Münire Çetin Şiirleri - Şair Münire Çetin

0

TAKİPÇİ

Münire Çetin

Sanmayın küçücük bir böcek
Çelimsiz bir çiçek kim olur
Dağlar yarılır yollar ayrılır
Konar da çelimsiz bir çiçeğe
Olur işte bal gibi olur
Uzatır çiçeğe milimetrik şırıngasını

Devamını Oku
Münire Çetin

Sibirya’dan soğuklar geliyor diyor…
Haber bültenleri…
Buzdan insanlar yüreksizce kol geziyor
Donarak ölen insanlar var ülkemde
Son kalan vicdanları sızlatıyor
Yaşayanlara değil ölenlere sızlıyor artık vicdanlar…

Devamını Oku
Münire Çetin

Anne, Anneciğim
Neredesin nereye gittin?
Sağıma dönüyorum yoksun,
Soluma dönüyorum yoksun,
Akşam birlikte yattık, sabah yoksun
Elime yaktığın kına ayrılık nişanı mıydı ana?

Devamını Oku
Münire Çetin

Hayatımızın başından sonuna bizim için hayat olan varlıktır anne ve babalar...İkisine de minnet borçluyuz. Bir çocuğa sorsalar en büyük kim diye 'babam' der elbette...Bana sorsalar ben de 'en baba benim babam' derim...En baba benim babam...Neden diye sormak hakkınız elbette...isterseniz bir kaç ilginç anımla babamı anlatayım:
ilkokul birinci sınıftayım...O yıllarda televizyonda sadece trt 1 kanalı vardı ve perşembe akşamları haberlerden önce 'İnanç Dünyası' adlı bir program vardı. O programda Kur'an-ı Kerim okunur, meal açıklaması yapılır ve sonra günün önemiyle ilgili konu anlatılırdı. Yine böyle bir perşembe günü Kur'an-ı Kerim okundu meal açıklaması yapılrken Cennetten bahsediliyor...
- Baba Cennet neresi?
-Çok uzak
-Biz de gidelim mi?
-Gidemeyiz!

Devamını Oku
Münire Çetin

Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da ayrıldı yollarımız bir bir
Diyordu ya Cahit Sıtkı
Doğru değil mi
Nelere veda etmedik ki
Boynumuzu bükerek

Devamını Oku
Münire Çetin

İkindi vakti
Hep aşık olurum ben
Rüzgarla kıpırdayan dallara
Çiçeklerin kokusuna, rengine
Ocakta kaynayan çayın demine
Radyodan gelen nağmeye

Devamını Oku
Münire Çetin

Ağlamak nedir bilir misin sen?
Ağladın mı hiç
Yağmurla yarışırcasına
Gülmek nedir bilir misin sen?
Güldün mü hiç deliler gibi?
Kahkaha attın mı?

Devamını Oku
Münire Çetin

Doğruluk büyülü bir masalmış dinlemeyi özledim anne… akşamları ineğimiz Yadigar’ı sağardın, yanık türkülerini, süt kokan ellerini, minik alınlı buzağılarımızı özledim… sahurlarda tahta merdivenimizden gıcırtılarla inip, bize pişirdiğin tereyağlı bulgur pilavını, pekmez şerbetini özledim. Sabah namazlarında huşu ile ve ağlamaklı sesle dedemin okuduğu Kur’an sesini özledim. Ağabeylerimin ablalarımın mutlu günlerimizde attığı kahkahaları özledim. Yaşlı dut ağacının dibinde “bir bade su” bekleyen Arife ebemin dualarını… kavak ağaçlarının seherde rüzgarla dans edişini ve yıllarca onların dibinde oturan Deli Cülük’ü ve onun oğlu kır kısrağı… söğüt ağacını dibinde oyunlar oynayıp barajlar yapıp akıttığımız, gürül gürül akan köy çeşmesini… harnıp ağacının dibinde oturunca bizi taşa tutan Aşire ebeyi bile vallahi özledim. Sandallı Ağaç’ta inek otlattığım, çıkınca bir türlü inemediğim koca çam ağacını, “hoptik” oynadığım o düz say’ı… bize sınırsız elmalar bahşeden Durmuş Ali Emmi’yi, yol kenarında bize incir versin diye beklediğimiz “Çivici” lakaplı İbrahim Emmi’yi ve o güzel manilerini…
“alman gızlar alman itli çobanı
yakası bitli çobanı”
Namazın ilahi lezzetini ilk defa tattığım ilk heyecanlandığım Üçkuyu’daki koca çam ağacını ve çakar çarık oynadığımız dallarını… düşüp de ağladığım o zamanı…
İkindi vakitlerinde elma ağacını dibinde Kur’an okuyan Veli Emmi’nin davudi sesini… tükürmesiyle nam salmış kasap Ali Emmi’yi küfürsüz konuşamayan ve kendi ettiği küfürlere de gülen “R” harflerini telaffuz etmeye ömrü yetmeden giden arkadaşım, çoban arkadaşım Y(R) aziye’yi…akşam gün batarken sıra sıra geçen koyunların çanlarını ve Şavkı Emmi’’nin kavalı andıran ıslığını ve yanık sesini…
Kimi anlatsam neyi anlatsam biter mi? Hayat koskoca bir yalanmış, bu anlattığım insanlar hani nerdeler? Bunlar da yalanmış! Yalan bile olsalar özledim anne! Memleketimi, taşını, toprağını… ve o topraklarda yaşadığım her anı özledim. Doğruluk büyülü bir masalmış dinlemeyi özledim annem! ! !

Devamını Oku
Münire Çetin

Çocukluğumun beyaz tebeşir tozlu yıllarında...der ya şairin biri... benimde aynen o yıllardan kalma bir anım aklıma geldi...Gerçi o anım her an aklımda...ama paylaşmak istedim...Kara tahtalı beyaz tebeşirli yıllar...Umuda, geleceğe, bilgiye, bilime,insanlığa, insan olmaya doğru atılan adımlar yani...Umutlarımızın karanlıkları aydınlattığı gibi kara tahtayı ağartan ak pak tebeşirler...tebeşirle yazılanlar zahirde tahtayı ağartıyordu ama asıl kafamızda çözemediğimiz şeyleri açığa kavuşturuyordu...fen öğreniyorduk...matematik...vesaire...aslında asıl mesele bu değil konuyu fazla dağıtmayayım...İşte o yıllarda...ilkokul 2 ya da üçüncü sınftayım...sınıfımızda en ön sırada oturuyorum. hemen arkamdaki sırada Funda isimli bir arkadaşım oturuyor. Funda; hafif sarışın soluk yüzlü karıncadan bile ince belli, sessiz duygusal kendi halinde içine kapanık birisiydi. Teneffüslere çok nadir çıkar genelde hep sınıfta otururdu. Birisi soru bir şey sormazsa pek konuşmaz çok nadir gülerdi, gülerken de ağlıyor gibi çok bulanık bir ifade oluşurdu yüzünde...Bir gün sınıf nöbetçisiyim sınıftayım karnım acıktı çıkıp kantinden simit aldım Funda da içerdeydi simidimi bölüp ona verdim utana sıkıla aldı sonra çantasından gazeteye sarılı bir şey çıkardı elleri tireyerek o da bana uzattı:
-Böl! dedi. Böldüm; baktım yarım ekmeğin içerisinde beş tane siyah zeytin...zeytinleri ıslak koymuş olmalı ki ekmek hayli ıslanmış...ama mis gibi zeytin kokuyordu...içimden simitten bile güzel kokuyor dedim...
-Kusura bakma! dedi ve devam etti:
-Bizim paramız yok simit alamıyorum....yutkundu....
-Evden getiriyorum! ...
-Teneffüse de çıkmıyorum...benimle dalga geçerler diye utanıyorum...sınıfta tek oturup karnımı doyuruyorum...

Devamını Oku
Münire Çetin

Ayla, yıldızla, şehitlerin kanıyla yoğruldu bu bayrak.
Kürdü, Türk’ü birleşti Çanakkale geçilmez diye bağırdı. Ey yarab!
Ölümü bile göze alarak çarpıştı atam vermedi toprak.
Çanakkale Mehmetçiğiyle yeridir destanın.
Mehmetçik savaştı düşmanla sanki ölüme gidercesine,
Bir karış toprak vermemek için, bile bile düşmanın eline,

Devamını Oku