O SİZE siz den ver di? Şiiri - Şair Işığ ...

Şair Işığımız
181

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

O SİZE siz den ver di?

Çok genç bir okurum var. Henüz üniversite öğrencisi.. Hayatta kimi ve neyi varsa kaybetmiş. Anne-baba ve dahasını.. 'Sevdiğim her şey elimden alındı' diyerek hüzünlenen ve yazılarımı okuyarak manevi olarak ayakta durmaya çalıştığını bildiren.. Üniversitede okumaya devam ediyor, hayatı bırakmamış ve yılmamış, tıpkı manevi annem dediği benim de tavsiye ettiğim gibi.. Bu aralar yazıları kestiğim için yine sıkıntıya girmiş, manevi desteğe ihtiyacı var. Yazıları kesince bir sendeleme oluyor. Bazı şeyler unutulunca hemen uzaklaşma başlıyor ve beraberinde sıkıntı da geliyor. Konuya el koyup yaklaştırmak gerekir.

Sıkıntıları geçin, onlar işin leblebi çekirdek kısmı.. Asl olan gerçeğe farkındalıktır. Eğer uzaklaşırsanız, sıkıntılar sizi sıkar. Eğer yakınlaşırsanız, sıkıntılar vız gelir. O sebeple onu düştüğü o uzaklıktan alıp biraz yaklaştırmak istedim. Çünkü sıkıntıları ancak böyle aşar. Rabisinin 'Ona sadece balık verme, balık tutmasını öğret! ' hitabını işittim. Kulunun her halinden dile geliyordu Rabbinin hitabı... Ona bazı tavsiyelerim oldu. Ama beni okuyan ve bu okurum gibi manevi desteğe ihtiyaç duyup bana ulaşamayan tüm genç okurlarıma ona yazıp yolladıklarımı yayınlamak istiyorum. Bu tavsiyeri kızıma da yapıyorum. Belki dinlerken çok önemli gibi gelmeyebilir, ama ihtiyaç halinde hemen hafızadan çıkıp önünüze gelir, cankurtaran gibi.. Bu yazımı ve önceden yazdığım diğer bir başka benzer yazımı da ('Hayat bir deneyim ve öğrenme sürecidir' isimli) sitede bırakacağım. Eğer işler yolunda gitmeyip sıkıntıya girerseniz, lütfen açıp birer kez okuyun ikisini de ve işin ucunu koyvermeyin ve uzak düştüyseniz hemen YAKLAŞIN!

Beni bir kaç arkadaş birlikte okuduklarını yazmış, o sebeple o gençlerin şahsında tüm gençlere aşağıdaki yazım.

Az çok hayat hikayemi sizlere anlattım. Ama bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Bazen bir başkasının hayatı bize güzel bir örnek ve model teşgil edebilir.

3 yaşımdayken babam şehit oldu. Bir gün işe gitti 'nöbetim var' diyerek ve sabah ölüm haberi geldi. Hiç beklemediğimiz anda ve hazırlıksızken.. Kim bilebilir ki ölüm ve ayrılık kapımızı ne zaman çalacak? Bir babanın olmadığı ev, yarım ve eksiktir daima ve evde büyük yıkım oluşmuş demektir. Anne babanın da rolünü üstlenene dek işler oldukça zordur. Dolayısıyla yeni duruma alışana dek çok zorlandık, ama atlattık o günleri zamanla Allah'ın yardımıyla.. Zor da olsa yeni hayatımıza devam ettik.. Bense babama aşırı düşkündüm ve her zaman babamın yokluğunu derinden hissettim. Tabii ki kaybettiklerimizin manası hatıradan hiç bir zaman silinmez.. Onlar bize Allah'ın ikramıdır, lütfü ve keremindendir.. Ama onlardan ayrılsak da hayatın devam ettiği ve durmadığı gerçeği de yadsınamaz..

İşte böylece zor yıllarımız başladı. Annem akrep burcu ve güçlü bir kadındı. Yükseleni oğlak bucu olduğu için sorumluluklarını çok iyi bilen ve sağlam adımlarla yere basan güçlü bir karekteri vardı. Bizi o zor durumdan tüm gücüyle çabalayarak çıkardı. Allah onu cennetine kabul etsin dilerim. Çok genç yaşta öyle bir sorumluluk aldı üzerine ve bunu o kadar başarılı şekilde sürdür ki hala onun başardıklarına hayret ederim, kabri nur olsun. Fakat zor hayat şartları ondan sağlığını aldı ne yazık ki.. Bize çok güzel baktı, yerdirdi, içirdi ve eğitti, ama kanıyla canıyla yaptı adeta bunu... İşte analık böyle bir fedakarlıktır. Almadan veren, hayatını sevdikleri (yavruları) uğruna harcayabilen bir BİR'lik hissiyatı.. İşte böyle bir aşk anne ile avlat aşkı.. Rahimiyet.

Ne yazık ki 15 yaşıma geldiğimde (o da 45 yaşındaydı) onun kanser olduğunu öğrendik. 17 yaşımdayken annem de kanserden vefat etti. İkibuçuk yıl hastanelerde çabaladık, çok gayret ettik ama olmadı, kurtaramadık.. Henüz 17 yaşındaydım ama tek başına anneme bakmıştım. İstanbul'daki bütün hastaneleri bilirdim. Büyük eczaneleri, tıbbi malzeme satan toptancıları vs.. O yaşımda bir ona bir diğerine koşardım. O zamanlar ilaç temin etmek çok zordu. O yaşta bir genç kızdan umulmayacak bir performans ortaya koymuştum. Hiç bir yardımcım yoktu. Anneme tek başıma baktım ve çok da güzel baktım inşaallah, Allah kabul eylesin. Onun bizim için yaptıklarının karşılığı değildi belki, hakkını ödemem mümkün değildi, ama bir evlat olarak benden hoşnut olarak ayrıldığını bilmenin verdiği gönül huzuru içindeyim şimdi... O sıralar lisede okuyordum ve annem çok hastalanınca bir yıl ara verdim, bilerek derslerden kalıp.. Zaten küçük yaşta (4 yaşımda) okula başladığım için, sene kaybı farketmedi. Ama ne yaptıysam, ne kadar çabaladıysam kaderi değiştiremedim, olmadı, onu yaşatmayı başaramadım.

Annemin öldüğü an, dünya başıma yıkıldı sandım. Ayağımın altında yer kayıyor ve kulaklarım uğulduyordu. Dedemin evinde (Konya'da) vefat etti annem.. Önce ayrılığın verdiği hüzünle biraz gözyaşı döktüm. Hemen akabinde inanılmaz bir dehşete düşüp korkuya kapıldım. Rahimden ayrılmıştım, bu ayrılıkların en acısı ve ürkütücü olanıdır. (daha derinini ve gerçek manasını da düşünün?) Ama sonra kendimi çabuk toparladım. Artık yapılacak bir şey olmadığını anlayıp, akrabalarım bir odada üzgün otururken ben müsaade istedim ve odadan çıktım. Dedemin evi o eski konaklardandı, ahşap mimarili.. Kıcırdayan tahta merdivenleri vardı.. Yavaş yavaş basamakların ortasına indim ve oturdum. Bir Cuma gecesi idi, hiç unutmam.. Saat 00:00 sularında vefat etmişti annem ve henüz üzerinden iki saat falan geçmişti. Merdivenlerde otururken korkunç bir sessizlik vardı. Başımı ellerim arasına aldım ve düşünmeye başladım. 13 yaşında bir erkek kardeşim vardı, Kuleli Askeri Lisesin'de okuyan.. Aklıma o geldi, o okulundaydı, henüz annemin vefat ettiğini öğrenmemişti. Kardeşimi o an çocuğum gibi gördüm, çünkü benden başka kimsesi yoktu artık ve daha buluğ çağında bile değildi. Önünde koskoca bir hayat vardı.. Ben ablaydım, 18 yaşıma basmama 3 veya 4 ay kalmıştı ve ona ben bakacaktım doğal olarak... 'Şimdi ne yapacağım peki? ' dedim kendi kendime... Hayatta hiç kimsem kalmamıştı. Henüz gençtim, önümde uzun bir hayat vardı. Mesul olduğum bir de 13 yaşında kardeş.. 'Allah'ım ben şimdi ne yapacağım, nereye gideceğim, nasıl olacak bu iş? ' dedim.. Beynimde binlerce düşünce gidip geliyordu. Geçmişe dönük üzüntüler yaşamakla geleceğe dönük planlar yapmak arasında bir seçim yapmaya çalışıyordum. Ağlayıp dövünsem mi, yoksa hemen ayağa kalkıp hayata tutunsam mı? O anda seçimimi yaptım. Üzülmem veya dövünmem hiç bir şeyi değiştirmeyecekti. O halde hayata tutunmak için bir şeyler yapmalıydım. Çünkü annem hayal olmuştu bile, ama önümde son derece gerçekmiş gibi algıladığım yaşamamı bekleyen bir hayat vardı.

Düşünsenize annem yukarıda yatıyor cansız bedeniyle, daha toprağa vermemişiz, ama hayatın devam ettiği gerçeği benim suratıma daha ilk anda tokat gibi vurmaya başlamıştı. Annem için ağlamam, üzülmem gerekirken, 'Ben ne yapacağım şimdi? ' diye düşünmeye başlamıştım bile... Galiba insanoğlu biraz bencil, olan gidene oluyor derler ya.. Bu doğru aslında... Ayrıca, benim yapımda çok önemli bir özellik vardır. Babamın ölümüyle bir şeyi çok iyi öğrendim ki, geçmişe dönük hüzünlenmenin veya dövünmenin kimseye hiç bir yararı yok.. Daima ileri bakmak gerekiyor ve hayatta her ne olursa olsun yaşamın devam ettiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor. Geçmişe dönük 'Vah, tüh, neden oldu, olmasaydı ne olurdu, bu neden benim başıma geldi? ' gibi düşünceler ve hüzünler ancak kişiye zaman kaybettiriyor ve belki de hayatın sonraki aşamasında yapabileceklerine engel oluyor sadece... Ayrıca, bilelim ki bu tür olaylar sadece bizim başımıza gelmiyor. Çok daha zor ve güç şartlar altında kalan ve kaderin hayatlarını darmadağın ettiği insanlar da var. Yalnız değiliz bu konuda.. İnsana en çok yalnızlık hüzün verir, ama değiliz inanın. Yeryüzünde pek çok insan bizimle benzer şeyleri yaşıyor ve hayata devam ediyor. O sebeple önemli olan geçmişe dönük hüzünler ve kendine acıma ile zaman kaybetmemek ve bir an evvel yapılması gereken neyse onu yapmak.. Çünkü eninde sonunda mutlaka hayatın devam ettiği gerçeği gelip önünüze çıkıyor ve siz bunun acı bir şekilde farkına vardığınızda ne çok zaman kaybettiğinizi anlıyorsunuz.

İşte o nedenle eğer büyük bir olayla hayatınız yön değiştirdi ise (90 derece gibi bir açıyla, ki asla 180 derece olmaz, geriye gidiş yoktur evrensel sistemde) , asla 'Vah, tüh, aman, ay' gibi geçmişe dönük düşüncelerle zaman kaybetmeyin, asla! Hemen önünüze bakmaya ve önünüzü görmeye çalışın, çünkü olanları değiştirmeniz imkanı yoktur. Kaderiniz sizi o noktaya getirdi ise, artık o yönde ilerlemenin bir yolunu bulmalısınız demektir.

İşte ben de o gece o merdivende hemen bir plan yapıverdim. Kendi kendime; 'annemin cenazesi toprağa verilsin. O zamana dek çıkıp Fatiha ve İhlas okuyup anneme bunun sevabının ulaşmasını sağlayayım ki kabirde rahat etsin. Yeni duruma alışması kolaylaşsın. (O zaman bu kadar bilgim yoktu, ama büyüklerim sure ve ayetlerin sevabının kabre girişte anneme çok faydası olacağını söylemişlerdi, annem de babam için daima okurdu) Sonra hemen şunları şunları yaparım ve hayatıma devam etmenin bir yolunu bulurum.'.. dedim ve planımı yapıverdim oracıkta..

Bu A planı idi. Bir de yedek olarak B planı yaptım, ki bazen işler umduğumuz gibi gitmeyebilir, tüm olasılıkları hesap etmek gerekir. Çünkü aklımız bize bunu söyler..

Ve sonraki hayatımda o gün orada yaptığım plana sadık kaldım. Arada ummadığım başka olaylar olup B planımı devreye soktuğum da oldu. Ama eğer o gün bir plan yapsaydım da geçmişe dönük hüzünlerle vakit kaybetseydim, bunun bana hiç bir faydası olmayacak, sadece zaman kaybetmiş olacaktım. Çünkü ağlamak ve üzülmekle, hayata küsmekle annem veya babam geri gelmeyecekti. Yaşadığım o olay değişmeyecekti. Bana bu kaderi yazan Allah'ıma sitem etsem de yine de o olay değişmeyecekti. O zaman tasavvuf bilmezdim. İlmim yoktu, ama yine de kimsesizlerin kimsesinin Allah olduğunu bilirdim. Bunu bana annem öğretmişti. Anneler babalar veya sevilenler ölebilirdi (veya hastalanabilirlerdi ya da uzak düşebilirlerdi bizden) , ama Allah ölümsüzdü (hastalanmazdı ve uzak da düşmezdi) ve her zaman O benimle idi ve her şeye gücü yeterdi. Artık benim tek kimsemdi Allah, O Rabbimdi. O'nun bana yardım edeceğinden en ufak bir şüphe dahi duymadım. O zamanlar da bilirdim ki olayları ve hayatımı bu yöne çevirdi ise, mesuliyeti annem ve babamdan almıştı ve demekki artık kendi yürütecekti işini araya 'anne veya baba' gibi bir vesile koymadan ve bizim gerçek sahibimiz ana babalarımız değildi, Allah idi..

İnanın bana bu gerçeği tüm cahilliğime rağmen o günlerde dahi bilirdim. Ben bilmezdim de O bildirirdi, kendimi yalnız ve çaresiz hissetmeyeyim diye sanırım. Gönlüme bu düşünceleri ilham edene sonsuz şükürler olsun. Beni asla yalnız bırakmadı. Minareden attıysa, aşağıdan tuttu daima.. Çünkü O her yerde idi ve her şeye gücü yetendi. Ve tüm olanların hayırlı bir nedeni olduğunu bilirdim eskiden de.. O sebeple kadere hiç bir zaman itiraz etmedim ve Allah'ıma isyan etmedim. O gün orada merdivende otururken kendi kendime düşündüm ki şu anda rabbime bu olanın hesabını ve nedenini sorsam ne olur? 'Neden ikisini de elimden alıp beni böyle yalnız bıraktın? ' desem, bana onları geri mi verecekti? Yoo, böyle bir şey olmayacaktı. Ama Allah benim tek dostumdu, güvendiğim tek kimsemdi artık.. O an da yanımdaydı ve eğer ona bunun hesabını sormak gibi bir edepsizlik etseydim rabbimle aramızı açarım diye düşündüm.. Bana gücenir diye düşündüm. O günkü ilmimle ancak bu kadarını düşünebildim.. O'nu gücendirmek ise, böyle bir aşamada bindiğim o tek dalı kesmek gibi bir şeydi.. Düphedüz aptallıktı ve gelecek yardımı reddetmek olurdu. Beni ve kardeşimi yaratan ve seven bir rabbim vardı ve bundan emindim. O sebeple O'nun bana yazdığı kadere itiraz etmedim. Sadece O'ndan yardım ve destek talep ettim. Ona pek çok iltifat edip, 'Yanımda ol, bana güç ver, hayatımı kolaylaştır' dedim sadece...

Sonra hayatıma devam ettim ve daha pek çok hüzünlü olay yaşadım kaderim gereği, ama hiç bir zaman geriye dönük hüzünler yaşamamaya çalıştım. Bazen kendimi kaptırıyordum, ama sonra hemen toparlanıyordum.

İşte bu sebeple hayatta hiç bir olay beni yıkmadı. Hiç pes etmedim. Hiç bir zaman 'her şey bitti artık, yolun sonuna geldim' diye düşünmedim. En önemlisi de Allah'tan ümidimi hiç kesmedim. (Çok şükür ümidimi kestirmeyene!) O'nun bana yardım edeceğine ve daima yanımda olduğuna inancımı asla ve asla yitirmedim. Yoksa zaten bugünlere gelemezdim. Çünkü sadece başını anlattığım bu hayat hikayesinin çok zor bir ikinci ve üçüncü perdesi de oldu. Şimdi son perdeyi oynuyorum ve bir şeyi çok iyi biliyorum ki 'SENİ ÖLDÜRMEYEN HER SIKINTI SENİ GÜÇLENDİRİYOR! ' Böyle bir yaşamın olgunluk ve bilgelik gibi bir getirisi de varmış meğer.. Bu da bu tür zor hayatların en güzel ödülü..

Sakın bunu azımsamayın.. 'Ne değeri var, soyut bir ödül bu, madde dünyada getirisi ne olabilir? ' diye bakmayın. Somut soyutta başlar ve somutlaşır. Her zaman soyut esastır. Düşünmediğiniz ve hayal etmediğiniz bir şey gerçekleşmez değil mi? Siz hiç düşünmeden bir gün geçirdiğinizi hatırlıyor musunuz? Çıkıp otobüse bineyim ve okula gideyim diye düşünmeden kendinizi bir anda okulda buldunuz mu? Böyle bir şey mümkün değil.. Önce düşünmeniz ve zihninizde yapacağınız şeyi canlandırmanız gerekiyor. Ancak ondan sonra gerçekleşir. (Dua ve Allah'tan talep, düşünmektir) Aslında keramet benzeri yaşıyoruz hayatı ama farkında değiliz. Düşünüyoruz ve yapıyoruz. Oysa ne gücümüz ve varlığımız var? Hayat O'nun bize bağışladığı ilim (bilinç) ve kudretle (bilinçtekini gerçekleştirebilme gücü) devam ediyor. Başardıklarımızı görmüyoruz da başaramadıklarımızı görüyoruz nedense.. İnsanoğlu aç gözlü.. Nimetleri görmez ve hep dahasını ister..

O halde bilmeliyiz ki, önce soyutta şekillenir her şey.. O halde eğer bir şey aklınıza geliyorsa, başınıza gelebilme ihtimali yüksektir. O sebeple pozitif düşünün derler. Negatif düşünceleri uzak tutun derler. Her şey kaderden, ama eğer pozitif düşünmeyi başarıyorsanız kaderiniz izin verdiği içindir. Bu yazıyı okumak da kaderinizde bir güzellik olduğundandır. Eğer tavsiyeleri başarıyorsanız ve başarmak istiyorsanız, bu da kaderinizde güzel bir şeyler olduğuna delil değil midir? Geldi aklınıza işte.. Aklınıza gelmese de önünüze geldi ve dolaylı yoldan aklınıza getirildi işte.. O sebeple, sakın soyut düşünceleri hafife almayın. Zor bir hayatın veya hayatta karşımıza çıkan zorlukların bize kazandırdığı olgunluk ve bilgeliği küçümsemeyin. Belki de hayatta kazanılacak en değerli şeyi kazanmışsınızdır. Bir örnek vereyim.

Mesela biri sizi dolandırdı diyelim. Belki büyük kayıplarınız oldu bu sebeple.. Ama yaşadığınız o olaydan edindiğiniz deneyimle bir daha dolandırılmama deneyimi gibi ödül aldınız. Bu az şey mi? Yoksa sık sık dolandırılmayı ve aynı sıkıntıyı defalarca yaşamayı mı tercih ederdiniz? Ya da bir kez ölüm ve ayrılık acısını yaşadınız ve o acıdan kurtulma süreciniz bir deneyimdi. Acıyı yenmek için pek çok yollar denediniz, üzüldünüz ve belki bu çok zaman aldı. Ama bu esnada sizde karşı koyma veya kabullenme gibi bazı önemli melekeler açığa çıktı. Artık ikinci bir kayıp sizi aynı şekilde üzmez ve o acıyla başetmek eskisi kadar uzun sürmez ve sıkıtı da vermez. Bakın bu verdiğim örnekler en basit sıradan örnekler. Tasavvufla ya da manevi bilgelikle ilgisi yok.. Sıradan insanlar dahi aynı şeyi yaşar ve bu tavsiyelerden istifade edebilir. Allah sadece ilim sahiplerine yardım etmez. Sakın böyle düşünüp hata etmeyin. O'nun rahmet ve nimeti geneledir, hakedenlere bir ödül olarak algılamayın rahmeti... O Rahman'dır ve rahmeti tüm yarattıklarınadır. O'nun indinde bu değerli, şu değersiz kavramı yoktur. Değerli ya da değersiz kavramı bize göredir. Muhtaçlığa endekslidir. İlim edinmek, manevi yükseliş dahi bizim muhtaçlığımıza endeksli bir değerdir. Ki sonsuz hayatımız kolaylaşsın diye.. Allah'ın ilime, manevi olgunluğa, mertebelere ihtiyacı mı var ki veya bunlara sahip değil mi ki O'nun indinde bizim değerli gördüğümüz bir şeye kıyasla bunların değeri olsun? Bunlara biz muhtacız, o sebeple bizim ihtiyacımız var ve bizim için kıymetli.. Ve o sebeple cahil değersizdir bize göre, alim değerlidir. Ama Allah'a göre değil.. Herkes BİR, herkes EŞİT, herkes aynı değerde ve severek yarattıkları aynı statüde O'nun indinde.. Yani hepsi O'na kulluk etmede.. Daha doğrusu O'nun indinde kimse yok ki, ancak KENDİ var. O sebeple alime daha çok yardım ediyor ve değer veriyor, cahile daha az yardım ediyor ve değer veriyor diye bir şey yok.. O'nun rahmeti geneledir. Sen bu rahmetten istifade etmene ve farkındalığına göre 'diğerlerine göre' değerlisindir sadece.. Allah'a göre ise değil.. O'nun indinde tasarlandığın gün dahi değerliydin zaten.. Rasulullah'a 'Habimim' diye hitab etti diye biliyoruz. Allah hepimize aynı hitabı etmede.. Hz. Rasulullah bunu işitecek farkındalığa erişti sadece.. Yoksa sadece O'na özel bir hitap değildir. Sen de o farkındalığ elde et de bakalım işitmez misin o hitabı..?

O sebeple kendini dünyevi değerlerle (maddi veya manevi) kıyas ederek, değersiz görüp, Allah'ın sana yardım etmeyeceğini düşünme.. O sana yardım edecek, hatta hep ediyor. Sadece bunun farkında ol.. Manevi yakınlık ve uzaklık da bu farkındalığına bağlı zaten.. Eğer bu dediğim gibi düşünmezsen, allame-i cihan olsan, kitapları yalayıp yutsan, sabah akşam ibadet etsen de manevi yakınlık kuramazsın O'nunla... O senden uzaklaşmaz, sen O'ndan uzaklaşırsın böyle düşünerek... Ceza da kendi kendine verdiğin ceza olur ancak.. Mahrumiyet ve uzaklık da... Allah hiç kimseyi tard etmez (uzaklaştırmaz) kullar ondan uzaklaştıklarını zannederler bilgisizlikleriyle.. Bu inanç onlara yalnızlık hissettirir, aslında böyle bir şey hiç olmasa da.. O sanal kapıları kapatan biziz. Kendimizi bu illüzyona mahkum eden sadece biziz.

'Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu...' (Tevbe Suresi, 67)

Bak ilk unutan kimmiş, gördün mü? Allah onları unuttu, onlar da Allah'ı unuttu mu diyor? Demez, çünkü gerçek bu değil..

O halde Allah ile olan ilişkinizi, bağınızı ve O'ndan gelecek yardımı tüm beşeri değer yargılarını bir köşeye koyup da düşünün. Böyle düşünürseniz, ne kadere aldırırsınız, ne de size dünyada nasip olan veya olmayan nimetlere.. Zaten nimetin en büyüğü senin O'nu her an yanında, yakininde, canında, kanında ve her zerrende hissedip (ki farkındalıklı yaşam budur, yakin de budur) daima sana bu yakinden yardım ettiğini ve asla seni yalnız bırakmayacağını ve her şeye gücü yeten bir güç olduğunu, her ihtiyacını gidermeye ve her problemini çözmeye gücünün yeteceğini, hatta 'Sen ve ben' gibi bir ayrım dahi yapamayacak kadar seninle BİR ve bütünleşme halinde (Ki buna ilahi aşk ve çekim de diyebilirsin) olduğunu ve seni sevdiğini unutmamandır. Seni kendinden ötede görmez. Annen seni doğrurur ve ötesine koyar. Ama O SAMED, ötesinde bir şey yoktur. Doğurmaz O.. O halde senden ötede nerede? Doğursaydı belki, ama doğurmaz ve hiç ayrılmaz.
Siz ne sanıyorsunuz? Velayet ve yakin ne demektir? Keramet ve mucize mi? Hayır, işte budur yakin hissiyatı ve farkındalığı.. En alt basamağı böyle düşünerek başlar. Bundan büyük mucize olur mu? Hele bir kafanız böyle çalışmaya başlasın ve bu yakini hissedip farkındalık hali meleke kesbetsin de bakın görün bu nasıl bir güç, nasıl bir nimet ve nasıl bir mucize..! ! Hiç bir şeye aldırmazsınız, hiç bir şey sizi yıkmaz. Hiç bir şeyden korkmazsınız. Bu büyük kurtuluştur, en büyük nimettir.

Ne olur bana inanın. Yaşamadığım, deneyimlemediğim hiç bir şeyden söz etmiyorum. Size yaşanmış ve sonuçları bizzat deneyimlenerek görülmüş tavsiyelerde bulunuyorum. O sebeple güvenle dediklerimi yapın genç dostlarım.. Eğer böyle düşünüp kötü sonuç alan olursa, gelip iki cihanda bana hesap sorma yetkisine sahiptir.

Ama bir küçük püf noktası ve sır vereyim. Dedim ki size 'Nimetin en büyüğü senin O'nu her an yanında, yakininde, canında, kanında ve her zerrende hissedip (farkındalıklı yaşam budur) daima sana bu yakinden yardım ettiğini ve asla seni yalnız bırakmayacağını ve her şeye gücü yeten bir güç olduğunu, her ihtiyacını gidermeye ve her problemini çözmeye gücünün yeteceğini, hatta 'Sen ve ben' gibi bir ayrım dahi yapamayacak kadar seninle BİR ve bütünleşme halinde (Ki buna ilahi aşk ve çekim de diyebilirsin) olduğunu ve seni sevdiğini unutmamandır.' Fakat asla 'madem bu kadar yakiniz, O ve ben BİR'iz, o halde ben de O'nun kadar güçlüyüm, ben O'yum, o zaman bu işi yapacak gücüm var' diye düşünmeye kalkışmayın. İşte o zaman sihir bozulur ve Cinderella Külkedisi'ne döner, arabanız da (beden) balkabağına...

Peki nasıl yapacaksınız? Nasıl düşünceksiniz, bu BİR'liği ve yakini nasıl değerlendirirseniz farkındalığınız makbuldür? Çok basit, sırrı var. Rabbiniz edebi sever, iltifatı ve övülmeyi de.. Bu garibinize mi gitti? Gitmesin.. Çünkü övülmeye layık olan O'dur, bilinmek isteyen de O'dur. Bilinmek isteyenin vasıflarını, yüceliğini övmeniz, kendi acizyetinizi itiraf etmeniz, O'nun gücünü itiraf etmeniz, 'O'nun bilinmeyi sevdim' hükmüme hizmettir. Siz bu hüküm doğrultusunda kulluk ederseniz, O da kulunun her ihtiyacını giderir. Haddinizi bilin, hiçliğinizi (her şeyin O'na ait olduğunu ve O'nun vermediği hiç bir güce sahip olamayacağınızı) , muhtaçlığınızı görün ve O'na iltifat ederek ve acziyetinizi itiraf ederek, kendinizi tamamen silip O'na teslim ettiğinizi bildirin. Allah, tüm varlığını, yaşamını ve işlerini kendisine havale ve emanet eden kulunu asla elleri boş çevirmez. Bu O'nun şanına yaraşmaz. Bilinmek isteyen olduğuna göre, şanını gösterecektir. Ama görmeye hazır olana.. Hazırlık ise, acizyeti, yokluğunu, muhtaçlığını, hiçliğini ve haddini bilme erdemidir. Bu bilinçte olmadığınız sürece, nefsiniz baş kaldırıp O'nunla boy ölçüşüp, Allah yanı sıra ilahlık iddia ederse (nefsinizle 'ben O'yum derseniz bu koskoca bir yalandır, çünkü kayıtlı bir şeyle kayıtsıza iftira etmişsinizdir, yalan olan gerçek olana göre bir başka varlıktır ve Allah yanı sıra ilahlıktır) , işte o zaman sizden manen uzaklaşır. Bağınız kopuverir. Aslında O sizi değil, siz O'nu terketmiş ve uzaklaşmış olursunuz böyle düşünerek... O sizden asla uzaklaşmaz, ama sizin kendinizi yakın veya uzak hissetmenizin kuralı bu.. Siz 'ben' dediğiniz, 'O GERÇEK BEN' silikleşir. Siz aczitetinizi, muhtaçlığınızı ve yokluğunuzu hissederek edeple teslimiyette olduğunuzda, ben'iniz silikleşir ve 'O GERÇEK BEN' ortaya çıkar.. BEN O'yum, demez. Kime diyecek, Kendinden gayrı yoksa?
'Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.' (7/55) (Yalvarmak, acizyeti itiraf, muhtaçlığı görmek ve Allah'ın gücünü bilmekten kaynaklanır, yalvaran kişide haddi bilmek vardır nefs siliktir)

İşleriniz yolunda gitmiyor mu? Dualarınız kabul olmuyor mu? Allah'tan uzaklaştığınızı mı hissediyorsunuz? Her şey kötü giderken bir de manevi yalnızlık mı hissediyorsunuz (ki bazen işler yolunda gitmez olgunluk kazanalım ve farkındalık elde edelim diye, hz. Rasululla da yaşadı bunları, ama bu dönemler yakin olduğunuzu asla unutmamanız gerekir) ? Tüm mahrumiyetlerin nedeni sizsiniz, sorun sizde, bu yalnızlık sizin düşünme biçiminizden kaynaklanıyor. Çünkü O sizi asla terketmez, sadece siz vehimle O'nu terkedersiniz. Terketmezsiniz de illüzyona kapılıp öyle olduğunuzu sanırsınız. Yoksa nereye gideceksiniz? O'ndan başka gidecek yön mü var Allah aşkına?
'Her ne yana dönerseniz, Allah`ın vechini görürsünüz' (2/115)

diyor ayette.. Bu yan ve yön sınırsızdır. Öz, iç, dış, ötesi berisi ve her zerre.. Peki nereye gideceksiniz ve uzaklaşacaksınız bu halde O'ndan...?

Şunu asla unutmayın lütfen:

Allah ile kulları arasındaki ilişki ve yakınlık asla hiç bir çıkara endeksli değildir. O sebeple bir ödül de değildir bu farkındalık.. Ceza da değildir uzaklık.. İşin evrensel (risalet yönlü) gerçeği bu! 'Şunu yaptın, o halde yakınlaşacaksın, bunu yaptın o halde uzak dur' gibi bir ödül ceza sistemi kurmadı Rabbimiz Allah.. Kayıtsız ve şartsız O daima yakin, daima aşk ile BİR. Kayıtlar ve şartları koyan sensin, uzak duran sensin, vehim üreten sensin. Nübüvvet gerçekleri Allah'tan değil, bizden söz eder. Bizim hayallerimiz, kapıldığımız illüzyonlarla kendimize verdiğimiz kemikleşmiş cezalar sistemi..

Ama bir de şu var. Tabii ki bu farkındalığın gereği olan bir yaşam ve düşünme biçimi otamatik olarak gelir. (Sünnetullah) Eğer o şuursal değişim gelmediyse, sadece taklittesin, hiç bir farkındalığın yok demektir. Gerçekten farkında olursan bu yakınlığın, o farkındalığa endeksli yaşam ve düşünme biçimi ister istemez gelecektir sana.. Takliden ve zorlama ile değil, otomatik olarak... Çünkü anlayacaksın ki bu yakınlık sadece sende değil, herkeste var. Bu farkındalık sana ödül veya ceza ile gelip gitmiyor, Allah ile kul ilişkisi bu zaten ve bu fıtri bir yakınlık ve değişmez gerçektir.. Eğer bunu anlarsan, O'nun cahile veya alime aynı yakınlıkta olduğunu da anlarsın. O zaman sen yakınsın, Ayşe yakın, Hasan yakın, Selami yakın, Beste yakın.. Bunu da anlarsın.. Galiba BİZ bu yakınlıkta hep BİR'liktemiyiz neyiz? :-) dersin.. O'na yakınsan, kime uzaksın? O her yerde ve yönde olduğuna göre....?
Son bir kaç satır daha...

Bana dostlarım der ki 'Senin aşırı kendine güvenin var ve buna hayranız. Bu seni güçlü kılıyor' Ben de onlara derim ki 'Çok yanılıyorsunuz. O gördüğünüz kendine güven değil.. Kişi ne kadar yetenekli olursa olsun, herkesin çaresiz kaldığı ve yeteneklerinin işe yaramadığı bir nokta mutlaka vardır. Bizler kuluz, beşeriz ve gücümüzün yetmediği pek çok şey var.. Sınırlarımız var yaratılma amacımız doğrultusunda.. Ne bir solucan yaratabiliyoruz, ne ölümümüze engel olabiliyoruz. Peki böyle önemli şeyleri başaramayanın kendine hangi konuda yardımı ve güveni olabilir ki? Kaldı ki her gün bir başka çaresizlikle yüzleşiyorum ve elim kolum bağlı oturuyorum, O'nun yazdığı kaderimi yaşıyorum. Bu halde kendine güvenli olsam ne olur, komik bir iddia.. Bende gördüğünüz ve kendine güven gibi algıladığınız şey Allah'a güvenden başkası değil.. Hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar büyük bir güven duyuyorum ve O'ndan daima destek gördüğüme inanıyorum. Bu inanç kişiyi kaya gibi yapar. Çünkü sırtını en güçlüye dayamıştır, artık kimden ve neden korkar? Fakat O'nun yardımını dünyevi değerlere endekslemiyorum ve O'ndan gelen yardımla sonumun mutlaka selamet olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. İşte bu inancımı yeryüzündeki ve evrendeki hiç bir mahluk yıkamaz. Beni ayakta tutan ve güçlü kılan tek neden budur. Mesele bundan ibaret.. Bu halim ve O'na güvenmen de karşıdan bakınca kendine güven gibi algılanıyor. Ne münasebet! Ben haddimi bilirim. Neye gücüm yetiyor ki hangi gücüme inanıp güveneyim. Rüzgarın önündeki yaprak gibi savrulup duruyorum hayatın içinde, hiç bir gücüm yok.. Ama gördüğünüz ve yanlış değerlendirdiğiniz sadece ve sadece Allah'a güvendir. Bunu asla unutmayın canlarım..'

Gönlüm, aklım ve dualarım sizinle, herkese O gönülden selam ve sevgilerimle...

Şair Işığımız
Kayıt Tarihi : 28.10.2008 19:45:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Şair Işığımız