Günlerdir yağan yağmurlardan sonra ilk kez evden dışarıya çıkıyorum. Ortalık günlük güneşlik. İlkyazdan kalma bir Pazar günü… Patikadan yürüyüp sahile indim. Temiz Havayı içime ciğerlerime çekiyorum. Çamur geldi yanıma. Bacaklarıma sürtündü. Yüzüme baktı.” Üzülme artık… Bak ben senin yol arkadaşınım… Yalnız değilsin buralarda “ der gibi. Tahta iskelede oturduğum yerden suları seyrediyorum. Onun yüzü, karşıma çıkıyor. Yüreğimde bir zaman birlikte yaşadığımız kenti uzakta bırakmanın kırık duygusu. Bir slâyt gösterisinde kahverengiye dönüşen fotoğrafların çevrilişini izleyen gözlerim, sessiz bir hüznü taşıyor damarlarıma.
Seni bir vitrinin önünde gördüm. Bahariye Caddesinden korkunç bir uğultu yükseliyordu. Akıp giden insan selinin içinde gözüme çarptın. Seni o kahverengi çantandan, beyaz montundan tanıdım. Sana doğru yürüdüm. Vitrinler kış çiçekleriyle donatılmışlardı. Söyleyeceklerimi kafamda toparlayamamıştım henüz. Günlerden sonra tedirgindim: seninle ilk kez konuşacakmışım gibi. Caddedeki gürültü gövdemi kuşatmıştı. Gözlerimizi kör eden kalabalıklar üzerimize yürüyordu. Konuşacaklarım o kadarda önemsiz şeyler değildi. Kadınlı erkekli insan kalabalığını geçmeye çabalıyorum. Çevreme bakınıyorum: yoksun. Kahverengi çantalı, beyaz montlu kadınların hiçbiri sen değilsin. Oysa seninle konuşmalıyım.
Bir pasajın merdivenlerindeyim, ışıklar gözümü alıyor… Mağazalara girenler, çıkanlar… Gözlerimde bir pasaj yıkılıyor. Aşağı kata iniyorum – yoksa Nezih Kitapçısına mı koşsam; yeni çıkan kitaplara mı bakacaktın? Balıkçıların arasından geçiyorum. Kilisenin önünde bir adam mızıka çalıyor-tabloma toplumsal bir mutsuzluk yayılıyor. Seslerin bitmek bilmeyen uğultusunda bir köşeye oturuyor bu adam. Yüzüne bakıyorum; beyazlaşmış saçları, kurumuş gözyaşları, dayanılmaz bir sıcaklıkla kavradığı mızıkası, o ağlamaklı oturuşu, ‘bir kıyamet kopmalı ‘ dercesine mızıkayı çalışı… Ne çok şey dönüyor başımda. Kadıköy soluk bir resme dönüşüyor-neredesin, ne yapıyorsun?
Akşamları karşı kıyıdan dönüşlerimde içimdeki deniz büyürdü ve ben içimdeki güvercinleri sana uçururdum.Ve güvercinlerimin ayaklarına bağladığım şiir demetleri denize düşer,yem olurdu martılara.Ve sonra anlardım güvercinlerin ayaklarının neden kırmızı olduğunu.
Şehiriçi seferlerine katılan vapurlar gibi yaklaşırdım iskelene.Rotası ve zamanı belli.Ama bu trafikte sevgili Z, bu deniz trafiğinde kılavuz kaptan kullanmadan sana açılan ilk gemiydim ben.
İkimizde susuyoruz.
Ayaklarını denize daldırıp gözünü ufka dikerek kıyıyı bekleyen uzun yeşil saçlı bir çay bahçesinin kucağındayız. Hafif bir rüzgâr var; sıkça dizilmiş küçük tahta masaların örtülerini kaldırarak yüzümüzü yalıyor. Çok uzaklarda bir balıkçı teknesi süzülmekte. Fener kimsesiz…
Sabah saatleri. Ortalık dingin. iki masayı birleştirerek etrafına toplanmış nargile tiryakisi birkaç ihtiyardan başka kimsecikler yok. Kimi gelininden, kimi damadından, kimi de oğlundan ya da kızından yakınıyor.”rahmetli sağ olsaydı, onun yeri bambaşkaydı! ”ünlemleriyle yalnızlıklarının altını çiziyorlar. Biraz önce herkese çay dağıtan garson çocuk da görünmüyor artık.
Öyle bir bittin ki…
İçimde hiçbir şey kalmadı sana dair
Oysa her an özlemdin…
Uzun, alabildiğince yağmurlu, ıslak, serin bir öğleden sonrası.akşama yakın saatler...
Evde oturmaktan sıkılıp kendimi zor attığım küçük limandayım. Demirlemiş tekneleri, kayıkları, ağlarını toplayan balıkçıları seyrediyorum. Beni tanıyanlar el sallıyor, selam veriyor. Gülümsüyorum, bende el sallıyor, selam veriyorum onlara.
Biten aşkın ardından
Giden ' Z 'sevgiliyse...
Ve
Sevgiler...
Ve
Duygular…
Acaba, bir kez daha? Seninle olabilir mi...
“…Aşkı var edebilmek için diğer bir kişi gerekliyse eğer, hapsonulan daracık yaşam koridorlarında onu nereden bulmalı… Onu nereden bulmalı * Acaba, bir kez daha? Seninle olabilir mi? “
Dokunulmuş bir avucun taze sıcaklığından tüten titreşimler… Yaşamın koyu ve ağır rengini umudun ve sevincin uçarılığına boyayan yumuşaklık… Neydi o? Hoplayan bir yürek, basıncı duyan kasıklar, nemlenen bir vajina, canlanan bir penis… İlkyaza doğru yeniden esen rüzgâr… Neydi o? Aylar öncesinden hayal meyal bugüne yansıyan… Aylar öncesinden anımsanan… Gözden göze, gülümsemeden gülümsemeye, sesten yüreğe, bedenden bedene akan iletişim… Karşılaşılan bakışlar… Hep aynı soru… Acaba seninle? Belki yeniden… Olabilir mi? Kim bilir?
Bu bir yolculuktu, seninle birlikte yola çıktığımız yalnızca bir kez yapılan ve geri dönülemeyen bir yolculuk.
Yüreğim
Şimdiye kadar ki bütün yürek çırpınışlarımda sadece seni sevdiğimi bil istedim.
Sustun…
Bıraktım artık. Sevmelerim sana değil, seni sevmelerim yok artık…
Araya aylar girdi, araya uzaklık girdi. Ben sana doğru eksildim yola her düştüğümde. Gelmeye her karar verdiğimde. Çoğalmak istedikçe araya yollar girdi… Ellerimdeki yol çizgileri uzayıp durdu. Şimdi ne durumda olduğunu, ne yaptığını, nasıl bir hikâyeyi yaşadığını bilmiyorum, bilmekte istemiyorum, ama artık ellerimi uzatamıyorum sana.
Aşk... Hala yüzünde taşıdığın o derin, o bir türlü iyileşmeyen yara izin değildir Bayan ' Z '. O iz hırstır, o iz bencilliktir, o iz sana değil kendine tapan bir ihtirastır. O iz senin o sonsuz ve hep kendini kanatan merhametin gibi değil. O iz sen gibi değil Bayan ' Z '. Sen hep sana hayat kadar kötü davrananları sevdin. Ben bunu yapamadım, yapamam…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!