Sen masumca duvar dibinde ölümü bekleyen çocuk,
Söyle kim attı, bombaları üzerine,
Kamyonlara yükleyip,
Bir Ekim kışında, seni yurdundan sürgün edeni söyle bana...
Hani barış güvercinleri yollamışlardı sana. Ulaşmadı mı?
Rıhtımdaydı,
Derin yalnızlığın içinde,
Elleri ceplerinde.
Rüzgar savuruyordu saçlarını,
Gömleğinden bedenine giren rüzgara aldırmadan,
Dolaşıyordu rıhtımda…
Durulmuş sular gibiyim, kendi kabımda dingin,
Fırtınaya dönüşmüşken, yapayalnız,
Şimdi dinmekteyim.
Yolum yarılanmış olsa da,
Ovalar benim, yollar benim, evren benim,
Ey umut,
Ey şafaklar,
Kızıllığından doğup,
Yavaş yavaş kapıma gelen umut…
Sen geldiğinde,
Ben kapıyı açacak mıyım?
Son kuşlar kanatlandı buralardan
Toprak gri kaldı, yeşiller soldu.
Çatlamış dudaklar kadar kurudu toprak...
Tarihin sonu gelmese de
Zaman durdu.
Aşk,
Üçüncü bir varlık gibiydi aramızda
Bazen sen
Bazen ben
Aldatırdık birbirimizi onunla
Onun olduğu yerde
Bir şamdanın terk eden yalnızlığı,
Hüznün çeşme başında akan damlaları,
Yazdığım şiir kadar yenisin.
Aşkın kendisi kadar eski.
Olgunluğum Ararat’ın zirvesindeyken,
Sağanak arkasında kaybolan kuşlar gibi,
Gitti deniz, martılar çıplak kaldı.
Yığılan tomurcuk yapraklarında
Açan her çiçek bir sevdaydı
Sazlar çalınır benim bahçelerimde
Gün hora teper her gittiğim yerde.
Gün devrilirken yaşanmış rüyaların uykusuz gecelerine,
Satırlar ardı sıra sıralanır mısraların dizelerine,
Rakımın şişeleri el verirken ağlayan yüreğime,
Bayat bir ekmeği katık ederim küflenmiş düşüncelerime,
Bildiğim bir şey varsa, hayatım zamana karşı
Senin saltanatın yüreğimde saklı
Dönüşün sevincime boğar yüreğimi
Yalnızlığım tespih gibi dökülür yere
Senin saltanatın yüreğimde saklı
Kum taneleri kadar sevgi bahçelerim var
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!