O akşamların hüzünlü alacası

İlyas Kaplan
1388

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

O akşamların hüzünlü alacası

Zaman, parmaklarımızdan kum gibi süzülürken,
yüreğimizde biriken anıların nostaljik nakışlarıyla can bulur.
Zaman, bir gölge gibi kayıp giden bir şey midir sahiden?
Yoksa köy yollarında bıraktığımız o küçük ayak izlerinde,
annemizin kollarında saklı sevginin sıcaklığında,
eski bir sobanın çıtırtısında titreşen
çocuk kalbimizde mi?

Geçmiş, uçup gitmez,
bir tablo gibi duvarda asılı kalır,
zaman, bir vedadan çok,
alnımıza işlenmiş bir kaderdir öyleyse.
Köy evinin taş duvarlarında,
kavakların rüzgârla dansında,
çocukluğun masum kahkahalarında,
bir ressamın fırçasında donar kalır hep

Eğer geçmiş,
şimdinin ve geleceğin biriktiği bir bahçeyse,
hiçbir şeyi kaybetmedik demektir,
sadece unuttuk,
bir an için,
o bahçenin kapısını aralayan
bir melodiyle,
bir şiirle,
bir resimle nasıl canlanacağını.

Ellerimizde kabaran mavi damarlar,
bir sabah ansızın fark ettiğimiz o beyaz saç teli,
gözlerimizin akında çatlayan ince kırmızılık,
bakışlarımıza çöken hüzünlü bulanıklık,
yüzümüzde derinleşen çizgiler,
yüreğimizde biriken özlemler…
Hepsi, zamanın ruhumuza işlediği birer desen
değil midir.

Çocukken köy meydanında düşüp kanayan dizlerimiz,
annemizin alnımıza kondurduğu o sıcak öpücük,
buğday tarlasının ak çiçeklerle kaplandığı mevsim.
Zaman, saatin mekanik tıkırtısına sığmaz,
bir nesneye hapsolmaz,
ama bir çocuğun gülüşünde,
eski bir türkünün ezgisinde,
yıkılmış bir evin taşlarında,
bir heykeltıraşın yonttuğu izlerde nefes alır.
Ruhumuza sızan anılar,
bir tuvalde üst üste sürülen boyalar gibi,
yaşanmışlığın o kıymetli, paslı izleri…
değil midir.

Zaman, bir şairin kaleminden dökülen dizeler,
hem yakar hem sarar, hem büyüler hem sızlatır.
Köy çeşmesinin başında,
çocukken avuçladığımız suyun serinliği,
yosun kokusu taşların,
eski bir fotoğrafın soluk kenarlarında,
bir ozanın sazında titreşen notalarda saklı
değil midir

Neden korkarız zamanın nefesinden?
Neden titrer içimiz,
bir nostaljik fırtınanın her şeyi silip süpüreceğinden?
Belki korkumuz,
annemizin sesini bir daha duyamama,
o köy yollarında bir daha koşamama,
o soba başında bir türküyle uykuya dalamama korkusu
değil midir.

Zaman, bir iplik gibi,
dünyayla benliğimizi bağlayan bir nakış,
ama o iplik koptuğunda,
geriye maziyle yoğrulmuş bir özlem bırakır

Zaman, bir ırmaktır,
insanoğluyla birlikte çağlar,
ne başı vardır ne sonu,
her şeyi yutmaz, her şeyi bir anda saklar.
Köyün tozlu yollarında bıraktığımız izler,
annemizin dizinde uyuduğumuz akşamlar,
buğday tarlasının kar gibi bembeyaz çiçekleri,
hepsi bir şairin dizelerinde,
hâlâ capcanlı.
değil midir

Mümkün mü zamanı durdurmak, dondurmak, mühürlemek?
Belki değil, ama bir anı çöpçüsü,
o bahçenin kapısını bir an aralayabilir.
Yaşlı bir ağacın gövdesindeki yaralar,
yosun tutmuş bir taşın serinliği,
eski bir fotoğraftaki solmuş gülüşler,
hepsi zamanın izleri
hepsi ruhumuzun silinmeyen mührü
değil midir

O köy evi, kırk yıl önceki yerinde,
zihnimizde bir abide gibi yeniden yükselir,
temelleri sağlam, çatısı hâlâ akar
gelincik tarlası, çiçeğe durduğunda,
bir resimdeki akşam kızılı gibi gözlerimizi yaşartır.
O tarlanın kokusunu,
o evin taşlarının serinliğini,
o sabahların sisini, o akşamların hüzünlü alacasını,
bir türkünün nağmesinde,
bir şiirin dizelerinde yeniden yaşamak için,
her sabah gözlerimiz nemli uyanırız.

Anılar, ruhumuzun kutsal kalıntıları
onlara dokundukça,
zamanın kabuklarını bir fırçayla sıyırır, silkiniriz.
Annemizin gözlerindeki ışık,
babamızın nasırlı ellerinin sıcaklığı,
komşu teyzenin sesiyle gelen ekmek kokusu,
hepsi birer dize,
hepsi birer renk,
hepsi birer özlem
değil midir

hasret, bir bıçak gibi saplanır bazen,
neden o anları daha sıkı sarılmadık diye.
Hayıflanırız, çocukluğun o saf, duru günlerine,
köyün o masum, rüzgarla dokunmuş zamanlarına
dönemediğimiz için.
Annemizin elini bir kez daha tutamamak,
o soba başında bir türkü daha dinleyememek,
o tarlada bir kez daha koşamamak,
yüreğimizi bir kemanın ağlayan teli gibi titretir.

Anılar, zamanın sarmaladığı bir koza,
onlara ulaştığımızda,
gözlerimizde bir damla,
yüreğimizde hem sevinç hem hüzün
Kendimizden değil,
ama kendimize en yakın olanlardan,
sınırsızca sevdiğimiz ,her an özlediğimiz
gözlerimizin önünde bir manzara gibi
solan o güzel insanlardan,
onların gülüşlerinden,
onlarla geçirdiğimiz o kırılgan,
o eşsiz anlardan konuşuruz

Zaman, belki sadece bu anılardan ibaret,
bir çocuğun köy yollarında koşarken hissettiği özgürlük,
bir annenin sinesinde saklı sonsuz sevgi,
bir evin yıkıntılarında hâlâ yankılanan türküler.
Ve biz,
o yüreğe dokunan bahçede, mazinin izlerini
bir fırçayla, bir kalemle, bir nağmeyle toplarız,
hasretle, özlemle, pişmanlıkla,
ama en çok sevgiyle.

Gözyaşlarımızla suladığımız anılar,
yüreğimizde birer çiçek, birer dize, birer renk olur.
Zaman, bir ırmaksa, biz onun kıyısında,
anılarımızdan bir dünya yapar,
gözlerimiz ufukta,
sonsuzluğa doğru bir şarkı mırıldanırız,
annemizin sesini kulaklarımızda,
köyümüzün kokusunu ciğerlerimizde hissederiz

redfer

İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 31.7.2025 13:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!