Bir nüfus cüzdanıyla elimden tutup okula götürmüştü merhum babam. İlk hatırladığım okulun giriş kapısından girince bizleri gören bir bayan öğretmenin seslenişi idi;
“O da okuyacak mı? ”
Belki haklıydı da. 1959 yılının Eylül ayı sıraları olmalı. 1953 yılının aralık ayında doğan bir çocuk o sıralar kaç yaşlarında olur, varın sizler karar verin!
Özgürlüğe bir kısıtlama idi tabi ki okul. Durduk yerde gelen bu kısıtlamayı kimse istemez. Ama bu olması gerekiyormuş. Kızıyorlardı büyüklerimiz okula gitmezsem.
Küçük ve uzun kartonlara yazılmış yazılar verirdi öğretmenimiz. Fiş denilen bu nesneleri zarfların içinde saklardık. Ama benim zarfımda son fiş dışındakiler nedense bulunmazdı.
Okumayı, yazmayı öğrenmek için gerekliymiş bunlar.
Ders çalışmak ne anlama geldiğini bilmezdim. Merhum babamla olan bir konuşmamı halen anımsarım.
“Derslerini çalış! ”
“Çalışmazsam ne olur? ”
“Zayıf alırsın.”
“Zayıf alınca ne olur? ”
“Sınıfta kalırsın.”
Yine de bir şey anlamamıştım.
Bir gün evde bir kaza sonucu sağ elim yanmıştı. O nedenle uzun süre okula gidemedim. Elim sargılıyken okula gittiğimde öğretmenimiz yanıma geldi ve birazcık konuştuk;
“Ne oldu eline? ”
“Yandı.”
“Sobada mı mangalda mı? ”
Hiç birisinde değildi. Kardeşimle güreşirken elim duvara çarpmış ve bir çivi tarafından çizilmişti. Büyüklerden gördüğüm üzere gaz yağı ile ıslatılmış bir bez parçasıyla sarmıştım elimi ve ocak başında kurutmaya çalışıyordum. Birden alev aldı… Ağabeyimin feryadına koşan merhum dedem söndürmüştü elimdeki alevi.
Bu öyküyü öğretmenime anlatmak yerine onun sunduğu seçeneklerden birini söylemeyi tercih etmiştim. “soba” kelimesi “mangal”dan daha hoş bir kelimeydi;
“Sobada” diye yanıtladım…
Bir defasında öğretmenimiz sağımızı, solumuzu öğretiyordu. Herkesin sağ elini kaldırmasını istemişti. Benim sağ elim sargılı olduğu için sol elimi kaldırmıştım. Yanıma gelip bunu düzelttirdi. Utanarak da olsa sağ elimi kaldırdığımda kalkan eller arasında bembeyaz bir top vardı…
Daha sonraki yıllarda özellikle beden eğitimi derslerinde sağ elimdeki bu yanık izinin sağımı solumu seçmemde çok yararı olmuştu.
Karneleri aldığımızda okumasını bilmediğimden başkalarına okutmuştum. İki tane “pek zayıf” bir tane de “zayıf” vardı. Bu “pek” sözünün iyi bir şey olduğunu sanmıştım o zamanki aklımla.
Okulda bir öğrencinin bana “sizin sıra tembel sırası” dediğini anımsarım. Öğretmenin daha fazla ilgilendiği ve “çalışkan” diye nitelenen o çocuklara imrenir, kendimi hep küçük görürdüm.
Ama bir gün okumayı çözmüştüm.
O gün okulda öğretmen sınıfa ne sorduysa ben parmak kaldırıp yanıtlamıştım.
Her yanıtın arkasında bir “aferin” almıştım.
Övünerek anlatmıştım evde. Bir de bir şey görmüştüm ki, o imrendiğim çalışkanlar takımı aslında pek de imrenilecek kişiler değildi. O gün onların hiç sesleri çıkmamıştı.
(devam edecek)
(23.03.2007)
Kadir TozluKayıt Tarihi : 6.1.2008 00:13:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
İlkokul anılarımdan...
![Kadir Tozlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/01/06/o-da-okuyacak-mi.jpg)
namık cem
oysa sonradan üniversiteyi bitirmişsin...
Yazmaya devam lütfen..
Bırakın sizi anlayabilenler anlasın.. burakın sizi okuyanlar okusun.. Ben okudukça mutlu oluyorum.
Teşekkürler..
TÜM YORUMLAR (4)