Sen yüzünü gülüş
Usunu biliş
Özünü seviş
Yüreğini derviş eyle;
ister sevsinler
ister sövsünler isterse de sürsünler
Sen
doğru söyle;
zararı yok,
dokuz köyden kovsunlar.
İllaki aşk,
illaki hak,
illaki halk de;
varsın
paylaşmak için karacanın yavrusunu
köpekleri birbirini yesinler.
Sen,
insan de,
insana yürü.
Buysa kitabın,
buysa yasan;
tören edebin.
ne derlerse desinler.
Vay ona ki:
Bize Dinozor! diyen;
Saray avazıyla üren
Entel kahpeyi sevsinler.
Gidip de fahişelerine
Ödüller şiltler versinler..
Mahmut NAZİK 08.03.2010 Mersin
ENTEL KAHPEYİ SEVSİNLER
Sen yüzünü gülüş
Usunu biliş
Özünü seviş
Yüreğini derviş eyle;
İster sevsinler
İster sövsünler isterse de sürsünler
Sen
doğru söyle;
zararı yok,
dokuz köyden kovsunlar.
İllaki aşk,
illaki hak,
illaki halk de;
varsın
paylaşmak için karacanın yavrusunu
köpekleri birbirini yesinler.
Sen,
insan de,
insana yürü.
Buysa kitabın,
buysa yasan;
tören edebin.
ne derlerse desinler.
Vay ona ki:
Sana ‘Dinozor! ’ diyen;
Saray avazıyla üren
Ağzından ötüren
Entel kahpeyi sevsinler.
Gidip de fahişelerine
Ödüller şiltler versinler..
Mahmut NAZİK 08.03.2010 Mersin
ÖDÜLLER VERİN İŞİRLİKÇİLERİNİZE,
KATİLLERİNİZE, ENTEL FAHİŞELERİNİZE
Bu nasıl yol bu nasıl yasa
Ne gam, ne keder ne bir tasa
Tırmanırız yükseklere
İnsanın üstüne basa basa
Utanmayı mı unuttuk yoksa
Bilimsel değil;
Deneysel değil,
Yaşamsal hiç değil;
Ne halktan yana
Ne haktan yana
Oğuldan kızdan çocuktan yana değil
Bir yıl değil,
Beş yıl değil
Diyorlar ki: Diz çök eğil.
Bir yanlışlık var bu işte,
Bu gidişte bir terslik var.
Bu gidiş gidiş değil.
Bir yanlışlık,
Bir terslik var bu işte.
Hiç mutlu etmedi insanı,
Mucitleriniz, icatlarınız;
Hiç mutlu etmedi bizi,
Putlarınız, ilahlarınız.
Petrol varilleriniz
Ne dersiniz?
Sizce neden dersiniz?
Bir yanlışlık var bu işte:
Ne verdik insanlığa!
Herkes daha mutluydu hani.
Geçinirken, dokuz aptal bir kaşıkla;
Baş koyarken dokuz nüfus bir yastığa;
Bir terslik var bu işte,
Bu gidişte bir yanlışlık var.
Ailenin ve atomun
Çekirdeği parçalanmamışken;
Alırken canları sıtma ve karahumma,
Yani penisilin bulunmamışken henüz;
Güneş, ay ışığı, çıra ve
İdare lambasıyken ışığımız;
Her şey apaçık ortadayken;
Kasılan bedenimizde;
Tekleyen yüreğimizde
Ve arımız, ve namusumuz,
Ve ellere gönül vermezken yârimiz;
Dışa vuracak bir şey biriktirmemişken;
Bu kadar dolu;
Bu kadar şiş değilken karnımız;
Eldeki nasırla,
Bilgiyle,
Sevgiyle;
Alındaki terle ölçülürken zenginliğimiz.
Bire beş değilken karımız.
Nehir akarken kendi yolunda;
Ayıplanmazken ağlamamız, gülmemiz;
Yani
Ağladığımızda dağı taşı yırtarken böğürmemiz,
Bir vadi dolusuyken kahkahamız;
İnsanı üreten kalıplar dökülmemişken henüz.
Okula giden çocuklara:
‘Aman yavrum...’, diye başlamazken
Uğurlamamız, güle gülemiz;
Sevdamızı türkülere,
Sevgilimizi güllere,
Çiçeklere serperken;
Ferhat’ı dağlara,
Mecnun’u çöllere düşürüp,
Keremi yakıp kül eden aşk,
Bu kadar kolay,
Bu kadar aciz,
Bu kadar ortada,
Hani bu kadar ucuz
Yani bir gecelik değilken henüz;
Daha bir tatlıydı sevda,
Ve daha da bir deli.
Bahara durmuş durmuş gibi zerdali,
Aşk daha hesapsız, kitapsız;
Daha kıymetliydi, sanki;
Daha bir saygılıydı sevgili.
Gülüşümüz,
Gülen yüzümüz,
Tatlı dilimizken armağanımız;
Veren elimiz,
Seven yüreğimizken sermayemiz
Sanki daha bir mutluyduk hepimiz.
Bir terslik bu işte.
Dikensiz gül bahçemiz var ama
Güllerimiz kokusuz.
Aşımız, ekmeğimiz
Ve aşkımız tatsız tuzsuz.
Bir yanlışlık var bu gidişte
Sokaklarda sürünür annemiz ayşemiz.
Otoyollar asfaltlar yapılmamışken;
Cilt cilt kitaplar yazılmamışken daha;
Yani plastik icat edilmeden;
Süt şişeye, su poşete girmeden önce yani;
Gökyüzü mavi,
Masmaviyken denizimiz;
Denizlerden taşıp kıyıya vuracak
O güzelim vadileri dolduracak kadar değilken çöpümüz çepelimiz
Mayınlanmamış,
Tel örgülerle bölünmemişken;
Ülkemizin ve yüreğimizin sınırları.
“Adam! ” Simith,
Zehrini akıtmadan;
Yani demem o ki:
Marks,
Daskapital’i yazmaya mecbur kalmadan önce
Yani, paylaşım
Yani yurtseverlik kitapların
Bilinmeyen sözcükler bölümünde;
Okul kitaplarının en arka sayfasında
Yer almazken imece;
Daha bir günaydınlıydı günümüz,
Daha kardeşçe,
Daha duru,
Daha berraktı düşünce.
Bir yanlışlık var bu işte.
Bir yıl değil
Beş yıl değil
Bir halka değil
Beş halka değil
Hakka ve halklara
Ve çocuklara diyorlar ki:
‘Diz çök, eğil! ’.
Bu gidişte bir terslik var,
Bu gidiş gidiş değil.
Bir yanlışlık var bu işte
Aşkı yeşertmiyor
Yüreği kuşatmıyor
İnsanı yaşatmıyor
Saniyede attığı mermi sayısı,
Her gün artan silahlarınız.
Hiç mutlu etmedi insanı;
Mucitleriniz, icatlarınız;
Hiç mutlu etmedi bizi
Putlarınız, ilahlarınız.
Petrol varilleriniz.
Nasıl, niçin;
Sizce neden
Sizce kimden dersiniz?
Şu gazetelerde geçen,
Kundaktaki Filistinli bebeğin
Alnındaki kızıl lekeyi;
Karanfil mi sanırsınız! ?
Hani mesela,
Timsah gözyaşlarıyla izlediğiniz!
Akbabanın başında ölümünü beklediği;
Hani şu fotoğrafçısını kahreden;
Hani şu
Akıbetini merak ettiğiniz;
Bir deri bir kemik alacanlı Afrikalı çocuğa
Ne oldu dersiniz?
Başka kanları,
Başka canları da katın sermayenize.
Vietnam, Irak, Kore;
Bilmem ki
Kim bilebilir
Savaş tanrınız Erisi,
Nifak tanrınız İrisi;
Daha kimleri aldınız listenize.
Kim çözebilir yüreğinizdeki İblisi
Cani de cellat da cinayet de kısım kısım biliyor musun?
Ölüm de zulüm de öyle,
Sevda da öyle
Kavga da öyle.
İki yüz bin Kızıl deriliyi,
Hem de öz yurdunda
Öldürmekle başladınız, katilliğinize.
1902 yılına kadar
On yılda
Yok edip bir milyon Filipinliyi,
Yani nüfusun altıda birini
Katlederek devam ettiniz serinize.
Şöyle buyurdu Senatör Bevaridge, denen ‘rakkase’:
’’Bizi soykırımla suçluyorsunuz:
Onlar Avrupalı değil,
Amerikalı değil bizim öldürdüklerimiz;
Onlar oryantal! ’’
Her neyse!
O Afrikalı çocuğun akıbetini biliyorum.
Ama demeyeceğim.
Dert olsun size.
Ama
Şunu bilmelisiniz:
Annesinin ölümüne sebep olan
Silah Avrupa,
Kurşunu amerikan patentli.
Fotoğrafın kâğıdı da USA antetli.
Japonya’dan, Şili’ye;
Kan kırmızı karanfilden,
Beş sütunlu on tonluk file;
Alacağı var sizden, biliyor musunuz?
Bu ne şaka
Ne bir kaza ne de oyun
Japonya’da
Attığınız bomba,
36 bin ton TNT
Yani,
Üç bin altı yüz kamyon
Dinamite eş değerde.
İki yüz elli bin insan
Biçilmiş ekin gibi yerde.
Ve hala etkisi devam ediyor
Yerde gökte
Denizde, toprakta,
Açan çiçekte,
Dökülen yaprakta,
Bir hilkat garibesi gibi doğan bebekte.
Ve
En önemlisi
Seven,
Sorgulayan her yürekte.
Daha dün Panama: beş bin;
Vietnam’da iki buçuk milyon kayıtlı ölünüz.
Irak’ta bir milyon iki yüzelli bin küsur;
Rakam net değil,
Katliniz bitmedi henüz;
Devam ediyor zulmünüz.
Ya işbirlikçileriniz eliyle katlettikleriniz! ?
Katillerini hep siz eğittiniz,
Hepsinde sizin kanlı elleriniz.
Brezilya’da sayılamıyor,
Binlerce köylü;
Bolivya’da çoğu madenci otuz bin,
Şili’de otuz beş bin ölü,
Binlerce kayıp.
Arjantin: Kaç olduğu belli değil,
Nehirler, göller, yerin altı, yerin üstü ölü dolu.
Saymanın,
Kayıt altına almanın yok yolu.
Kolombiya’da üç yüz yirmi bin.
Guatemala iki yüz küsur bin kayıtlı,
Yirmi bin kayıp.
Küba: Altmış bin
Endenozya: bir milyon
Yetmez mi bunca ayıp?
Ama bitmedi
El Salvador’da yetmiş bin;
Kamboçya ve Laos’ta bir milyon
Ve daha milyonlarca sayamadıklarımız.
Artsın diye talanınız;
Şişsin diye göbekleriniz;
Devam ediyor halkını boğmaya
Köpekleriniz, işbirlikçileriniz;
Devam ediyor kıyıma kasaplarınız,
Cellâtlarınız, tetikçileriniz.
Utanın insanlığınızdan;
Utanabilirseniz,
Eğer utanmayı bilirseniz.
Şeytana pabucunu ters giydirir,
Oyununuz, entrikanız, ikiyüzlülüğünüz.
Korumak için kendinizi kininden, öfkesinden;
Deveyi Araba dövdürttünüz,
Fili, Afrikalıya öldürttünüz.
Siz ki
Halkın dinini, inancını;
Haçını, kilisesini, mabedini,
Kuran’ını, İncil’ini;
Siz ki
İnsanın rengini, bedenini;
Erkeğin kişiliğini,
Kadının dişiliğini
Kendi doyumsuz
Gudumsuz çıkarlarınız için kullandınız.
Siz ki
Öldürdüğünüz çocuklarla beslediniz.
Bebeğinizi,
İtinizi, köpeğinizi.
Çocuklar bulundu
böbreği sökülmüş;
Anneler bulundu barsakları dökülmüş.
Gövdeler bulundu, boş kovanlar gibi boşaltılmış,
Siz ki,
Çaldığınız organlarla değiştirdiniz.
Çürüyen bedeninizi,
Kıtlık,
Ölüm,
Zülüm,
Ve kan.
Ve de sayamayacağın,
Kaydını tutamayacağın kadar
Sakat insan.
İşte bu, sizin eseriniz.
Caniyi titretir,
Şeytanı merhamete getirir;
Zulmünüz,
İşkenceleriniz.
Kimse bilmez kopan bacağının,
Çalınan organlarını akıbetini.
Kim bilebilir acısını,
Analamak ne mümkün
Yavrusunu yuvasında vurduğunuz,
Bir annenin hasretini.
Katilliğinizle
Caniliğinizle
Maharetinizle
Musibetinizle
Övünebilirsiniz.
Zulmünüzle böbürlenebilir,
Kan kusan kalemleriniz.
Kibirlenebilir;
Kanla yazılmış
Şerefli tarihinizle
Övünebilirsiniz.
Şiltler,
Madalyalar takın generallerinize,
Savaş muhbirlerinize!
Ödüller verin
İnter katillerinize,
İşbirlikçilerinize,
Entel fahişelerinize!
Ama şu gözlerdeki ışıltıyı,
Şu yanaktaki gülüşü
Söndüremeyeceksiniz.
Yürekteki çocuğu
Öldüremeyeceksiniz.
Unutmayın,
Barıştır daim,
Her zaman sevgidir,
Son sözün sahibi.
Haramileriniz kesse de yolunu
Bu kervanın
Akıp giden zamanı
Durduramayacaksınız
İyice belleyin bunu.
Bu uzun yürüyüşten insanı
Döndüremeyeceksiniz.
O Afrikalı çocuğun akıbetini biliyorum.
Ama demeyeceğim.
Dert olsun size.
Ama
Şunu bilmelisiniz:
Annesinin ölümüne sebep olan
Silah Avrupa,
Kurşunu amerikan patentli.
Fotoğrafın kâğıdı da USA antetli.
Japonya’dan, Şili’ye;
Kan kırmızı karanfilden,
Beş sütunlu on tonluk file;
Alacağı var sizden, biliyor musunuz?
Alacağı var sizden,
En basit organizmadan,
En gelişmiş yapıya;
Evrimin gelecek halkasına varana
Ki genlerini bozdunuz;
Yerin, göğün;
Havanın, suyun, toprağın;
Bozulan her hücrenin,
Sararan her yaprağın,
Solan çiçeğin
Demografik yapının
Alacağı var sizden.
Alacağı var sizden
Doğan ve doğacak olan her çocuğun.
Siz ki emperyalizmin koyunları danaları
İnanın,
Şu başınıza seçtiğiniz,
İdris donundaki İblis;
Şu taptığınız,
Kurban olduğunuz
Tanrınız Zeus;
İtten domuzdan da deyyus.
Ve siz,
Halkın, hakkın ve insanlığın;
Doğanın ve tabiatın önünde;
Oğula, kıza, güle, nergize;
Yedi kıta üç denize borçlusunuz.
Ey,
Kapitalizmin enikleri,
Çöp sinekleri;
Siz de suçlusunuz.
Utanın insanlığınızdan;
Utanabilirseniz,
Eğer utanmayı bilirseniz.
Ve siz
Yararcılığın sinikleri
Ülkemin sağmal inekleri
Esteğinizle, kösteğinizle,
Şakşakçılığınızla, desteğinizle suçlusunuz.
Ve siz burjuvazlar,
Kalemşörler,
Emperyalizmin köpekleri!
Şiltler verin
Savaş muhbirlerinize
Madalyalar takın generallerinize!
Ödüller verin, işbirlikçilerinize;
Entel fahişelerinize!
Ve biz ki,
Soyulan işçi
İğdiş edilmiş köylü,
Siz
Ulusalcı, milliyetçi,
Solcu, sağcı bilmem neci;
Sen besmeleli şeytan,
Sen, yetimi yoksulu bismillahla soyan,
vicdanı sünnet edilmiş Müslüman;
Efeleri, dadaşları, yiğitleri,
Aynı kızağı çeken yağız atları;
Bir kemiğe şükreden uyuz itleri;
Bunca ölüm, bunca zulüm;
Dinsiz, imansız,
Ve merhametsizken zalim:
Susmuşsak,
Pısmışsak;
Ve de en acısı,
Düşmüşsek birbirimize.
Ne haksıza dur diyen Müslüman;
Ne mazlumdan yana insan
Yuh olsun size!
Yuh olsun bize!
Dilsiz şeytansınız siz!
Atın kendinizi denize!
Ey, ezilenler emek diyenler!
İlle de aşk;
İll de sevmek diyenler
Halk diyenler:
İlle de hak diyenler;
Birleşsenize, birleşsenize!
Mahmut NAZİK 25.03.2008 MERSİN
Mahmut NazikKayıt Tarihi : 19.5.2008 10:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Dünya tarihinin şu anına dek, ‘Amerika’da bağımsız basın’ diye bir şey varolmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de.. Hiç biriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın basılmayacağını önceden bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazetede bana düşüncelerimi açıkça yazmak için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücretler alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokaklarda başka iş arıyor olacaktır. Gazetemin her hangi bir sayısında gerçek düşüncelerimi yayınlamaya kalksaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de.. Öyleyse şimdi burada, ‘bağımsız özgür basının’ şerefine kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkasının malı. Bizler entelektüel fahişeleriz…” New York Times’ın editörü, John Swinton
Şişsin diye göbekleriniz;
Devam ediyor halkını boğmaya
Köpekleriniz, işbirlikçileriniz.
Devam ediyor kıyıma kasaplarınız,
Cellâtlarınız, tetikçileriniz
Çirkinlikler bu kadar güzel anlatılır ancak. Tebrikler.
saygılar
Usunu biliş
Özünü seviş
Yüreğini derviş eyle;
ister sevsinler
ister sövsünler isterse de sürsünler
Anlamı derindi.
Tebriklerim ve saygılarımla.
TÜM YORUMLAR (39)