EĞİTİM ÜZERİNE YAZILAR
Eğitimin İçini Boşaltan Yenilikler:
Bakanlık ne yapıyor Allah’ını seversen. Eğitimin içini boşaltmak için bunca alayişe valayişe ne gerek var. Allah Allah. Her gün yeni bir şey çıkarıyor bu bakanlık. Ve her yaptığı değilse bile çoğu eğitime aykırı, onu deforme eden, bozan, yıkan bir işleve sahip nedense.
Bunları yapmak için çok mu uğraşıyorlar bilmiyorum. Bunları yapanlar alanında başarılı uzmanlar mı Allasen? Her neyse. Neyin nesi kimin fesiyse, neyi, nasıl, niçin yapıyorlarsa yapsınlar bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren yanı bu çalışmalarla getirilen değişikliklerin eğitimi felç ettiği, ya da gömülmeye hazır mevta haline getirdiğidir. Şimdi bu mevta yıkanıp cenaze namazının kılınarak defnedilmesini bekliyoruz.
Neler yapıyor bu Bakanlık. Neler yapmıyor ki? Sınıf geçmeyi alabildiğine kolaylaştırdı bu bakanlık. Artık öğrenci resim, beden eğitimi ve müzikten aldığı yüksek puanlarla bir sürü zayıfı da olsa geçiyor. Bir tek dersi var ortalamayla geçemediği o da dil anlatım dersidir. Onu da sorumlu olarak geçiyor al sana kıyak lise öğrenimi. İşte lise öğretiminin içinin boşaltılması böyle oluyor.
Bütün bu kolaylıkları, ucuz geçme yollarını bilen öğrenci kendisi için en kıyak yaşantıyı seçiyor. Dersten kaçmak, ya da dersi kaynatmak, bunu yapamazlarsa dersi dinlememek, gizlice müzik dinlemek, telefonla oynamak, arkadaşlarıyla konuşmak en tabii işlerden. Zil çalınca hemen kantine koşmak, Fast food yiyip arkadaşlarıyla tartışmak, itişmek, kakışmak yahut tuvaletlerde sigara içmek. İşte günümüz öğrenci tipi.
Bu öğrenci tipini doğuran bu bakanlıktır. Ders geçmeyi kolaylaştıran bakanlık öğrencilerin bedava sınıf geçme, hiç ders dinlemeden, ders çalışmadan, kopya çekerek sınıf geçmenin yollarını bulduğunu anlayamadı hala. Öğrenciyi başıboşluğa iten bu sistemdir. Başıboş klan öğrenci kötü niyetlilerin oyuncağı olmaya hazır durmakta. Gerek uyuşturucu satıcıları gerek provokatörler için potansiyel hedef durumuna getirilmiştir bakanlık tarafından lise gençliği.
Siyaset mühendislerinin bu işte dahli var mı bilmiyoruz. Varsa bu bir ihanettir. Yahut ta bilmeden yapılmış ve kötü niyetlilerin ekmeğine yağ sürülmüştür. Her iki hale e ihanetle eş değerdedir bu yanlışlar ve ülkenin altına dinamit atmakla birdir.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
BAKANLIK VE EĞİTİM
Ne demiş eski bir Milli Eğitim Bakanı:’Şu okullar olmasaydı ne güzel yönetirdim ben bu bakanlığı’. Evet, biz de diyelim ki bu söze karşılık: ‘Ah şu bakanlık olmasaydı ne güzel eğitim yapardık biz eğitimciler’.
İşi gücü eğitimi karıştırmak olan bir bakanlık var karşımızda. İşin mutfağına yabancı, her şeyi bildiğini zanneden bu zavallı bürokratlar eğitimi yazboz tahtasına döndürmekten başka bir şey yapmıyorlar. İşleri güçleri ayakları yerden kesik projeler üretmek. Hiçbir ön araştırması olmayan, uygulayıcısına sorulmadan kotarılan, afaki projeler birlerinin nemalanmasından başka bir şeye yaramıyor. Ya da çokbilmiş birkaç uzmanın, kendini eğitim düşünürü sanan akademisyenin tatmininden başka bir işe yaramıyor.
Yarım yüzyıllık eğitim maceramız binlerce yanlışla dolu. Her bakan atandığında yenilenen sistem eskisinden beter hale geliyor. Bu gün öğretim açısından tam bir sistematik işkence yuvalarına dönmüş durumda okullar. Her şeyin not almak için olduğu bu okullar değil eğitimi öğretimi de dışlamış durumda. Varsa yoksa not. Öğrenilenin niçin öğrenildiği belli değil. Hayattan ve inançtan kopuk bir eğitim. Pratiği olmayan bir sürü teorik bilgi. Hepsi daha fazla not almak için.
Sonuçta not araç olmaktan çıkmış, amaç haline dönüşmüş durumda. O halde not almak için bütün yollar mubah. Burada kopya devreye giriyor. İlkokuldan beri kopya çekmenin bin türlüsünü öğreniyor öğrenci. Ve her sınav öğrenci ile öğretmen arasında bir meydan muharebesine dönüşüyor. Kopyada uzmanlaşan öğrenci kesimi dersten kopuyor, ders işlememek, hatta işletmemek için elinden gelen gayreti gösteriyor. Dersi kaynatma, derste ders dışı işlerle meşgul olma maharet haline dönüşüyor.
..
EĞİTİM ÜZERİNE YAZILAR
3
Eğitimde Devrim Niteliğindeki Çalışmalar
..
Eğitim Üzerine Yazılar:
EĞİTİMDE SEVGİ AYARI
Öğrenci okulu sevmiyor. Eğitim bakanlığı okulları sevdirmek için ne yapıyor acaba? Çirkin mimari mi sevdirecek okulları. Beton yığını yeşile yer vermeyen, her biri bir kışla misali soğuk, hapishane gibi sıkıcı. Öğrenci sayısı arttıkça yapılaşma artmış, oyun ve dinlenme alanları yok denecek kadar azalmıştır.
Öğretmen notla tehdit eder. Sınıfa hakim olmayı bilmez. Dersi ve kendisini sevdirmez, sevdiremez, tek çıkış yolu azarlama, disiplin ve tehdit. Anaokulunda sevgiyle kaynaşan yavru, ilk okulda bu sevgiyi kaybetmekte, orta okulda hırçınlaşmakta, lisede çeteleşmekte, üniversitede toplum düşmanı olmakta, bitirince de ailesinin başına bela işsiz bir fert olarak problem üretmektedir.
Milli eğitim bakanlığı acaba bu analizleri yapıp çare üretmekte midir? Üretiyorsa biz bir eğitimci olarak neden farkına varamıyoruz. Yani yapılan okullar mimari olarak biraz değişiklik arz etse de yeşil alan olarak iç açıcı bir noktaya gelen atılımlara rast gelinmemektedir.
İkinci olarak eğitim kadrosunun motivasyonları konusu üzerinde duruluyor mu? Neden milli eğitim akademisi okullarda ders yönetimine odaklanan alt yapıyı sağlayamıyor. Böyle bir akademi, ya da akademik çalışma var mı? Sınıflar niye sevilen bir ortama dönüşmüyor? Aksine hiçbir tasarım ruhu taşımayan, hapishane koğuşlarına dönüştürülmüş bu sınıflarda öğrencinin nasıl mutlu olmasını sağlayabilirsiniz.
Her şey yasak zihniyetiyle askeri komutlarla sınıfa alınan öğrencilerin bu bitmeyen askerlikten nasıl hoşnut olacağını düşünebiliyorsunuz? Neden eğitim bakanlığı bu konuda bir araştırma ve dönüştürmeye gitmiyor. Yüzyıllık sorunları bitiremediğinden mi bu konulara eğilemiyor acaba?
Öğretmenler hala sıkıcı öğretmen odalarında streslerini artıradursun, idareciler kendilerini lüks odalar yapmakta, 3, 5 senede bir onları değişmekte, velilerden zoraki topladıkları paraları keyfe-ma-yeşa harcamaktalar ve bu harcama konusunda kimseye hesap vermemektedirler. Bir kısmının bunları hesaplarına gererek zengin olduğu bir kısmınınsa bu birken paraları bankaya yatırarak ucuz kredi olarak kullanıp ilmeler açtığı şayiaları ayyuka çıkmaktadır.
..
10.09.13 Salı
Bölge zümresi yapacağız. Ben okulun zümre başkanıyım. Bu yıl ilk olacak bu. Akşam zümreyi indirecektim unuttum. Boşuna toplandık dün. Müdürü beklemekle vaktimiz geçti. Okulda müfettiş varmış. Bir öğrenci şikayeti. 67 almış sınavdan geçmesi için 70 alması gerekiyormuş. Aslında yanlış bilgi. 70 le de geçemiyor.
Müdür ders dağılımını görüştü bizimle. Zeynep Hanım 9 ile 10 u istedi. O sınıflarda ders yapmak kolay. Ben dengeli dağıtım olsun dedim. Adaletli olan bu. Kimisi öğlen ağırlıklı ders istiyor. Ben sabah ağırlıklı istedim. Müdür pek olumlu bakmıyor isteklere. Biz onun ricasını yerine getirmedik ya. Üstelik ricacı olduğu öğrenci 32 almış. Ben prensip olarak onu geçirirdim. Ama o kadar çok öğrenci sınava girdi ki kâğıt fazlalığından gözümden kaçtı.
Eğitimi bitiren bu ricalar. İl başkanları, müdürler araya giriyormuş. Eğitimde siyasallaşma. Eğitimi bozan bu. Kentin en iyi yerinde en başarısız. En düşük puandan öğrenci alıyor bu okul. Nedeni anlaşıldı şimdi.
Sabah dolmuşla gideceğim. Yola çıktım bir araba geçti. Yakalayamadım diye geri döndüm. Sonra durakta beklediğini gördüm. Ben de tekrar durağa yöneldim. Bayırdan zoraki çıktım. Otobüsü yakaladım. Arabadakiler bana bakıyor. İçlerinden biri kızıyor. Seni bekliyoruz niye sallanıyorsun. İzah ediyorum. Nefes nefese olduğumu görüyor. Meğer beni beklemişler. Yolcular kızgın. Haklılar ama benim suçum değil. Beklemese bir şey diyemezdim.
Bölge zümresinde yasemin hanım beni tanımış. Ama tanışlık vermedi zümre bitinceye kadar. Dünya tatlısı bir kızı var. Macar dadısı da beraber. Süper zeki ve olgun. Yaşına göre iyi yetiştirilmiş. İngilizce de öğrenmiş bu yaşta. Dadısı pek fazla Türkçe bilmiyor. Ben size ders vermiştim diyor. Formator öğretmen. Bilgisayarı iyi kullanıyor. Ondan daha iyi kullanan var. Allah’tan bu zümre anında yapıldı. Elde bir örnek var. İnternetten alınma. Ama yönetmelikle uyumlu değil. Taşkın bey bir tane indirdi bana.
Fen lisesinden öğrencilerimi gördüm. Ayşegül Ay birdi ve şimdi ismini hatırlamadığım bir kız öğrenci. 11lerden Yusuf Sinan çıktı sonra karşına Fem dershanesinden geliyormuş. Çaya davet ettim gelmedi.
Tahsin Pekdemir eski öğretmen arkadaşım. Cami çıkışı karşılaştık. Çay bahçesinde oturduk. Lafladık çay içtik. Sakaryalı o. Efendi adam. Sevgimiz karşılıklı. İmam hatip Okulu’nda beraber çalıştık yıllar önce. Ara sıra görüşüyoruz. Nostalji yaptık. Çocuklardan bahsettik. Kızı büyümüş. İlahiyat ’ta okuyor. Onunla yollarımız kesişti iki kez ama hiç dersine girmedim.
Muhammet alıştı buraya. Bir ara geldi ve gitti. Bir az konuştuk. Abim çaya beklemiş gidemedim. Sonra da neni beklemeden köye döndü. Ben de marketten alışveriş yaptım servisle köye döndüm.
Adnan beyle yollarımız kesişiyor bu sıra her zamankinden fazla. Öğle yemeğini oğlanla İskender yiyerek hallettik. 30 yıldır yememişim İskender yanlış hatırlamıyorsam. Ankara’daydım Kuran Kursu öğretmenliği için sınava girmiştim. O zaman 1 lira tutmuştu belki de 10 liraydı o günün parasıyla. Şimdi de 10 lira tuttu. Pek fark yok. Yoğurt ve ekmekten başka dönerden pek farkı yok. Bir de bol salça. Öğle yemeklerini artık çarşıda yiyeceğim. Döner, köfte, şiş, dürüm, lahmacun, pide vs. vs.
..
ŞİİR OKURUNA NOTLAR
1
Şiire başlayışım çok iddialı değil.herkes 18'inde şairdir 20'sinde bitirir.ben onların bıraktığı yerden başladım.ilk şiirimi lisede yazmıştım. Hece ölçüsüyle idi. Kompozisyon dersinde hocamız şiir yazmamızı istemişti. Son dörtlüğün son mısraını yazamamıştım.sonra ne oldu nasıl oldu şiire başladım hatırlayamıyorum. Herhalde Sezai Karakoç'u tanıdıktan onun şiirlerini okuduktan sonra başladı bende modern şiir hevesi.yıllar sonraydı.ikinci fakültede öğrenciydim. Şiirlerimi toplayıp bir defter yapmıştım. Kasımpaşa'da bir otelde kalıyordum öğrenci arkadaşlarla bir öğrenci misafirimiz vardı Ankara'dandı herhalde. Şiirlerimi ona okudum. Ses çıkarmadı. yıllar geçti fakültede bir kıza aşık olmuştum. Alevden Güller 1-2 ve benzeri şiirleri yazmıştım. O yine gelmişti. Bu kez yeni şiirlerimi ona okudum. İşte dedi şimdi oldu. Bunlar gerçek şiirler. Bu kız senin şair olman için görünmüş sana. Kara sevdaydı. Hiçbir zaman yüz vermedi bana. Ben onun acısıyla bir sürü şiir yazdım.
..
Eğitim Üzerine Yazılar:
ŞEKİLCİ EĞİTİM
Bu şekilci eğitime artık son verilmelidir. Bu aşırı şekilcilik eğitimin içini boşaltmış, onu varla yok arası bir yere getirmiştir. Dış görüntülerine aşırı özen gösterenlerin iç alemlerinin harab olduğunu bildiren peygamberin büyük düsturuyla biz de diyebiliriz ki; eğitimde dış görüntüye bu denli aşırı titizlik gösterilmesi onu içeriğinden koparmış, ona özünü kaybettirmiştir.
Şimdi yapılması gereken bu iç ve dış dengenin yeniden kurulması, olması gerekenin olması yerine getirilmesidir. Bu denge görüntü lehine bozulmuş, eğitim rafa kaldırılmıştır. Sabahları sıraya dizilerek okula alınan öğrenci her şeyi bundan ibaret görmekte, sınıfa girdikten sonra en önemli berzahtan geçtiğini, maksadın hasıl olduğu yanılgısına düşmekte, dersi ikinci plana atmakta, öğretmene ders işletmemek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.
Kılık kıyafetin öne çıktığı bir eğitim kurumunda genç dimağlar her şeyin bundan ibaret olduğunu düşünmekte, amacı karıştırmaktadır. Bakanlığın kıyafet serbestisine karşın bürokrasinin mevhum korkularının önüne geçilememiş, okul aile birliklerine bırakılan kıyafet seçimi olduğu gibi kalmıştır. Yine askeri üniformalarla kuşatılan gençlik bürokrasinin bildiğini okumasının intikamını almış, kıyafetleri istediği gibi değiştirmiş, öğretime aykırı minileştirilen etek, mini pantolon etekle eğitime devam etmekte bir sakınca görmemiştir. Şekilci bürokrasinin yozlaştırdığı eğitilen kesim rövanşını almış, eğitimde radikal değişimci hükümete rağmen her şey eski yerinde saymaya devam etmiştir.
Dediğim dedik bürokrasi hiçbir şeyini feda etmemekte kararlı, değişim ve dönüşüme direnmekte, hatta bu yolda her yönetime gizli bir başkaldırı yürütmekte, dilediğini çeşitli yollarla hükümetlere dayatabilmektedir.
..
Eğitim Üzerine Yazılar:
DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE 2
Bu konuda 2. yazım bu. Yıllardır kanayan yara olan dil eğitimindeki yanlışları kısaca anlattık. Şimdi çözüm önerilerine bakalım. Hastalığı teşhis ettik. Dili öğretemiyoruz yahut bu metotla dil öğrenilemiyor.
Hatta komplo teorisine göre ülkemizde dil öğretimi, hatta -başka bir deyişle öğretilmemesi- bunca masraf, uğraş ve uzmana rağmen bu alanda bir arpa boyu gidilememesi oryantalizmin bir oyunudur. Aslında ben de bu görüşteyim ve komplo teorisine inananlardanım. Doğu’da Hindistan’da Batı’da Cezayir’de, Ortadoğu’da Arap ülkelerinde başarılan dil eğitimi Batı’yla Doğu arasında geçiş köprüsü olan Türkiye’de niçin başarılamıyor. Oysa Osmanlı döneminde ilk yabancı dil eğitimi Galatasaray Lisesinde yapılmış, orada eğitilen gençler Fransız edebiyatını dilimize aktaracak kadar üstün bir başarı göstermişlerdi.
Ama gel gör ki aynı başarı diğer okullarda gösterilemedi. Aksine dil öğretilemeyen bir bilim haline geldi. Nesiller aşağılık kompleksine uğratıldı. Batı hayranlığı bu şekilde en nazik yerinden kaşınarak pompalandı. Kuşaklar harcandı ama batı hayranı oldular. Batı dilini öğrenemediler ama hayranlıkta yarıştılar. Kendi milletlerini aşağıladılar.
İşte tarihin en büyük milletlerinden biri olan Müslüman Türk Milletini bir daha doğrulmamak üzere aşağılamak için kullanılan argümanlardan biri ve belki de başlıcası oldu yabancı dil eğitimi. Oryantalist zihniyet içi ve dış ajanları vasıtasıyla bu argümanı iyi kullandılar.
..
Eğitim üzerine yazılar:
OKULLARIN YENİDEN TANZİMİ
Bugünkü okulların öğrenciyi nefret ettiren, öğrenim psikolojisine tamamen aykırı, askeri nizamiye havasında, yeşilden ve spor alanlarından mahrum, iç mekanları hapishane koridor ve koğuşlarının birebir aynısı denebilecek stildedir.
Yeni mimari arayışlarıyla özel sektörün inşa ettirip devlete devrettiği okullar bile bu alanda fazla bir fark göstermiyor, ideal olana uzak yapılarıyla Türkiye’de eğitim mekanlarının eğitimi felç eden mekanlar olduğunu artık anlamanın zamanı gelmiştir.
Eğitimde ilk halledilmesi gereken budur ve bu konu aciliyyet gereken konuların başında gelir. Kent dışına taşınması zaruri hale gelmiştir tüm okulların. O da yetmez eğitim kampüsleri planlanmalı, doğu İslam, Osmanlı Selçuklu mimarisinin bir devamı olarak yapılacak binaların, bahçe peyzajından tüm mekânlarına kadar her şeyinin milli olması gerektiği açıktır.
Dahası okul bahçelerinin öğrenci eğlenme ve dinlenmesini kendi geleneklerimiz doğrultusunda sağlayacak şekilde olması gerekir. İlk okullar için seksek, mile, ip atlama, birdirbir, beş taş, dokuz taş ve diğer oyunlar için özel mekan ve öğretmen yönlendirmeleri, yararlı internet salonları, klasik müzik, tasavvuf ve halk müziği eğitimleri, eskrim, ok atıcılığı güreş vb. milli sporlar özendirilmesi için özel mekanlar ve eğiticilerin tahsisi, okumanın özendirilmesi için iç ve dış mimarisi sevecen, memurları motive edici yetenekte kişiler olan okuma odaları, kütüphaneler, şiir okuma mekanları, vb. ortamları oluşturulmalı…
Sınıflar, koridorlar, okul kantin ve kafeteryaları yeniden tanzim edilmeli, kapalı dinlenme mekanlarına açık iç açıcı mekanlar da eklenerek, öğrenci motivasyonu en üst düzeye çıkarılmalıdır.
Okullarda seminer ve konferans salonları güzel ve nefis mekanlar haline getirilmelidir. Öğretmen odaları öğretmenleri psikolojik olarak rahatlatıcı mekanlar olmalıdır. Öğretmenin bilgiye kolay ve rahat ulaşabilmesi için bilgisayar ve internet imkanlarının artırılması şarttır.
..
ETÜT MERKEZLERİ
Dershanelerin bir yanılgı olduğunu, eğitim sistemine yardımcı değil, muhalif olduğu ve ona zarar verdiği gerçeğini ihtiyaç haline gelen etüt merkezleri ortaya çıkarmıştı birkaç yıldır. Örgün eğitim sistemi olan okullarda dersler zaten yapılmaktaydı. Yapılan bu dersleri aynı oranda işlemek, anlaşılan kısımlarla anlaşılamayanları tekrarlamak için bu külfete gerek yoktu.
Aksine dershane sistemi öğrenciyi tembelliğe itiyor, örgün eğitimden de koparıyordu. Oysa aynı sistem içinde eksik öğrenme gerçekleşiyor, geç öğrenen öğrencilerin dersten kopması bir vakıa gibi karşımıza çıkıyordu. Ancak müfredatı yetiştirme gibi bir problemi olan öğretmen geride kalanlarla ilgilenemiyor, onlarda sınıfta dersin işlenmesine yönelik problemler teşkil ediyorlardı.,
Bu gibi problemler disiplin sorunlarına yol açıyor, giderek örgün eğitimi, yavaşlatma, sabote etme, engelleme gibi sonuçlara varıyordu. Dahası bu öğrencilerin örgün eğitimden kopmaları sağlanıyordu. Bu gün hala devam ediyor bu durum, sınıfta kalmalar, ya da eksik bilgilerle bir üst sınıfa taşınmalar eğitim seviyesini her geçen gün biraz daha düşürüyor, eğitimciler yıllardan beri bu durumdan şikayet ediyorlar, ancak bu konu yöneticilere intikal etmiyor ve herhangi bir çare üretilemiyor.
Çünkü eğitimciler kendilerine verilen had ve sınırları aşma cesaretinden yoksun bırakılmışlar. Herkes bir vurdumduymazlık içindedir. Bakanlık eğitimcileri önemsememekte, onların fikirlerine değer vermemektedir. Bu kanaatte olan eğitimci kitlesi sorunları ortadan kaldıracak düşünce üretmek yerine, en az problemle aybaşını getirmek, daha fazla gelir kazanmak ve emeklilik hesaplarıyla meşgul olmaktadır.
..
EĞİTİMDE ÖDÜL CEZA DENGESİ
Geçmiş eğitim kurumlarında dayak iyi bir eğitim yolu olarak görülüyordu. Oysa Hz. Peygamberin sisteminde dayağa yer yoktu. Eğitimi özendirmeyen, bunu beceremeyen, bu konuda kafa yormayan düzenlerde dayak en kolay başvurulan eğitim vasıtası ceza aracı olarak görülmüştür.
Osmanlıda amin alaylarının yerin ve önemini bilmeyen nesilleriz biz. Şimdi biz o güne dair yazılan anılarda görebiliyoruz. Yahya kemal bu konuda bize epey bilgi aktarıyor. Bu anlatılanları gördükçe eğitimin felsefesinin bugünkünden tamamen farklı olduğunu anlıyoruz. Eğitime ilk başlayan çocuğa yapılan bu merasim onu eğitimin aşk neferi yapmakta, bu merasimle başlayan öğrenim tam bir aşk ve şevkle yapılmakta, ömür boyu zevk alınan bir meşgale haline getirilmektedir.
Oysa bu gün eğitime başlayan çocuk evden ayrılmanın acısıyla, soğuk okul koridorlarında hapishaneye tıkılmakta, alınan bu ilk intiba ömür boyu onu kovalamaktadır. O halde yapılması gereken nedir? Eğitime başlayışı bir şenlik havasıyla özel bir merasim içinde yapmak, onu bir şenliğe dönüştürmektir.
Bu ilk olumlu intibaının bir ömür sürmesi sağlanacak, eğitim sıkıcı, nefret edilen bir eylem değil, zevk alınan bir hobi haline gelmekteydi. Bu öğrenciyi eğitimin nesnesi değil, öznesi haline getirmekte, öğrenciye nesne değil birey muamelesini öngörmektedir.
Ayrıca eğitimi kitlesel değil bireysel hale getirmek zorunludur. Kitlesel eğitim insan bireyini yok etmekte, farklılıkları inkar etmekte, kişi benliğini ve yeteneklerini yok saymaktadırlar. Bir sınıfa tıkılan öğrenci kesimi Pavlov’un köpekleri gibi öğrenmeye mecbur kılınmakta, zevksiz ve renksiz, sıkıcı ve azap haline gelen eğitim baştan yararsız hale gelmekte, amacından sapmakta, tam aksi bir istikamete dönmektedir.
Bu kitlesel, baskıcı ve zoraki eğitimde ödül ve ceza dengesi iyi kurulamamakta, cezada aşırıya gidilerek kaba kuvvete varılmaktadır. Ödül verilmeye kalkıldığında evrensel kriterler bulunamamakta, ödülle hissi ve yanlı olarak dağıtılmakta, amacından sapmaktadır.
Öğrenci neyi niçin öğrendiğini bilmemekte, amaç kısmı hiçbir zaman inandırıcı olmamakta, eğitim temelsiz muallak bir bina halinde kalmaktadır.
Ayrıca eğitimde teori pratik dengesi iyi kurulamamakta, öğrenci dimağları bilgi deposu olarak habire doldurulmaktadır. Bu da öğrencileri değişik yollara itmekte, kopya devreye bir kurtarıcı olarak girmektedir.
..
05.03.13
Bugün 12’leri yazılı yaptım. Her iki sınıfta da yazılı yaparken notlar aldım. Bunları yayınlayacağım dedim. Yeni kopya tekniklerini aleni kopya teşebbüslerini. Ben bu okulda bilinçli öğrenciler var sanıyordum. Yine de aynı kanaatteyim. Ben bu okuldan başlayarak tüm ülkede ideal eğitimin ipuçlarını arıyorum. Öğrenciyi potansiyel suçlu olarak kabul edip, ona güvensizlik aşılayarak, onu suça iten bu sistemi toptan reddediyorum.
Kendimi o meşhur filmdeki öğretmen olarak düşünüyorum. İlk öğretmenliğimde ezberi reddetmiştim. Soruları veriyor kitapları açarak cevaplamalarını istiyordum. Her şey çok güzel gidiyordu. Ne olduysa sonradan oldu. Eğitimciler ordusu beni kendilerine benzetti. Ve ben de ezbere dayanan sorular icat ettim; tabii ki öğrenci kopyaya yöneldi, ben de onları takibe. İşte bir polis hırsız olayı başladı.
Oysa bu değildi amacım. Yapmak istediğim bu değildi. Şimdi aradan geçen bunca yılı birkaç denemem dışında kayıp yıllar olarak görüyorum. Ve yaptıklarımdan dolayı pişmanlık duyuyorum.
Hep bir arayış içinde oldum. Öğretmenliğimden önce de Kuran-ı Kerim öğretmiştim. Bu öğretimde kopyaya yer yoktu. Çünkü yazılı sınav yoktu. Medrese sisteminin basit bir hülasasıydı; öğrenci sayfa sayfa ilerliyordu. Öğrenim sonu sözlü sınav vardı, bireysel eğitimdi. Sözlü sınavda başarılı olan bir sonraki derse geçiyordu.
Oğlum Kuran- ı Kerim kursunda hafızlık yapıyor; orada da bu sistem işliyor. Medreselerde yürürlükte olan bu sistemin iyi incelenmesi ve ülkemizde yeni pratik bireysel eğitimin teorinin yapılması gerekecektir.
Bu alanda büyük araştırma ve çalışmalara ihtiyaç olduğu kesin. Sınıflardaki öğrenci sayısının daha az olduğu, yazılı sınavların olmadığı, ya da kopyaya mahal vermeyen bir bilinçle yapıldığı, teoriden ziyade pratik eğitimin yer aldığı, herkesin bir branşa yönelik yetiştirildiği, yetenek eğitiminin hedeflendiği bir sisteme acil ihtiyaç olduğu aşikar.
Ahlaki değerlerin hâkim olduğu laik eğitimden ziyade, dindar insanların yetiştirildiği erdemli insan tipinin, dini değerlere dayalı bir eğitimden geçerek iyi yurttaş tipi İslam insanının doğru düşünen, araştıran, öğrenen, tartışan, peşin hükümlerden uzak insan tipinin hedeflendiği bir eğitim sistemi. Onu nasıl yapacağız? İşte tüm sorun burada.
Demokrasi alanında ilerledikçe daha özgür bir toplumu yakalayacağız bu kesin. Birileri topluma özgürlük vermemek için direniyor. Bir takım hayali korkular üretiyor, kirli işlerini sürdürdükleri bu düzenin devamını istiyorlar. Yok, toplum bölünürmüş, yok kargaşa çıkarmış, yok her şey alt üst olurmuş. Biz de o özdeyişle cevap verelim öyleyse. Altının üstünden daha iyi olmadığını ne biliyorsun. Evet, hiçbir şey bu baskı düzeninden kötü olamaz. Manzarayı bir göden geçirirsek anlayacağız. Neydi o devremler post modern devrimler. İşte bizi bu günkü noktaya getirdi. Ne bilim ne felsefede bir varlıktan bahsedebiliyoruz bu gün. Nesillerimiz belden aşağı zevkler peşinde, ahlaksızlık diz boyu cami önlerinde bile sarmaş dolaş edep hayâ yoksulu bir nesil. Çıplaklık diz boyu. Başta okullarda olmak üzere kızlarımız kendilerini cinsellikleriyle kanıtlama, çıplaklıklarıyla öne çıkma yarışında. Teşhircilik normal bir hal almış. Örtünenler bile güzelliklerini sergilemek için bu yarışa katılmış durumda. Başı örtülü ama vücut hatlarını ayan beyan ortaya çıkaran şehvetleri tahrik etme yarışında çıplaklardan aşağı kalmayan hatta onları bile geçen kot pantolonu ile mütesettir teşhirciler kaplamış ortalığı. Hiç bir düzen bundan daha feci olamaz bir İslam ülkesinde.
Bütün bu halin sorumlusu savaşma seviş diyen devrimci kafadır. Aynı kafa eğitimi de bu hale getirmiştir kafadır ki Tanzimat’tan beri yenilik adına batının pespayeliğini aşılamış, ilim yerine eğlence hayatını, saf sevginin yerine aşkı memnu (Halit Ziya) yasak aşk (Atilla İlhan) ı topluma zerk etmeyi görev bilmiştir.
..
03.01.15
Sınavdayım. Yıllarca öğrenci olarak geldiğim sınavlara 27 yıldır öğretmen olarak giriyorum. Ya sınavın hazırlayıcısı benim, ya hazır sorularla yapılan sınavda salon başkanı ya da gözcü. On yıldır değişen nesilleri sınava soktuk. Babalarını sınav yaptığımız kişileri de sınava soktuk. Belki onların oğulları ya da kızlarını da sınav yapacağız.
Sınav yapmak çok sıkıcı bir şey. Belki de sınava girenlerin sıkıntısı yansıyor bize. Sınav kağıtlarını okumak öğrenciyken bana çok zevkli bir şeymiş gibi gelirdi. Oysa hiç de öyle değil. Aksine çok bunaltıcı bir işlem. Cevap anahtarı karşınızda bile olsa kağıtları doğru değerlendirememek korkusu strese sokuyor insanı.
Sabah hava çok soğuktu. Ellerimi ceplerime sokuyor, paltoma sıkı sıkı sarınıyor, atkımla boynumu sarmalıyor, yün şapkamı kulaklarıma indiriyordum. Arabanın kaloriferinden daha fazla ısınabilmek için bir durak ötede indim. Sert rüzgar suratımı yakıyordu.
Sabah patates yahnisi yemiştim acılı. Acıyı daha fazla koymadığıma pişmandım şimdi soğuğun şiddetini görünce. Salon da soğuktu. Zaman geçmez diye düşündüğümden yanıma şiir kitabı ve muhtemel sıkıntımla baş edebilmek için şiir yazarım düşüncesiyle ajandamı yanıma aldım.
Bu yıl bu ajanda bana çok şiir armağan etti. Son Durak, Yanılgı, Veda, Özge Aşk, Git Git Yabancılaşıyorum Buralara, Biz Buradayız Artık, Aşk Bir Dama Taşı, Her Şey Yerli Yerinde, Canan, Ben Bunu Hep Bilir Bunu Söylerim, Utku, Şimdi Ben Kendimi Nerede Bulsam, Ölüme Koşuyorlar, Her Şey Yerli Yerinde. Son Durak 1-6. Şiirleri. Sıkıldığım, ders anlatamadığım, dinleyen öğrenci bulamadığım zamanlarda, özellikle 12. Sınıflarda. Onlar kendilerini aşmış durumda.
Sınıfta elif Şafak’ın ‘Siyah Süt’ünü buldum. İçerek okumaya başladım. Korkunç bir şekilde sardı beni. Bu nasıl bir roman. Roman tarihini özetliyor, romancı biyografilerini bize aktarıyor, onlarla beraber yaşatıyor biz. Düş dünyasını gerçeğe taşıyor. Bir nevi Harry Potter tarzı uyguluyor. Düş dünyasını alegorik tarzda bu denli canlı anlatabilen başka bir roman okumadım ben. Alev Alatlı’nın ’Beyaz Türkler Kızacak’ını da okuyorum bu günlerde. O da yakın çevremizdeki ünlüleri canlandırıyor romanında.
Eyvah daha soğuk bir hava geliyor. Ne yapacağız. Arabayı kapıda yatırıyorum. Çalışmıyor zaten. Artık yaşlandım. Yeni bir arabam olsa herkes gibi sıcak bir mekanda okula gelsem. Artık rahat etmeye benim de hakkım var değil mi? millet borç harç araba lamayı ihmal etmiyor. Ne derler ayranı yok içmeye…
..
Eğitim Üzerine Yazılar
MİLLİ EĞİTİMİN TRAJEDİSİ
Öğretmenler kendi aralarında konuşuyorlar: okullar öğrencileri bozuyor.
Yıllar önceydi. Bir ilköğretim okuluna atanmıştım. Bu benim ilk öğretmenliğim değildi ama ilk atamamdı. Kadrolu ilk öğretmenliğimdi. Emektar bir idareci öğretmenle konuşuyoruz. O yılların tecrübesiyle ‘öğrencileri biz bozuyoruz’ diyordu. Onlar buraya ilk geldiklerinde tertemizdiler. İlk yıl hiçbir problem çıkmıyor. Ancak 2. 3. yıllar için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Okula pırıl pırıl gelen çocuklar burada her geçen gün yeni bir kötü davranış öğreniyor. Mezun olurken bir sürü hata, isyan içinde buradan ayrılıyor. Herhangi bir meziyet kazanmadan bir sürü yanlış davranış biçimlerini öğrenerek gidiyor.
Yıllar geçti. Ben o zaman stajyer öğretmendim şimdi ise 26 yılımı tamamlamış, daha fazla öğretmenlik yapacak tahammülü kalmamış bir emeklilik adayı öğretmen. Bu kez öğretmenler odasında nispeten genç bir öğretmenle benim gibi emektar öğretmen arasında geçiyor. Sonuç aynı. Düşünceler ve yargılar aynı.
Lise öğretmeni emektar arkadaşımız ilköğretimi suçlamıştı. Öğrenciler buraya şekillenmiş olarak geliyorlar. İlköğretimden branş öğretmenliğine geçen nispeten daha genç öğretmen ilkokulda öğrencilerin tertemiz bir yapıda olduğu onların ilk üç yılda kopya nedir bilmedikleri, yalan söylemedikleri, yalan söylemeyi bilmediklerini ifade ediyordu.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
KIZLI ERKEKLİ EĞİTİM
1
İşte yeni bir söylem ve yeni bir kargaşa. Herkes bir şey söylüyor. Kimse düşünmüyor, araştırmıyor, okumuyor, istatistiklere başvurmuyor, sorunları ele almıyor, olaya sorunlar ve çözümleri açısından bakmıyor. Kimse sorun çözmeye çalışmıyor, sorunları ele almıyor, çözümleri konuşmuyor.
Bu nereden çıktı. Sorun neydi? Neden böyle bir noktaya vardı. Aya da neden böyle bir çözüm düşünülüyor? Buraya nasıl varıldı? Bütün bunlar bilinmiyor, ortaya konulmuyor, araştırılmıyor, tartışılmıyor? Hemen saldırılar başlıyor, toplumsal linç başlatılıyor. Urun söyletmen zihniyeti devreye giriyor.
Bu gün gelinen noktada sorunları bir ele alalım. Bugün nereye geldik? Haberlere bir bakalım: Üniversite öğrencisi bir genç kız doğurduğu gayri meşru çocuğu öldürmüş, kafasını dolabında saklamış. Düşünün hele bir. Başımızı kollarımızın arasın alarak bu genç kızı bu noktaya kadar getiren trendi görelim. Acaba bu olayda o genç kızın kızlı erkekli eğitimin ortam oluşturduğunu inkar edebilir miyiz? Bu gün okullarda kızlı erkekli hayatın boyutlarının nereye vardığını, kız öğrencilerin kıyafetlerinin erkek öğrenciler üzerindeki etkisini araştıran ön yargısız araştırma var mı? Bu araştırmalar ne kadar öne çıkarılıyor, inceleniyor, tartışılıyor, sonuçlara varılıyor?
Ayrıca bu kızlı erkekli eğitimin öğrenci eğitim ve öğretimi, öğrenci başarısı üzerine araştırmalar ne durumda? Üniversiteler ne yapıyor? Araştırma üniversitenin işi değil mi? Araştırma görevlilerinin işi ne? Araştırma yapılıyorsa bunlar toplumla paylaşılıyor mu? Paylaşılıyorsa etkisi ne oluyor, paylaşılmıyorsa neden?
..
MÜFREDAT VE HAYAT
Hayattan kopuk müfredat. İletişim adına saçma sapan, hayatta hiç işe yaramayacak bilgilerin zorla öğretilmesinin ne amacı var, ne mantığı. Tolumda iletişimsizlik kanser gibi şifasız bir hastalık haline gelmiş, biz kalkmış, onun yerine bir sürü saçmalıklar uydurmuşuz. Yazanın bile doğru dürüst bilemeyeceği, öğretmenin de neye yaradığını keşfedemediği bu papağanca ezberleri müfredata sokmuşuz.
Yalnızca bu mu? Daha yüzlerce hayattan kopuk, öğrenciyi eğitimden soğutan, akademisyen zırvaları eğitimi felç etmiş durumda. Zaten alabildiğine teorik olan eğitim bu yönüyle de iyice ütopik bir karaktere bürünüyor.
Sayısal dersler öğrencinin anlayamayacağı denli zorlaştırılıyor, sözel dersler ezbere mahkum ediliyor, öğrenci bu iki cendere arasında sıkışıp dururken, tek çarenin kopya çekmek olduğunu anlıyor ve bu can simidine balıklama atlıyor, biz öğretmenler de güya eğitim yaptığımızı sanarak aldanış içinde günlerimizi geçiriyoruz.
Şimdi biz bu çarpık müfredatın neresinden başlayalım; okullarda kullanılmaya kullanılmaya tahrip olmuş laboratuvarlar, kapısı açılmayan kütüphaneler, kullanılmayarak yıllanmış ve demode olmuş bilgisayar sınıfları eğitimimizin içler acısı halini ifade etmeye yeter.
Öğrenciye güvenmeyen eğitim kadroları onları sürekli suça itmiş, Allah’ın günü hakaretle karşılandığı için kendine güvenini kaybetmiş bir eğitim ordusu. Bu eğitim ordusunun pusulası yanlış, hedefi belirsizdir. Amacı saptırılmış, kendisi şaşırtılmıştır.
Hayattan ve hakikatten kopuk bir müfredat, hayatla fazla ilintisi olmayan dersler öğrenciyi şaşırtmaktan ve hayat karşısında çaresiz bırakmaktan başka yol bırakmamış, öğrenciyi yanlış yollara sapmaya mecbur bırakmıştır.
Bir türlü öğretilemeyen imla kuralları, noktalama işaretleri, değil en küçük bir mektup, bir dilekçe yazmayı beceremeyen öğrenci tip eğitimimizin ve anlı şanlı müfredatımızın başarısıdır. Aklına esenin yeni ders koyduğu, daha sonra bir faydası olmadığı anlaşılınca kaldırıldığı bu sistemin iflas ettiği artık anlaşılmıştır.
..
AHLAKİ DEJENERASYON VE YENİ NESİLLER
2
Dün bu konuya giriş yapmış, bu gün içinse çareleri araştıracağımızı yazmıştık. Öncelikle eğitim alanında yapacaklarımız hatırlatmakta fayda var.
Bu alandaki önerilerimiz eğitim üzerine yazılarımızda açıklamıştık. Burada özetlemekte yarar var. Öncelikle dindar ve ahlaklı nesiller yetiştirmek zorundayız. Dahası dindar nesillerin yetişmesi için yasakların kaldırılması, gerekli, dini ve ahlaki eğitimin verilmesi şarttır. Bu güne kadar verilen eğitimin laik eğitim adı altında dindışı eğitim olduğunu söylemeye gerek var mıdır bilmiyorum.
Öğrencinin dinini öğrenmesi, öğrendiklerini uygulaması için gerekli ortamlar son derece kısıtlı, hatta yasaklı bir durumdadır. Batıda din eğitimi kilisede verilir ve bu eğitim için özel ve yeterli bir vakit verilirken, bizde bir saatlik in dersinin olsa olsa dine yabancı bir nesil yetiştirdiğini görmek için üstün zekalı olmaya gerek yok sanırım.
Beş vakit namazın farz olduğunu teorik bir şekilde öğrenen öğrenci bu ibadetini yapmaya olanak bulamıyordu daha bu güne kadar. Bu günde yılların getirdiği öğrenci alışkanlıkları ve toplumsal baskı yüzünden bu ortam oluşmamakta, dindar ailelerin çocukları yarım yamalak öğrendikleri dinlerini yaşama alanına geçirememektedirler.
Dahası Cuma namazını farziyyetini, bunun toplumsal sorunların çözüldüğü bir namaz, daha ileri giderek bu günün Müslümanların bayramı olduğunu öğrenen genç bütün bu teoride öğrendiklerinin pratiğe geçmediğini görmekte, hali hazırdaki durumun defakto bir durum olduğunu yılardan beri bizzat yaşayarak içselleştirmiş bulunmakta, aksinin olabilirliğini düşünememektedir, hatta hayal edememektedir bile.
..
İSLAM AHLAKI VE MÜSLÜMANLAR
Akif ne demiş gezip gördüğü Almanya’da edindiği intibalar üzerine: ‘Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.’ Evet tam da öyle.
Ortaçağ Avrupası karanlık iken İslam dünyası altın çağlarından birini yaşıyordu. Ama gel gör ki Ortaçağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan Fatih Sultan Mehmet İstanbul Fethi’nden sonra Yakın Çağ’a kadar bu düzen devam etti. Gelin görün ki Kanuni’den sonra adım adım gerilemeye devam eden Osmanlı ve Doğu alemi git gide bütün özelliklerini kaybetmiş, ağır yenilgiler, sefalet, iç karışıklıklar ve Rönesans ve Reformlarla kalkınmasını tamamlayan Batı aydınlıklar ülkesi ve Doğu-İslam dünyası ise karanlıklar ülkesi haline geldi. Tabii ki bu durum ahlaki yozlaşmaya neden oldu, İslam ahlakından uzaklaşma başladı, tefessüh git gide derinleşti. Şekilde Müslüman ama özde İslam dışı ahlakla dolu insanlar olduk.
Hani büyük bir zata sormuşlar ‘Müslümanlar ne zaman kurtulacak’ diye, O mübarek zat ‘Müslüman gösterin bana kurtulduğunu haber vereyim size’. Bu söz belki biraz bizi trencide edecek amma gerçeklik payı da büyük. Tabii iman açısından bakmamak lazım olaya, ibadet ve ahlak bakımdan lazım.
Hani Tabiin ’den büyük bir zat Hasan El- Basri ne buyurmuş kendisine Sahabelerine nasıl olduğu sorulduğunda: Siz onları görseydiniz bunlar deli derdiniz, onlar sizi görseydi bunlar Müslüman değil derlerdi.
Hadis-i Şerif’le sürdürelim konuyu:’Size deli denmedikçe gerçek Müslüman olamazsınız’. İşte ölçü bu. Nerde böyle Müslüman. Aksine dışı yeşil içi kırmızı karpuz misali Müslümanlığımız artık kimseyi inandırmıyor, inandıramıyoruz kendimizi bile.
Şimdi bir bakalım ne haldeyiz. Öğrencimiz kendisi için milyonlarca lira masraf ederek sunduğu ücretsiz eğitimden yararlanmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Dersi kaynatmak, öğretmene ders anlattırmamak, dersten kaçmak, boş vermek, ödev yapmamak, ders çalışmak, ücretsiz verilen kitapları tahrip etmek, derse getirmemek, yırtmak yıpratmak, karalamak. İşte çağdaş öğrenci. Bir de hocam biz bunları dershanede görüyoruz deyişleri. Gelelim öğretmene: o da ders anlatmak için elinden geleni yapar, kimi öğrenci ücretli ders alsın diye alabildiğine şaşırtıcı bir ders anlatım yolu seçer, başarısız öğrenciden kendine getirim yaratmaya çalışır ve bunu başarır da.
Peki, esnafımız pek mi iyi. Malını satana dek bin bir yalan ve sahtekârlık planları yapar. Müşteriyi kandırdıktan sonra birden bire Azrail kesilir, müşteri sanki onun düşmanıdır, ne kötü malı değiştirmeye yanaşır ne tamire. Önceki yalaka tip gider küstah bir tip gelir alışveriş yapanı dünyaya geldiğine pişman ettiğine değil alışveriş yaptığına. Dahası vergi vermemek için bin bir hile düzenler ama kazanamadığını hükümetin piyasayı kitlendiğini her vesileyle anlatır duru. Ama harcamaya gelince krallar gibi harcar, son model arabaya biner gece âlemlerinde gezer, ağlamaya başlayınca dilenci sanırsın yardım edeceğin gelir.
Memur ne âlemdedir; vatandaşı azarlamak, işini savsaklamak, ya da bir menfaat elde etmek için elinden geleni yapar. Doktoru hastasını ikinci sınıf vatandaş olarak görür, horlar, azarlar, suratını asar. Hademesi bile kraldır, hatta kraldan fazla kralcıdır. İşçi ne vaziyetedir: sendikası varsa feodal bir beydir o. Daha ne sayalım dersiniz. Usta ve sanatkâr mı? O da bin bir entrika peşindedir.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
11
EĞİTİMDE ŞEKİLCİLİK ve ÖZ
..
Tanıdığım Ünlüler:
SEZAİ KARAKOÇ
Bu büyük şair ve mütefekkiri nasıl tanıdım. Hocam Miyasoğlu rahmetli Edebiyat Dergisi ve yayınlarıyla tanıştırdı bizi. Ben bizim ineği bahçelerde otlatırken okuyordum o yayınları. Necip Fazıl’ı ve Sezai Karakoç’u da Hocam Miyasoğlu ve Ali Nar sayesinde tanıdım desem yalan olmaz.
Erzurum Üniversitesinde öğrenci iken MTTB seminerlerinde Mehmet Kahraman ve Selahaddin İpek anlatmalarıyla vakıf olmuştum. Hemen şiir kitaplarını aldım. Okumaya başladım. Geceleri mum ışığında okuyordum kimseyi rahatsız etmemek için. Böyle okumak şiirden zevk almamı artırıyordu.
Onu tanımak ve eserlerini okumaktan zevk aldıkça diğer eserlerini de alıyordum. Denemeleri anlamak için tekrar tekrar okuyor, okudukça zevk alıyordum. Karakoç’u anlamakta zorlanıyordum. Onları anlamak için doğu batı klasiklerini okumam gerektiğini söyleyen Mehmet Kahramanla Lise 1’deki Edebiyat hocamız Veli Sarıkamış’ın mesaj ve öğütleriyle pekişmiş ben da hemen bu eserleri almaya ve susamışın su içmesi, acıkmışın yemek yemesi gibi okumaya adeta somurmaya başlamıştım.
Sonra Üstad’ı İzmit’te konferans vermeye davet için Milli Gazete’ye gitmiştim. Henüz gelmemişti. Ben müracaatta bekliyordum o gelmiş yazısını yazmış gitmiş bana haber vermemişler, öbür gün geldim tekrar ve gazetede birine sordum. Buyurun dedi o benim. Karşılaşmamız böyle olmuştu.
Düşüneyim dedi daha sonra gelin. Daha sonra gittiğimde beni nazikçe reddetti. Konferansın eserlerinin okunmasını engelleyeceğini mazeret olarak ileri sürmüştü. Teşekkür edip ayrıldım. Daha sonra Üretmen Han’daki bürosuna gitmeye başlamıştım. Orada bize bir şeyler anlatıyor biz onu sessizce kılımızı kıpırdatmadan dinliyorduk. Şimdi hatırladığım Necip Fazıl ile ilgili olan bölümlerdi.
Sıradan bir yazar olan Yaşar Kemal için bir sürü eser yazıldığını ama Üstad için nedense hemen hiçbir eser yazılmadığını anlatıyordu. Eğer ciddi bir çalışma olmazsa Üstadın doğum tarihi bile doğrulanamayacağı şimdi bir çok yerde değişik tarihler verildiğini ifade etmişti. ‘Niye gidip bir röportaj yapmıyorsunuz, çok mu önemsiz bir konu? ’ diyordu.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
EĞİTİMDE BAŞÖRTÜSÜ SORUNU VE BASKICI ZİHNİYET
Ülkemizde laikliği kendi mantığına göre anlayan, laik değil ama laikçi, seküler, baskıcı totaliter zihniyet hükümferma oldu yıllarca. Çok partili döneme geçtiğimiz halde hâkim bürokratik zihniyet hep tek parti diktatöryası özleminde oldu.
Bu totaliter zihniyet halka hiçbir zaman inanmadı. Onu düşman ilan etti. Ona gerici yaftasını vurdu. Onu cahil, aydınlatılması gerekli, gayr-i medeni gördü. Hep onu Batılaştırmayı hayal etti. Ama tam Batılaşmasına izin vermedi. Batılı anlamda bir demokrasiye geçit vermedi. Batılı anlamda özgürlüklere layık görmedi onu.
Düşünün dünyanın her tarafında okullarda başörtüsü serbest iken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde memurlar istedikleri kıyafetle işe gelebilirken bizde yasaktı. Dünyanın her yerinde eğitimciler serbest kıyafetle çalışırken bizde hala yasak.
Bu laikçi zihniyet çok partili demokrasiyi hiç benimsemedi, hep benim dediğim olacak dedi. Basını da sürekli arkasına aldı. On yılda bir yapılan devrimlerle totaliter hakimiyetini sürdürdü. Beyinleri kilitledi. Şimdi biz aksini düşünemez olduk. Atatürk’ü tabu yaptı. Dayatmasını onun adına sürdürdü. Hala daha sürdürmeye çalışıyor.
Eğitim özgür düşüncenin mekanı olması gereken bir alandı. En baskıcı sistemi orada kurdu ve bunun değiştirilmesine hiçbir zaman izin vermedi. Daha düne kadar kız öğrenci ve bayan öğretmen pantolon giyemiyordu. Daha düne kadar bayan öğretmen ve kız öğrenci başörtüsü ile EĞİTİM ALAMIYORDU. Din özgürlüğü diye bir şey tanımıyordu bu zihniyet. Özgürlükleri hep kendisi için istiyor ve alıyordu.
Batıcı basın arkasındaydı. Kız öğrenciler erkek öğrencileri tahrik etmek için etekleri alabildiğine kısaltıyor, idare buna önlem almaya kalksa medya kıyameti koparıyordu. Formayı dayatıyorlardı ama bu formanın teşhirciliği yaygınlaştırmasına ses çıkarmıyorlardı. Oysa teşhircilik bir sapıklık ve ruh hastalığıydı. Bu ruh hastalığının yayılmasını teşvik ediyorlardı.
..
ŞİİR OKUYUCUSUNA NOTLAR
hergün bir şiir yazıyorum. Ölüm korkusu yakamı bırakmıyor. Aşk yokluyor beni arada. O eski ateşli sevda yoksa bile, o duygu yokluyor beni arada sırada. Yaşlanmak düşüncesi şiirde doğurgan kılıyor beni. Sürekli şiir okumak, sıkıcı hayat, hepsi etken bu verimlilikte.
Bu velutluk bir yandan şaşırtıyor beni bir yandan korkutuyor.. geçici taşındığımız yer babamın mezarına yakın. Bir alt caddeden geçiyoruz sürekli. El fatiha diyerek fatiha okuyoruz ölülerimize.
Alternatif yol da mezarlık yanından geçiyor. Ondan olacak bunca ölüm duygusu yoğunluğu.
Edebiyat öğretmeni olmam, şiirle bu denli haşır neşir olmam da etken burada.
Öğrenci,lerin aşırı sevgi ve samimiyeti, son suınıfların ders yapmaktaki isteksizliği de eklenince ve bfen lisesinden sonra böyle bir okulda çalışmak, onların aşırı sosyalliği beni üretken kılıyor sanıyorum. Henüz basılı bir kitap çıkaramam da amiller arasında sayılabilir.
..
EĞİTİM YAZBOZ TAHTASI
Eğitimi yazboz tahtası haline getiren zihniyet hala değişmedi. Bürokrasinin yönetimdeki krallığı eğitimde de sürmekte. Bizim bürokrasimiz yanlışlarını düzeltmez, doğruları aramak gibi bir derde düşmez. Onun varsa yoksa kişisel menfaatleri önemlidir. Her zaman krallığını sürdürmek için bir yol bulur. Eğitimi bugünkü hale getiren ve hala bir yazboz tahtası olarak kullanan zihniyet bu bürokratik hegamonik kesimdir.
Bu hegemonya Batıyla içli dışlıdır. Milletin menfaatleri yerine kendi menfaatlerini düşündüğü için batının azatsız kölesidir. Çünkü kişisel çıkarını orada bulmuştur.
Her iktidar değiştiğinde o elinde dosyalarla gelir, yeni bakanın kafasını karıştırıcı, onu pohpohlar, eğitimde devrim yapacaklarını söyler. Bu şerefin zat-ı alilerine ait olduğunu söyler. Her yeni Bakan’a olduğu gibi bu Bakanı da kendilerinden geçirirler.
Sonra gelsin yeni değişimler, gelsin yeni karıştırmalar. Hiçbir ön araştırma ve uygulaması olmayan projeler, programlar, bazılarını zengin ededursun bazılarını popüler olan öğrenciye olur. Kayıp nesiller birbirini takip eder. Anarşi okullarda yuvalanır, terör bu eğitim sisteminden beslenir. Fitne ve karışıklıklara alet olacak gençlik işte böyle hazır hale getirilir.
Gezi kalkışması da bu eğitim sisteminden beslenmiştir, Bonzaicilere de bu sistem yol açar.Okulda ibadet etme imkânı bulamayan nesiller, Fast-foodla yerinde duramaz hale getirilir, kızlı erkekli öğretimde karşı cins ilgisi kısa teklerle alabildiğine tahrik edilir, bir de buna dindışı, seküler müfredatı ekledin mi al sana her türlü şerre hazır hale getirilmiş kurşun askerler ordusu. Bir de buna her geçen gün değişen ve yazboz tahtası haline getirilen eğitim sistemini ekledin mi al sana patlamaya hazır hale getirilmiş bombalar.
Yıllar önce bir akil adamdan dinlemiştim Ankara’da. Bu işleri bilen, eğitim üzerine kafa yoran bu adam bana şöyle söyledi:’ Beş yılda bir Avrupa’dan yüksek ücretli uzmanlar gelir, her geldiklerinde yeni bir proje, program ve sistemle gelirler, eğitimi Arapsaçına dönüdürler, yüksek ücretlerini, her türlü harcırahlarını milyon dolarla ifade edilen istihkaklarını alır giderler. Eski sistem daha tam değerlendirilmeden, aksayan yanları belirlenmeden toptan rafa kaldırılır, yeni önerdikleri sistem hiçbir ön araştırma ve deneme yapılmadan, amaç ve hedefler belirlenmeden yürürlüğe konulan bu sistemde bir sürü aksaklıklarla yürütülmeye çalışılır, sonunda onun da miadı dolmuş denilir, olmadı sil baştan beş yıl geçmiştir uzmanlar gelmiştir, yen, sistem getirmişlerdir. Hadi sil baştan. Eğitim yazboz tahtası öğrenciler kobay. Öğretmenler zavallı robotlar. Onlara bir şey danışılmaz, saha araştırması yapılmaz, hiç bir değerlendirme ve tartışma yapılmaz hurra.
Bunu duyunca şaşırmıştım. Bunun basit bir getirim elde etme yolu olduğunu kimse söylemesin bana. Bu doğrudan doğruya bir oryantalizm sorunuydu ve tamamen maksatlıydı.Oryantalizm en nemli, en hayati noktaya müdahale ediyor, en korkunç darbeyi eğitimden vuruyordu. Ben bu anlatı sayesinde oryantalizmin çirkin suratını bir kere daha görmüştür.
..
Tanıdığım Ünlüler:
NECATİ ÇELİK
İzmit İmam Hatip Okulu’nun ilk öğrencilerinden. İleriki yıllarda aynı sınıfta beraber olacağız. Pek çalışkan bir öğrenci değildi. Kilolu olduğundan dolayı boğazının altında sarkan bıngıldaklarından dolayı kendisine mebus derdik. Hakkı var ağırlıklı bir adamdı. Yürüyüşünde, tavırlarında bir saygınlık vardı. Sanki ta o günlerde bakan olacağını biliyordu.
Liseyi onunla okuduk. Fazla bir yakınlığımız olmadı. Benden bir iki yaş büyüktü galiba. Sınıfın yaşlılarıyla gençleri arasında bir mesafe vardı. Biz de bu yüzden çalışkanlığımızla ön plana çıkmaya çalışıyorduk. Onlar yaşlarının olgunluğunu ortaya sürüyorlardı. Okulumuzun ilk öğrencilerinden oluşan bir sınıftaydık. Çoğu Kur’an-ı Kerim kursundan gelmeydi. İçlerinde hafızlar vardı. O hafızlık yapmamıştı sanırım.
Liseyi bitirdik. Bir sınav sonuçlarıyla üniversiteye kaydolmaya hak ettik. O istediği bölüme girememişti. Kuran kursu öğretmeni oldu kendi köyünde. Şimdi Gölcük ilçesinin bir mahallesi olan İhsaniye idi onun köyü. Yılsonu hatim merasimine o dönemin Çalışma bakanı Şevket Kazan’ı davet etti. Törende bakanı iyi ağırladı. Çok geçmeden Bakan onu Ankara’ya aldırdı. Özel kalem müdürü olmuştu. Koltuğu dolduruyordu.
..
Eğitim Üzerine Yazılar:
7
YABANCI DİL EĞİTİMİ ÜZERİNE
1
..
KUR’AN KURSLARI VE EĞİTİMDE ŞİDDET
Kur’an Kursları’nda eğitim ne yazık ki hala medreselerin bozulduğu, beşik ulemalarının çoğaldığı yıllardan kalma, hiçbir pedagojik dayanağı olmayan, salt kaba kuvvete dayalı sistemde devam etmektedir. Özellikle yatılı kurslarda en sık başvurulan yöntem olarak hala bu ilkel metot sürmekte, Kutsal Kitab’ımızın öğretilmesi için gönderdiğimiz çocuklara Kur’an öğreten bu müesseseler evlatlarımızı Kutsal Kitap’tan soğutmaktadırlar.
Öğretmenliğe ilk başladığım yıllarda okullarda dayak hüküm ferma idi. Hele bizim öğrenciliğimizde hocalarımızın tek bildiği yöntem buydu. Hala hayattadır bu Hocalarımız. Dayaktan başka terbiye metodu bilmeyen zavallı eğitimciler, kendilerini hiçbir zaman sorgulamıyorlar, başka bir yöntem arama zahmetine katlanmıyorlardı.
İlkokul birinci sınıftaydım; öğretmenimiz Bedia Çelik öğrencisini çok severdi. Ben onunla okumayı sevdim. Eğitim benim için güzel bir dünya oldu. Ona minnettarım. 2. sınıfta başka bir öğretmen girdi dersimize. Adı Mehmet Tombuloğlu idi. Otoriter kişiliğinin bir parçası dayaktı. Şiir ezberletirdi bize. Okuyamayınca ellerimizi o kuvvetli sopayla kızartırdı. Olanca gücüyle nazik ellerimize vurur; bunu eğiticilik addederdi. Ben her gün ezberimi yapar, tahtaya kalkınca dayak korkusuyla şaşırır ve dayağı yerdim. Bu öğretmenimi hiçbir zaman hayırla yad etmedim. O Samsun’a tayin olunca pek sevindim. İlk öğretmenim İstanbul’a tayin olmuş, buna ben pek üzülmüştüm. Son iki yıl Salih Kulaç isimli oldukça demokrat bir öğretmenimiz oldu. Kişiliğimin gelişiminde onun katkısı çoktur eminim. Arkadaşlarımın kiracısıydı. Rahmetli olmuş. Onu hep hayırla yad ederim.
Orta okul ve liseyi bir İHL. de okudum. Dayak hükümferma idi. ‘Sopa cennetten çıkma’ derlerdi öğretmenler. Dayakçı bir Müdür’ü vardı. Odasında döverdi. Müdür yardımcıları hakeza. Sınıf içinde dayak atan öğretmenler en popüler öğretmenlerdi kendilerine göre. Eğitimin tek genel geçer aracı dayak yahut not tehdidi idi. Öğretmen sınıfa hakim olmak için not defterini çıkarır baskın sözlü yapardı. Zor sorularla öğrenciye sıfır vermek marifetti.
Ben de bu dayaklardan nasibimi aldım. Ailemde hep uslu çocuktum. Bu yüzden dayak yemedim. Babam en küçük ile en büyüğümüzü döverdi. Beni annem korur, zayıf olduğum için savunur, onun tabiriyle kayışları kendi yerdi. Babam bel kemeriyle döverdi. İlk okulu bitirdikten sonra laftan etkilendiğimi gören babam biz iki ortancaya dayak atmadı.
Yıllar geçti, öğretmen olduk. Sınıflara derse girmeye başladım; dayaktan nefret ediyor, öğrencilerimi seviyordum. Mezun olduğum okulda derslere girmeye başladım. Öğrenciler başıma üşüştü. Sevgimi belli ediyor, sınıflara hakim olamıyordum.
Ankara Elmadağ’da bir okula atandım. Orada da dayak hazretleri hükümferma idi. Öğretmenler sopa ile derse girerlerdi,’ soran olursa tahtada yazılanları gösteriyoruz öğrenciye diye söyleriz’ derlerdi. Ama kimse buna inanmazdı. Ben yine zor durumda kaldım. Sınıflarım gürültü içindeydi. Derslerimde öğretmen yok diye içeriye girerdi idareci ve öğretmenler. Sonra basit bir yöntem buldum. Ben de kaba kuvvete başvurdum. İtiraf ediyorum. Yaramaz öğrenciyi çağırıyor, suratına hafif darbelerle şamar vuruyor, öğrenciyi sever gibi tokatlıyordum. 10 bilemedin yirmi hafif vuruşla vuruyor,öğrencinin suratı kıpkırmızı oluyor, yerine geçen öğrenci bir daha şımarmıyor, uslu uslu oturuyordu.
Sordum ‘niye artık şımarmıyorsunuz, ben sizi dövmüyorum ki seviyorum biliyorsunuz; bu vurduğum sevgi tokadı’. Olsun Hocam diyorlardı biliyoruz, ama suratımız çok yanıyor’.
..
HOCAM MUSTAFA MİYASOĞLU
1946-2013. Şair, yazar. Yeni Sanat dergisini çıkardı. İyi bir romancı. Kaybolmuş Günler, Güzel Ölüm önemli romanlarından. Edebiyat geleneği denemelerini topladığı eseri. Devran şiir kitabını yayınladı. Biyografi türünde Necip Fazıl ve Asaf Halet Çelebi isimli eserleri var.
Bu kitabi bilgiler yanında tanıdığım Miyasoğlu’ile geçen günlerimizi ve dugularımı sizlerle paylaşmak isterim:
Mustafa Miyasoğlu vefat etti dün. TV haberlerinden öğrendim gece saat: 02.00’lerde. Sonra bir arkadaşım aradı. Yarın Fatih Camiinde kılınacak namazı diyordu. Ben de birçok arkadaşımı aradım onun öğrencisi. Birçoğuna ulaşamadım. Sonra Hocam Ali Nar’ı aradım. O da bir iki saat gecikmeyle döndü bana. Yeni uyumuştum sahurdan sonra sabah namazını beklemiştim de telefon sesine uyandım. Ali Nar’dı. Konuştuk başın sağ olsun dedim o da başımız sağ olsun dedi.
Onu nasıl tanıdım. 1972 yıllarıydı. İzmit İmam Hatip Lisesinde okuyorduk. Okulun ilk öğrencileri ve tek son sınıfıydı. Miyasoğlu’nun tabiriyle başarıya adanmış 35 kişiydik. Ali Nar Meslek dersi hocamızdı ama edebiyat dersine de giriyordu. Geniş kültür ve engin bilgisiyle bizi aydınlatıyor farklı bir öğretmen profili çiziyordu. Birkaç ay geçmedi ki edebiyat derslerine yeni atanan bir öğretmenin geleceği duyurdu. İşi ehline devrediyoruz dedi. Gelen öğretmenin Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ekoluna bağlı olduğunu, O’nun derslerinin bize çok yararlı olacağını vurguluyordu.
Ertesi gün saçları oldukça gür genç bir öğretmen derse girdi. Sınıfın çoğu Urfa gezisine gitmiş, birkaç arkadaş kalmıştık. İlk ders bize M. Akif’i işlemiş Akif’in milliyetçi değil, ümmetçi olduğunu söylemişti. Şaşırmıştık. İlk kez böyle bir bilgiyle karşılaşıyorduk hem de o güne kadar hep karşıt söylemli edebiyat öğretmeni yerine bizden bir edebiyat öğretmeni ile karşılaşıyorduk.
Hocamızın sanatçı yanını yavaş yavaş fark ediyorduk. O sıralarda alt sınıflarda öğrenci olan İsmail Borlak’a yakın bir ilgi gösteriyordu biz onu kıskanıyorduk. Okula yeni atandığı zamanlardı. Okul pansiyonunda nöbetçi öğretmen olarak kalıyordu. Akşamları Kaybolmuş Günler’i temize çekiyordu. İsmail'le beraber.Bir zaman sonra roman Milli Gazete’de tefrika edilmeye başlandı. Hocamızın romanın yayınlanması bizi mutlu ediyordu. Romanda o sıralar yeni okuduğumuz Huzur Sokağı ve Minyeli Abdullah’ın diyalektiğini arıyor ama bulamayınca düş kırıklığı yaşıyorduk. Hocamızın böyle bir romanı yazma nedenini sorgulamaya ve yer yer onu eleştirmeye başlamıştık.
Sonradan evini İzmit’e taşıdı. Tahsin Pay beyin Cengiz Topel caddesindeki evini kiralamıştı. Vakıflar yurdunda seminer verecekti. Beklemeye başlamıştık. Telaşlı ve yorgun gelmişti. TV satın almıştı evine. Bayağı şaşkındı. Ben de bugünlerde yeni öğrendiğim bir ayet mealini aktardım: Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde hayır vardır diye. Yıllar sonra o ayetin tefsirini öğrenecek ayeti sırf hocama yararlanmak için onun haline tercüme ettiğimden dolayı kendime kızacaktım. Ayet savaşta düşman üzerine atılmanın kendini tehlikeye atmak olduğunu iddia edenlere karşı inmiş savaşta geri durmanın asıl tehlike olduğunu ihtar ediyordu. Bu olayda öbür ayet sizin şer bildiğiniz savaşa katılmak düşmanla çarpışmak hakkınızda hayır sizin hayır bildiğiniz savaştan geri durmak şerdir’ ifadesiydi. Ben çok alakasız bir uyarlama yapmıştım.
Okulu bitirmiş üniversiteyi kazanmıştım ama okulumdan ayrılamıyor onu sık sık ziyaret ediyordum. Miyasoğlu hocamın uyarısı yanlışımı bana fark ettirdi. Sen bu okulu bitirdin artık üniversiteye alışmalı geri bakmamalısın anlamında. Oysa ben burada gördüğüm ilgiye takılmış kalmıştım suda geçen atın kendine bakıp boğulması gibi. Atın başına vurulup geminin çekilmesi gerektiği gibi. O beni uyaran bir dost olmuştu.
..
11.06.13 SALI
Dersler bitti, öğrenci yok. Bir sınıftan bayağı öğrenci gelmiş, ama onların da ders yapmaya niyeti yok. Yalnız Doğan Bey laboratuvarda bir şeyler yapıyor onlarla.
Biz defterleri yazıyoruz. Yazılı kâğıtları teslim ediliyor, raporlar yazılıyor. Ders kesimi kulüp raporları vs.
Geçen seneki kulüp raporunda biraz değişiklik yaparak çıktı aldım.
Hava sıcak mı sıcak. Benim dersim saat 11 de. Çorba içtim çıktım. Gazetemi aldım yolda okuyup bitirdim. Yine gezi olayları yine yorumlar. Bazıları hükümetten yana bazıları karşı. Çok sesli bir gazete bu.
Tansiyonum düşüyor az da olsa. Hep bu bayırda. Öğrenilmiş çaresizlik mi bu acaba. Taşınınca arabamla çıkacaktım bu bayırı diyorum kendi kendime, ama tayinim çıktı. Yılan çıkar diye korkuyorum buradan inerken fazla sıcaklarda. İki kez yılan gördüm burada biri ölüydü yol ortasına atmışlar öbürü canlı. Karşıdan karşıya geçiyordu.
Televizyonda gezi olayları. Taraftarları çok burada. Hükümete lanet okuyor, Başbakan’a ateş püskürüyorlar. Biz rahatsız oluyor ses çıkarmıyoruz. Taksime de gittik diyor biri, Cumhuriyet Parkına da, Yeni Kent’te de caddeleri doldurduk.
Herkes terk ediyor okulu. Defterleri imzalayan gidiyor. Ben günlüğümü yayınlıyorum. Sitelerimi geziyorum. Bengisu sanat.com a Google ve facebook paylaşma özelliği eklemiş ben de öbür siteye eklemeye çalışıyorum. Forum gazete vb. ekstralar ekliyorum. Bakalım kimler yazacak. Gazeteye kimler abone olacak.
Hikâyeler. Net’te Google paylaşımlarının artması hoşuma gidiyor. Antoloji.com dada bayağı paylaşımlar olmuş benim dışımda. Hikâyeler.net her gün bir yazıdan başkasını kabul etmiyor bu yüzden ben de antoloji.com dan dan alıp araya aktarıyorum. Özel üye olmak gerekli birden çok eser yayınlamak için. Eserimi yayınlatmak için para ödemek zoruma gidiyor.
Yarın pikniğe gideceğiz. Kendimi zorla davet ettirdim. 9 C sınıfının pikniği. Hiç derslerine girmedim.
..
10*06*15
Yarına ertelendi mezuniyet. Bu gün birkaç öğrenci gelmiş. Akıllı tahtalar açılmıyor. Anahtarlarımız virüslü. Onlar da cep telefonlarını açıyorlar video izliyorlar. Ben Safahat’ı okumaya çabalıyorum. Safahat’ı bu denli tekrar tekrar okuduğumu anımsamıyorum hiçbir zaman.
Çanakkale Destanı’nın yazmayı sürdürmeye çabalıyorum ama başaramıyorum. Aşk şiiri damarım da kurudu O’nu görmeyeli. Denemeler yazmaya çalışıyorum ama eski şevkim yok. Hilye-i Hakani’yi çeviriyorum.
Kitaplarımı hazırlamam gerekecek. Ama vakit bulamıyorum. Artık kitap çıkarın Hocam diyor öğrencilerim. Bu istekleri zamanın geldiğine yorumluyorum. Öğrenciler okuldan kaçmak için duvarlardan, camlardan atlıyorlar.
Sanal dünyanın gerçek dünyayı tehdit ettiğini görüyorum. Edebiyat ve sanatın da sanal aleme kaydığını görüyorum. Sanatın sanal dünyaya kayması yakın bir gelecekte tamamlanacak. Ama yine de ben kitaplarımı basılı görme isteğinden kendimi alamıyorum.
Kitap okuma hızımı artırmak istiyor kültürel faaliyetlerimi sanal alemde karşılama alışkanlığı edinemiyorum bir türlü. Yine kitaba para ödüyorum. Yine evimdeki kitaplığı büyütmeye devam ediyorum.
Zarifoğlu üzerine ikinci özel sayı bu aldığım. Yıllar önce Mavera özel sayısını bir arkadaşımda bulmuş, ona büyük bir hırsla el koymuştum. Bu malın gerçek sahibi benim diye. Parasını ödemediğim halde. Bu serden en iyi ben yararlanabilirim düşüncesi beni bu gayrete sürüklemişti. Behçet Necatigil’n ikinci şiir kitabını bulduğum dost kitaplığından almış, cebri bir davranışla adeta ona el koymuştum.
Eğitim Üzerine Yazılar, Ailem ve Ben, Aşk Kitabı 1 ve 2, Ey Kutlu Peygamber, Hilye çevirisi, Çanakkale Destanı, Resimli İslam Tarihi kitapları tamam. Bazıları değilse bile yarılanmış. Allah nasip ederse onları kanlı canlı hale getireceğim.
Hece dergisi yayını Özel sayıyı henüz okumaya başlayamadım. Yazı karakterleri de oldukça ufak. Günlük iki gazete okuyorum. Birinin harfleri çok küçük birinin çok büyük. Ortasını bulamıyorlar nedense.
..
ATİLLA İLHAN
Onunla tanışmam nasıl oldu? Sağ cenah gazetelerde boy gösteren, röportajlar veren bu şair epeydir ilgimi çekiyordu. Üniversitede öğrenciydim. Bu benim ikinci fakültem. Edebiyat merakım beni ilahiyat fakültesinden etmişti ama edebiyatla ilgimi hiç kesmemiştim. Hatta serbest meslek icra ederken bile edebi eserler okuyordum.
Bir anket yapmak düşüncesi doğdu içime, röportaja döndü bu düşünce. Bir sürü soru hazırlamıştım 100’ e yakın. Mukaddime ’nin doğuş nedenini İbn-i Haldun dönemin önemli sayılan aydınlarına yönelik bir anketinin olduğunu öğrendiğim gün aklıma geldi bu düşünce. Ben de soruları önceden hazırladım.
O sıra yayınlanan bir dergide önemli bir görevde olduğunu öğrendiğim Atilla İlhan’ı aradım. İlk arayışım başarısızlıkla sonuçlanmış ama telefonunu elde etmeyi başarmıştım. Telefon ettim dergi idaresinde buluştuk. Bir grup halinde oturuyorlardı. Soyadı benimle aynı bir bayan ve şimdi hatırlayamadığım birkaç kişiyle oturuyor, koyu bir sohbete dalmışlardı. Bir ressamdan bahsediyorlardı. Bu Türk Ressamın Fransa macerası söz konusuydu. Erkeklik organlarının resimlerinden bir sergi açmış Ressamımız. Sergiyi gezen bir gay Fransız eleştirmen Ressamı Fransa’ya götürüp orada tanıtmış ve meşhur etmişti. Sanatın, özellikle Batı sanatının bu derece adileşmesi midemi bulandırmıştı.
Aslında yazarın ‘’Hangi Seks’ adlı kitabını da yeni okumuştum ve zaten nefret ettiğim Batıdan büsbütün nefret eder olmuştum. Hangi Batı zaten sağcı yazarlarda okuduğum yazıların bir benzeriydi ve beni şaşırtmıştı. Şiirlerinden Mihrimah ve Sultanı- Yegah’ını da beğenerek ve ayrıca besteleyerek okuyordum.
Onun Divan Edebiyatı hakkındaki görüşlerini de pek beğeniyordum. Şiirlerinden başka romanları ve denemelerini de okumuştum. Hepsine öğrenci bütçemden ayırarak para ödedim ve kitaplığıma katmıştım.
Onları dinledim sessizce ve biraz da garip karşılayarak. Bana göre aralarında kadınların bulunduğu yerde bu tür cinsellik konularına yer olmazdı. Orada sözleştik ve belirlediğimiz vakitte o zamanlar taksimde bulunan bir kafede buluştuk. Şair bana orada demlik çay ısmarladı. İçerken sorularımı sordum. O söyledi ben yazdım Milli gazete başlıklı deftere. Soruları azaltmamı, daha basit ve sade hale getirmemi söylemişti. Ben de istemeye istemeye yaptım. Röportaj onun reklamına dönüşmüştü. Kullanıldığımı hissettim. O zamanlar adı geçen gazetede muhabirlik yaptığım halde bu röportajı yayınlamadım. Çünkü daha o günlerde aynı gazetede başka biri tarafından yayınlanan röportajla karşılaşmıştım.
O ara sıra kendisiyle görüşen arkadaşlarımıza röportajın akıbetini soruyordu. Ben de o ölünce yayınlarım diyordum. Sonra öldüğünü işittim ama ben kayıtlarımı kaybetmiştim. Hala onları bulup yayınlayacağımı umuyorum. Keşke kullanıldığımı düşünmeseydim de alınganlık yapmasaydım. En azından şimdi elimde olurdu. Eserlerini hala okuyorum zaman zaman. Şiirleri başucu kitabım gibi. Şiirlerindeki cinsellikten hoşlanmıyorum. Okulda derslere götürüp getirdiğim halde öğrencilere okurken seçme yapmak zorunda olduğum şairlerden biri o. Cemal Süreya gibi sevdiği ama bu tarz şiirlerini öğrencilerime okumaktan utandığım bir şair o.
..
İSMAİL KARAOSMANOĞLU NAM-I DİĞER AHMET KEMAL
Annem buğday hasadı zamanında doğduğumu söyler. Babamın memuriyete girişi dolayısıyla doğar doğmaz nüfusa kayıt olan tek evlat benim. Benden 2 yaş büyük abim benimle ikiz yazıldı. Benden iki yaş küçük erkek kardeşim ise 2 yıl gecikmeli kaydoldu. Bu yönden şanslı biriyim yani.
Adımı bebekliğinde ölmüş benden iki büyük ağabeyimden aldım. Ebem bana Ahmet adını koydu. Ben ona büyük şair Yahya Kemal’den ilhamla Kemal’i ekledim.(Ebem annemin babaannesiydi. Allah rahmet etsin. Pek mübarek bir kadındı. Bir sürü yetimi büyüttü.)
27 Mayıs İlkokulunu bitirdim. Sınıfın en küçüğüydüm. Benimle birlikte en önde oturan Kuzu soyadlı Mehmet’le bana problem soran öğretmenim Bedia Çelik’in isim takmasıyla tavşan lakabını aldım. Orta ve Liseyi İmam Hatip Okulunda tamamladım. 7 yıllık imam hatip okulu bende büyük tesir bıraktı.
Nihat Erim hükümetinin okulun Lise kısmını açmaması yüzünden Lise 1. Sınıfı Adapazarı’nda okudum. İlk gurbet hayatım böyle başladı. Erzurum Üniversitesi İslami İlimler fakültesini kazandım. 1980 öğrenci hareketlerinde yaralandım. Edebiyat ilgim ve bu yaralanma olayı dolayısıyla fakülteyi 3. Sınıf 2 kez tekrar ettiğim halde bitiremedim.
Çeşitli işlerde çalıştım. Gazetecilik ve serbest ticari faaliyetlerde bulundum. Annemin ısrarıyla tekrar sınavlara girerek Edebiyat fakültesine kaydoldum. Orayı da 1 yıl fazla kalarak bitirdim. Fakültenin ilk sınıfında Mehmet Kaplan, Abdülkadir Karahan ve Muharrem Ergin gibi seçkin şahsiyetlerin öğrencisi oldu. İlk şiirleriyle Mehmet Kaplan’ın şahsi beğenisini kazandı.
Halen edebiyat öğretmenliği yapıyor. 2 si erkek 1 i kız 3 çocuk sahibi. Arapça, Farsça ve İngilizce biliyor. Eserlerini kendisine ait www.bengisusaanat.tr.gg ve profesyonel sayfalar www.antoloji.com/Ahmet-Kemal , www.hikayeler.net sayfalarında yayınlamaktadır. Ayrıca internet kitap sitesi www.mobidik.com da kitaplarını yayınlamaktadır.
Eserleri: Aşk Kitabı(Şiir) , Ey Kutlu Peygamber (Şiir) Yazılarım (Düzyazı)
Ahmet Kemal(İsmail Karaosmanoğlu)
..
ENAYİLER OLMASA
Meşhur bir söz vardır: ’Enayiler olmasa açıkgözler nasıl geçinir.’ Bu söz bize her şeyi açıklıyor. Kurnazlar ve aptallar birbirini tamamlayan, bir bütünün iki parçası olan unsurlar.
Ortaokulda Türkçe Öğretmenim bize bir kompozisyon konusu vermişti. ‘Yüksek tepelerde hem yılanlara, hem de kuşlara rastlanır. Kuşlar uçarak, yılanlar sürünerek varırlar aynı yere. Bu söz her şeyi anlatıyor. Yıllar sonra bu tiplere her zaman, her yerde rastladım. Yüksek makamlara beleş olarak, tepeden inme yerleşenleri gördükçe hayıflandım. Aynı yerlere sürünerek, bin bir zahmetle çıkanları, hatta çıkamayanları gördükçe acıdım, yüreği burkuldu.
Bazı insanlar vardır hep işleri rast gider. Hep dört ayaküstü düşerler. Fırıldak çevirmeyi iyi bilirler. Her zaman, her yarda iş bitiricidirler. Hak etmeyi beceremezler, ama her zaman hak etmediklerini hem de fazlasıyla elde ederler.
İşte dünya böyledir. Bu tipler okulda en tembel talebedirler. Kopya çekereler. Her türlü yaramazlığı yaparlar. Hatasız, yanlışsız, vukuatsız günleri yoktur. Nasıl olsa bir diploma ederler. Beleşten bir üniversite de bitirirler. Ondan sonra gelsin kaymaklı işler. Ve o zavallı çalışkan dürüst öğrenci, her şeyi bileğinin hakkıyla almaya çalışan ve bin bir güçlükle bunu beceren iyi insan, dosdoğru adam, sırf adamı olmadığı için işsiz güçsüz perişan olur. Zaten onun hakkı olan makam ve mevki de adamını bulduğu, yaltaklanmasını iyi becerdiği için o üçkâğıtçı tarafından elde edilmiştir.
Enayiler ve açıkgözler. İşte onun için asalaklar aptalların sırtından geçinir derler ki doğrudur. Bu dünyanın gidişatı böyledir. Ve bu yanlış gidişat dünyanın kuruluşundan beri böyledir. İş bilenin kılıç kullananın dememişler mi atalarımız. Her ne kadar bunu bu anlamda söylememişlerse de bu böyle anlaşılmış, daima kurnazlar, açıkgözler işlerini kolayca ve rahat bir şekilde yürütmüşler, gemilerini büyük okyanuslarda yüzdürmüşler, sağ salim istedikleri limana varmışlardır.
Ünlü bir fıkra vardır. Çöl ortasında çocuğuyla birlikte devesine binip gitmekte olan Arap yerde hasta numarası yaparak yatan bir üçkâğıtçının hilesine uğramış, ona yardım etmek için devesinden aşağı inen hırsız tarafından derdest edilerek soyulmuştur. Ama soyulan iyi niyetli insanoğluna bu olayı kimseye anlatmamasını söyler. Nedenini soran çocuğa; ’ Anlatma ki oğlum bir daha insanlar darda kalmış hiç kimseye yardım etmezler.’
Bu açıkgözler hırsız gibidirler. Başkalarının her şeyini ele geçirirler ve kendilerine mal ederler. O mal ve makam sahipleri ise her zaman kaybetmeye mahkûmdurlar. Ama zavallı saf temiz insanlar kendi haklarını koruyamadıkları, uğradıkları haksızlıkları da bir türlü kimseye anlatamazlar.
..
HAYATIMIN GİZEMLİ ANLARI
4
BENSE bileğimin hakkıyla kazanmıştım ancak ilgim olan branşa değil, halen mevcut düzende orta öğrenimini gördüğüm ilahiyatta. Ben de orada tutunamadım. Geçiş yapmak için her yıl sınava giriyordu. Önce Erzurum’da sonra İstanbul Feriköy’de sınavlara girdim art arda. Halen öğrenci olduğum için puanlarım düşüyordu.
Tahminen yedince sınavda bir daha kazanacak en son girdiğim fakültede öğrenim görecektim. Orada yapamadım. Arkadaşıma öğrettiğim dersten o geçmiş, ben sınıfta kalmıştım. O şimdi büyük tüccar. Diplomasını hiç kullanmadı belki de. Bense diploma alabilmek için 13 yıl kaybettim. ‘Kayıplar kazançtır.’ diyor Sartre. Ben de öyle düşünüyorum. Hayatımda bana hep kendimi aşmayı bu kayıp yıllarım öğretti. Acıyla ve hüzünle karışık bir öğrenim bu. Bir büyük kamçılanma. Hayatımın her anında hep o kayıp günleri hatırlayıp hayıflandım. Bu yüzden de hep zamanın değerini bilmeye, zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalıştım.
SONDAN bir evvelki sınava bir arkadaşımla gitmiştim kentte. İzmit’ten İstanbul’a gidiş fazla vakit almamış bu kez otele sığınmamış yahut başka bir seçenek aramamıştım. Aynı salonda başka bir hemşerim daha vardı. O sınavdan en erken çıkmıştı. Sayısalcıydı. Ona daha sonra erken çıkışının nedenini sordum. Sözelden çok az soru cevapladığını yarısının doğrusu çıksa yeter diyordu. Ben hatamı anlamıştım sözelci olmama rağmen sayısaldan bir sürü soru cevaplıyordum ancak çoğu da yanlış çıkıyordu. Bu da oldukça fazla puan kaybetmeme sebep oluyordu.
Sonraki yıl onun taktiğini uyguladım ve başardım. İşte istediğim fakülteye nihayet girebilecektim. Amma ben kayıt yaptırabilecek miydim? Beni bir endişedir almıştı. Yurt müdürlüğünde kendisine ücretsiz belletmenlik yaptığım şimdi rahmetli arkadaşım bana bir hikaye anlattı. Bu hikayeden gerekli dersi çıkarmıştım hemen karar verdim. Kardeşimin üzerine bir askerlikten muaflık kağıdı aldım. Onun belgesi üzerinde tahrifat yaparak kendime askerlik tecil belgesi çıkardım. Bu işi de halletmiştim. Onun adını daksillemiş kendi adımı yazmıştım doğum tarihindeki değişiklikle öğrenim hayatıma yeniden kavuşabilecektim. Korku, sevinç ve heyecanla karışık bir duygu içindeydim.
..
HAYATIMIN GİZEMLİ ANLARI
2
Liseyi bitirmiş üniversiteye gitmiştim. Erzurum üniversitesi İslami İlimler Fakültesiydi ilk üniversitem. Karlı yollardan vardığımız bu kar ülkesinde nasıl yapacağımı düşünmeden okula başladım. Kalacak yer bulmak meseleydi. Yurt yoktu. Kimse öğrenciye (bekara) ev vermiyordu.
Sonunda Abdurrahman Gazi türbesine yakın bir yerde tek katlı bir eve 10 kişi yerleşmiştik. Yerde döşeme yoktu. Soğuk başını almış gitmişti. Divanlarımızı bir odaya toplayarak ısınmaya çalışıyorduk. Burada ok kalamadık. Bazıları yurda çıkınca bizde orayı tek ettik. Ama bize yurt çıkmamıştı. Mevcut yurtlarda boş kalan yerlerde kaçak kalıyorduk. Orada bir gece baskınıyla yaralandım. Anarşinin kol gezdiği zamanlardı. Ülkücüler üniversitede hakimiyet kurmaya çalışıyordu.
Yurtlarda gece yarısı baskınları yapıyor, komünist diye adlandırılan öğrencileri yaralıyor, yurttan kaçırtıyorlardı. Onları yıldırmış, kaçırtmış, sıra bize gelmişti. Bize yeşil komünist diyorlardı. Benim olan bitenden haberim yoktu. Ben kalacak yerim olmadığı için çoğu zamanımı memleketimde geçiriyordum.
Üstad Necip Fazıl’ın jübilesine gitmiş, dönüş hikayelerimi o gece misafir kaldığım yurt odasında anlatmıştım coşkuyla. Jübile davetiyelerini MTTB başkanı bana havale etmiş, satmamı istemişti. Ben de birini kendim kullanmayı kafama koymuş diğerini satacak, hatta verecek kişi bulamamış, her ikisinin de–öğrenci halimle- ücretini ödemiştim.
..
22.01.13
İkinci günlüğümü yayınladım. Önce antoloji.com da, sonra bengisu sanatta. Kâmil’in bana yaptığı siteyi arıyorum yok. Google tanımıyor. Eski sitemi buldum.www.bengisusanat.tr.tg. Yıllar önce yapmıştım.Bir kaç şiir bir resim bir yazı koymuştum.Şimdi de günlüğümü ve ilave birkaç şiir yayınladım.
Şifreyi unutmuşum. Meğerse o benim ilk şifremmiş. Bana ait bloğ da varmış. Fazla geliştirmemişim. Kaybettiği çocuğunu bulan anne gibi oldum.
Seminere gidiyoruz. Eski okuluma. Akıllı tahtayı öğreniyoruz. Video resim kesme biçme. Ses ve yazı müzik ekleme. Ne zor işlermiş yahu. Ah gençlik… Erken gelmişiz dünyaya. Öğrencilerimiz bizden kat kat iyi biliyor.
Yarın notları tamamlamam gerek. Çıktı almam lazım. İki öğrenci yok. Biri raporlu. Peşlerine düştüm. Yarın onları bulmam gerek. Sorumluluğu öğretmene yüklüyor sistem. Yine onarın arkasını biz toplayacağız anlaşılan. Bu ne kadar doğru bilmem.
Yıllar önce bir veliyle karşılaştım. Dersimize çalışmıştık öğretmenim demişti. Niye zayıf aldık anlayamadım. Ben siz benim öğrencimiz değilsiniz ki.
Sendika toplantısındayız. Esiyor gürlüyor il başkanı. Artarda espriler patlatıyor…
Ali Fazıl mesaj atıyor rasgele look diye başlıyor mesaj. Gerisi karışık. Hiçbir dilde değil. Belki de Sanskritçe.Ben annesinin yalancısıyım.
..
Kitap fuarı var. Daha gidemedim. Avni Bey her gün oradayım ben diyor. Okul dönüşü uğruyorum. 10 dakikalık bir yer. Okuldan 4 otobüs gitti. Ben onlarla gidecektim olmadı. Aynı gün bilgi yarışması vardı Süleyman Demirel’de. Bu ismi duymaktan rahatsız oluyorum. En az Kenan Evren ismi kadar. Değişmeli onun ismi verilen yerler. Ben yine de bilgi yarışmasına gittim. Yarışma boyunca strese maruz kalıyor onu yenmek için elimdeki bulmacayı yapıyordum. 2. Olduk. Üzüldüm. 1. Olacağımı zannediyordum. Öğrencilerimiz de 1. Olma zorunluluğunun baskısı altındalardı diye yorum yaptık.
Bu bir yabancı gazetenin deyimiyle 40 yıl ülkesinin aleyhinde çalıştığı halde en yüksek makamlarda oturanların başında geliyor. Bu adam bütün sorunların başında geliyor. Onun adını taşıyan salona gitmek değil ama adını anmak zorunda kalmak bile zoruma gidiyor.
Bu tayin işi benim psikolojimi hakikaten bozuyor. Hâkim arkadaşa telefon ediyorum. İdare mahkemesi başkanı ile seni görüştürürüm diyor. Daha o kula gitmedim bile. Neden gitmedim gitmemekte direniyorum bilmiyorum. Geçinmeye niyetim olmadığı için değil mi?
Akşam Fatih enişte aradı nişana geliyor musunuz diye. Süheyl evleniyor. Sevindim. Büyük bir yük kalktı başımdan. Onun benden beklentisini karşılayamıyor olmam beni zor durumda bırakıyordu.
Bu günlerde sıkıntılarımın çok olduğunu mazeret beyan ederek beni affetmesini istedim. Abim giderse onunla gelirim belki dedim ama o onun gelmeyeceğini söyledi.
Tahir hocam kitaplarınız verin taşıyayım dedi. Olur dedim. Atilla İlhan’ın şiir kitabı ve günlük yazdığım defter de kitaplar arasındaydı bir de plan, öğrenci resimleri, ödev kontrolü ve sözlüler için veri biriktirdiğim listelerle birlikte bazı kâğıtların bulunduğu dosyam vardı. Bir kitap çıkarmadınız hocam dedi. Dua et dedim çıkarayım.
Bu kez kitabımı çıkarmalıyım seneye fuara yetişmeli ama nasıl? Dernek bünyesinde bedelsiz satılmak karşılığında derneğe bağış alınmak suretiyle bassak nasıl olur? Yoksa bir yayınevine gerek duyulacak ki bu da bana çok zor gözüküyor. Dini şiirlerimi mi yayınlamalıyım önce. Açılım İslami İlimleri yayma ve yaşatma derneği olan bir derneğin çatısı altında yayın yapılınca en uygunu bu olur her halde.
Bu gün fuara gitmeliyim. Evde teklif ediyorum kimsede ses yok. O halde ben yalnız giderim. Gitmeliyim muhakkak.
Geçen hafta pek ders yapamadık. Bilim şöleni vardı. Veliler şikâyet ediyor. Haftaya da pek ders görünmüyor. Çünkü Çarşamba 19 Mayıs’ı kutlayacağız okul çapında. Artık okullarda kutlanıyor. İl kutlamaları kaldırıldı. Ama yine pek bir şey fark etmiyor. Gösteri için yapılan hazırlıklar dersleri engelliyor. Perşembe günü şiir şöleni pazartesi zaten tatil, gitti bir hafta daha. Mayıs ayı böyle oluyor. Sıcak bastırınca öğrencide ders çalışma isteği kalmıyor.
..
MEN DAKKA DUKKA
Yıllar önceydi bir lisede öğretmenlik yapıyordum. Bir öğrencimin velisi geldi. O da Milli Eğitimde bir idareci. Bir ilköğretimde müdür yardımcısıydı. Amirinin kendisine baskı yaptığını söylüyordu. Bu mobbingin onu bunalttığını yana yakıla anlatıyordu. Üstelik amirinin onun gibi aynı sendikadan ve aynı görüşten olduğunu ifade ediyor bu durumu anlayamadığını “ekliyordu sözlerine.
Şaşırmıştım. Durumu ben de izah edemiyordum. Adı geçen müdürün kayın biraderimin komşusu olduğunu biliyordu. Kayın biraderim ondan sitayişle bahsediyordu. Nasıl olurdu böyle bir durum ortaya çıkardı. Bir yanlış vardı bir yerlerde. Biri yanlış yapıyordu. Ben bir anlam veremiyordum.
Okul müdürüyle bir kez karşılaşmıştık kayın biraderin evine gittiğimde. Tanışmıştık. İyi bir intiba bırakmıştı bende. Ama öyle uzun boylu görüşme imkânı bulamamıştık.
Yıllar geçti ben o okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Başka bir okula tayin oldum. Bir dönem sonra da bahsi geçen öğrenci velisi idareci bizim okula tayin oldu. Hay tayin olmaz olaydı. Ondan önceki idareciyle aram çok iyi olduğu halde bu amirinin tavrından şikâyet eden adam aynı tavrı bana takınıyor kendince bana psikolojik baskı: mobbingin uyguluyordu. Allah’ım dedim sen ne büyüksün işte bu adamın sırrı şimdi ortaya çıktı. Bu adamla tanıştığıma, onunla aynı görüşten olduğuma, aynı sendikadan olduğuma yazıklar olsun diyordum. Aynı kıbleye yöneldiğimize yazıklar olsun diyordum.
Allah adildir diyordum. Bana şikâyet ettiğin baskı düzenin bana kendisi yapıyordu. Utanmaz adam diyordum sana dinin bunu mu emrediyor. Onlar kâfirlere karşı şiddetli, müminlere karşı alçak gönüllü olmayacaklar mıydı? Nerde? Tam tersi. İşte şimdi neden Müslümanlar olarak belimizin doğrulmadığını anlıyordu. Bu İslam’ca olmayan davranışlarımızdan yalnızca bir tanesiydi.’ Men Dakka dukka ‘diyordum. Çalma kapımı çalarlar kapını. Demek sen çevrende senin görüşünü paylaşan her kese bunu yapıyorsun ki sana bunu yapıyorlar. O zaman şikâyet etmeye hakkın yok. Şimdi düşünüyorum ben de mi başkalarına bunu yapıyorum da bana da yapıyorlar. Tabi bunu benim bilmem imkân yok. İpucunu yakaladım. Bundan sonra bu ipucundan yola çıkarak kendi yanlışımı yakalayabileceğim için mutluyum.
Dahası içimizden nicelerinin her hangi bir makama geldiklerinde ne kadar değiştiklerine şahit olmuştum. En yakın arkadaşlarımdan birçoğunu idareci olduktan sonra değişmiş görmüş durumu oldukça yadırgamıştım. Bu yüzden idareci olmaya hiç meyl etmemiş teklif edildiğinde de reddetmiştim. İnsanların nasıl bu kadar çabuk değişebileceklerine ihtimal vermiyor her defasında hayal kırıklığına uğruyordum. Aynı kişilerin ben onlardan uzaklaştığım zamanlarda değişip bana karşı daha alçak gönüllü ve insancıl davranmaları da bana hep ikiyüzlülük olarak görünmüştü. Ben de ondan sonra o kişilerden soğumuş onları insan yerine koymamaya başlamıştım. İyi de yaptığımı düşünmüştüm hep. Şimdi bile bunun yanlış olmadığını düşünüyorum.
Toplumumuzda bu tip insanlar ne kadar da çok. Makamlarının üstüne yükselemeyip onu başlarının üstüne alanlar. Sorsan hepsi, idealist, sorsan hepsi inanç eri, sorsan hepsi ideal adamı. Ama nerde? Konuşunca mangalda kül bırakmazlar. Eyleme gelince inançlarıyla taban tabana zıt eylem içindeler ama farkında değiller. Şimdi düşünüyorum acaba ben de öyle miyim? Belki de. Bunu bir araştırmalıyım. İşte bana kendimi anlamak için bir ipucu daha. Belki iki ipucu da bir yola çıkıyor.
Olsun sonuçta kendimi biraz daha tanıyabileceğim. Ne diyor o kelamı kibar 'Kendini bilen Rabbini bilir'.
..
21.03.13
Tayinimle ilgili işlemleri yapıyorum. Havalar çok sıcak. Bazen esmiyor değil. Onu Allah’ın lütfu olarak görüyor seviniyoruz. Elimde şişe suyu içerek geziyor. Haksız bir tayin bu. Fen Lisesine tayinim bundan 3,5 sene önce bir tuhaf tesadüf sonucu gerçekleşti.
Geçmişi de anlatmalı mıyım bilmiyorum. O zaman Yahya Kaptan Lisesindeydim. Oraya da İmam Hatip Lisesinden atanmıştım. İHL kadromuz usulsüz atama yüzünden Danıştay kararıyla iptal edilmişti. Buna da sebep bakanlığın yönetmeliğe aykırı atama yapmasıydı. Daha sonra yönetmeliği değiştirdiler ama bizi kapsamadı. Çünkü biz zaten Anadolu kadrosunda olduğumuz için başvurma imkânımız yoktu. Atamamız iptal edildiği halde göreve devam ediyorduk. Bakanlık hatasını kabul etmiyor görevimizi aynı kadroda sürdürüyorduk. Ne oldu da sonradan karara uymayı kabul etti bakanlık bilmiyoruz.
Olan bize oldu. Bir gün ansızın Milli Eğitim müdürü tercih yapmamızı emretti. Ben de başa Yahya Kaptan Lisesini tercih ettim.1,5 yıl sürdü buradaki görevim. Bir gün yine aniden Okul müdürü ‘size tayin hakkı verildi’ dedi. Ve Fen Lisesi maceram böyle başladı.
Ama orada da kalamadık. Daha tayinimizin birinci döneminin sonunda norm fazlası olmak varmış. Bu süper zekâlılar okulunda ilk şoku böyle yaşadık. Bir öğretmen ihtiyacı olduğu halde iki öğretmen tayin etmişlerdi. Ne oldu nasıl oldu anlayamadım. Nasıl bir entrika döndü bilmiyorum. Ben gittiğimde 3 branşdaşım vardı ben dördüncü oldum. 4 yıllık bu okulda her yıl 100 öğrenci alınıyordu.25 kişilik 4 sınıf var her dereceden. Etti mi sana 16. Her sınıfta 5 er saat dersten 80. Kişi başına düşen ders saati 20. İki öğretmen müdür yardımcısı oldu kısa zaman sonra. Onlar 6 şar saatten 12 saat ders aldılar geriye 68 saat ders kaldı. Onları iki öğretmen bölüştük.30 er saatten 60 saat derse girdik kalanı da fazladan idareci olan branşdaşlarımız aldılar. Bir öğretmen ihtiyacı doğdu. Ama baktık ki 2 göndermişler büyüklerimiz. Bir bildikleri vardır dedik boyun eğdik. Keşke eğmeseydin olduysa ondan sonra oldu.2. yıl 16’şar saatten 3 öğretmen dersleri bölüştük bunun böyle gitmeyeceği aşikârdı,
Bir öğretmen norm fazlası olacaktı. Turgay bey kıdemi benden eksik öğretmen olarak hep kendini norm fazlası sayıyordu. Norm fazlası kadrolarının ihtiyaç olan okullara gönderme emri gelmişti. Turgay beyi çağırdılar o doğru bakın norm fazlası ben değilim diye söylemiş. O bunu nereden biliyordu. Kıdemimin fazla olduğu halde puanımın düşük olduğunu nereden biliyordu. Bundan hep şüphelendim. O yıl benim tayinim yapılmadı. Çünkü ben tercih yapmadım. Fen lisesi öğretmeni ancak sosyal bilimler lisesine tayin edilebiliyordu. Ben de ona razı olarak ya da burada kalırım diye tercih yapmadım. O yıl böyle idare ettik. 16 saat dersi haftanın beş gününe yaydılar. O yıl müdür yardımcısı Fatma Hanım tayinini aldırdı. Turgay bey de kendi isteğiyle Sosyal Bilimler Lisesine öğretmen olarak, içimizden biri daha müdür yardımcısı olarak görevlendirildi. Yine 30’ar saat derse girmeye başladık.
Ama gel gör ki bir sonraki yıl çok istekle öteki okula giden adam geri döndü. Her dönem norm tayinleri için yazı çıkar ben imzalar oldum. Hatta bir kezinde yeni müdür beni vermek istemediğini söyleyerek Milli Eğitim’den talep etti. Ama bu yıl’ geldi çattı en son ölmek ne bir yemiş ne bir çiçek’.
Şimdi ayrılma zamanı. Biz de onu yaptık. Ah ne zorlu bir macera oldu bu. Fen lisesi macerası. Planlayarak gitmedim planlayarak ayrılmadım. Sürekli stres altında kaldım. Bu yüzden çok şiir yazdım bu okulda. Başka nedenleri de var mı bilmem. Ama bu okuldan hiç ayrılmak istemedim Allah biliyor.
..
ÖĞRETMENLİK
Ben kendimi disipline vereceğim ben
Ben bir öğretmenim anladınız
Ömrüm geçti öğretmekle
Kimi zaman mutlu oldum bir kelime öğrettim diye
Kimi zaman mutsuz
Onu siz anladınız
Kimi zaman umutlu
Bir şey öğretirim belki daha sonra diye
..
O KIZDAN ŞİMDİ HATIRA
O kızdan şimdi hatıra
Çıplak bacakları kaldı
Öğrenci miydi neydi bilinmez
Benim diyen dansözlere taş çıkartır
Gözleri göz değil engerek sanki
Dudakları korkunç ejder
Geleni yer gideni yutar
..
UFKUMUZA DOĞAN GÜNEŞ-NECİP FAZIL
1
Anı
Aylardan Mayıs..Doğum ve ölümü aynı ayda olan bir şair.Mayıs ayını şereflendiren şair..Büyük Doğu.Bu çağda İslam’ın yakılıp yıkıldığı bir çağda onu alıp yücelten küçüklükten büyüklüğe eriştiren ona geçmiş günlerdeki onurunu kazandıran büyük dava adamı
Said i Nursi gibi Mehmet Akif gibi bir dava ve ideal insanı..Sultan Abdülhamit’in küçülmesine mani olamadığı doğu dünyasını hiç değilse manada yücelten insan.Yeni bir dirilişin ilk kıvılcımları.Doğuyu sarsan adam..Uzun süredir uyumakta olan bir devi uyaran uyandıran müslamana İslam insanına özgüvenini kazandıran insan.
..
04.10.15
Öğretmenler odasında tek başıma oturuyordum. Bu gün öğleden sonra dersim yoktu. Nasılsa okula gelmiştim. Vakit geçirmek mi istiyordum bilmiyorum. İnternette şiirlerimi paylaşıyor reytinglerimi kontrol ediyordum.
Birden o çıkıp gelmez mi? Bana doğru geliyor ve gülüyordu. Tanıdık bakmasa ve gülmesi olmasa tanıyamayacaktım. Esra. Oydu. Tanıdım. Öğrencim. 5 yıl önceydi. Lise son sınıfta öğrenciydi. Okulun en terbiyeli öğrencisiydi. Benim branşımı seçmişti. Bir şiirimi tartışmış, tam yerinden yakalayarak eleştirmiş, ben onu haklı bulmuş ama o hatayı düzeltememiştim.
Üniversiteyi bitmiş, öğretmen olmuştu. Atanamamıştı ama ücretli derslere giriyordu. Atanmayı umuyordu. Kız kardeşi benim bu yeni okulumda öğrenciydi. Geçen yıl görüştürecekti bizi ama olmamıştı. Çok sevindim gelişiyle. Büyük bir mutluluktu benim için. Çay ikram etmek istedim kabul etmedi. Konuştuk. O günleri andık.
Köyde oturuyorlardı. Branşımı seçmesi beni mutlu etmişti. İçimden iyi bir yere atanması için dua etmek geldi. Güneydoğu aynı benim ilk öğretmenliğim yıllarında olduğu gibi karışıktı. Onun adına üzüldüm.
Kendimi hatırladım. İlk öğretmenlik yıllarımı. Öğretmenlerimle beraber çalıştığım yılları. Ölen öğretmenlerimi ve hala yaşayanları. Daha dün birinin oğlunu görmüş hocamın durumunu sormuş selamlarımı göndermiştim.
Ah hayat ne çabuk da geçip gittin ellerimin arasından. Daha dün gibiydi. İlk atandığım okul gözümün önüne geldi. Ankara''ya gittiğim o gece. Sabah vardığım yol üstü kahvehanesi. Okul. Bir ilköğretimdi. Elmadağ''ın soğuk havası. Namazı kıldığım cami. Göreve başladığım ve tuttuğum ev. Satın aldığım eşyalar bir yorgan bir yatak ve yastıktan ibaretti. Emanet divan. Bir maaş karşılığı aldığım soba.
Şimdi 29. Yılımı tamamlıyorum. Yaşım da 59. 30''unda bir bekar öğretmendim o zaman ve evlenme hazırlıklarımdaydım. Şimdi iki oğlum bir kızım var. Kızımı evlendirdim. Oğlumun bir üniversiteyi bitirmek üzere. Bahçeli bir ev yaptım ve kendimi emekliliğe hazırlıyorum. Ölüm düşüncesi sık sık beni yokluyor. Tansiyonum sürekli düşük.
Kaç öğrencim oldu bu güne kadar. Kimi avukat, kimi müdür, kimi daire başkanı, kimi öğretmen kimi doktor. Faceden görüyorum bazısını. O günden bu güne kaç okul değiştim. İki ilköğretim ve bir sürü lise. Öğretmen Lisesi, Anadolu Liseleri, Fen Lisesi ve İmam Hatip Lisesi. Bir sürü öğrenci mezun ettim. Zaman zaman bazılarından haberler de alabiliyorum. İyi haberler beni mutlu ediyor. Kötüleri iyi ki çok duymuyorum.
..
İFRATLA TEFRİT ARASINDA KUR’AN’LA İLİŞKİMİZ
Kur’an’la ilişkimizde hep iki uç arasında dolaşıyoruz. Bu iki uç ya ifrat oluyor ya tefrit. Müslüman olarak Kur’an’la doğru bir iletişim kurmakta başarılı olamıyoruz. İslam alemi Kuran’a yabancı. Yıllarca ülkemizde okunması yasaktı bu kitabın. Gizli ve kaçak bir şekilde öğrenilebildi.
Annem bir hoca kızı olmasına rağmen koca evine gelene dek öğrenememişti kutsal kitabımızı okumayı. O da bir hoca olan kayınpederi öğretebildi ona. Ama hiçbir zaman anlamını merak etmedi. Hoş merak etseydi ne fark ederdi. Buna ne imkan ve ne zamanı vardı. Babam müezzin olmasına rağmen anlamından bihaberdi. Dedem anlamını vermekten korkardı. Aslında bilgisi vardı. Bu yüzden o da anlamından uzak kaldı.
Biz çocukken yalnızca vaazlarda birkaç ayetin anlamından haberdar olurduk. Gündüz kurslarında yüzlerce öğrenci arasında yaz tatillerinde okumasını öğrenebildik yalnız. O da her yıl elif bayı bitirir Kur’an’a geçmeden – biz böyle ifade ederdik- tatil biterdi, biz yine Kur’an okumasını öğrenemeden kursa veda ederdik.
Bir yıl boyunca onu unutulmaya terk eder yılsonu tekrar Elif-Ba’larımızı koltuğumuz altına alarak Kur’an Kursu’nun yolunu tutardık. Birkaç sure ezberler, namaz kılmasını öğrenir, bol bol oyun oynardık.
Yıllar böyle geçti. İlkokulu bitirdiğim sene Kur’an okumayı öğrenebilmiştim. Ama anlamına bir türlü sıra gelmemişti. Ne okuduğumuzu bilmezdik, merak da etmezdik. Bu duruma alışmıştık. Dini eğitim alan bir okula gitmiştik. Orada da öğrendiğimiz Arapça ve diğer dersler bize Kur’an’ı anlamakta yardımcı olmadı.
Yıllar sonra meal okuma alışkanlığı edindik ama o da bu kitabı anlamamıza pek yardımcı olmadı. Oysa yüzlerce tefsir vardı. Tefsir sulu derslerinde okuduğumuz yüzlerce tefsir yazarı ve onların birbirinden değerli yüzlerce tefsir kitabı Kur’an’ın anlaşılması için iyi bir anahtar olabilirdi. Ama biz hep bunu erteledik, hala da erteliyoruz. İslam alemi Kur’an’ı okuyor ama anlamıyor. Anlamak için bir çaba da göstermiyor. Art arda tercümeler yapılıyor, yayınlanıyor, bir birinin benzeri, hatta taklidi diyebileceğimiz, belki de bir birinden kopya eserlerle Kur’an’ın manasını anlamakta bir arpa boyu bile gidememişiz.
Yıllar önceydi bir toplantıya gitmiştik de içimizden bir Kur’an’dan kısa bir bölüm, aşır (Bu arada şimdi hatırladım aşır on demek. Demek ki yıllarca aşır aşır deyip ne olduğunu merak etmediğim kelime on sayısının karşılığı ve on ayet anlamına geldiğini bu yazı vesilesiyle akl edebildim) okumuştu. Dinleyenlerden biri ağlamıştı da arkadaşı ona ‘Bu arkadaş anlamını biliyor da onun için ağladı demişti. Aslında bu da doğru değildi. Ben tahmin edebiliyordum. İşte Kur’an’a bakışta tefrit te buydu. Anlamını bilmeden dinlenemez miydi, dinlenip hislenilemez miydi?
İşte biz ya o kutsal kitabın hakikaten mucize olan lafzını anlamadan okuyor, ya da yalnızca tercümesine takılıp kalıyoruz yorumlarını araştırmadan, araştırmaya gerek görmeden yaşayıp gidiyor, o yüce anlamlardan bihaber yaşıyoruz.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
2
MİLLİ EĞİTİMDEKİ YANLIŞLAR
2
Kitap Okumayı Engelleyen Eğitim Anlayışı
..
Eğitim Üzerine Düşünceler
1
EĞİTİM ÜZERİNE DENEMELER
Eğitim büyük bir sorun. Yıllardır bu sorun tartışılır durur. Ama bir yol bulunamaz. Çıkış yok. Sanki bir ormandayız çıkış yolunu bulamıyoruz. Çünkü kılavuzumuz yok. Eğitim üzerine kafa yoran uzmanlarımız yok. Yahut var da kimse kaale almıyor. Veya bürokrasi her şeyi ben biliyorum diyor burnundan kıl aldırmıyor. Hükümet edenlerin bu konuda bir projesi yok.
Neden bir çıkış yolu arayan yok. Neden aramıyoruz. Bunun nedenleri üzerinde duracağız. Bir eğitimci olarak yıllardır düşündüğüm bu mevzuda birçok yazı yazdım. Hepsi eski evraklarda kaldı. Şimdi gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Ama ben 25 yılın tecrübesini şimdi ortaya dökecek, kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum.
Öncelikle neden bu sorunu kavrayamadığımız, neden hal çaresi bulamadığımız anlatmak isterim. Eğitim meselemiz aslında oryantalizmin bize armağanı. Doğuyu geri bırakmak isteyen bu sistematik çalışma önce doğuda saat gibi işleyen eğitim sistemini çökertti.
Doğu eğitim sistemi dine dayalı ve uygulamaya yönelikti. Örneğini Ashabı-ı Suffa’dan alan bir eğitim modeliydi bu. İbadethaneyi içine alan bir eğitim kurumu. Mabedin içinde veya ona bitişik. Yatılı ve gündüzlü biçimini de içinde barındırıyordu. Hocaları peygamberdi. Baş hoca ve ileri gelen ashabın önderleri öğrenci-hocalardı. Hatta okuma yazma öğretmenleri gayr-i Müslim esirler bile olmuştu.
Günaşırı öğrenciler, part- time öğrenciler, serbest öğrenciler hepsi hepsi oradaydı. İslam yayıldıkça yeni medreselere ihtiyaç oldu. Cami ve mescitler yanında müstakil medreseler cami ve mescitlerim etrafını sardı. Nizam'ül Mülk medreseleri, Herat, Buhara, Taşkent medreseleri bir bir sökün etti. En son Osmanlı medreseleri en büyük halkayı teşkil etti.
..
06*05*15
ÇARŞAMBA
ŞİİR OKURUNA NOTLAR
En velut dönemimi yaşıyorum. PEYGAMBERLER TARİHİ, OSMANLI TARİHİ, ÇANAKKALE DESTANI, ölüm şiirleri, denemeler, anılar. Bazen günde üç yazı yazıyor ve sitelerimde yayınlıyorum. Okunduklarını gördükçe şevkim artıyor.
Bunca ölüm peş peşe gelince depresyona giriyordum. Ancak ölüm ve aşk şiirleri, ardından sökün eden peygamber şiirleri, 2 bölümünü birkaç sene önce yazdığım Çanakkale destanı ve en son yazmaya başladığım efendimizin hayatı beni depresyondan kurtardı.
Kendimi iyi hissetmiyorum. Tansiyonum sürekli düşüyor. Ama olsun hayatımın en zevkli dönemini geçiriyorum. Annemi kaybettim ama hayatımı eserlerimle dolduruyorum. Eserlerim benim aşklarım. Ne diyordu büyü yazarlardan bir dehanın çocuğu on yılda bir doğum sancısı çeker.
O güzeli gördüğüm gün yeni bir doğum sancısı çektim. Şimdi o imkânsız aşk beni yeniden kuşatarak yeniledi. Adeta gençleştim. Herkes genç görünüşüm ve taşkın halimi merak edip soruyor. Onlara bu aşkımın neşesini anlatmam imkansız.
Bu aşk beni her dem yeni yapıyor. Mecazi ve hakiki aşk arasında gidip gelmem beni yaşam sevinciyle dolup dolup taşırıyor. O zaman kendimi yeniden doğmuş hissediyorum. İçimden bahar şarkıları söylemek geliyor. Aynı oranda hüznü de birlikte ve yoğun yaşıyorum.
O güzeli gördükçe içim kıpır kıpır ediyor. Bir volkan ateşleniyor ve patlıyor. Kendimi aşıyorum. Onun özge sularında aşkla dolup taşıyor, şiirler yazıyorum, şiirler yaşıyorum. Aşkla yaşıyor, aşkla dolup taşıyorum.
..
01TEMMUZ 13 (PAZARTESİ)
İzmir Dönüşü
Gavur İzmir’e mi gideceğim. Neden bu adı almış bu şehir. İstemeye istemeye gittiğim bu gezi nedeniyle ikinci kez varacağım bu kente.
İlk gidişim yıllar önceydi. İmam –Hatip Lisesi öğrencisiydim 40 yıl önce. Yıl 1973. Bahar ayları…
Adı Antalya gezisi olacak bu seyahate çıktık. İki otobüs dolusu öğrenci. Şarkılı türkülü, bol fıkralı, müzikli, horonlu, şen şakrak bir yolculuktaydık. Her şeyi hatırlıyorum neredeyse. Bu benim hayatta en zevkli seyahatim olacaktı. İlk durak İzmir. Geceyi kardeş okulun pansiyonunda geçirdik. Kordon boyunda gezdik gece vakti. Kadife Kale’ye çıktık.
Bu gezide onlar yok. Sonra Antalya’ya gittik. Bu kez ekte yalnızca Manisa vardı. Sultan Camiinde namaz kıldık. Çay içtik. Ama bu Şehzade şehrinin tadı damağımda kaldı. İnşallah en kısa zamanda doya doya gezer görürüz bu kenti.
Geceyi üniversite yurdunda geçirdik. Balkonda kahvaltı yaptık. Ilık suyla banyo yaptım. Bol asitli içecekler içtim. Serin olmasına serindi ortam ama yine de zor uyudum. Kız kardeşime haber verdim. Gelmedi. Arkadaşıma haber verdim gelmedi. Her ikisi de gelmiyorsun diye sızlıyordu. Öğrencime arayamadım unuttum. Koca lisenin müdürü. Belki de o gelecekti.
Cennet vadisinde yer yer sıcak ama genelde serin bir hava vardı. Yemekler ikramlar güzeldi ama ben sıkılıyordum. Yanımdaki adamların halet-i ruhiyesi mi bana geçti bilmiyorum. Prof. Mehmet Bayyiğit oradaydı konuşma yaptı gidip konuşmadım bile kendisiyle. Ömer Cihat Akay beni tanımadı evet her halde o beni üzdü. Kara Salih, Selahaddin abi müsteşar yardımcısı Zübeyir bey. Prof. İhsan Süreyya Bey, Prof. Ali Şafak. Geçen yıl o denli şen şakraktım. Tevhit Bey’in Star gazetesi üzerine güzellemeleri bile moralimi bozamamıştı.
Geçen yıl Mehmet Atilla Maraş ‘da oradaydı. İki de bakan vardı. Ömer Dinçer Bey ve Beşir Atalay. Bu yıl bakan yok bakan eskisi var. Bir sürü profesör ve rektör.
Konuşmalar yapıyorlar. Bazıları kısa tutmasını tadında bırakmasını biliyor. Ama ya bazıları bu konuda tecrübesiz. Keşke aralarda müzik olsa ilahiler söylense, şiirler okunsa. Fıkralar anlatılsa. Herkes yeteneğini ortaya koysa. Yaptıkları çalışmaları anlatsa gurur, kibir yapmadan. Daha ne yapılabilir? Bir skeç olabilir mesela.
..