Kıvranırsın karnında bir kadının
Çığlık sesleri inletirken arş-ı dünyayı
Gül'ün yaprağından bir damla yaş sarar mekanı
Cennetten bir yaprak düşer
Her yerde misk-i amber kokusu
Cefadan vefa doğar
Şiddetle çakan şimşekler sustu bak gör. Ne sandın, kış bir andı. Yine gitti içimde susturamadığım yağmurun sesini. Bir hayat daha, bir hikaye daha kayboldu yanan sayfaların arasında. Ağaç bir devrimin simgesiymiş meğer, nasılda direniyor arşa. Bir ben kaldım bu arafta, kim bilir belkide yeni bir tohumun gökyüzüne, güneşe, karanlığa şehadet ederim ki ben burdayım demesiyle yine tutunurum doğan ağacın dallarına. Dudaklarımın kuruduğuna, sustuğuna bakma, bir ahsenü'l takvim' im ben, yeryüzünün bedenle ruhu ve ağacın telafuzu. Zamanı gelince kan kusacak sözler, çengelle damağıma kilitlenen dilimin çözüldüğü vaktini seyreyle. Yaprakların dökülüşünü ve yeniden dirilişini, geceden sonra gelen sabah gibi.
Beni bu şehrin karanlık vakitlerine gömün
Saçak altına sığınan çocukların buz tutmuş vücudunun en sıcak yeriyle sarın
Beni dükkanda televizyon izleyen adamın gelecek kaygısıyla savaşan düşüncelerine mahkum etmeyin
Arabalarla volta atan şımarık çocukların parasıyla şımartmayın
Beni bu şehrin kaldırımlarında elinde sigarasıyla ağlayan adamın merhametine gömün
Evinde bacak bacak üstüne atmış bir kadının rahatlığına değil, çocukları için çırpınan, zinadan kaçan dul bir kadının aşkıyla sevin
Direncim kalmadı benim. Gökteki tüm yıldızları sırtımda taşımaya. Dünyadaki bütün pislikleri yutmaya, insanlara katlanmaya. Umudum, umutlarım bir bir döküldü toprağa. Bu yüzden çaresiz kaldım bu savaş alanında. Ne bir kalkanım nede bir kılıcım var ellerimin arasında. Her adımda düştüm bir çukura ve yıprandı tenim, yansıdı ruhuma. Ruhum bedenimden daha bitkin, düşlerim çekilmiş bir köşeye kan ağlamakta. Öyle ağlamaklı yaratılmışki yüreğim, dokunsan bulutlar gibi ağlamakta.
Kar yağarken avuçlarına zamanın
Gazi oluyordu mevsimler
Çırpınıyordu toprak
İğne deliklerinden besleniyordu insanlar
Bekleyerek izliyordu yaratan
İnsan Tanrı oldu dünyada
Soluksuz gecenin karanlığına dokunuyorum avuçlarımla. Gökkubbenin altında bir gezgin gibi geziniyorum sokaklarda. Her tarafta bir bina, her binada binlerce can, can çekişiyor duvarlar arasında. Ruhlar uçuşuyor arşa, binlerce feryat yankılanıyor duvarlarda. Bir çocuk, elinde bir balon, dalgın gözlerle bakıyor gelecek zamanın anılarına. Arada bir ağlıyor, her damlası bir şimşek gibi çakıyor yeryüzünün yaşlanmış kırışıklıklarına. Mutlu olduğu bir anıya denk gelmiş olmalıki, samanyolu kadar güzel bir gamze belirdi yanaklarında. Kahkahası rüzgarın nidasına kapılıp fısıldıyor kulaklarıma. Gözlerini yumdu, yaşlı bir adam gibi tevazu içinde kayboldu sisler arasında. İnsan ya, kaybolmaya mahkumdur doğduğu dünyanın sınırlı zamanında.
Huşu içinde uyuyan kalbime inen bir azap gibiydin. Derindin, derdimdin, dille telaffuz edilemeyecek kadar malayaniydin. Seni, ruhuma örtünen zamanın kıblesi saydım. Ruku ettim, dualarımı her İsmailin kurban ediliş tarihinde sana adadım. Tefekkür etmeden tevekküle iman ettirdin. Kalbimi, kalbine esfel-i safilin eyledin. Ben Nesimi değildim, beni tenimden, derimden ettin. Ben İbrahim de değildim, bu kor ateşi yüreğimde yakmanın manası neydi? Tüm mesele Nemrut olmak mıydı? Tanrı olup ateşten cennet yaratmak mı? Deva olayım derken dilhun etmekten başka bir yol bulamadın. Mahsur kaldım, bir serçe kuşun kafeste çırılçıplak çırpınması gibi. Yaşamı bana caiz kılmıştın fakat beni mekruhlarla yaşattın. Neyine aldandım, yüzündeki nuru Tanrıdan çaldığını sandım. Ben sanarak yaşadım, kendimden birkaç parça tek kaldım.
Behey ahmak yüreğim, sersem düşlerim bak yine yenildin. Sen, onun logardan akan sözlerine mi yoksa yüzüne taktığı maskeye mi güvendin? Bu kaçıncı terk edilişin, söyle bana sen arlanmayı bilmez misin? Yenileceğini bile bile neden başka yüreklerde gezinirsin? Değdi mi, sahi bu kadar acımana değdi mi? Bak şimdi hem beni hemde kendini mahfettin. Tabi acıdın, içten içe böyle yaş dökersin. Hayır yüreğim, bu defa seni affetmeyeceğim. Bu o dedin, rabbine ettiğin duanın yeryüzündeki cevabı dedin. Düşlerimide onun gerçekliğiyle kirlettin. Behey sersem düşlerim, peki sen neden bu kadar güzel hülyalarda gezindin? O yetmezmiş gibi rüyalarımda bile eksikliğini hissettirmedin. Anlaşalım seninle düşlerim, bu saaten sonra onu bir şekilde sileceksin.
Kırıldı gökyüzü, ufak ufak yaşlar döküyor yüreği sızlayan göğsümün üzerine. Gökyüzünü yıpratırcasına savaşan şimşekler ıslatıyor ruhumu, aydınlığıyla dokunuyor gözlerime. Soğuktan ellerim titriyor, titreye titreye yürüyorum öfkeyle yeryüzüne sızan gökyüzünün dibinde. Koşuşturuyor varlıklar bir saçağın altına, sığınıyorlar bir duvarın köşesine. Bir başıma kaldım gökle, ben ağlıyor ve ben ağladıkça dahada sert vuruyordu kırbacını bilinmeyen bir yerin çorak bölgesine. Her vuruşta bir aydınlık kamaştırıyordu gözümü, ağlama dercesine. Hıçkırıklara boğulan boğazım aydınlığıyla duruyor, kahkaha atıyordu gökyüzünün bana gülümsemesine. Soğuktan titreyen bedenimin gözümden düşen yaşların ısıttığını görünce, durdum birden bire. Üzüldüm kendi halime ve dedim kendi kendime ''sen ne çok ezilmişsin yeryüzünde. ''
Oturmuştu bir adam
Yoklerken göz bebekleriyle semayı
Aklına düşmüştü ''Gül ve Fidan''
Elleriyle avuçlarına alırken yıldızları
Burnunun ucuyla kokladı
Düşündü, düşündü, düşündü
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!