Dörtlüğün sırrını bulmuş şâman,
Dört zaman sürmüş ibadet gecesi.
Söylemiş kamlarının ağzından,
Nazmın esrârını binbir hecesi.
Çölün üstünden esen hür rüzgâr,
Yalı isminde ferahlık ve de hülyâ görünür.
Bir zamânın suya resmettiği dünyâ görünür.
Pek uzaklarda hakîkatteki binbir yaradan,
Pek uzaklarda şehirlerdeki bin dağdağandan.
Muzlîm adında bahtını bulmuş olan deniz,
Ardında karlı dağları seddir ufuklara,
İsviçre Alplerinde de yoktur o manzara,
Sisler içinde gamlı, bulutlar kadar temiz.
Ufkunda simsiyâh adının en güzel süsü,
Ey, Malazgirt! Yine ufkunda dolaştım, durdum,
Benim Alparslan’a âşık yaratılmış rûhum.
Taşırım kalbini ön saftaki mü’mîn neferin,
Ömrü cenklerde geçen eski zaman alplerinin.
Fethi sezmişti Ağustos günü haşyetle ova,
Ki güneş doğmamış üstünde o heybetle daha.
Ey dost, onun devri olan gün geçti,
Ahbâbımızın son çağı üzgün geçti.
Yûnus gibi dergâhını âbâd ettin,
Yahya’ya perestiş ile ömrün geçti.
O kasrın zaman görmemiş bir yerinden,
Gelir mûsıkîmiz, derinden derinden.
Elemsiz hayatın zafer mûsıkîsi,
Uzun, beş asırlık kader mûsıkîsi.
Yahyâ Kemâl’di son teli binlerce bestenin,
Bir aşk yarattı kendine dilden ve nağmeden,
En ince sâzımızdı durup ihtizâz eden,
Son şâiriydi fethi gören şanlı kubbenin.
Gittin şiir denen güzelin dâvetiydi bu,
Akşam Haliç'te yaktığı kandilde yanmada,
Durgun yüziyle fethi gören bir donanmada.
Surlar içinde fethin ölümsüz sükunu var,
Birbir minaler o sükunette kaldılar.
Tanrım, yaratan sensin üzüm toprağını,
İffet diye Havvâ’ya üzüm yaprağını.
İçtikse suyundan bizi affet, Tanrım,
Zehretme fakîr kullarının bardağını.
Toplanıp gölgesi altında bir engin çınarın,
Duyduk inşâ edenin rûhunu tekrâr Hisârın.
Taşımış sırtta kireç, taş dayanıp günlerce,
Vüzerâsiyle hükümdâr, ne asîl işkence!
Şüphesiz mû’cize devriydi o çağ İslâmın,
Bir hakîkat olamaz gördüğü hal en’âmın.
ruhun şad, mekanın cennet olsun büyük insan,yetişrdiğin binlerce kişiye hakkını helal et