgul. Adam karne basıyor tabi meşgul olacak. Sınıf öğretmenliğim yok
Kahvaltımızı yaptık diyetisyeni dinleyerek TV den. Hakikaten etkisi oldu. Yediklerimizi saydık. Bir yumurta az peynir ve biraz zeytin. Bir dilim ekmek.
Bu sıra kendimi şişman görüyorum bu ara. Herhâlde öyleyim. Siluetimi gördüm aynada. Sanki hiç görmemesi gibi daha önce. Kaç kez rejim yaptım olmadı. Bir yıl yürüdüm sürekli okul dönüşü olmadı. Her defasında verdiğim kiloları bir sebeple geri aldım. Şimdi tekrar yoğunlaşmak istiyorum ama bilmem başarabilecek miyim?
Tansiyonum düşüyor. Ne yapacağım bu tansiyonla ben. Ölümüm bundan olacak. Tuzlu ye diyor doktor. Çevremdekiler de çokbilmiş gibi kullanma diyor. Su içmek de bayağı iyi geliyor. Limonata da iyi geliyor. Hadi bakalım limonatayı nerede bulacağız. Akşam bayram beye yaptığım ilacı gönderdim. Onun da derdi yüksek tansiyondan. O ilacı kendime yapmıştım ama içemedim. Damar açıcı ilaç diyorlar ona. Tarifini arkadaşımdan almışlar. Furkan geldi, kahve içelim dedim. Misafirim var dedi. Bir başka sefere dedim.
Alternatif tıp merkezi açayım diyorum. Eşim izin alabilir misin diyor. Kim izin alıyor ki diyorum. Adam dün bir bu gün iki meşhur oluyor parayı vuruyor. Ben yıllardır ilgileniyorum. Fisebilillah yapıyorum kıymeti olmuyor. Bedelini ödemeyenler değerini bilmiyor.
Bu gün elektriği kontrole gelecekler. Sedaş özel değil anki devletçi yönetimden daha aymaz. Burnundan kıl aldırmıyor çalışanlar. Evin elektriğini kesmeye gelmişler bir de. 15 gün geciktir hiç uyarmadan geliyor kesme açma parası almak için yarışıyor vatandaşı inim inim inletiyorlar. Bu ne zulüm. Hem de hükümete yönelik husumeti tahrik ediyor ayrıca özelleştirmelere düşman kandırıyorlar.
Doğalgaz şirketi vatandaşı memnun etmekte iyi bir örnek. Hem de Fransız şirketi. Demek ki iyi örnek de var. Acaba Sedaş’ın sahibi Koç sirketler grubunun özel bir tavrı mı bu. Hükümete muhalif politikasını burada da mı uyguluyor. Aynı gezi parkı olaylarındaki desteği gibi.
Nevzat Bey’le görüştük köyde. Abim bahçesine davet etti onu dut yemeğe. Beni tanıştırdı kaçıncı kez. Fen Lisesi öğretmeni dedi. Ben oraya 4 kez geldim dedi. Ben 3 kez gördüm sizi dedim görüştük.
Kıyafetim bozuktu. İnşaatımda çalışıyordum. Ona açıklama da yapmak aklıma gelmedi. O yaptıklarını anlatıyor. Edebiyatın Tarihin öneminden bahsetti. Tarih kitabı okuduğun u söyledi. Edebiyat hayattır dedim. Ben Fenciyim dedi edebiyatın önemini şimdi anlıyorum. Sayın başkan dedin benim İzmit şiirim var. Bana ulaştırın dedi. Özel kalemime bırakın. Beni bulmazsınız diyor öğleye kadar yokum. Bulabilirseniz bir kahvemi içersiniz diyor. Bizim saatçi ali efendi konağında edebiyat faaliyetlerimiz var dedi niye katılmıyorsunuz. Yorgun oluyorum diyorum malum yaşlandık.
..