“YALNIZIZ” başlıklı yazınız beni çok etkiledi.” diye başlıyor, okurum mektubuna ve devam ediyor:
“.... Kırsal kesimden gelmedim. Hep kalabalık şehirlerde yaşadım. Çevrem dar denilemez. Maddi bir sorunum da yok. Kırk yaşı aştım, elliye dayandım. Bu zamana kadar çok geniş ilgi alanlarım oldu. Ama hiçbir alana saplanıp kalmadım. Şimdi de okumaktan başka saplantım yok. Bazen bu saplantıma da kendi kendime kızıyorum. “-Oku oku, ne olacak. Dünyada hep okumak için mi geldim” diye. Ama kitapların dışında bir şeye sarıldığımda, eninde-sonunda hüsrana uğruyorum.
Bir arkadaş... Bir kitap kadar ömrü olmuyor maalesef. Ben arkadaşlığı çocukluğumdaki gibi sanıyordum. İşim icabı çok gezdiğimden, yıllardır uzun süreli bir arkadaşlık kuramamış, arkadaşlık ettiğim yıllar lisede noktalanmıştı. O tatlı anıları şimdi uzatmak istedim ama, arkadaşlık kavramı, dostluk kavramı kişilerde farklılık kazanmış. Cömert davransan enayi, tutumlu davransan cimri olarak arkandan konuşuluyor. Değerlendirme hep maddeye göre yapılıyor. Kafa ve kalbini tatmin etmek için bir çift kelebek gibi ele uzanıyorsun; o elin tekini tuttuğunda diğeri cüzdanına uzanıyor. Dostluk, aşk... Hüsran...
Bir bahçe hazırlıyorum. Ellerim kabarıyor bel yaparken. Gübreliyor, çimlendiriyorum. Nadide çiçekler dikiyorum. Her sabah erkenden suluyorum. İlaçlıyorum. Gelip-geçen hayran hayran bakıyor. Ya da ben öyle sanıyorum. Bir sabah uyanıyorum bir çiçeğim, diğer sabah uyanıyorum bir gül ağıcım yerinden sökülüp götürülmüş ya da koparılmış. Mutlu olmak ve çevremi mutlu etmek için hazırladığım bu bahçeden dolayı mutsuz oluyorum...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...