‘’Bilmem meni niçün atmış unutmuş,
Ehdi peymanına kurban olduğum.’’
Bir türkü dinlemiştim Zeynep Hanlarova'dan,
Alıp götürüyordu Kaf dağlarına.
Hissediyordum
Bir şeyler titreşiyor tavanda,
Yatakta, yorganda,
Baktığım her yerde.
Yağmur yağarken pencereme
Çok uzaklarda fırtına kuşları uçuyor,
Nasrettin Hoca’mızdan çeşit çeşit fıkralar,
Gelin hatırlayalım verilen ipucundan.
Hocamız hazırcevap, akıllı bir o kadar …
Ağaca çıkarken de ayrılmaz pabucundan...
Meyve ağacındayken, verecek cevap yoksa
Hoca, oğlu ve eşek dönüyorlardı köye,
Oğlu eşeğe binmiş, Hoca yanında yaya…
Yol da epeyce uzun, hava sıcak mı sıcak…
Baba yorgun yürürken, oğlandaki keyfe bak…
Çiçekten çiçeğe konan kelebek
Seninle birlikte ben de koşacağım.
Koklayacağım çiçekleri
Tek tek.
Papatyalar burada,
Evvel zaman içinde uzak bir ülke vardı,
Keloğlan ve annesi bu ülkede yaşardı.
Bu ülke insanları ‘’Hiç’’ diyorlardı tuza,
Şimdi ‘’Hiç’’ masalını anlatacağım size.
Şu göğsümün içinde çırpınan bir kuş mu var,
Yoksa dalgaları mı rüzgârlı denizlerin?
Uzaklarda gibisin bana yıldızlar kadar…
Işıl ışıl yanarken gülümseyen gözlerin.
Başımdan aşağıya ılık ılık akan ne:
Derler ki: ''Kısa gün kârı az olur.''
Adet böyle, kız evinde naz olur.
Davul zurna azdır anlamayana,
Anlayana sivrisinek saz olur.
Farklıdır, parmağın beşi bir olmaz.
Sabah havası alarak
Derin derin,
Okula gidiyorum.
Bir başka güzel çevrem ,
Bir başka güzel yolum.
Saklambaç oynuyor bizim sokakta,
Cıvıl cıvıl neşe dolu çocuklar.
Duvar diplerinde, biraz uzakta,
Ağaç arkasında saklananlar var.
‘’Bir, iki, üç, dört, beş…’’ Bu ses de nedir?




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!