Onca karmaşaya rağmen, bir çiçek bahçesi olduğunu unutmuyor evren. Üzerinden bin yıl geçse bile tohumun özünde saklıyor kendini. Toprakla sevişmeye koyulduğunda, güneş su ve insandan beslenmeyi çok iyi biliyor. Yaşama sanatının mucidi o…
Çiçek ise kısa ömürlü… Elle tutulur, koklanır; özenle bakılmadığı takdirde kuruyup gider. Aynı zamanda kısacık ömründe ruhları şenlendirir. Tıpkı unutkanlığı reddeden evren bahçesi gibi… Bir de tinsel bahçelerimiz var. İnsanoğlunun tüm sırlarını gizlediği bu âlemin renkleri, alacalı tonları, bağbanları, yamakları biziz aslında. Şair ise oradaki sesleri duyan, renkleri gören, kalplere aktarabilen biri… Hayatın karanlık yüzünde içimizi eşeleyen, tohumlayan ve evrenle birlikte yaşamını sessizce, belki de bir ömür boyu susarak sürdüren... Yalnızca sözcüklerin kadife eldivenleri ile dokunur bize. Tepelerde, kıyılarda, ruhun koyaklarında dolaşır durur. Bir gün bakarsınız bir dağ lâlesinden esinlenip “gelincik” sözcüğünü armağan eder dizelerinde. Tirşe, yavruağzı, kimyonî, şarabî, ebrulî gibi unutulmuş renkleri ve Yuda’dan erguvan’ı getirir gönüllerimize.
“Şairler ses verir, soluk verirler, evren çiçek açar” diyordu Ahmet İnam.
O halde, evrene tılsım üfleyendir şair. Ona gerçeğin ötesinde yepyeni anlamlar kazandıran kişi… Ya şaire üfleyen evren? O şenlendirmez mi şairi? Hüzünlendirmez mi; çiçeğini güldürüp soldurmaz mı? Aşkı ve sevdayı yorgun güzlerden bahar coşkusuna taşıyan değil midir o? Elbette söz’ün müziğine tutkuyla değen her yürek gibi o da kendi çiçeğini açtıracaktır. İnleyen çiçekler, “elem çiçekleri”, “uçurum çiçekleri”, beyazdan tarçınîye, patlıcanîden mora insan ruhunda seyrana çıkmış rengârenk çiçek…
Şairin dilinde her nefes alış, her soluk veriş farklı bir kimlik kazandırır kişiye. Böylece adımız konulur bir çiçekten. Neyiz bugün? Gül mü, karanfil mi, mateme gark olmuş bir kasımpatı, yoksa gülün dikeni mi? Sözle buluşulan o yerde anlamlarız kendimizi. Bu yolculuk bazen bir yonca yaprağından çiğdeme, oradan da Afrika’lı bir menekşeye kadar uzanır. Narçiçeklerinin narında veririz molalarımızı. Nilüferi seyrederken suya akseden yüzümüzle Narcissus’a benzer; zihnimizde bir bataklık nergisinin serüvenlerini yazarız. Krizantemden asalet alır, yaseminden tutkuyu öğreniriz. Sıradan bir reyhan dalı aniden güven veren, kucaklayan bir sevgi evine dönüşür. Kimi gün alabildiğine mutlu bir kır papatyası yansır aynamıza. Taç yapraklarıyla aşk falları açar, ya da güneşi tutkuyla kovalayan bir günebakan oluveririz.
Sevgiliye sunulandır şiirce bir söz.
Sevgiyle alınan ve ona da çiçek açtıran.
“Geceleyin gül yanar” dediği gibi şairin:
“gül akar gülüşünde, yanar ışığı yüzünün
harede gözler büyür, ay büyürken sularda”
…(Aydın Afacan)
Gül gider gün gelir ve bir akasya ya da ıhlamur ağacına tutunarak dallarında çiçeğe dururuz. Yalnızlığı paylaşırız onunla. Ruhu dağlayan acılar yakıcı birer goncaya dönüşür. Yitirdiğimiz sevgilinin başucuna hatmi çiçeği bırakırız bazen.
Ne çok şikâyet edilir çiçeksiz saksılar ve saksısız çiçeklerden. Ve ne çok soru sorulur bir sap çiçeğe:
“elimde demin
küçük bir saksı vardı
boş bir saksı
nasıl ağırmış meğer
nasıl kolum ağrıyor
boş
bomboş
çiçeksiz bir saksı”
…(Arif Damar)
“bir sap çiçek mi – saksısız –
kaçışına uğrayan bir çiçek
neden olmasın
yağmurlar
yağmurlar yağdığı zaman…”
…(Edip Cansever)
Bir şair, “her şeyin tadı dağıldığında”, hayatın havı döküldüğünde çiçekle anlatır iç yağmurlarını:
“bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta”
…(Murathan Mungan)
Sümbüldür, hüzün rüzgârları estirir yüreğimizde. Ve iğde… Tüm yollar bir kez olsun mutlaka iğdeden geçer. Itırlı esansıyla sarhoş ederiz sevgiliyi. Gri bir melankoliye tutuklanmış rengimize isyandır bu kuvvetli koku salış.
An olur, gönlümüz zehirli bir çiçeğe dönüşür. Zakkum ağacıdır mesela o gün mekânımız:
“Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
Yüreğimdeki zehirli çiçeği
Usulca bıraktım dünyanın dışına…”
…(Cezmi Ersöz)
Küskündür gönül. 'Elleme' deriz, 'elleme küserim'…Küstüm!
söz düşer tohum olur
ben düşerim sözden
siz düşersiniz
diri bir nefestir üflenen her dize
çiçek açar
hükmederiz evrene
bugün bir zambak dalına tutunduk
tenimizi döver yarın insafsız bir yosun
evrene böyle düşülür gizemli döşünden tohumun
gül ölümsüzlüğü tomurcuklanır iç bahçelerde
çiçekten gelir
çiçeğe gideriz
aslında çiçek biziz!
Payımıza “şairlik” düşse ne olur, düşmese ne?
Tılsımlı şiirler veren, nefes üfleyen şairler var oldukça solmaz bu âlemin çiçekleri…
Ve şiirden esen her söz, mülk edinilmiş bir çiçektir bu bahçede.
(S’İMGE Dergisi, Temmuz 2006)
("BİR TUTAM TUZ", Hayal Yay. 2010, S.60)
Kayıt Tarihi : 10.8.2006 09:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)