Mustafa Öztepe: Önce kul, sonra yaşamak ülkesinin işçisi.
Münzevi, Mütecessiz, Okur, Yazar...
İki kitap babası...
Kendi i(ş)çinde...
Dün gece oturdum kendi kendime, kendi içimle konuştum.
Bir takım hesaplara girişmeyi üzerime vazife gördüm.
Düşündüm; ilk on yılım, dedim. Uzunca durdum; süt dişlerim ve çocukluğum, dedim. Az somurttum çok güldüm.
İkinci on yılıma geldim, toyluktu gençlikti dedim, geçen zamana ve beni boğmakta olan nefsime az biraz ağladım ve bir çok defa içimin de ağladığına şahit oldum.
Üçüncü on yılıma geldim, böyle giderse ya delilik yada velilik ile hemdem olacaktı minik yüreğim. Velilik; sevgilinin rızasına boyun bükmek, sevgili için dünyadan vazgeçmektir, dedim.
Bana çok uzaktır bu makam, boynum dünya zevklerinden kas katı kesilmiş, dünyalık mal ve mülk hırsımdan başka hiçbir şey için eğilmemiş.
Kıymetsiz kelimelerimin,
senin bahçende çiçeklenmesine
‘’şiir’’ demişler!
Şiir tanem, kamer çehrem, ciğerimin köşesi.
Kurumuş gönlümün kışına, nakış nakış işlenen bir bahar türküsüymüşsün sen oysa.
“Önce, ipil ipil süzüldük sevgili’nin nazar penceresinden.
Sonra bir düştük ki, kalkamadık!
Öldük sanki!
Üzerlerimizi zemheri karanlık örttü
Mektuplar ve kağıtlar iki yüzlüydü
“Odama düşseydin bir seher vakti!
Düşseydin yeterdi belki de. Bu endişe ve kırılmışlık geçermiydi bilemiyorum.
Güneşin nazlı nazlı bizleri selamladığı o vakitte gelseydin! Gelseydin yeterdi belki de!
Ne bir fikrin var ne de kutsal bir davan
Leyladan, şirinden, aslıdan
Gençlik; islamın ruhudur, gençlik Hz.Peygamber(sav)’in dostudur, gençlik Ümmetin umududur.
Hürriyet nedir? Hürriyet; zahiren zindanlarda bile olsan, ayaklarına prangalar vurulmuş olsa bile, batında(görünenin görünmeyen kısmı) Yusuf aleyhisselam‘ın gömleğini giyinmektir! Rabbinle başbaşasın ve tefekkür ile iştigalsin. Zetür ri’ka seferinde yaralanmış ve kolunun bir kısmı düşmüş, az bir deri tutuyor, ayağınla basıp kolunu koparıyorsun ve diyorsun ki; Senin için Allah ve Rasulünden geri kalamam. Dünyevi arzu ve istekler yok, bu isteklere seni meyil ettirecek zuhurlar yok, seni namazdan alıkoyan sıra arkadaşın yok, zamanının büyük kısmını heba eden telefonun yok. “Ama” ama ya” keşke” of daha benim zamanım var” ama derslerim çok ağır” gb, Bahanelerin yok!
Bazen Medrese-i yusufiye, sadece taş duvarlar arasında yaşanmaz güzel kardeşim. Anne ve baban gençlik yıllarına hasret, onlar hiç yaşayamamış gençliğini, sen hürce yaşa! Maddi ve dünyevi bir hürlük değildir anlatmak istediğim. Emr-i Kün Fe Yekûn’a inanmandır hürriyet dediğim! Allah bir iğneden deveyi geçirmek istese, deveyimi küçültür yoksa iğneyimi? El- Cevap; Hiçbiri!
Çünkü senin Rabbin, öyle kudret ve güç sahibidir ki ne iğneyi büyültür, ne de deveyi küçültmeye ihtiyaç duyar! Ne yapar Peki? “Ol” der ve oluverir! İşlerimiz sözlere kaldığı zaman fiyakalı bir hal ile; bizde karıncalar filleri yener azizim! Diyoruz amma, buna kalbimiz inanmıyor! Biz henüz islam olduk, fakat mümin olmak içindir bütün bu yakarışımız.
Yokluk insana olumsuz bir kavram gibi görünsede bazı zamanlar insan ruhu, yokluğu arar. Evet buna mukabil bazen insan, özgürken bile mahpus olur. Zindanda değilsindir, ellerin kelepçeli değildir, fakat içerisinde bulunduğun mekan ve zaman seni hapsetmiştir. Örneğin; arkadaşların ile olan dostluğun, Rabbinle olan muhabbetini unutturmuştur. Örneğin; sana zararı dokunmayan bir olay vardır, fakat bu olaydan dolayı birçok insan mağdur olacak ve sen bunu göremeyecek kadar körsündür.
Isırmayan yılanı türkü edinmişleri, söyle Leyla nasıl affedeyim?
KUDÜS Gözlerinden Öperim
Her şey bir serçenin kanatlarını kaybetmesiyle başlamıştı. Bir çobanın kuzularını kapmıştı kurtlar. Mesele kuzu ve kurt değildi. Mesele çobanın incinmişliğiydi. İpil ipil süzülen yağmur taneleri gibi, Kudüs’ün gözlerinden düşüyorduk. İnciniyordu haliyle bütün Rasuller, Enbiyalar. Musa, İsa ve Ahmed.. Adem’den 124 bin peygambere idi bu çağrı.. Salat ve selam onlaradır elbet. Salatlar tüm incinmiş halklara, tüm tutsak çocuklara ve sınırları kanla çevrilen topraklara.. Allah’ın yardımı bütün incinmiş kullara. Her bir düşüş bir yıkılışı, yozlaşmayı, asimile olmayı beraberinde getiriyordu. Kudüs’ün gözleri öpülmeliydi. Kudüs böyle anılmamalıydı. Kenanda kuzularımızı parçalamıştı kurtlar. Kenanda dumura uğramıştı Tevhid muştusu. Kudüs’ün gözyaşlarını taşıyoruz yırtık kesemizde.
Kudüs Müslümanların ebesiydi, öz annesinden öte süt annesiydi.. Her Müslüman onun ellerinde doğardı, onun elleriyle tokatlanır ve ıngaa demeden önce Bi'r-ruh bi'd-dem nefdik ya Aksa, derdi (Canımız kanımız feda olsun Ey Aksa) ve gözler gökte sapanlardan, taşlardan hürriyet çadırları kurardı. Onun sütüyle canlanırdı ufukları Mekke’nin, Medine’nin, Şam’ın ve İslam’ın.
Her genç kız, Kudüs’ün göğünde nişanlanır ve Kudüs’ün gölgesinde kadın olurdu. Gelinliklere Kudüs’ün rengine boyanırdı. Ve çeyizler Kudüs kokardı. Kızlar Kudüs’ü izler ve erkekler Kudüslü işlere koşardı. Damat kızı Kudüs’ten ister, Kudüs’ün kahvesini içerdi. Kudüs’ün elleri öpülürdü. Yeni doğan çocuklara Kudüs ismi verilirdi. Her çocuk Kudüs’e baba, Mescid-i Aksaya Anne derdi. Ve gündüz Kudüs’te çalışır, gece Aksada dinlenirdi. Kudüs’ün gözleri öpülmeliydi, Kudüs böyle anılmamalıydı. Kudüs’ün gözyaşlarını taşıyoruz yırttık kesemizde, korkak yüreklerimizde..
Bir de Kudüs’ü bizden çalanlar var, kardeş katilleri. Her bir Kudüs aşığı hazır olda bekleyen asker gibi değil, Ebrehe’nin fillerini ezilmiş ekin gibi yerle yeksan eden Ebabil gibi beklemeliydi.
Ah Kudüs! Ürkek yüreğimin korkusuz ve cesur aşkı..
Bir gün buluşacağız Lola..
Belki İstanbulda, belki Kudüste, belki Arafatta
Kimseler bilmez, bilemez, Allah bilir, Lola..
Çay mı içeriz, kahve mi pişiririz..
Yaralarımızı mı sararız..
Vuslatın hesabını mı dökeriz, bilinmez..
Martı Jonathan Livingston kitabının konusu, kalabalıklar arasında yaşanan yoğun bir azim ve çabayla kendi sınırlarını aşabilen yazarın gözünden bir martının hayat hikâyesini anlatmaktadır. Bu yolda kendi iç dünyasında oluşan gelgitlerinden sıyrılıp hayallerine doğru yelken açmış ve aynı zamanda da karanlık denizlerde yalnız kalmış fakat umudunu ve mücadelesini hiçbir zaman yitirmemiş ve umutsuzluğa kanat çırpmamış, her daim hayallerine bir adım daha ileriye taşımanın mutluluğunu yaşamış bir yüreğin serzeniş hikâyesidir bu. Hikâyede gelişen olaylar kurmaca bir dünya içerisinde oluşmuş ve yazarının hayatında gözlemlenmiş, bununla beraber yazar, kendisini martı Jonathan Livingston’un yerine koymuştur.
“Avrupa yani batı, rahatsız! Nasıl rahatsız olmasın! İslamın yayılışı ve müslüman olanların sayısı hiç olmadığı kadar arttı ve artmakta. Bunun için şerli planlarını devreye soktular. Müslüman Aile yapısını hedef aldılar, Feminizm ve gayri ahlaki medya araçları ile bunu çalıştırmaya başladılar. Bu plan ile birlikte, İslamı insanlara bir öcü gibi lanse etmeye devam ettiler. Müslüman denince onların akıllarında oluşan tasavvur, (işid- Terörist) gibi fiiler ve söylemler oldu. Onlara göre, Müslümanlar islamı kılıç zoruyla kabul ettirdi ve cinsellik ile de bu düşüncelerini desteklediler. Hz. Muhammed(sav) Efendimizin hikmet dolu çok evlilikleri ile bunu cinsellik olarak yansıttılar! Kadını köleleştiren bir din olarak islam bilinç altına böyle yerleşti! 21.yy da sekülerizmin etkisi ile müslümanlar iki türlü hareket etmeye başladı. Birinci tür, batının sözde medeni kanunları ve yaşayış tarzlarını İslami yapıya uydurarak benimsenmesi! Bu tür, İslama hem zarar hemde yarar sağladı! İkinci tür ise, batıya karşı olan keskin çizgilerinden taviz vermemek! Bu tür, ilk türün yaygınlaşmasını engelledi!
İslam, Allah katında tek geçerli ve hakiki dindir. Şuanki eski ahit(Tevrat) ve yeni ahitler(İncil) incelendiği zaman, batılı teologlar tarafından birçok uyuşmazlık ve tutarsızlıklar bulunuyor. Fakat Kur’an-ı Kerim’i didik didik araştıranlar hiçbir tutarsızlık bulamıyorlar, kuduruyorlar! Daha sonra, Nübüvvete saldırı ile, islamın hüküm coğrafyasını daraltmak istediler. Bunu gençler arasında yaygınlaştırmaya çalıştılar. Fakat bilmiyorlar ki, ebrehenin fillerine karşı kabeyi koruyan Allah ile, bugün dini mübin İslam’ı muhafaza eden zatın aynı yaratıcı olduğunu “Evin sahibi; Dinini de, Kelamını da, Habibini de koruyor ve koruyacaktır! Başaramayacaklar!
Önce kendime sonra sana Leyla; Vicdanın ve ruhun, Güllerinin ve papatyalarının açması için güneşe sığınmasın. Kasırgaları ister gönlün, yorulmak ister bedenin bilirim. Beyhudedir bu düşünceler. Ne güneşi bekle ne de kasırgaya hasret yaşa! Hakikati ara, bir “kün” denir de, ne güneşe nede kasırgaya gerek kalır, doğarsın bir sabah özlediğinle özlenildiğinle.
İsyandan değildir yorgun oluşum. Lakin sende çok masum sayılmazsın sevgilim. Yıllar yıllara hasretken, bülbüller güllere firkatteyken, papatyalar temiz ellere meftunken, sen bana hep kinliyken, nasıl olurda gülerdi, senden çizili buselerim, benliğim. Gönül yorgun, ruhlar ıssız, bedenlerde kanlı şok ihtilalleri ve tezahürü mutsuz çocuklar, sonsuz ihtiraslı anneler, gençliğine hasret babalar. Kitaplar güzel, iki kapak arasında hapis sevgiler, saatler iki yüzlü bir zamanda durmuş. Kentler ve beldeler bizim özlediğimiz yurda çok uzak ve ulaşılması imkansız. Anı kurtarmak şuan en büyük aşk. Hiçbirşeyin değeri eskisi kadar kıymetli değil, sen kadar kaba değil hiçbir hengame. Kalemler doğruyu değil, yanlışın yanlışını, kötünün iyisini yazıyor. Sözler ve fiiler bir serçe kadar samimi değiller.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!