Yurt dışında olduğu için düğüne katılamayan Tülay Hoca, dönüşünün ertesi günü, Nesrin Hanım'ı ziyaret etti. Balayından henüz dönmeyen çift için hazırlattığı hediye paketini eczacı hanıma uzatırken:
-Düğünde bulunmayı ne kadar isterdim, anlatamam! diyerek üzüntüsün belirtti.
-Kısmet böyleymiş, diyen Nesrin Hanım'ın; fazlasıyla memnun kaldığı bu ziyaret esnasında, düğünden ziyade Gökçe'den bahsetmesiyle meraklanan Tülay Hoca:
-Kimmiş bu kız? diye sordu. Hakkında bir şey öğrenebildiniz mi?
-Kendisiyle konuşma fırsatım olmadı, Edirne'li olduğunu biliyorum. Peri kızı, Leyla Hanım'ın evinde misafir kalıyor. Zernişan sanki geri gelmiş... İnanılmaz bir benzerlik... Leyla Hanım düğünden önce telefonla arayıp beni haberdar etmeseydi, kızı gördüğümde mutlaka düşüp bayılmış olurdum!
-Zernişan'a o kadar çok benziyor demek...
-Benzemek ne kelime hocam, gözlerime inanamadım!
Ziyaretini kısa tutarak eczaneden ayrılan Tülay Hoca aklına takılan soru işaretiyle öğleden sonra Leyla Hanım'ın kapısını çaldı. Üst üste yaşadığı acı kayıpların üzüntüsünü üzerinden kısmen atmış gibi görünen Leyla Hanım, saygın misafirinin;
-Eczacı hanım, düğün gecesesine Zernişan'a benzeyen bir kızla birlikte katıldığınızdan söz etti, doğrusu çok meraklandım. demesi üzerine:
-Hocam, insanın kâlbinin yarısının ağlarken yarısının gülmesi gibi bir şey! diyerek açıklamaya çalıştı. Ferhat Bey, kızı buraya getirdiğinde gözlerime inanamadım, bayılmışım! Önceleri hayal görüyorum sandım. Zamanla hayal ve rüya olmadığını anladım. Kızın adı Gökçe. Yusuf: ''Zernişan ablam! '' diye kızın yakasına yapıştı, bırakmıyor. Gerçeği aslında o da biliyor ama çocuk işte, işine öyle geliyor diyelim. Siz gelmeden az önce birlikte dışarı çıktılar birazdan dönmüş olurlar.
Yarım saat kadar süren sabırsız bekleyişin ardından Gökçe'yi karşısında gören Tülay Hoca'nın da nutku tutulmuştu. Leyla Hanım'ın
-İşte geldiler. demesiyle farkında olmadan ayağa kalkan Tülay Hoca uzun kirpiklerinin arasında büyülenmiş gibi Gökçe'yi süzerken Yusuf telaşla:
-Anne sen de mi hasta oldun? diye sordu. Yusuf'un başını okşayan Leyla Hanım:
-Hasta değilim yavrum dedi, şükür ki bir şeyim yok. Hoca hanım sağ olsun, bizi ziyarete gelmiş. Siz nereye gittiniz?
-Ablamla biraz dolaştık, biliyor musun beraber resim de çektirdik.
Gökçe, büyülenmiş gibi kendisini süzen Tülay Hoca'ya:
-Hoş geldiniz, diyerek gülümsedi.
Bir yıl önce vefat eden hastasını karşında sapasağlam bulan Tülay Hoca donup kalmıştı.
-Ben sizden daha beter olmuştum! diyen Leyla Hanım, kolundan tutarak Tülay Hoca'yı yerine oturttu.
Buna benzer sahneleri artık kanıksayan Gökçe, sesini henüz duyamadığı misafirin ilk bakışta dikkatleri çeken uzun kirpikleri ve ela gözlerine bakarak:
-Kirpikleriniz çok güzel, dese de Tülay Hoca'dan bir karşılık alamadı.
Leyla Hanım'ın ikram ettiği limonatadan iki yudum aldıktan sonra konuşmaya başlayan Tülay Hoca:
-Gözlerime inanamıyorum! dedi. İmkânsız gibime geliyor. Baktınız mı, Gökçe kızımızın da ensesinde aynı nişan var mı? Leyla hanım:
-Aynısı... deyince, Tülay hoca önüne geçilmez merakıyla:
-Ben de görebilir miyim? diye sordu. İznin verir misiniz?
Zernişan'ın gül motifli unutulmaz doğum lekesini Gökçe'nin ensesinde de gören Tülay Hoca'nın, aklına takılan: ''Acaba...? '' sorusuyla sararan yüzüne, sağ göğsünde hissettiği ılık sızıntı eşlik etti. Leyla Hanım, elini göğsünde tutarak bakışlarını gökçeden ayıramayan misafirine:
-Hocam bir şey mi oldu? diye sordu. Birdenbire yüzününüz sarardı da! ...
-Endişe etmeyiniz, bir şeyim yok. diyen Tülay Hoca, Gökçe'den ayırmaya çalışsa da bakışlarına söz geçiremiyordu.
Yirmi yıl öncesinin çaresizliği ile boynuna yüklenen vebal; gün geçtikçe pişmanlık, merak ve endişeyle daha da ağırlaşmıştı. Zihninde dolanıp duran: ''Acaba...? '' sorusu bir an önce yanıtını arıyordu. Leyla Hanım'dan izin isteyerek ayağa kalktı. Kısa süren ziyarete içerlenen Leyla Hanım:
-Akşam yemeğine kalsaydınız hocam dedi.
-Söz veriyorum: Başka bir gün gelirim, bir an önce halletmem gereken bir işim var. diyen Tülay Hoca vedalaşarak evine döndü.
Gökçe'yi gördüğü andan itibaren ıslanmaya başlayan sağ göğsünü yoklayıp parmak uçlarına baktı. Banyodan sonra hemşire Feride Hanım'ı arayarak yola çıkmak üzere olduğunu iletti.
Gece yarısından sonra Bursa'ya ulaşan Tülay Hoca'yı merakla bekleyen Feride Hanım kapı zilinin çalmasıyla birlikte:
-Bana ''Zurnacı'' diyen ''Zilli Maşa'' geldi! diyerek yerinden kalktı. Kapı ağzında kucaklaşan iki eski dostu uykusuz bir gece bekliyordu. Sedat Hoca'yı anarak konuşmaya başlayan Feride Hanım:
-Gece vakti o kadar yolu tepmenin ne gereği vardı? diye sordu. Söylemek istediklerini telefonla da iletebilirdin.
Sedat Hoca'nın vefatından sonra hayattan fazla bir beklentisi kalmayan, yalnızlık yıllarının yüzüne derin çizgiler bıraktığı Feride Hanım'ın ağaran saçlarına bakan Tülay Hoca:
-Sedat Hoca ikimizi de yetim bıraktı abla! diyerek söze başladı. Kendimizi kandırmayalım, yıllar geçtikçe yokluğunu daha çok hissediyoruz. Para-pul, mal-mülk, şan-şöhret... Bir yere kadarmış. Bizim birbirimizden başka kimsemiz kalmadı. Seni İstanbul'a çağırmayı çok düşündüm...
-Hocamızı burada yalnız bırakamam, Rüyalarımda görüyorum hep. Her hafta mezarını ziyaret ederek dualar okuyorum. Eminim ki haberi oluyordur... Tatlım, benim de bir ayağım çukurda artık. Hakkını şimdiden helal edersen iyi edersin.
-Benim sizin üzerinizde ne hakkım var ki... Asıl siz hakkınızı helal ediniz ablacığım.
-Seni gece yarısı buralara sürükleyen mesele nedir? Anlatsana...
-Söylesem inanmayacaksın: Kızlarımı buldum. Feride hanım, Tülay Hoca'nın yüzüne kuşkulu bir bakış fırlatarak:
-İnanmıyorum dedi, doğduklarında yüzlerini bile görmediğim bebekleri yirmi yıl görüp sonra tanıyabiliyorsun! Benden buna inanmamı beklemiyorsun her halde, değil mi?
-Abla bir şey soracağım, Lütfen iyice düşünüp öyle cevap ver. Doğduklarında bebekleri iyice incelemiş miydin?
-Evet, Sedat Hoca da muayene etmişti. Bir anomali falan teşhis etmedik, Miadında bir doğum olduğu için ikizlerin refleklesleri mükemmeldi. Konjenital bir malformasyon görmedik, ikisi de sağlıklıydı.
-Onu sormayacağım, bebeklerde doğumsal bir belirti var mıydı? Hatırlamaya çalış. Enselerininin üst kısmında yarısı saçlı deri içinde kalan bir doğum nişanı... Böyle bir işaret hatırlıyor musun?
Feride Hanım, şeklen güle benzeyen doğum lekesini gayet net hatırlıyordu. Düşünmeye gerek duymadan:
-Sana söylemek istememiştik, dedi. Bebeklerin ensesinin üst kısmında pembe renkli doğum gülü vardı. Nohut büyüklüğündeki nişanı Sedat Hoca'ya da göstermiştim. İki yapraklı minik gül şekline bakıp hayret etmiştik. Peki, bu bilgiye sen nasıl ulaştın söylesene!
-Bu bilgiye nasıl mı ulaştım? Kader diyelim... Kızlarımdan birini bulmuşken yitirdim. Birini yitirirken diğerini buldum. İnanılmaz bir şey!
-Nasıl oldu anlatsana?
-On sekiz yaşındayken göğüs kanserine yakalanan bir hasta getirmişlerdi. Kızı gördüğüm anda içime derin bir sızı düştü. Eve döndüğümde sol göğsümün ağladığını gördüm. Uygulanan kematerapiyle adı Zernişan olan talihsiz kızın saçları dökülünce gizlenen doğum nişanı da açığa çıkmıştı. Hastalık çabuk ilerlemiş, tedavi olarak yapılabilecek bir şey kalmamıştı, nişanı gördüğüm gece ne yazık ki hastanın son gecesi oldu. Bir yıl aradan sonra eczacı bir arkadaşım Zernişan'a çok benzeyen bir kızdan söz edince; merakımı yenemedim kızı görmeye gittim. Kadere bakar mısın: Kız, Zernişan'ın hayata gözlerini yumduğu evde misafir ediliyordu. Kızı görünce gözlerime inanamadım! Aynı nişanı misafir kızın ensesinde de görünce ikiz olduklarına dair hiçbir şüphem kalmadı. Eve döndüğümde bu kez de sağ göğsüm ağlamıştı. Düşünsene bir gebelik yaşamadan kırkından sonra göğsümden süt geliyor! Olgu kendime ait olmasa tıbbi literatüre verirdim.
-Nasıl yani, göğsünden basbayağı süt mü taşıyor?
-Dediğin kadar olmasa da sızıntısını görüyorum.
-Bunca yıllık hemşireyim hiç böyle bir şey duymadım. Neyse, şimdi ne yapmak niyetindesin?
-Bilemiyorum abla... diyen Tülay Hoca hıçkırlar arasında konuşmasını sürdürdü: Şimdi bunca yıl sonra kızın karşısına çıkıp, ''Senin öz annen benim! '' diye nasıl söylerim... Allah bir güzellik vermiş... Görsen gözlerine inanamazsın!
Salona çöken ağır havayı bir nebze olsun dağıtmak isteyen Feride Hanım:
-Annesi Zilli Maşa'ya benzemiştir! dedi. Nasıl onun da kirpikleri seninkiler gibi uzun mu? Dudaklarına acı bir tebessüm yayılan Tülay Hoca:
-Zurnacı kendi gözleriyle görmeli! dedi.
-Görmesem daha iyi... Yüreğim dayanmaz! diyen Feride Hanım, ellerine çarparak ''Tamam, çocuklar tamam... Gösteriniz harikaydı.'' diyen Sedat Hoca'yı hayalinde canlandırırak sustu.
Sabaha karşı uyuyabilen Tülay Hoca, ertesi gün ikindiye doğru Feride Hanım'la birlikte Sedat Hoca'nın mezarını ziyaret ederek akşam üzeri İstanbul'a hareket etti.
***
Düğün gecesi dans teklifi reddedilen Ferhat'ın gururuyla birlikte çalışma şevki de kırılmıştı. Tek noktada yoğunlaşamayan dikkati ve yıkıma uğrayan sebatı, sinsi bir yılgınlıkla bütünleşince iş yerine yeterince zaman ayıramaz oldu. Gökçe'nin, beklenmedik bir biçimde ortaya çıkışı Zernişan'nın acısını tazelemekle kalmamış; Ferhat'ı, gönül ve akıl arasındaki zıtlaşmanın endişeli kararsızlığına da sürüklemişti. Gökçe'yi, Zernişan olarak görmekte direnen gönül söz dinlemez haliyle yarım kalmış aşkın vuslatını istiyordu. Oysa ki akıl, Edirne'deki resimleri gördükten sonra verdiği kararı, düğün gecesi uğradığı yenilgiyle bağdaştırarak; Gökçe'nin, Zernişan olmadığını daha o anda hükme bağlamıştı. Duygu seliyle sürüklenen Ferhat tutunacak bir dal bulamamanın çaresizliğini yaşıyordu. Gökçe'in teybi Nilay'la geri göndermesi ve dans teklifini geri çevirmesi cesaretini kırmıştı. Zernişan'ın bakışlarındaki nazlı ceylan uysallığının, Gökçe'nin gözlerindeki vahşi kaplan hırçınlığıyla bağdaşır yönü yoktu. Zernişan'ı sevgiyle süzdüğü zamanlar ruhunda hissettiği teslimiyet duygusu, Gökçe'nin karşısında tedirginlikle müphem bir korkuya karışıyordu. Bu tanımsız korkuyla aklından uzaklaştırmak istediği Gökçe'nin ısrarlı bir şekilde zihninde dolanıp durmasına bir anlam veremiyordu.
***
Bilge Hanım biricik oğlunun düşürüldüğü duruma çok içerlenmiş, Gökçe'ye karşı olan kırgınlığını elinde olmayarak Leyla Hanım'a yansıtmıştı. Ortak acıyı paylaşan iki annenin görüşmeleri Gökçe'nin gelişiyle birlikte kesintiye uğramıştı. Düğün gecesinden sonra kendisini telefonla dahi aramayan Bilge Hanım'ın üzüntüsünü anlayan Leyla Hanım, düğünden bir hafta kadar sonra arkadaşını ziyaret etmeye karar vererek telefon etti. Gelirken Gökçe'yi de beraberinde getirmesi ricasında bulunan Bilge Hanım'ın dileğini Gökçe'ye ileten Leyla Hanım ummadığı bir yanıtla karşılaştı:
-Yok benim o evde bir işim! diyen Gökçe, Leyla Hanım'ın ısrarına rağmen Yusuf'la birlikte evde kalmayı tercih etti.
Gökçe ve Yusuf'un da geleceğini hesaplayarak hazırlık yapan Bilge Hanım, tek başına çıkıp gelen Leyla hanımı görünce:
-Hani ya çocuklar? ... diye sordu. Üzüntüsü yüzünden okunan Leyla Hanım:
-Gökçe gelmek istemedi! dedi. Yusuf'la birlikte evde kaldılar.
İki saat kadar süren buruk ziyaret esnasında Leyla Hanım, Ferhat'ın durumunu sordu. İçini çeken Bilge Hanım:
-Nasıl olsun, dedi. Çocuk yerde mi gökte mi belli değil. Düğün gecesi yarasının üstüne tuz biber ekildi. Gökçe niçin bu kadar haşin davranmış? Bu konuda size bir şey anlattı mı?
-Anlattı. Ferhat, Edirne'ye gittiğinde Gökçe'ye pek de kibar davranmamış galiba...
-Ferhat konusunda bir şey söylüyor mu size, ne düşünüyor?
-Birkaç kez konuyu açmak istedim ama lafı ağzıma tıkadı. Bu konuda konuşmak istemiyor! Aklınızdan geçenleri tahmin etmiyor değilim. Kendi kızım olsa konuşacak çok şey bulur hatta yönlendirmekten de çekinmezdim, bunu kendiniz de biliyorsunuz. Evimde misafir olarak kalan bir kız, takdir edersiniz ki izin verdiği ölçüde bazı şeyleri konuşabiliyoruz. Laleli taraflarında dairesi varmış. Yusuf'un ısrarı olmasa eminim şimdiye kadar kendi evine gitmiş olurdu.
-Benim kendisiyle konuşmama izin verir misiniz?
-Elbette, buyurun konuşunuz. Yalnız Zernişan kadar uysal olmadığını bilmenizi isterim. Yargılayıcı bir tavırla üzerine varmasanız daha iyi olur, sizi incitmesini istemem!
-Meydan vermem, hiç endişeniz olmasın.
-Siz bilirsiniz istediğiniz zaman buyurun, gelebilirsiniz. Ziyaretleriniz ile her zaman mutlu olduğumu kendiniz de biliyorsunuz.
-İzninizle o zaman iki gün sonra sizdeyim. Zernişan'ın çok sevdiği su böreğini yapayım, Gökçe de belki beğenir.
Bilge Hanım gün boyunca düşünüp durdu. Ferhat'ın; Zernişan'ın aziz hatıraları ile Gökçe'nin baş eğmez tavrı arasında bocaladığının farkındaydı. Leyla Hanım derin üzüntüsüne rağmen çok anlayışlı davranmıştı ancak, Gökçe'nin hiçbir davranışına karışamayacağını belirttiği gibi, genç kıza hiçbir telkinde bulunamayacağını dair net bir tavır da sergilemişti. Ferhat'ın, kırılmış cesareti, incinmiş gururu ve reddedilme korkusuyla Gökçe'nin karşısına çıkamayacağını biliyordu. Üniversiteye kaydını yaptıran güzeller güzeli bu peri kızını kimse sahiplenmeden önce bir an önce Ferhat'la yakınlaştırmanın bir yolunu bulmalıydı.
Bilgen hanım, Gökçe'yle neler konuşması gerektiğini tasarlamış olarak Leyla Hanım'ı ziyarete gitti. Öğle yemeğinden sonra Gökçe'yle birlikte bahçede dolaşmanın fırsatını bulan Bilge Hanım, koparmaya kıyamadan pembe güllere yüzünü yaklaştıran Gökçe'ye:
-Ne kadar güzeller değil mi? diye sordu. Gökçe gülleri kıskandıran tebessümüyle:
-Keşke hiç solmasalar, dedi. hep böyle kalsalar ne güzel olurdu, değil mi? Bilge hanım söylemek istedikleri için sabırsızlığını hissettirmemeye çalışarak:
-Zaman... diyerek anlatmaya başladı: Zaman öyle bir şey ki; solmayan güzellikleri soldurur, dostlukları düşmanlığa çevirdiği gibi kimi zaman da nefreti sevgiye dönüştürür. Zamanın gücüne hiçbir canlı karşı koyamaz. Bu günün ihtiyarları dünün gençleri değil mi? Bu günün gençleri de yarının ihtiyarları olacaklar, tabi o günleri görebilirlerse... Genç yaşta hayata veda edenlerin geride kalanlara bıraktıkları acıysa bambaşka bir şey...
-Çok sever miydiniz Zernişan'ı? ...
-Sevmek kelimesi yetersiz kalır kızım; Zernişan'ın uyanacağını bilsem, yerine bin kere kendim yatmaya razıyım! Ferat'ım öyle bir aşk ve tutkuyla bağlanmıştı ki kendime hep: ''Acaba efsanedeki Şirin bu kadar bu kadar sevilmiş miydi? '' diye sormuştum. O da senin gibi bir melekti. Bir yıl sonra Ferat'ım seni Edirne'de görünce yeniden doğmuş gibi oldu! Bir senedir hep dua ediyordum. Eminim ki, içli dualarım ve dinmez gözyaşlarımın mükâfatı olarak karşımıza çıktın. Şimdi de senin için dua ediyorum. Rabbim yüzün gibi bahtını da güzel eylesin. İster istemez endişeleniyorum: Bu kadar güzel bir kızın İstanbul gibi yerde rahat bırakmayacağını anlamak için kâhin olmaya gerek yok!
-Korurum kendimi ben, endişe etmenize gerek yok benim için! diyen Gökçe'nin keskin ve devrik cümlesine aldırmayan Bilge Hanım, gözleriyle kamelyanın altındaki masayı işaret ederek:
-İstersen şöyle geçelim dedi, ayakta fazla kalırsam benim gözlerim kararıyor.
Gökçe'yi karşısına oturtan Bilge Hanım:
-Keşke hayat senin düşündüğün kadar kolay olsa... diyerek şişedeki cin hikayesini anlatmaya başladı: Bir gün adamın biri deniz kenarında gezinirken dalgalarla kıyıya sürüklenen bir şişe görmüş. Merakla tıpasını açınca asırlarca şişeye hapsedilen cin çıkınca ne demiş biliyor musun?
-Biliyorum: ''Dile benden ne dilersen, demiş. Üç dilek dile...''
-Hayır kızım öyle dememiş, senin söylediğin: Lambanın Cini...
-Ne demiş peki?
-Anlatayım, iyi dinle yavrum! Şişeden çıkan cin, kendisini özgürlüğüne kavuşturan adama: ''Ey, Âdemoğlu seni öldüreceğim! demiş. Asırlarca önce Âdemoğlu beni hileyle bu şişeye hapsetti. Önceleri beni bu esaretten kurtaracak kişiyi ödüllendirmeyi düşünüyordum, ancak aradan çok uzun bir zaman geçmesine rağmen kimse beni şişeden çıkarmayınca öfkelendim ve beni şişeden çıkaracak kişiyi öldürmek için yemin ettim! Beni özgürlüğüme kavuşturmanın karşılığında son duanı yapacak kadar zaman veriyorum sana. Son duanı yap! ...'' Korkudan adamcağızın dişleri birbirine vurmaya başlamış. Canını kurtarmanın derdine düşen adamın aklına o anda bir fikir gelmiş: ''Sen yalan söylüyorsun! demiş cine. Şen o şişeden çıkmadın ki... Koskocaman cüssenle şu küçücük şişeye sığarmısın ki, beni kandırmaya çalışıyorsun, sen bir yalancısın. Cin yalancı olmadığını ispatlamak için yeniden şişeye girince, fırsatı kollayan adam tıpayı şişenin ağzına tıkayıvermiş.
-Babam da anlatır bana böyle güzel şeyler. diyen Gökçe, Bilge hanımı cana yakın bulmuştu.
Düğün gecesi yaşanan hayal kırıklığına hiç değinmeyen Bilge hanım sohbeti istediği yöne kanalize etmişti:
-Bir de cin gibi derler, insanoğlu zekasıyla cini bile şişeye hapsediyor, dedi. İnsan işte... Kafası şeytanlığa çalışmaya görsün, ne dümenler çevirir Allah bilir. Leyla Hanım, Laleli taraflarında bir dairen olduğundan söz etti, gidip yerleşmeyi düşünüyor musun?
-Yusuf izin verirse...
-Bu kadar çok mu seviyor seni?
-Yapıştı yakama çocuk, bırakmıyor.
-Bu kadar güzel bir abla bulmuşken, bırakmak istememekte haklı bence... Bu güzellikle, İstanbul gibi yerde işin kolay olmayacak kızım. Dikkatli olmalısın. Tanımadığın insanlara fazla güvenme, sana bir zarar verebilirler.
-Zarar veremez kimse bana!
-Bu kadar emin olma kızım, İnsanoğlundan her türlü iyiliği de bekle, her türlü kötüğü de... Anlamadan ayağı kaydırılan nice genç kızın ibretlik hikayelerini, görüyoruz...
-Boşuna mı gittim karate kursuna. Korurum kendimi!
-Karate mi dedin? Sen...
-Ortaokuldayken yaz tatillerinde karate kursuna giderdim.
Bilge Hanım, sohbetlerinin sonlarına doğru:
-Bana da bir gün misafir olursan çok sevinirim, dedi. Leyla Hanım gelirken istersen seni de getirsin. Gökçe biraz düşündükten sonra:
-Geliriz teyze dedi. Su böreği nefis olmuş, öğretir misiniz bana da, annemin çok beğeneceğinden eminim.
-Beraber açarız, diyen Bilgen Hanım genç kızın teklifini kabul etmesine memnun kalmıştı.
Bilge Hanım tecrübesi ve sevecen yaklaşımıyla Gökçe'yle koyu bir muhabbete başlamıştı. Gökçe'nin ailesi hakkında anlattıklarını can kulağıyla dinlerken:
-Yusuf geliyor dedi, anlaşılan senin hasretine dayanamadı.
Başını geriye çeviren Gökçe telaşlı adımlarla gelen çocuğa:
-Hayrola Yusuf, bu telaşın ne böyle? diyerek gülümsedi. Yusuf çok önemli bir randevuya gecikmiş gibi:
-Resimlerimizi alacaktık, abla unuttun mu? diye sordu. Haydi gidelim.
Bilge Hanım, gözleriyle izin isteyen Gökçe'ye yumuşak bir sesle:
-Sohbetimize daha sonra da devam ederiz dedi. El ele tutuşan Gökçe ve Yusuf'u, mavi çamın ardında gözden kayboluncaya kadar ayakta izledi.
Fotoğrafçıdan resimleri alan Gökçe, Yusuf'un elinden tutarak mutlu bir yüz ifadesiyle eve dönüyordu. Fotoğrafçı ustalığını sergilemiş, ışık ve netliğin mükemmel uyumunu resimlere canlılık katan bir fonla bütünleştirmişti. Kalabalık bir pasajın önünden geçerlerken; karşıdan gelen orta yaşlı, narin yapılı ve tedirgin bakışlı bir kadın, ellerini uzatarak Gökçe'nin omuzlarına tutundu:
-Yardım et kızım dedi, fenalaşıyorum!
Elindeki zarfı Yusuf'a uzatan Gökçe üzerine yığılan kadını ayakta tutmaya çalışarak:
-Geçmiş olsun teyze, dedi. Ne oldu size?
Kadının ağzından bir tek kelime çıkmayınca telaşlanan Gökçe sağa sola bakınırken, pasajın önünde duran güneş gözlüklü, genç ve bakımlı bir kadın koşturdu. Gökçe'nin yanına gelerek:
-Ne oldu? diye sordu. Acil bir durum mu söz konusu?
-Yıkıldı üzerime kadın, bilmiyorum! diyen gökçeyi kısa bir an süzen kadın ticari bir aracın gerisindeki siyah arabayı durdu:
-Galiba bayılmış bu kadın! dedi. Sakın kâlp krizi olmasın hemen hastaneye götürelim.
Tam önlerinde duran arabadan inen takım elbiseli siyah gözlüklü adam hiddetli bir sesle:
-Ne oldu hanımefendi, bizi niçin durdurdunuz? diye sordu.
Kadın telaşlı bir sesle:
-Görmüyor musunuz kadın ölüyor! diye bağırdı. Hesap soracağınıza yardım edin de bu hastayı acil servise yetiştirelim.
-Bula bula beni mi buldunuz ya... Benim de acil bir toplantım vardı. diye sitem eden adam gönülsüz bir tavırla arabanın arka kapısını açtı. Yardım etmeye çok hevesli görünen kadın, hastanın sağ kolunu Gökçe'den ayırıp eğilerek omzuna attıktan sonra:
-Hemen hastaneye yetiştirelim dedi. Siyah gözlüklü adam hasta kadına yardım etmeye niyetli görünmüyordu. Kaldırıma indikleri anda hastayı kucaklayan kadın Gökçe'ye:
-Dikkatli olun, içeriye alırken başını çarpmasın dedi. Siz arabaya geçin, dikkatli olun!
Arabaya binen Gökçe hastayı koltuk altlarından kavradı. Bel altından kucaklayarak hastanın ayaklarını yerden kesen kadın yüksek sesle:
-Çek şimdi! diye haykırdı.
Hastayı arabanın içine çekmeye uğraşan Gökçe, bir anda atmış kiloya yaklaşan kadını kucağında bulduğunda tetikte bekleyen adam arabanın kapatarak ön tarafa geçti. Hastayı kaşla göz arası arabaya bindiren kadın arabanın sol arka kapısından Gökçe'nin yanına biner binmez şöföre:
-En yakın hastaneye... Çabuk! ... diye bağırdı. Gökçe kucağındaki hastayı doğrultmaya çalışırken:
-Durun, tek başına kaldı Yusuf! diye inmeye davranırken araba hareket etmişti.
Gökçe'nin sözlerine aldırmayan kadın:
-Baksana kadıncağız yaşıyor mu? diye sordu. Gökçe sert bir sesle:
-Kendiniz bakarsınız dedi. Durdurun arabayı, Çocuk geride kaldı diyorum size... Tek başına... Şoförün Gökçe'nin itirazına aldırdığı yoktu. Kadın, Gökçe'nin kucağında kıpırdamadan duran hastanın boynuna elini uzattı. Hemen anlamış gibi:
-Yaşıyor, diye bağırdı. Tez yetiştirelim!
-Kahretsin! diyerek çevre yoluna saparak hızını arttıran şoförün sözleri üzerine endişeli görünen kadın:
-Ne oluyor? diye tedirgin bir sesle sordu. Trafik kurallarını hiçe sayarak seyir halindeki arabaları geride bırakan şoför:
-Yol kapalıydı, çalışma varmış dedi. Ben de çevre yoluna saptım.
Kucağına yığılan hastayla soluna yapışan kadının arasında sıkışıp kalan Gökçe, tekrar:
-Yusuf... dedi. Gökçe'nin sözünü kesen kadın:
-Kaybolacak değil ya... Canı sağ olsun, elbette eve gider. Şu hastayı acil servise bıraktıktan sonra benden önce sizi evinize bıraksınlar, yeter ki şu hastayı bir kurtaralım. Baksana kadıncağıza, yaşıyor mu?
Hastanın boğuluyormuş gibi çıkan hırıltıyla soluduğunu gören Gökçe telaşla:
-Ölüyor be kadın! diye bağırdı. Çabuk olsanıza, bu kadar uzak mı bu hastane?
-Sen bizi hangi yola soktun? Hasta gitti gidecek... diyerek Gökçe'yi destekleyen kadının soföre bağırmasına sinirlenen gözlüklü adam başını geriye çevirerek:
-Adamın asabını bozmayın diye söylendi. Ne dırdır edip duruyorsunuz? ... İstanbul trafiği işte, şoförüm ne yapsın? Sayenizde Japon iş adamlarıyla olan toplantımı kaçırmış oldum. Bir kelime daha konuşursanız sizi de hastanızı da arabadan indiririm ona göre...
Gökçe'nin aklı yalnız başına kalan Yusuf ile kucağındaki hasta arasında gidip gelirken, adamın tehdidine boyun eğen gözlüklü kadın sesini çıkarmaya cesaret edemedi.
Bir saati aşan yolculuğun ardında arabayı durduran şoför:
-Nihayet gelebildik, dedi. Geçmiş olsun, hastanızı indirebilirsiniz.
Gözlüklü kadın, saklı tuttuğu öfkesiyle:
-Yaya olarak yola düşseydik daha çabuk gelmiştik... diyerek Gökçe'nin kolunu tuttu: Çabuk in!
Kucağındaki hastadan sıyrılan Gökçe uyuşan bacaklarıyla arabadan zorlukla inebildi. Genç kızın yere ayak basmasını sabırsızlıkla bekleyen gözlüklü kadın ani bir hareketle yerine geçerek seri bir hareketle arabanın kapısını kapattı. Geri manevra yapan araba yüksek duvarlarlarla çevrili villaya Gökçe'yi bırakarak hızla geri dönmüştü. Bahçenin ağır demir kapısı rayların üstünde kendiliğinden hareket ederek kapandığında; Gökçe olup bitenin henüz tam olarak farkına varamamıştı!
Kusursuz işleyen bir planla Gökçe'nin farkına bile vardırılmadan arabaya bindirilerek kaçırılması ile: ''Abla! abla...'' diyerek arabanın arkasından bakakalan Yusuf'un kolunu tutan şık giyimli bir kadın:
-Sen, Leyla Hanım'ın oğlu Yusuf değil misin? diye sorduğunda. Yusuf ağlamaklı sesiyle:
-Ablam arabada kaldı! dedi. Kadın sevecen bir tavırla:
-Merak etme dedi. Ben de annenizi ziyaret etmeye gidiyordum. Leyla Hanım şu an evdeler mi?
-Evde misafirimiz vardı. Annem evde kaldı.
-Misafiriniz kim? Belki o da benim arkadaşımdır!
-Bilge teyze...
-Oh, ne âlâ... İkisini birlikte göreceğim desene... Haydi birlikte eve gidelim.
-Ablam gelirse, beni burada bulamaz... Yusuf'un saçlarını okşayan kadın:
-Gelirse... diyerek güldü. Haydi gecikmeyelim, annen seni merak eder sonra.
Yolda geçmekte olan olan ticari bir arabayı durdurarak Yusuf'la birlikte arkaya geçen kadın, çantasından çıkardığı iri boy çikolatayı Yusuf'a uzatarak:
-Sana almıştım dedi, buyur afiyet olsun.
Teşekkür ederek çikolatayı alan çocuğun düşünceli halini gören kadın:
-Yesene, çok beğeneceksin dedi.
-Ablamla birlikte yeriz diyen Yusuf'un elindeki zarfa bakan kadın:
-O zarfın içinde ne var? diye sordu,
-Ablamla çektirdiğimiz resimler var.
-Bana da gösterir misin? diyen kadın eve gelinceye kadar Göçe'nin Yusuf'la birlikte ve tek başına çektirdiği resimleri inceledi. Araba durduğunda resimleri zarfa koyarak Yusuf'a geri uzatan kadın: Züleyha teyzem geldi dersin, git annene haber ver. diyerek Yusuf'u arabadan indirdi.
Şoför uzatılan paranın üstünü denkleştirmeye çalışırken kadın aniden aklına gelmiş gibi:
-Eyvah! diyerek arabaya geri bindi. Ne olduğunu soran şoföre:
-Acele et, beni aldığın yere geri bırak! dedi. Paranın üstü kalsın. Mutfaktaki ocağı açık unuttum, yangın çıkmadan yetişebilsek bari.
Şoför ani bir kalkışla kadını arabaya bindirdiği semte doğru harekete geçti.
Yusuf'un tek başına çıkıp geldiğini gören Leyla Hanım:
-Ablan nerede? diye sordu. Yusuf heyecanla:
-Hastayı götürdüler, diyerek anlatmaya başladı: Hasta ablamın kucağına düştü. Öbür kadınla arabaya bindirdiler. Ablam da gitti. Siyah arabaydı.
-Sen tek başına mı geldin?
Kendisine çikolata veren kadının adını: ''Zeliha'' olarak aklında tutan Yusuf:
-Beni Zeliha teyze getirdi dedi, dışarıda seni bekliyor.
Zeliha isminde hiçbir tanıdığı olmadığını düşünen Leyla Hanım şüpheyle yerinden yerinden kalktı. Telaşlı adımlara bahçenin dışına çıkıp etrafa bakındı. Kendisini bekleyen kimseyi göremedi. Geri döndüğünde resimlere göz gezdiren Bilge Hanım'a endişeli bir bakış fırlatarak Yusuf'un kolunu sarstı:
-Dışarıda kimse yok dedi. Bana bak, doğruyu söyle seni kim getirdi? Ablana ne oldu?
-Doğruyu söylüyorum, Zeliha teyze zaten buraya geliyormuş, o getirdi işte... diyerek elindeki çikolatayı annesine gösterdi: Bana da bu çikolatayı almış. Yemedim, gelince ablamla paylaşacağım.
-Benim, Zeliha isminde tanıdığım kimse yok ki oğlum...
-Unutmuşsun. O kadın senin ismini biliyordu. Benim adımı da biliyordu. Senin arkadaşınmış işte. Arabaya binince adresi şoföre kendisi söyledi.
Düşündükçe karamsarlığa kapılan Leyla Hanım'ın endişesini paylaşan Bilge Hanım, Yusuf'a dönerek:
-Seni buraya getiren kadını daha önce hiç gördün mü? diye sordu. Yusuf duraksamadan:
-Hayır, daha önce hiç görmedim dedi. İlk defa gördüm.
Yanına Bilge Hanım'ı da alarak tekrar bahçenin dışına çıkan Leyla Hanım, Yusuf'un anlatmaya çalıştığı kadını göremeyince içine düşen endişeyle geri döndü. Tedirgin bekleyişle saatlerce Gökçe'den bir haber bekleyen Leyla Hanım akşamın alacakaranlığı çökerken genç kızın kaçırıldığından kâlben emin olmuştu. Masanın üzerindeki resimleri zarfına yerleştirip Yusuf'u odasına gönderdikten sonra endişenini paylaşan Bilge Hanım'a:
-Kaya... dedi. Kaya'nın adamları kaçırmıştır! Zernişan sanmışlardır. Şeytan'ın aklına bile gelmeyecek bir yere götürüp kızı kapattıklarına dair zerre kadar şüphem kalmadı; yoksa şu saate kadar çoktan dönmüş olurdu, ya da en azından bir telefon ederdi.
Bilge Hanım da aynı fikirdeydi. Ferhat'a haber verip vermemek arasında bocalıyıp duruyordu. Karate kursuna gittiğini ve kendisini koruyabileceğini söyleyen genç kızın sözlerini düşünerek Leyla Hanım'a:
-Gökçe kendisini koruyabileceğini söylemişti dedi, karate biliyormuş.
Yüzündeki endişeye acı bir tebesssüm eşlik eden Leyla Hanım:
-Karşısındakiler Cehennem zebanileri! dedi, Gökçe siyah kuşak olsa ne yazar?
Kayıt Tarihi : 21.1.2013 12:52:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
ustalığınızı konuşturarak
kelimelerin içinde
aktarmışınız okuyucuya.
Tebriklerimle kutluyor
saygıyla selamlıyorum
değerli hocam ve kardeşim.
TÜM YORUMLAR (17)