İnsanın kendini mahkûm ettiği hayat bir tercih gibi görünse de bazen zorunlu ve sessiz bir sürgün olduğunu sadece kendisi bilir. Kadere tevekkülle rıza göstermekle, hakikati keşfetmek için cevabı olmayan sorularla düşünmenin incecik benzerliği hissedebilmek kıymetlidir. Sorular bazılarını huzursuz eder, bazılarını da büsbütün genişletir. İnsan olmanın mucizevî sırrı onca insanı birbirinden ayıran bu farklılıklarda saklı değil midir zaten. Kimileri için hayatın gölgeli, loş alanlarıyla hiç bitmeyen bir çile yolu gibidir. Kimileriyse bundan muazzam bir heyecan duyar. Kaotik duygularla esnettikleri iç dünyaları sayesinde başkalarını da anlama fırsatı yakaladıkları için hayatı derinleştiren katmanları daha iyi görebilirler.
…
Malum, hepimiz önceden bizim için yazılmış hikâyelerin birer uzantısı olarak bu dünyaya geliyoruz. Eğer hayatı sonu henüz yazılmamış, sadece bizim kurgulayabileceğimiz bir romana benzetecek olursak, onu arzularımız, hayallerimiz, tutkularımız doğrultusunda değiştirebileceğimizi maalesef ancak yarısını geçtikten sonra fark edebiliyoruz genellikle. Evet, bu romanın sonunu yazabilecek kudretimiz yok belki ama o yolculuğu ıstıraplarına rağmen daha zengin kılamaz mıyız? Eğer hikâyeler durağan değilse, hayat da değildir çünkü. Pekâlâ değişebilir, öyle değil mi? Büyürken ailemizden ödünç aldığımız alışkanlıklar, seçmediğimiz halde içinde kaybolduğumuz inanç sistemleri, bizi peşi sıra sürükleyen zor koşullar, zehrini usul usul ruhumuza sızdırıp mutsuz etmek için zihnimizde nöbet tutan anılar, her biri aslında kendimizi çıplak gözlerle görmemizi engelliyor…
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta