Necla teyzenin kızları "sultan"

Fatih Kılıç 2
40

ŞİİR


5

TAKİPÇİ

Necla teyzenin kızları "sultan"

Dar ve uzun bir sokaktı,
Oturduğumuz yer.
İyi komşuluklar,
Sıkı dostluklar vardı,
Karnını doyurma telaşında idi herkes,
Fazlasında gözü yoktu kimsenin.
Çırpınmazdı hiç kimse,
Ev yada araba almak için.
Herkesin,
Ya babadan kalma,
Ya kendi yaptığı,
Gecekondu bir evi vardı.
Her evin önünde,
taş yada ağaç oturaklar vardı.

Sokağın en güzel evi,
Necla teyzenin eviydi.
Maviye boyanmış,
Büyük demir kapısı vardı.
Uzun ve geniş duvarlarından,
Sarmaşıklar sarkardı,
Ta tepeden yere kadar.
Kocası iş kazasında ölünce,
Üç kızı ile kala kalmıştı.
Necla teyze,
Hergün kapının önüne otururdu.
Gözleri hep sokağın başında,
Sanki birini bekler dururdu.

Necla teyzenin kızlarını,
Anlatırlardı hep,
Hem güzel,
Hem marifetli kızlar derlerdi.
Büyük kızı Nurdan abla,
Neşeli biriydi.
Şarkılar mırıldanır,
Sürekli gülümser,
Herşeyi merak eder,
Abuk subuk sorular sorar,
Necla teyzeyi kızdırırdı hep.

Ortanca kızı Nurcan abla,
Daha ağır başlı,
Pek konuşmayan,
Lafa söze karışmayan,
Arasıra dışarı çıkan,
kendi halinde biriydi.
Necla teyze,
En çok onu benzetirdi babasına.
Zaten Necla teyzenin,
İki lafından biri,
Kocası Ramazan amcaydı.
Ramazan amca,
En küçük kızları Sultan,
Henüz bir yaşında iken ölmüş.
Sultan,benden bir yaş küçüktü,
Ben sekiz yaşında idim o zamanlar.

Sultan;
Evin en küçüğü,
Saçları iki yandan örülü.
Gözleri hep nemli bakardı,
Dünyaya bedeldi gülüşü.
Evcilik oynardı hep tek başına,
Büyük mavi kapının önünde.
Kıvırcık saçlı bir bebeği vardı,
Hiç yanından ayırmadığı.
Beni görünce koşar gelirdi,
Gel beraber oynayalım derdi,
Evcilik oynamayı hiç sevmezdim.
Yok istemiyorum deyince,
Hemen dolardı gözleri,
Dayanamazdım,
Hadi oynayalım derdim.
Sadece evcilik oynarken güler di,
O derin, nemli, masum gözleri.

Sen baba ol,
Bende senin kızın.
Elimden tut,
Okula götür, parka götür,
Gezdir beni derdi.
Boya ile suratıma bıyık yapar,
İşte tam baba oldun derdi.
Necla teyze,
Oturduğu yerden bizi seyreder,
Hem derin derin iç çeker,
Hem tebessüm ederdi.
Sultan'ın baba özlemi,
Yakıyordu necla teyzenin içini.

Ben ikinci sınıfa giderken,
Sultan yeni başlamıştı okula.
Beraber gider gelirdik,
Her gidişimizde Necla teyze;
Aman oğlum,
Sultan'a göz kulak ol der,
Giderken uğurlar,
Gelirken beklerdi.
Hiç yanımdan ayrılmazdı sultan,
El ele tutuşur,
Güle oynaya gider gelirdik.
Hiç bitmesin isterdim,
Okulun yolu.

On yaşına geldiğimizde,
Nurdan abla evlendi.
Bir temmuz günü olmuştu düğünü,
Gök mavisi bir arabaydı gelin arabası,
İlk defa görüyordum,
Böyle bir arabayı.
Yıldır yıldırdı her yanı,
Kapatıyordu sanki sokağı.
Beyaz takım elbise,
Beyaz ayakkabı,
Uzun boylu bir adam,
Pek te havalı.
Gözünün yaşına bakmadan,
Alıp götürdüler,
Nurdan ablayı.

Zengin biriymiş evlendiği.
Ara sıra gelirdi,
Hediyeler getirirdi,
Bana da bir kurmalı araba vermişti,
Nasıl sevinmiştim.
Kocaman oyuncak bebekler
Getirirdi Sultan'a,
Ama o yinede,
Kıvırcık saçlı bebeğiyle oynardı.
Her gelişinde,
Bayram yeri olurdu evleri.
Sultan her gidişinde,
Sarılır ağlar dı gitme diye.

Sonraları azaldı gelip gitmeleri,
Bir zaman sonra,
Hiç gelip gitmez oldu,
Daha bir da sıklaştı,
Necla teyzenin,
Oturup beklemeleri.
Ve daha bir derin bakmaya başladı,
Sokağın başına gözleri.
Şehir dışına taşınmış,
Nurdan abla,
O yüzden miş gelmeyişi.

On üç yaşına geldiğimizde,
Nurcan ablada evlendi.
Kendi gibi sessiz ve sakin oldu gidişi.
Oda yurt dışına gitmişti,
Almaya'nın popüler olduğu dönemlerdi.
Artık yetmiyordu Necla teyzeye,
Oturduğu yerden,
Sokak seyirleri.
Yavaş yavaş geziniyor,
Sokağın başına kadar geliyor,
baka kalıyordu caddeye.
Ne kadar çok şey vardı özlediği,
Ve ne kadar çok şey vardı beklediği.
Sultan evcilik oynamıyordu artık
Mavi büyük kapının önünde.
Bir elinde,
kıvırcık saçlı bebeği,
Bir eli,
Necla teyzenin elinde,
Sımsıkı tutuyordu,
Sende gitme der gibi...

Artık on beş yaşına gelmiştik,
Daha çok kaçırıyorduk,
Birbirimizden gözlerimizi,
El ele tutunca,
Kıpkırmızı oluyordu yüzlerimiz.
Orta okul yıllarımızdı,
Okulumuz yine aynıydı,
Yine beraber gider gelirdik.
Daha çok süslenirdim,
Hergün tarardım saçlarımı,
jole sürer parlatırdım.
Sokağa çıkar,
Sultanı beklerdim her sabah.

Bir sabah Sultan bize geldi,
Koşa koşa.
Gözlerinde bir telaş vardı.
Seslendi anneme,
-Teyze teyze !
-Annem uyanmıyor,
-Okula geç kalıyorum...
Annem,
Attı elinde ne varsa,
Koşar adım gitti.
Öylece duruyordu Sultan,
Okul kıyafetiyle,
Dağınıktı saçları,
Gözleri ağlamaklı.
Sesler çoğaldı birden,
Koşturuyordu herkes,
Necla teyzenin evine.
Yürüdü Sultan,
Sokağa çıktı,
Biraz bekledi,
Büyük mavi kapının önüne,
Oturdu Necla teyzenin,
Her zamanki yerine.
Sokağın başına doğru,
Bakıyordu öyle
Buydu ona tek kalan,
Necla teyzeden geriye.

Acılı bir ses tonu ile,
Bir kadın geçti yanımızdan,
-Necla teyze ölmüş !
-Kızlarına haber verelim...
Bunu duyunca Sultan,
Ağlamaya başladı.
Oturdum yanına,
Ne demeliydim ?
Nasıl teselli etmeliydim ?
Necla teyze yoktu artık...
Bacaklarını çekti,
Karnına doğru,
Sokuldu kolumun altına,
Korkuyordu...

Nurdan abla ve Nurcan abla geldi,
İki gün sonra.
Onlar gelene kadar,
Bizde kalmıştı Sultan,
Hiç birşey yiyip içmedi,
Evlerine hiç gitmedi,
Dışarı bile çıkmadı,
Kıvırcık saçlı bebeğine sarıldı hep.
Ablalarını görünce,
Koşup sarıldı,
Nasıl ağladı üçü birden.

Bir hafta geçmişti,
Sultan,
Necla teyzenin yerine oturmuş,
Kıvırcık Bebeğinin,
Saçlarını örüyordu,
Yanına gittim oturdum.
Biliyor musun dedi,
-Biz bugün gidiyoruz,
-Artık ben Nurdan ablamda kalacağım.
Hiç birşey diyemedim,
Boğazıma oturdu,
Bütün kelimeler.
Dişlerimi sıktım,
Göğsümden koptu,
Bir fırtına gözlerime doğru.
Zor tutuyordum kendimi,
Bir başka gözlerime ağlayacaktım...

Öğlen vakti bir araba geldi,
Ufak tefek eşyaları doldurdular,
Herkesle vedalaştılar tek tek.
Nurdan abla gelip yanıma,
-Kendine iyi bak deyip,
Öptü yanaklarımdan...
Nurcan abla,
Küçük bir tebessümle,
Saçlarıma dokundu sadece,
Her zamanki gibi,
Sessiz ve sakindi.
Büyük mavi kapıya,
Kocaman bir kilit taktılar.
Çoktan solmuştu,
Taş duvardan,
Yere sarkan sarmaşıklar...

Sultan;
Yanıma geldi,
Biz gidiyoruz dedi.
İçimden birşeyler koptu sanki,
Sarılmak istiyordum,
Gitme demek istiyordum.
Ağladım tutamadım kendimi.
Nurdan abla;
Çok iyi arkadaşlardı dedi,
Bize bakanlara.
Ama bu,
Arkadaşılıktan öte birşeydi.
Bu, bir arkadaş ayrılığı değildi.
Bu, ayrılıkla başlayan,
Bir aşkın hikayesiydi.
Bu, acıların arasına sıkışmış,
Bir aşkın sessizliğiydi.
Sultan,
Gözleri kanlı,
Tuttu ellerimden,
Güle güle dedi.

- Hadi artık gidiyoruz,
Dedi Nurdan abla,
Yine geliriz,
Yine görüşsünüz diyerek,
Bindiler arabaya.
Arka koltuktan bakarak,
Uzaklaşıyordu Sultan.
Kaç gün kendimi eve kapatmıştım,
Nasıl içim yanmıştı,
Nasıl ağlamıştım...

İki yıl sonrada biz taşındık,
O sokaktan.
Bir daha ne seni gördüm,
Nede geçtim bir daha,
O sokaktan.
Bugün;
Şöyle bir baktımda,
Yirmi sene olmuş sen gideli,
O günden sonra,
İlk kez geçiyorum,
O sokaktan.
Bizim ev harabe olmuş,
Sizin büyük mavi kapı,
Hâlâ kilitli.
Biliyormusun ?
Artık mavi de değil,
Pas tutmuş her yeri.
Otlar büyümüş,
Kocaman sarı otlar,
Senin evcilik oynadığın yer,
Necla teyzenin oturduğu taş,
Görünmüyor bile...

Bu arada...;
Hani o gittiğiniz gün,
Bir ara kaybolmuştun sen.
Eve dönünce gördüm,
Yatağımın üzerine bıraktığın,
Saçlarının yarısı örülmüş,
Kıvırcık saçlı bebeğini...

"Ben onu hâlâ saklıyorum Sultan"

Fatih Kılıç 2
Kayıt Tarihi : 23.11.2018 13:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Fatih Kılıç 2