“Bu öyle bir şiir ki!
Bütün alemlerde,
bütün yüreklerde,
Masumca, hunharca
Toptan tüfekten
Eyvahlarla, heyhatlarla
Güneşe tek başına uçan bir kuştur benim yüreğim
Fırtınalı denizlerde yorulmadan usanmadan,
Sevdasına umutla süzülen bir martı misali,
Hüzne kanat çırpıyor mahsun ve bitap bedenim.
Koşuyor doludizgin iki yüzlü canavarlar ruhlarda,
"Bir başımıza kaldık bu kuyuda.
Bu aşksız memlekette,
Bu vefasız şehirde..
Annesiz, babasız, abisiz, boynu bükük öylece.
Kuyu derin, kuyu karanlık ve kardeşlerin ihaneti kol geziyor caddede.
Dudaklarda bir sevgili şiiri, bir garip yusuf türküsü, bir diriliş ezgisi, bir zelha tevbesi, bir ölümsüz sevdalar neşesi.
İçimde deli taylar koşmakta anatolia! Nekadar muazzam bir sevdaymışsın oysa. Her bir köşem sen doluyor ve o hiç eksilmeyen aşkın, dağları aştıkça daha da hınça hınç artıyor, şimşekler çaktırıyorsun saç uçlarımda, içten içe doğduğun gönül coğrafyalarımda.
Sen kokayım her çiçeğin tomurcuğunda, her kanadı kırık kuşun yuvasında yakılan nazik ağıt, her incinmiş gönlün otağında bestelenen o ince inilti, ben olayım!
Sen oluyorum anatolia!
Söyle O’na Leyla; “Bezduk gayrı, bari göynümüze musallat olmasın.”
Söyle O’na Leyla; kalp kan torbası değil, dünya medcezirlerinden yorulan insanın, sığındığı hirasıdır.”
Söyle O’na Leyla;
Bu şiir’in sonu karaca ahmet
Soruyorum sizlere, var mıdır aranızda beni tanıyan?
Tanımak dedimse, gözlerimden değil
Sözlerimden değil
Etlerimden değil
Kemiklerimden değil
Varmısınız; kanımızı emen, tazecik fikirlerimizi törpüleyen, ailelerimizi karanlığa iten batıya kör olmaya ve yeniden doğunun bereket sofrasına oturmaya?
Varmısınız; O mübarek cümle, “İslam” da, tekrar silkelenerek birleşmeye?
Varmısınız; Faize karşı karz-ı hasenler vermeye!
Varmısınız; Fuhşun ballandırıla ballandırıla anlatıldığı müslüman coğrafyamda, evlilik bahçelerini tekrar çiçeklerle donatmaya?
Varmısınız; Ana- babamıza bile güvenmemeyi aşılayan zihniyetin çağını kapatıp, samimiyetin tekrar altın çağını yaşadığı o nebevi devrin kapılarını açmaya?
Varmısınız; Yeniden Okumaya?
YAŞAMAK
Susuyorum artık. Dünyayı sırtıma almışım yürüyorum. Çiçekli yollar, güzel insanlar, huzur kokusu şiirler ve tozlu kitaplar.. Kimse yüklenmek istemiyor onu, sadece ama sadece yaşamak, rahat yaşam ve külfetsiz zevkler... Yaşamak, tek bir dünya, tek bir kalp için şakaklarına akların düşmesini beklemesi insanın çaresizce. Gurbetler ve vuslatlar doluyor içime, ha bir de tüyü bitmemiş yaşamların ıstırapları.. İnsanı inciten kelimelerle konuşanlar gurbeti ve hayati-sizliği inşa ettiler tarih boyunca.. Kalpten çıkan dili geçerse başlarmış kıyameti sözlerin. Bir de kalpte biten sözler vardı. Aynı bir ağaç gibi kökleri kalbimizden uzanırdı göklere ve tesiri beissizdi diğer kalplere. Yaşamak denilince, fezaları kat kat çıkmak gelir aklıma. Sonra gurbetin adı oluverir, aynı binalarda ve mekanlarda fakat farklı yaşamların sömürüsü altında kalmış ve artık yaşamaktan anladığımız, hakkın istismarına karşı anlamlı-sanatsal-çağdaş ve etik ama usulca susmak olmuş. Mesafelerin ne önemi var ki kalpler için? Kalbinden kalblere yol açmak isteyenler yollarına dikenler değil çiçekler serpsinler. Böyle hayal ederken yaşamayı, konuşmanın çözemediği durumlarım birikmişti geride. Yazmak bir nebze de olsa hatırlatıyordu eski günleri. Veya hatrımda kalıyordu en azından affetmek. Unuttuklarımı affedemiyordum. En iyisi hatırda ve merhamette ortaksız yaşamaktı. Diniyordu içimin isyanları nihayet. Sonra hesapları çıkıyordu önüme, geçmişteki anlık yorgunlukların ve çocuksu kararların. Anlaşılmadığımı biliyordum elbet, fakat bu çağın dilini öğrenmekten de korkuyordum. Hangisi daha ayıptı, bu çağın realitelerine baş kaldırmak mı, çağın gereklerine müspet tavırlar takınmak mı?Bu muhasebelerim için müstakil bir zaman belirlemiyordum. Aslında her dakika geçmişin anlaşılmazlıklarını düşünüyordum. Her sabah namazı, benim için yeni bir koşmanın, yeni bir anlaşılmazlığın başlangıcıydı. Ayaklarıma nasırlar ve çıbanlar ne de güzel yakışıyordu.Fakat benim ayaklarım kalbime bağlıydı. Onları kimseler göremiyordu kimseler. Küçükken mahallemde açılan çiçekçiden, Alman fabrikalarının ürettiği ve topraksız açılmış, yaprakları asla kopmayan, rengi cezbedici ve kokusunu kendimizin belirlediği bir yapay çiçek almak için, para biriktirmeye başlamıştım. Kumbaram ağzına kadar dolmuştu. Ne de çok sevinmiştim. Kıvançlara bürünmüştü içim. Koşuyordum seke seke bahçemizde. Bahçemiz gül bahçesiydi. Bir böcek konmuştu omzuma irice. Korkuyla fırladım yerimden ve kumbaram boyumu aşarak havaya süzülmüştü. Ve açılıp paralarım rüzgarlarla uçuşmuştu. Görememiştim nereye düştüklerini. Aramaya koyuldum fakat bir lira hariç gerisini kaybetmenin acısı ve yorgunluğu sarmıştı kalbimi. Bu olayla başladı aslında yaşamak. Çiceksiz bir bahçe mi çiçekli bir bahçede miydi mutluluk?Bunları anlatmamın sebebini bilmiyorum. Kavuşmalarım kaplumbağanın sırtına takılmış. Ayrılıklarım tazının ensesinde heyecanlı bir gölge. Anlatınca anlıyorum, faniliği ve ölümsüzlüğün bilmecesini, en çokta yaşamak ülkesinin şifresini. Merakın bir elma kurdu olduğunu okumuştum. İnsanı öldüren şeyin bu merakla başladığını bizzat görmüştüm. Sonra beklediğim ve umduğum her an bu kurdun yaşamaya başladığını hissetmiştim. Neden çiçek açmıyordu insan kalbi? Su mu yoktu yoksa toprak mı? Güneş tek aya mı ışık verirdi? Gözler neye yarardı? Sevmek bir hırka mıydı? Ya geride kalan gönül törpüsü sözler neyi törpülerdi? Yalnız kalan sandalye yalnızlığı anlatıyor muydu sahi? Kanlanan gözler kalbin ağlamasına mı işaretti yoksa nedametine mi? İnsan sonucu belli olan bir denek gibi deneniyordu sevdiğini söylediği kişilerce. Ya denekler yanıltıyor muydu öngörülen sonuçları? Pavlov haklı mıydı, koşulsuz uyarıcı ile nötr uyarıcı yanyana geldiğinde koşullanıyor muyduk sahiden nötr uyarıcıya? Nötr uyarıcı sevmek mi, aşk mı? Koşulsuz uyarıcı kadın mı erkek mi? Koşulsuzla nötr yer değiştiremez miydi? Şöyle diyordu Shakespeare; göz yaşları ile yıkanan yüzden, daha temiz yüz olamaz. Göz yaşımızı değerli kılan bedenimiz miydi, kalbimiz miydi, yaralı gönül müydü, cesur yürek miydi? Yüzümüz doğuştan temiz değil miydi? Biz bir an sonra geçecek zamanın ve o arada ölüyor olanların marifetlerini toprağa saklayan yaşamak ülkesinin çöpçüleriyiz. Kusurlarımız ve tövbelerimiz üst üste geçmiş zincir halkaları ve o halkalar çenemizin altına bağlı.Yukarısı bıyık mı sakal mı bilmeden geçiyoruz bu günlerden. Vermeden istemek ve hep istemenin dilencisi gibi, yaşamayı beklemek.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!