Çocukluk yıllarımda ne zaman yaramazlık yapsam veya söz dinlemesem, annem: “Seni Abdallara veririm ha! ” Diye tehdit ederdi beni. Abdallar dediği bizim Yozgat ve civarında, halkın tabiriyle “çalgıcılık” yaparak geçimlerini sağlayan kimselerdi. Onlarla tehdit edilmemin sebebi ise, bu kişilerin aynı zamanda sünnetçilik yapıyor olmalarıydı.
Sünnet düğünlerini saz, keman, cümbüş ve benzeri müzik aletleri eşliğinde, bir köçek oynatarak icra ederlerdi. Köçekler genellikle yeni yetme gençlerden olur; gayet süslü, rengârenk, etekleri geniş, üzerine ışıltılı şeyler işlenmiş bir elbise giyerlerdi. Sanatlarını icra ederken yere atılan paraları, herkesi kendilerine hayran bırakacak şekilde, köprü kurarak toplamaları, gösterilerinin en ilginç tarafıydı
Defalarca Abdalların çalıp söylediği bu sünnet düğünlerini izlemiş, eğlenmiştim ama eğlencenin sonunda sünnet edilen çocukların feryatları sebebiyle olmalı, onlardan hep korkmuştum. Ancak yıllar sonra korkmama gerek olmadığını, çünkü küçük bir bebekken sünnet edildiğimi anladım.
Aradan yıllar geçti. İlkokul bitti ve kasabaya Ortaokul okumaya gittim. İşte tam bu yıllarda bizim Abdallardan biri, bozkırın birikmiş acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini en tabiî, en katıksız haliyle dillendirmeye başladı. Bu insan, Anadolu halkının, müşahhas hale gelmiş hissiyatı demek olan Neşet Ertaş’tı.
Biz radyolardan filan birkaç türküsünü dinlemekle yetinip dururken; bir gün onun konser vermek için kasabamıza geleceği haberini aldık. Bir süre sonra da muhtelif yerlere yapıştırılan afişlerden, söylentinin gerçek olduğu anlaşıldı: Neşet Ertaş Sorgun Belediye Sinemasında konser verecekti.
Verecekti de biz bu konsere nasıl gidecektik. Konser ücreti Beş Lira! Bizim için büyük para. Bu parayı bulmam imkânsız. Ama konser günü yine de gittim sinemanın önüne. Benim gibi parasız ama meraklı çocuklar da toplanmışlardı oraya. Biz içeri girenleri imrenerek izlerken, gelen girdi, gelen girdi…
Nihayet konser başladı. İlk önce adını sanını bilmediğimiz kişiler şarkılar, türküler okudular. Vakit bir hayli ilerledi. Kapıda bekleyen çocukların bir kısmı usandı gitti. Kala kala üç kişi kaldık. Bu arada Neşet Ertaş anos edildi. Büyük bir gürültü ve alkış koptu içerden. Bizim heyecanımız dorukta. Sinema kapısındaki görevli bizi izliyor. Bir süre sonra yanına çağırdı. Gittik. Muzip muzip gülerek:: “Size bir soru. Kim bilirse içeri alacağım. Birden başlayarak kim ikişer ikişer sayacak? ” Yanımdaki çocuk hemen atıldı: “İki, dört altı…” Görevli: “Hayır, hayır… Birden başlayarak…” Bu sefer ben: “ Bir, üç, beş, yedi…” Görevli: “ Aferim la gar’oğlan geç içeri” dedi ve ben nerdeyse uçarak içeri daldım.
Büyük bir sevinçle bulduğum boş yere oturdum. Dinlemeye başladım. Karşımda esmer, genç bir adam. Tahta bir iskemlede oturuyor. Pürüzsüz ve tıraşlı yüzü ter içinde. Gözleri kapalı. Bir Bozlağın bütün hissiyatını hücrelerine kadar yaşayarak söylüyor. Köyümün acılarını, köylümün acılarını, bu toprağın sancılarını, bozkırda esen bir güz rüzgârının tabiîliği içerisinde dillendiriyor. O değil, Anadolu haykırıyor. Bu adam gerçekten tam anlamıyla Anadolu’nun avazı. Belki bu yüzden, kendisine daha sonraki yıllarda “Bozkırın Tezenesi” denecekti.
Kucağındaki sazı bir sihirbaz ustalığıyla kullanan bu adamı hayranlıkla izledim. Ve bilmem kaç saat sonra gerçekten büyülenmiş biri olarak çıktım sinemadan. İster inanın ister inanmayın; o gün bu gündür, Halk Müziğimizin büyüsünden kurtulabilmiş değilim.
Mekanın cennet olsun Neşet Usta…
Osman ŞENER
Kayıt Tarihi : 19.12.2012 10:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Sevdalıydım Bozkırımın düzüne
Meyletmedim yad, yabanın sözüne
Kişi sadık kalır ise özüne
Çok yol alır düğümleri çözerek
Ham meyve mîsali başladı hayat
Çileyle yoğruldum dertlerim kat kat
İsyanım dağları delerdi, fakat
Koruk bala döndü sırlar sezerek
Dolaştım cihanı, çağladım, durdum
Kazandığım gönül benim tek yurdum
Her diyarda ayrı kapıyı vurdum
Yürekten yüreğe ballar süzerek
Hakk sevdiği kula verirmiş çile
Yükledim derdimi, kaleme, dile
Bir de bu Garip'ten dinleyin hele
Buldum ilacımı bozlak yazarak
Öfkesini yener insanın merdi
Sazımın karnına doldurdum derdi
Deli gönlüm böyle murada erdi
Etmedim şikâyet bir gün bezerek
Sizi de beni de yaratan ALLAH
Ancak sevgi ile bulunur felah
Kim kimin kölesi, kimler padişah?
Menzile varılmaz insan üzerek
Gurbete gideni gelmez bellemen
Gelir bir gün omuzlarda yüzerek
Abdalı, garibi ol/maz bellemen
Ben de ol/dum gönüllerde gezerek
Gerçek mekânımda daldım uykuya
Selâm olsun benden güneşe, aya
Bir GARİP neferdim ben bu davaya
Anmayın adımı küskün, kızarak
2012 / Kırşehir
Zübeyde GÖKBULUT
Bu güzel ANI yi bizimle paylastiginiz icin tesekkür ediyorum.
Rabbim sizlere de hayirli, uzun ömürler versin.
Edebiyat dalinda isminiz daim saygi ile anilsin.
Selamlar.
TÜM YORUMLAR (3)