Ayın altında yazılmıyor artık be Usta,
“Kuvay-i Milliye Destanı”.
Demir kafesin minik deliğinden
bir solukta geçip giden
ayın sırdaş ışığında;
pırıltısı çalınamamış aslan gözünden fışkırarak
Aşkın toprağı, suyu, havası
Kökü, gövdesi, yaprağı ve çiçeği
Hepsi yüreklerimizin bahar dökümü...
Yeşilgözümün bebeği
Deniz dalgalar ve tuz...
Akasyalar mor açıyor gönül bahçemde
İçimde begonviller eflatun...
Ciğerime işleyen mucize nefesle avunuyorum şimdi.
Destanların sessizliğini…
Ve efsanelerin dilsizliğini soluyorum
Akşamdan beri.
Ünye’de aylaktım
Fatsa’da kelaynak
Yolculara ayaktım
Ormanda çırılçıplak…
Çırılçıplak
Gezer oldum dağları
Ey turnalar turnalar!
Semah semaya kanatlarınız
Gagalarınız cırıyor yüreğimin mavisini…
Ağzınız göğsümde kuyuşur fısıltıyla
İçiniz aymanaçık dilsiz ve yara…
DÜŞ YARIKLARI
Tozkonmaz yerdir yürek!
Aklın arkı geçer saf mayasından.
Yaşamın çarkı orada döner
Sissiz pussuz ve ezelsiz ahirsiz.
Ama be Usta,
Yirmi dört saatin hepsi gece,
dilimizin tiz ucunda
anasütüne bulanmış
bir genç bilmece:
Akşamdan başlayıp
Anadır;
Doğurgan bahar toprağıdır
Güneş gülümsese
Çiçekleniverir yüreği...
Sonbahardır bazen
Tayını yitirmiş
Hani öleceğiz ölmesine
Ne tanrı, ne azrail iplemeden…
Hani öleceğiz ölmesine
Celladın düğümü
Saldırınca hallacî boyuna;
Şiirler vardır kurulamayan
Sel suları gibi durulamayan
Bir dizesiz andır;
Bulanık dökülür aklın anaforuna.
Tek bir satırın hevengine
Bir çift sözcük bile dizilemez
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!